ELİT VE ELİTİZM TEORİLERİ VESİLESİYLE AYDINLAR ARİSTOKRASİSİNE BAKIŞ
Fatih PALA
Yönetmek! Hadiseler karşısında tesir edebilen ve kontrol mekanizmasını elinde bulundurabilen mevkide olma halinin genel adı… Peki ne için, kim için, neden ve nasıl? Yönetmek ve yönetim mevzuları içinde tarih boyunca birçok soruya cevap aranmıştır. Ferdin hak ve hürriyetinin ne çapta ve hangi keyfiyette olması gerektiği, bunların ne ölçüde sınırlandırılabileceği, devlet olgusu, ideal devletin olup olamayacağı, devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete karşı olan hak ve mükellefiyetler,, iktidarın kimde olması gerektiği ve iktidarın kaynağı gibi sorular bunlardan yalnız birkaçıdır. En önemlisi de ülkeyi veya toplumu kimin yahut kimlerin yönetmesi gerektiği sorusudur. Bu soru ışığında elit (yöneten) kesimi diğer insanlardan ayıran hangi üstün vasıflara ve imtiyazlara sahip olunması gerektiği mevzuu doğmuştur. İşte bu vesile ile elit ve elitizm teorileri…
Elit mefhumu ayrıcalıklı ve farklı olma hâlini izah eden bir kavramdır. Yönetim bahsinin temelini teşkil eden ayrıcalıklı ve farklı olma hâli için de elit mefhumu kullanılır. Bu noktadan hareketle yönetici (elit) kesimin kime ve neye nisbetle farklı olması gerektiği fikir adamları ve siyaset bilimcileri tarafından yazılıp çizilmiştir. Elit ve elitizm teorilerini, ‘’siyasi iktidarın kaynağına ilişkin görüşler’’ bahsiyle beraber ele almak yönetim olgusunun daha iyi anlaşılmasına vesile olacağından siyasi iktidarın kaynağı hakkında görüşlerden bahsedelim
‘’Siyasi iktidarın kaynağı nedir’’ sorusuna cevaben iki temel görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan birincisi ‘’teokratik’’ teorilerdir. Bu teoriye göre “yaratıcı” kimi insanları topluma hükmetmeleri ve toplumda düzen sağlayabilmeleri için diğer insanlardan farklı bilgi ve beceri ile donatmıştır. Teoriye göre bu tür toplumlarda krallar güçlerini ilahi kaynaktan aldıklarını iddia ederek pekiştir.
İkinci görüş ise ‘’halk egemenliği’’ teorisidir. Bu görüşün fikir babası J.J.Rousseau’dur. Rousseau ‘’Toplum Sözleşmesi ‘’ adlı eserinde iktidarın kaynağının halkta olması gerektiğini savunmuştur. Rousseau’ya göre halk kendisini yönetecek olan kişi veya kişileri kendisi seçmeli ve gerektiğinde o kişilerin yönetimine son vererek başkalarını getirebilmelidir. Bu görüşe göre siyasi iktidarı belirleme, etkileme ve değiştirme gücü sadece ve sadece halkındır. Gücünü halktan almayan hiçbir yönetim şekli ve biçimi meşru değildir. Halktan daha üstün hiçbir güç ve kuvvet yoktur.
Genel olarak iki kategoride değerlendirilen ‘’iktidarın kaynağı hakkındaki görüşler’’ meselesi mevzu itibariyle muhtevasında ideal devlet, egemenlik ve meşruiyet bahislerini de barındırmaktadır. Bu meseleler etrafında da çeşitli fikir akımları ortaya çıkmıştır. Platon ve A.Huxley gibi ideal devlet düzeninin olabileceğini savunanlar, Protagoras ve Gorgias gibi ideal devletin mümkün olamayacağını öne sürenler, devletin tabii bir kurum olduğunu düşünenler, doğal devletin asla mümkün olamayacağını söyleyenler bunlardan sadece bazılarıdır. Asıl mevzuumuza gelecek olursak ‘’iktidarın kaynağına ilişkin’’ görüşler meselesinin içinden tüten bir keyfiyette egemenlik ve elit teorileri…
Çağdaş siyaset bilimine giren kavramlardan biri olan elit kelimesi şeçmek (elemek) mânâsına gelmektedir. Elit teorisinin temelinde, en ilkelinden en gelişmişine kadar tüm toplumlarda ‘’mutlaka bir azınlık bir çoğunluğu yönetir’’ ilkesi vardır. Bu teoriye göre bir toplumun siyasal sistemi ne olursa olsun o toplumun siyasî karakteri oligarşik özellikler gösterir. Yani her hâlükârda çoğunluğu yöneten bir azınlık mevcuttur. İşte bu yöneten kesime elit adı verilir
Elit teorileri klasik ve demokratik olmak üzere iki kısımda değerlendirilir. Vilfredo PARETO ve Gaetano MOSCA klasik elit akımının, Raymond ARON ve Haruld LASWEL de demokratik elit akımın temsilcileridir.
Mosca’nın teorisine göre tüm toplumlarda şeçkin bir sınıf, geriye kalan çoğunluğu yönetir. Bu elit sınıfı diğer insanlardan ve toplum katmanlarından ayıran aile, soy, ırk, bilgi, asalet, eğitim vb. unsurlardır. Mosca’ya göre yönetici kesim evrim ya da devrim ile değişse bile yeni gelecek olan yönetim yine bir elit kesim olacağından oligarşik yapı daima korunmuş olacaktır. Mosca, Karl MARX’ın hâkim sınıf teorisine ters olacak mahiyette sınıfsız toplumu reddetmiş, toplumu yönetecek seçkin bir kitle olması gerektiği görüşünü savunmuştur.
Vilfredo PARETO ise elitizm mevzuunu farklı bir bakış açısıyla değerlendirmiş, yönetici olmanın ölçütünü zekâ olarak belirlemiştir. PARETO’ya göre her meslekî grubun zekâ ve beceri sonucunda belirli bir elit kadrosu oluşur. Bu elit kadro doğrudan siyasi iktidarı eline almasa bile bir baskı ve çıkar grubu mahiyetinde olarak dolaylı yoldan iktidarı etkiler ve yönetimde kısmen kendine yer bulmuş olur. PARETO da MOSCA gibi bu elit gruplar arasında zamanla değişim olabileceği görüşünü benimsemiştir
Harold LASWELL demokratik elit teorilerinin öncülerindendir. LASWELL’e göre bir toplum küçük ve seçkin bir azınlık tarafından yönetilmesine rağmen demokratik olabilir. Yeter ki, yönetecek olan kişiler demokratik ilkeler ve usuller çerçevesinde göreve gelsinler. LASWELL’e göre yönetilen çoğunluk, yöneten azınlığı halk oylaması, referandum, seçim gibi siyasî mekanizmalar sayesinde daima denetleyebilir.
Raymond ARON’ a göre ise hiçbir zaman çoğunluğun azınlığı yönettiği görülmemiştir. ARON’a göre ister batı tipi liberal demokrasilerde olsun, ister komünist sistemlerde olsun çoğunluk azınlığı yönetemez. Sosyalist sistemlerde halk için yönetim olsa bile halk tarafından yönetim bahis mevzuu değildir.
Genel hatlarıyla anlatmaya çalıştığımız elit ve elitizm teorileri, toplumun yönetiminde kimin yahut kimlerin söz sahibi olması gerektiği hususunda bir fikir beyan etse de, yönetim meselelerinin fikri derinliklerine inilememiş ve yönetim olgusu sistemleştirilirken genellikle satıh planda kalınmıştır. Ele aldığımız teoriler bir bedahet halinde bize göstermektedir ki; çağlar boyunca ortaya atılan yönetimin kimde olması gerektiğine ait fikirler içinde bulunduğu zamanın çeşitli vasıf ve sıfatlarına göre şekillenmiştir. Mesela, sanayi devrimiyle gelişen ekonomi ve üretim devrinde yönetim bilimciler ve politikacılar, idarede söz sahibi olmasının şartını üretim araçlarını elinde bulundurma zorunluluğuna dayandırmışlardı. Feodal dönemde yönetme erkini elinde bulundurmanın koşulu ise toprak ve mülkiyet sahibi olmaktı. Diğer taraftan marksizm ekolündeki yönetim anlayışı ise sanayi devrimiyle birden ön plana çıkan ezilen işçi sınıfının iktidardaki yöneten güç olması görüşüydü. Yani ne tarafından bakılırsa bakılsın yönetici sınıfın kim olması gerektiği hususundaki görüşlerde daima servet, aile, kültür, ekonomi, şahsi itibar gibi unsurlar belirleyici olmuştur. İşin özü olarak yönetim olgusu ve yönetici sınıf meselesi bu tür dünyevi itibarlardan ve imtiyazlardan sıyrılarak, mücerret ve ulvi mânâda ele alınmayı, müşahhas planda ise örgüleştirilmeyi beklemiştir.
DEVAM EDECEK