EBU UBEYDE’Yİ DİNLEYİN! – YALANCI VE ARSIZ, SEN DE DİNLE!

Ellerindeki kısıtlı imkânlara rağmen mağrur İsrail’e ve arkasındaki Anglo-Sakson hegemonyaya, yani katil Amerika’ya, cani İngiltere’ye, barbar Avrupa’ya, yanaşmaları Kanada ve Japonya’ya (en son G-7 adlı zirvede İsrail’in arkasında durduklarını beyan … Read More

RUSYA DEVLET BAŞKANI VİLADİMİR PUTİN’İN TARİHİ KONUŞMASI / TÜRKÇE DUBLAJ / 21 ŞUBAT 2023

Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’in “Ukrayna Özel Askeri Harekatı Ve Uluslararası Gelişmeler” başlığı altında yaptığı tarihi konuşmasını alakalarınıza sunuyoruz. Putin’in, Barbar Batı Saldırganlığı karşısında insanlık adına söz aldığı 21 Şubat … Read More

“ALÇAKLIĞIN EVRENSEL TARİHİ”NDE “ZALİM KURTARICI LAZARUS MORELL”

Platform Başkanımız Sayın Ali Osman Zor ile Emel Zor Hanım’ın Gogol’un Ölü Canlar üzerine yazmış olduğu yazı ve Gogol’un kahramanı Çiçikov’dan yola çıkarak sahtekârlık meselesini konuşurken, ben kendisine, geçenlerde Borges okuduğumu ve Borges’in de müthiş bir sahtekârlık hikâyesi anlattığını aktardım. Kendisi de bana, “sen de onu yazsana!” deyince, hikâye değerlendirmesi yazmak da nasip oldu.

SİYONİST DUVARLAR KURTULUŞA ENGEL – Ali Osman ZOR (4 Ekim 2007)

SİYONİST DUVARLAR KURTULUŞA ENGEL Ali Osman ZOR (4 Ekim 2007) Türk siyasi hayatında, hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde “niyetler” açıkça izhar edilmeye ve saflar net olarak belirmeye başlamıştır. Hadiseler “basitlikten” karmaşıklığa evrildikçe, belki de karmaşıklığı aşabilmek adına ve onun sebep olduğu stresten kurtulabilmek için, acele hükümler de verilmiyor değil. Hafızası olmayan veya zayıf olanların “yönlendirme” gayreti içinde olduklarına şahit olduğumuz bu dönemde, özellikle 30-35 senelik tarihi, doğru bir çizgi içine oturtamamaktan kaynaklanan “hakikati gizleme” tavırlarına da şahit olmaktayız. En iyi niyetliler dahi, mevcut durumu tesbit etmeye çalışırken, bu hafıza zayıflığından dolayı meseleleri hakikatin “yarısıyla” ele almaya çalışıyorlar. Bu da, tarihe ve hakikate aykırı “durum tesbiti” riskini beraberinde getiriyor. Haziran başında Musul’un, İslam Mücahitleri tarafından fethiyle başlayan savaşın yeni safhası, “İslam Devleti’nin” Irak’ın kuzeyine yönelmesiyle Amerika ve müttefiklerini tedirgin etmiş; nihayetinde, NATO müdahalesine karar vermişlerdir. Kuzey Atlantik Gücü’nün harekete geçmesi, gizlenemeyen gerçeklerin de açığa çıkmasını sağladı. “Kürdistan” denilen bölgenin, Türk ve Arab’ın arasına örülmek istenen “Siyonist bir Duvar” olduğu, açığa çıkan gerçeklerin başında gelmekte. ADIMLAR kadrosu olarak; özelde bu konuyla alakalı olmak üzere, genelde de gelişen iç ve dış siyasete nasıl baktığımızı gösteren ve Sayın Ali Osman ZOR’un daha önce Osman Halid imzasıyla yayınlanan geçmişteki bir çalışmasını, yaşadığımız günlerin önemine binaen, “Mücadele Tarihi” başlığı altında okunması temennisiyle yayınlıyoruz… ADIMLAR – 20 Eylül 2014 Siyonist Duvarlar Kurtuluşa Engel Osman Halid (4 Ekim 2007) İşgalcinin ülkesinde, kötülüğün merkezinde, suyun öte tarafında Fetullah’ın adamlarının verdiği iftar yemeğinde, sofrada “oruç”unu açmak için ne sesi beklediklerini bilmediğimiz Yahudi-Hristiyan-Evanjelik-Cumhuriyetçi-Neo Con ve kansız-imansız İslâmcılar, aynı hizada bir masa etrafında oturuyorlar… Yer Bağdat… İslâm tarihinin paha biçilemez merkezlerinden biri… Kimler yok ki orada… İmam-ı Azam Hazretleri, Abdulkadir Geylani Hazretleri, İmam-ı Şafii Hazretleri… Peygamberimizin silah arkadaşı sahabîler… Hz. Ali, Peygamber torunu Hz. Hüseyin… Ve daha birçok zahir ve bâtın İslâm büyüğü… Bağdat bunların şehri!.. Ve Bağdat’ta bir sığınak… Gözler çakmak çakmak… Eller tetikte!.. Ortamı aydınlatan insanların nur yüzleri… Dizleri yan yana, temas hâlinde oruçlarını açmak için ezan sesini bekliyorlar… Bombalanan, yağmalanan 17 Ocak 91 yılından bu yana iki milyon evladını “ilahî yolda verilen istiklâl savaşında” şehid veren Bağdat! Cevap verin!.. İşgalcinin ülkesinde işgalciyle iftar yapan pastacı pezevenkler! Bağdat kaç tane ikiz kule eder?! İşgale direnenle işgalcinin parmaklarında kukla olmayı seçenlerin tuttukları oruç, muhakkak ki bir değil! Kukla olmayı seçen pastacıların, yedikleri pastaların boğazlarına düğümlenecekleri günlerin arefesindeyiz. Bunlar Türk’ün, Kürt’ün, Türkmen’in yüzkarası! Ehl-i Sünnet Arap düşmanı… Irak’ın yiğit evlatları istilacıya karşı direnirken, pastacılar iftardan sonra efendileriyle Irak İslâm beldesinden kendilerine bir kırıntı düşüp düşmediğini istişare edecekler. Tarihin hangi devrinde şehidlerin kanı üzerinden hainler ikbal sağlayabildi ki bu devirde sağlayabilsin!? Kendi varlığına şahitlik eden şehidinin hakkını “oruçlu” pastacılara yedirir mi zannediyorsunuz Allah? Kuklalar her yerde, aynı gaflet ve hıyanet içindeler. Sömürgeci bu kuklaları dünyada kendisiyle hiçbir gücün baş edemeyeceğine inandırdığından dolayı bunların kendi insanına ve kendi coğrafyasına takındıkları tekebbür hâli her geçen gün bira daha artmakta ve azgınlaşmakta… Bu hâlleri de helâk olacaklarının habercisidir. Kâbil’deki imaj manyağı, pelerinli palyaçonun, “Molla Ömer neredesin?” feryadı da helâk olacağının habercisi! Bu kuklalar içerisinde baş kukla diyebileceğimiz BOP’un en önemli yürütücüsü konumunda bulunan Talabani’nin durumu ise hepsinden beter! “Ortadoğu’nun dansözü” nitelemesini fazlasıyla hak ediyor!.. Düşmana kapıyı içerden açan bu kukla, diğerleriyle beraber kendisini ne kadar evin sahibi zannetse de Süleymaniye’den dışarıya adım atamamakta! Çünkü o da biliyor ki evin sahibi kendisi değil… Başından beri istilaya kim direniyorsa evin sahibi o! Demokratik sömürgeleştirme savaşının hedefi, bu kuklalardan müteşekkil bölgeye hakim olacak ve emperyalist politikaları güvenilir ve kararlı bir şekilde uygulayabilecek bir yapı oluşturmak… Bu yapının oluşabilmesi için ayrıca bu kuklaların “bağımsız” imajını da kazanmış olmaları gerekir. Evin sahibi olmadığı hâlde evin sahibiymiş gibi davranması bu imajın bir gereği. Kapıyı içeriden düşmana açan Talabani’yle içişlerine karışılmasını şikâyet edermiş gibi yapan Talabani aynı. Bizden beklenen ise, bir ülkenin içişlerine ve bağımsızlığına saldırı, bu ülkenin vatansever Müslüman yönetimini devirip ortalığa kuklalarını sürünce, işgal olmaktan çıkıp, o ülke halkının tasarrufu olduğunu kabul etmemizdir. Bu kabul edildiği zaman ikinci aşama olarak da işgale karşı direnene “terörist”, istiklâl savaşına da “terör faaliyeti” dememiz gerekecek. Gerçek vatanseverler kimin işgalci, kimin işgale direnen mücahid silahlı kuvvetler olduğunu gayet iyi biliyor. Fakat bir taraftan Çanakkale, Sakarya edebiyatı yapıp, diğer taraftan da işgale “Amerikan müdahalesi”, işgale karşı verilen istiklâl savaşına “terör faaliyeti” ve ülkesinin kurtuluşu için savaşan “mücahid”e de “terörist” diyenlere ne denilir? İnsan bu kadar rahat kendi geçmişini nasıl inkâr edebilir? İngiliz “müdahale”si ve Anadolu’da bu müdahaleyi kabul etmeyen, aynı şekilde İngilizlerin idaresine uymayan bozguncu teröristler… Anladınız… Irak’taki direnişe terör, direnene terörist dedikten sonra, hangi yüzle “kurtuluş savaşı”ndan bahsedebilirsin? Türk Mutlu Olamaz Talabani’yi Irak Cumhurbaşkanı ve diğer kuklaları da Irak hükümeti olarak tanıyanlar, o kuklalarla beraber aynı efendiye hizmet eden pastacılardır. Hâliyle bunların Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerle alakalı dile getirdikleri endişe ve şikâyetler, danışıklı dövüşten başka bir şey değildir. Aksi olsaydı, “Ne mutlu Türk’üm!” diyen bir vatan evladı Irak’ta verilen mücadelenin tek bir savaşın muharebesi olduğunu idrak eder, esas düşmanın hesabının da bu mücadeleyle, Anadolu’yu birleştirmeme üzerine kurulu olduğunu görürdü! Bu hesap meydana çıktıktan sonra, Irak’ın kuzeyinde Türk’ün ve Kürt’ün hainlerinin elele inşa etmeye çalıştığı Siyonist duvarı yıkarak Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, bütün İslâm milletinin işgalciye karşı birleşmesini sağlardı. Fakat Amerikan işgalini destekleyen ve direnişçiye “terörist” diyen sesten başka hiç ses çıkmadı. Bunlar Türk’ün adını kötüye çıkarmış yüce Türk’le hiçbir alakası olmayan cüceler!.. Türk’ün horlandığı, ezildiği ve devleti elinden alınarak yaşadığı coğrafyadan sürülmek istenen bir dönemde, onu onure etmek için söylenmiş olan “Ne mutlu Türk’üm!” sözünü “bağlamından” kopararak bugüne taşıyan cücelerin, Türklük’le ne tür bir ilişkileri olabilir? Türk, komşusunu, kardeşini arkadan vurur mu? Türk, ülkesini işgal-terör üsleriyle kaplanmasına göz yumabilir mi? Türk, başına çuval, ensesine şaplak, kıçına tekme muamelesine rıza gösterebilir mi? Türk, ülkesinin açık hava kerhanesine dönen bir sömürge olmasına izin verebilir mi? Türk, düşman istilasına karşı vatanını savunan mücahid silahlı kuvvetlere terörist diyebilir mi? Türk, ülkesinin işgaline direnirken düşman tarafından yakalanıp alçakça bir suikastle şehid edilen –Saddam Hüseyin!- komşu Müslüman devlet başkanının uğradığı bu muameleye sessiz kalabilir mi? Türklük adına bunlar yapılırken, gerçek Türk mutlu olamaz. Böylelerinin “yüce Türk milleti”yle bir alâkası olmadığı gibi sahte kutuplaşmanın tarafları olarak kendi kitlelerine takiyye yapan, efendilerinin politikalarına amâde pastacılardır! Bunlar olsa olsa işgali ve direnmemeyi peşin olarak kabul etmiş kukla turuncu silahlı kuvvetler… Acaba ülkenin bütün kamusal alanlarını işgal eden terörist Amerikan askerlerini TSK generallerinin kovması için onlara başörtüsü giydirmek bir çözüm olabilir mi? Kamusal alanları işgal etmiş başörtülü Amerikan askerlerini herhalde bir emirle paşalarımız başörtüsü taktıklarından dolayı ülke sınırlarının dışına çıkarıp alayını denize dökerler. Bilindiği üzere Amerikan senatosu, Irak’ın bölünmesine yönelik bir tasarıyı kabul etti. Daha açık bir ifadeyle Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti için yeşil ışık yaktı! Dikkat ediliyorsa Amerikan işgaline karşı verilen direniş, Osmanlı topraklarına ait olup da en son terk edilen coğrafyadır. Orada verilen istiklâl savaşının mânâsı şudur: “O gün kaybedilen toprakların bugün geri alınarak, egemenliğin kayıtsız şartsız Müslümanlara devri iradesidir! Bu iradenin bütün olarak görülebilmesi ve bölgeye hâkim olabilmesi için de Ehl-i Sünnet Arap’la Ehl-i Sünnet Türk’ün birleşmesi gerekir.” Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, özellikle bölgede PKK’nın ortaya koyacağı siyasi tavır, coğrafyanın geleceğinde belirleyici olacaktır. “Oruçlu” pastacılar işgalcinin ülkesinde Müslüman kanı üzerine hesap yaparken aynı ânda diğer cinsleri de burada boş durmuyorlardı. Kürt Konferansı Diyarbakır’da düzenlenen Kürt Konferansı’nda Cengiz Çandar, bakın ne akıllar veriyor Kürtlere: “Kürtler ya devlet kuracak, yada bölgedeki bir devleti kendi devleti olarak kabul ettikleri noktada bu mesele çözülür. Kürtler yeni dönemde iki şeye dikkat etmeli… Atacakları her adımda Kuzey Irak’ta oluşmakta olan Kürt devletine zarar vermeyi düşünmeleri gerekir. Bunun anlamı Türkiye’nin Kuzey Irak askeri müdahalesinin bir seçenek olmasını çıkaracak şekilde hareket etmeleridir. Yani şiddetten uzak duracak siyaset izlemeleridir. İkincisi Türkiye’nin AB sürecine destek vermeleridir.” Irak’ın bölünmesine yönelik tasarının Amerikan senatosunda kabul edilmesiyle aynı ânda Diyarbakır’da düzenlenen Kürt Konferansı’nda, Cengiz Çandar’ın Irak’ın kuzeyinde kurulması plânlanan Kürt devletinden bahsetmesi ve bu devletin Türkiye’nin hışmına uğramaması için PKK’nın şiddetten uzak durmasını tavsiye etmesi oldukça mânidar… Demek ki PKK sömürgeci Batı emperyalizminin oyununu bozabileceği gibi bu oyunun devam etmesini sağlayabilir ve hedefine ulaşmasının da aleti olabilir. Bilindiği üzere bu Çengiz Çandar 17 Ocak 1991’den beri işgalci Amerika’dan aldığı maaş çekleriyle onun medya borazanlığını yapıyordu. Mart 2003 saldırısında Irak’ın üç günde yerle bir olacağını anlatan bu beyni iğdiş olmuş liberal çapulcu, Irak istiklâl savaşı şiddetini arttırdıkça sesini kısmak zorunda kaldı. Kıbrıs’ın Rauf Denktaş’ın cumhurbaşkanlığından tardedilerek Avrupa Birliği’ne altın tepsi içinde sunularak “milli dava” olmaktan çıkarılmasında bu Cengiz Çandar’ın fonksiyonu unutulacak gibi değil! Şimdi sıra Kerkük’e geldi. Kıbrıs’ta oynadığı rolün aynısını şu an Kerkük’te oynuyor. Rol arkadaşı bir numaralı Amerikancı İlnur Çevik, Barzani’den aldığı ihalelerle ajan gazetecilik vasfına işadamlığını da eklerken o da kendisiyle Kerkük için aynı misyonu icra etmektedir. Bunlar Amerikan politikaları doğrultusunda Kıbrıs’ı AB’ye nasıl peşkeş çektilerse, Kerkük’ü de, işgalciye kapıyı içeriden açan kuklalara peşkeş çekmeye çalışıyorlar. Yaşadığımız bu süreçte Çandar’ı daha çok piyasada göreceğiz. Irak’ta özellikle kriterlerin neye göre yapıldığı belli değil. Dikkat ederseniz Irak’tan bahsederken, Sünniler, Şiiler ve Kürtler deniliyor. Sünnilik ve Şiilik, dinî bir kriterken, Kürtlük ise ırkî bir kriterdir. Peki Arap’ların yaşadığı coğrafyadan bahsederken Sünnî ve Şii kullanıldığı hâlde diğer tarafta dinî kriterden bahsetmeyip niçin ırkî kriter kullanılmaktadır. Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtler dinsiz midir? Yoksa dinler üstü seçilmiş bir ırk mıdır? İşin doğrusu, eğer işgalciler Irak’ın kuzeyini de dinî kriterlere göre ayırsalar büyük çoğunluğu Sünnî olan Kürtlere de Sünnî demeleri gerekir ki; o zaman da Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması mevzubahis olamaz. Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulabilmesi için kriterlerin işgalcinin kafasına göre bu şekilde yapılması gerekiyor. Arap’la Türk’ün arasına Kürt’ün eliyle inşa edilmeye çalışılan bu Siyonist duvarın yıkılmasında bizce, yukarıda da söylediğimiz gibi belirleyici olacaktır. “Esas düşman” tespiti doğru yapılarak düşmanın İslâm coğrafyasından kovulması için gerekli hamleler cesur bir şekilde yapılacak, yada esas düşmanın, iradesi doğrultusunda diğer kuklalarıyla uğraşarak onun bölgedeki stratejilerine hizmet edilecektir. Bizce Kürt hareketi zor bir dönemece girmiştir. Herkesin dinî kimliğinden bahsedilirken, şuurlu olarak sadece Kürtlerin dinî kimliğinden bahsedilmiyor. Acaba burada hedeflenen demokratik-laik TC’ye mukabil, coğrafyada Araplarla Türkler arasında tampon bölge oluşturacak demokratik-laik bir KC mi? Yaşadığımız süreç bunun önümüzdeki günlerde belli olacağını söylüyor bize. DTP milletvekillerinin son zamanlarda TC siyasetçileri gibi konuşmaları, meselâ Hasip Kaplan’ın, “laikliği aştırmayız” açıklaması, PKK ve Kürtler açısından pek de içacıcı gelişmelerin habercisi olduğu söylenemez. Tabi bu tür ifadelere devam edilirse… Son tahlilde söyleyeceğimiz şudur: Bütün kesimlerin samimilerinin, esas düşmanın, Amerika’nın temsil ettiği emperyalizm olduğunun şuuruyla antiemperyalist bir cephe esprisi içerisinde, bu esas düşmanın kovulması için güç birliği yapma zaruretleri vardır. Amerika bölgeden kovulduktan sonra bölgedeki sorunlar emperyalizmin ikinci müdahalesine gerek kalmadan bölgenin kendi aktörleri tarafından çözülebilir. Çünkü bölgeyi temsil eden (Türk, Kürt, Arap) iç dinamikler çözüm teklifleriyle beraber çözüm iradesine de sahiptirler. Aksi takdirde bölgenin gerçek sahipleri emperyalizmin dayattığı hiçbir çözümü kabul etmemeli! Batı emperyalizmi hakimiyeti altında özerk olsan no’lur, olmasan no’lur? İnsanımız kesinlikle “özerk” laik TC’nin yanında bir de “özerk” laik KC istemez. Baran Dergisi / Sayı 39 / Sayfa 4,5 / 04 Ekim 2007

CARLOS’UN, İSLÂM DEVLETİ DEĞERLENDİRMESİ ETRAFINDA

Oturduğu yerden “saha” hakkında yalan-yanlış yapılan “değerlendirme”ler sonrasında, BOP’un kucağında hüküm verenlere karşın,

NE DEDİYSEK O: BU SAVAŞ PARİS’İ DE VURACAK!

Sayın Ali Osman Zor, İşgâlci Batı Gücü’nün topraklarımızda izledikleri işgal, soykırım ve sömürge politikaları karşısında, 5 Kasım 2014 tarihinde Alman DerSpiegel Dergisine verdiği röportajda, “Bu savaş Paris’i de vuracak!” demişti. Ali Osman Zor’un bu röportajından bir süre sonra Dergi büromuz bombalanmış ve Ali Osman Zor’un kardeşi Ünsal Zor şehîd olmuştu. ADIMLAR olarak, Paris’te gerçekleşen ve bundan sonra gerçekleşebilecek olan bütün saldırıları bize düzenlenen saldırının birer intikamı olarak görüyoruz! ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Platformu Genel Başkanı sayın Ali Osman Zor’un söz konusu röportajının ilgili kısmını alâkalarınıza sunuyoruz: ADIMLAR Dergisi (…..) Der Spiegel: İslâm Devleti’nin bu mücadelesinde uyguladığı yöntemler oldukça vahşi. Siz kullandığı bu yöntemleri destekliyor musunuz? Ali Osman ZOR: Ben Amerika’nın kullandığı yöntemleri desteklemiyorum! Der Spiegel: Peki, İslâm Devleti’nin uyguladığı yöntemleri? Ali Osman ZOR: Ortada bir savaş var. İslâm Devleti de savaşıyor, Amerika da savaşıyor. 91 savaşından sonra uygulanan Birleşmiş milletler ambargosuyla Irak’a klor verilmedi. Ve temizlenemeyen pis suları içerek bir milyon çocuk öldü, bebek öldü Irak’ta! 2003 İşgâli’nden sonra Ebu Gureyb cezaevlerinde işkenceye, tecavüze uğrayanlar… Der Spiegel: Ben Amerika’nın yaptığı işkencelerden değil, şu ân IŞİD’in insanların kafasını kesmesinden, şu ân yaptıklarıyla ilgili görüşlerinizi merak ediyorum ben. Ali Osman ZOR: Ben de diyorum ki, Amerika’nın veya Avrupa’nın, diyelim ki Almanya’nın Irak’a sattığı zehirli gazları bilmeden, bunları hesap etmeden IŞİD’i değerlendiremeyiz! Yani ilk önce siz Avrupalı olarak bunlara karşı çıkacaksınız ki, ondan sonra IŞİD’i oturup, konuşalım. Benim anlatmaya çalıştığım, IŞİD, bütün bu yapılanların arkasından gelmiş bir harekettir. Ve burada,şu sahtekârlığı yapmamak lazım: Ortada bir savaş var ama, bu savaşta, bizim bölgemize ait bir İslâmcı veya değil, işgâle karşı savaşan bir örgüt söz konusu olduğunda onların yaptıkları “katliam”, “terör”, “vahşet”, fakat Batı gücü söz konusu olduğunda ise onun yaptığı “savaş”!Batı, Heredot’tan beri bunu yapıyor: Kendisine biri saldırdığı zaman “Barbarlar!” saldırmış oluyor -bugün “teröristler!” oluyor onlar tabiî-, kendisi birilerine saldırdığı zaman da “Barbarların üzerine gitmiş” oluyor. İşte o “barbar” ve “teröristler”in yaptığı herşey bugün “vahşet”, “katliam”, “terör”. Biz bu hinliği kabul etmiyoruz!.. “IŞİD’in yöntemleri” dediğiniz, savaş yöntemleridir. Batı, niye Ebu Gureyb’de ayağa kalkmadı da iki tâne gazetecinin kafası kesilince ayağa kalktı? WASHİNGTON BOMBALANMALIYDI Der Spiegel: Bu doğru değil. Ebu Gureyb ile ilgili Batı’da itirazlar oldu. Ali Osman ZOR: “Oldu” da, bize ne faydası oldu? Bölgeye ne faydası oldu? Ebu Gureyb’e ne faydası oldu?!. 1991 yılında Amerika, Saddam Hüseyin, Kuveyt’i işgâl ettiğinden dolayı, Birleşmiş Milletler’de karar çıkartarak Irak’a saldırdı. Burada gerekçe ne idi? “Irak’ın Birleşmiş milletler üyesi olan Kuveyt’e saldırması”ydı. Ve Birleşmiş Milletler de harekete geçerek, kendi üyesi olan bir ülkeye yapılan saldırıya karşı Irak’a saldırdı. 2003’te ise, Amerika Irak’a hiçbir gerekçe olmadan saldırdı! Ve Birleşmiş milletler bu saldırıya “olur” vermedi. Yasadışı saldırdığına göre Amerika, aynı 91’de Saddam’ın Kuveyt’e saldırması gibi, o zaman, Birleşmiş Milletler’in bir araya gelip, karar çıkartıp; Birleşmiş Milletler üyesi olan Irak’a Amerika’nın yasadışı saldırısından dolayı Washington’u bombalaması gerekmez miydi? Bunların hiçbiri yapılmadı. Ve 2003 Yasadışı Saldırısı hâlen devam ediyor. Der Spiegel: Bu mesajı aldım! Ali Osman ZOR: Son olarak da başka bir mesajım daha var size: Biz, sizi bölgemizde istemiyoruz artık! Siz derken, Batı gücünün… Bizim evimize karışmanızı istemiyoruz. Kendimizi nasıl yöneteceğimizi söylemenizden bıktık artık! Yani Amerika’nın ve onun yerli ve yabancı işbirlikçilerinin artık evimizden defolup gitmesini istiyoruz! Biz, kendi aramızdaki sorunları, kendimiz hâllederiz. Bizim aramızda sorun çıkmasının sebebi, Batı Gücü’nün gelip buraya karışması, bizim evimize karışması. Batı bunu anlamadı! Bizim “git!” dememizi anlamadı. Onun için IŞİD gibi örgütler çıktı şimdi. Size garanti veririm, IŞİD gibi örgütler İslâm Coğrafyasının her tarafında çıkacak Batı’ya karşı! Çünkü buradaki halklar, milletler; Türk, Kürt, Arap, Fars farketmez, sizi istemiyor! “Evimizden gidin, elinizi çekin!” Artık Batı’nın, bizim bu isteğimizi anlaması lâzım. Yoksa bu savaş Hamburg’u, Londra’yı, hattâ Washington’u, Paris’i de vuracak bu savaş. Yani siz zannediyor musunuz, bizim şehirlerimiz yıkılırken sizin şehirleriniz sağlam kalacak?!. Sizin şehirleriniz de yıkılacak!Aynı Londra’da, İspanya’da olduğu gibi… Anlatabildim herhâlde?.. Bunu engellemenin tek yolu, bizim evimize karışmayacaksınız artık. Yani bu kadar basit bir şeyi anlaması lâzım Batı’nın. Röportajın tamamı için: