MAVİ GÖZLÜ PİÇ: LAWRENCE
Adamın teki oturmuş, “Yakın Tarihe Dâir Merak Ettiğim Birkaç Husus” başlığıyla yazı yazmış.
Yazar yazar, kime ne…
Ama, “yazı yazıyorum” diye tutar da apaçık bir olguyu çarpıtarak Kumandan’a, söylemediği şeyi söyletirse, o zaman bize de “hooop!” demek düşer.
Fazla uzatmadan, adıdeğmez yazarın, adıdeğer Kumandan’ın satırlarını çarpıttığı kısım şöyle:
“Yine de Mustafa Kemal hakkında benim asıl merak ettiğim taraflar tamamen başka hususlardır. Asıl merak ettiğim, karakterine ait hususlardır.
Mesela bir adam düşünün; Elli küsur eserin sahibi ve dostlarının yanı sıra düşmanları dahî ömrü boyunca ona bir kez olsun yalancılık isnadında bulunmamış olsun! Kuvvetli, kudretli bir şey mi arıyorsunuz, işte budur; yani tamamen dosdoğru olmak ve her halükârda böyle kalabilmeyi başarmak…
İşte böylesi bir yazarın kitabında okuduğum şu ithamlara bakılırsa, Mustafa Kemal’in karakterine ait vasıflar onun hakkında bugüne dek söylenen şeylerin “göz kamaştırıcı” yanını dağıtmakta ve ortaya adeta kesif bir şüphe yığını çıkmaktadır:
10 yaşındayken “piç” olduğunu öğrendi… Mavi gözlüydü… Ve çok beyazdı. Kadın mı erkek mi olduğundan huylanan Kürt kadınları onu Kargamış’ta, bir subaşında kıstırıp soymuşlardı… Yatak odası, adi ve çiğ renkli kurdelelerle süslenmişti. Tuvalet masası firkete varıncaya kadar bir yığın süs eşyası ve ağır kokulu esans şişeleriyle doluydu… İki erkek sevgilisi vardı: Dahum adlı 15 yaşındaki bir eşek çobanı ve 10 kişiyi öldürmüş olmakla övünen Hamudi isimli bir haydut… Cepheden kaçarak erkek sevgilisinin mâlikanesine kapandı. Kaba etleri kanayıncaya kadar kendisini kırbaçlatıyor ve o halde livata ile tatmin oluyordu… 26 yaş günü partisinde “otuzuna bastığında bir general ve soylu ilân edileceğini” ilân etti… Soyuldu, saldırıya uğradı, bitlendi ama, yılmadı ve yerli halkın arasında dolaştı, onların yemeklerini yedi, aynı hayatı yaşadı… 1914 Ocak’ında İngiliz ordusunun emrinde, Sinâ çölünde askerî bilgi toplama seferine çıktı… 1914 Ağustos’unda Birinci Dünya Savaşı patlayınca İngiliz gizli servisine girdi… İki yıl boyunca Müslümanları sorguladı… 1917’de binbaşı oldu… 1918’de Yarbay, sonra Albay… İngiliz gizli servisince Kurtuluş Savaşı’nın tek kahramanı haline getirildi… İngilizlerin ciddiye alınır belgelerine göre 35 bin Anadolu askerinin öldürülmesinde, 35 bininin de esir edilmesi ve yaralanmasında baş rolü oynamıştır… Her yere heykeli dikilmiştir… Üstadımın onun hakkında bana söylediği, “mergub” oluşudur.*
*Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü-Ufuk ile Hafiye- 4. Cilt. İbda Yay. Mart 1994 İstanbul. Sayfa 372-373”
Cinayeti görüyor musunuz?
Adıdeğmez yazar, yukarıdaki satırları Kumandan’ın Mustafa Kemâl için yazdığını sallıyor. Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Mustafa Kemâl için çeşitli zamanlarda çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu çeşitli sözler var, ama bunları da o cümleden diye okuyucuya takdim ederek apaçık bir yalana imza atmak da ne oluyor?
Açıklayalım:
Yukarıdaki satırlar doğrudan Kumandan Mirzabeyoğlu’na ait olmayıp, meşhur İngiliz ajanı Lawrence’in hayat hikâyesinden bir kesit aktarmaktadır.
Bu vesileyle bir not: Diyalektik, fikrin kendisi değil, düzenidir. Ne zaman neyi söylersin, neyi öne alırsın, neyi sona bırakırsın. Büyüklerin sözlerini öyle oluruna getirip kullanmak kadar büyük cinayet yoktur. O sebeple diyalektik lazımdır. Bir büyüğün belli bir zamanda söylemiş olduğu sözü alıp kendi nefsine uygun diye kullanmaya kalkmak, o sözün yeri değilse mücadele değildir. O söz maledilmemişse, fikir bünyeleşmemiş, ağızlarda marsık gibi geveleniyor demektir. Bu da yere batasıca taklitçiliğin bir çeşididir. Fikrin kendisinin değil, düzenindeki, düzenleyendeki fikir sefaletine delalet eder. Kişinin fikrinin haysiyeti, fikri ne kadar maledebilmiş olup olmadığı diyalektiğinde ortaya çıkar.
Kumandan, kavga ve mücadele gereği, saldırının yönü ve şiddetine göre çeşitli zamanlarda çeşitli tepkiler vermiştir.
Kemalizm maskesi altında saldırılara maruz kalınan devirlerde de Kemalizm’e karşı en şiddetli muhalefeti ortaya koymaktan da çekinmemiştir.
Tehlikenin kaynağı başka yöne dönünce de o kaynağı hedef almış ve “MÜRTED” hükmünü yapıştırmaktan imtina etmemiştir.
Mücadele, aktüel, kanlı canlı muhataba karşı olur.
Bugün İslâma Muhatap Anlayış’ın tatbik vasıta sisteminin hâkimiyetinin önündeki engel Mustafa Kemâl ve Kemalistler midir, yoksa imânsız İslâmcılık mıdır?
“Put Kıran Balta – İslâma Muhatap Anlayış”ın esas hedefi, doğrudan küfür cephesi midir yoksa İslâm içindeki yanlış anlayışlar mıdır? Yani, kırılması gereken esas putları dışımızda mı içimizde mi aramak gerekir?
Siyaset, güç ve iktidar merkezi-odağını takip eder.
Dün, İslâm Kemalizm adına saldırıya uğruyor ve yıkılmaya çalışılıyorken bugün dost görünüp öpücük konduranlarca içeriden çökertilmek isteniyor. Dün güç ve iktidar onlardaydı, bugün bunlarda. Amerika’nın bunları “yüzyılın projesi” olarak tavsif ettiğini de hatırlatalım.
Güç ve iktidardan düşmüş olanlara kılıç çekmek de Don Kişotlara ve fethedilen alanlarda fatihçilik oynamaya kalkan sümüklülere, bundan menfaat devşirmeye bakan istismarcılara yakışır.
Küfür cephesindeki putlar, “Batı tefekkürünü İslâm tasavvufu önünde hesaba çekmek” metodolojisi çerçevesinde hedef alınmıştır. İslâma Muhatap Anlayış baltası, İslâm’a muhatap olduğunu zanneden imânsız İslâmcılık putçuluğunun baş düşmanıdır. Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin teşhisiyle de bunlar en tehlikeli düşman cephesini oluşturur ve dini içten yıkan kâfir hükmünün damgasını yemişlerdir.
Ahmet ÖLÇÜLÜ