Medya Manipülasyonları Vesilesiyle
Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, teşekkür ederim.
Sizi böyle erken aradığım için kusura bakmayın, saat 4’te bir ziyaretçim gelecek; problem olmaz, değil mi?
(Av. Yımaz, müsait olduğunu, mesele teşkil etmediğini söylüyor.)
Türkiye’den bir haber var mı?
(Av. Yılmaz, herşeyin önceki gibi olduğunu söylüyor ve Av. Hasan Ölçer de yanlarında olduğu hâlde “dün” Kumandan Mirzabeyoğlu’nu ziyaret ettiklerini, hem Kumandan Mirzabeyoğlu’nun hem de Av. Hasan Ölçer’in Carlos’a devrimci selâmlarını gönderdiğini ekliyor.)
Allah razı olsun.
Bundan başka, Türkiye’deki durumla alâkalı yeni bir haber var mı; istikrarlı mı yâni durum?
(Av. Yılmaz, Türkiye’de durumun şu ân istikrar arzettiğini, ancak tabiî cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de yaklaştığını söylüyor.)
Erdoğan muhtemelen cumhurbaşkanı olacak, ha? İyi, iyi.
(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor. Bu arada, Erdoğan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı arasında bir çatışma olduğunu söylüyor. Mezkûr başkanın, öncesinde Kumandan Mirzabeyoğlu’nun arkadaşlarından olduğunu, fakat uzun zamandır birbirlerini görmediklerini vurguluyor.)
Kumandan Mirzabeyoğlu’nun serbest bırakılmasını da istiyor, değil mi?
(Av. Yılmaz, “elbette!” diyor.)
Aa, iyi! Bu eski dostluk, iyi bir şey. Bence iyi haberler geliyor, hem de bu sene geliyor!
Sanıyorum, Erdoğan cumhurbaşkanı olduktan sonra anayasayı değiştirecek ve devlet başkanlığı yetkilerini alacak, bu da herkes için iyi olacak, daha iyi olacak. Böyle olsun diye umalım.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, belli bir sorusunun olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Ne hakkında konuşalım acaba; dünyada birçok şey cereyan ediyor çünkü. Venezüella’yla başlayalım o hâlde.
Bir “medya komplosu” var şu ân Venezüella’ya karşı. Görüyorsunuz, ben de gördüm yine bugün. “Medya”ya göre: Venezüella’da herşey berbat bir durumda!.. Boktan bir hükümet ve tuhaf davranışlar sergileyen kaçık insanlar var başta!.. Vesaire…
Kısacası, Venezüella’nın mevcut yegâne problemi “süregiden şiddet” olmasına rağmen, dünyanın en kötü rejimlerinden biri imiş gibi göstermek istiyorlar Venezüella’yı.
Yine, büyü ve büyücülerden medet uman bir insan gibi takdim ediyorlar devlet başkanı Nicolas Maduro’yu. Hani Türkiye’de de vardır; halkın itibar ettiği ve gelenekler yoluyla tevarüs edilen, fakat dinî bir niteliği de bulunmayan -işte hayaletler falan gibi- bazı inançlar sözkonusudur. Bizim oralarda da öyle ve bunlar da İspanyollar Amerika kıtasına varmadan önceki zamanlardan kalma.
Bunları görmezden gelemezsiniz; insanlar arasında hâlâ yaşıyorlar çünkü. Hıristiyanlar için de haram ama bazı insanlar yine de inanıyor bunlara. Şayet siyaset yapıyorsanız, insanların bu inançlarına göre kendinizi ayarlayacaksınız ki onlar da size göre kendilerini ayarlasın, bu şekilde karşılıklı bir âhenk olsun. Böyle yapacaksınız ki, kendilerine bu yolla daha iyi bir inanç kazandırabileceğiniz biçimde liderlik yapabilesiniz insanlara.
Tam da bu bahsettiğim konuda bir “medya manipülasyonu”na rastladım işte.
Diğer yandan, “medya”da gösterilmek istenenin tersine, Venezüella’nın hayat standardı çoğu Latin Amerika ülkesinden yüksektir. 1950’lerde, Küba’dan sonra hayat standardı en yüksek ikinci ülkeydi Venezüella. Aynı şekilde Arjantin, dünyada hayat standardı en yüksek ülkeydi I. Dünya Savaşı’na kadar. Evet, dünyada! Avrupa’dan bile daha yüksekti. Elbette, şimdiki durumu büyük bir kriz arzediyor. Asayişsizlik problemi var ve spontane olarak gelişen bir halk hareketiyle karşı karşıya.
Hattâ bu asayişsizliğe karşı Latin Amerika’da halk kendi tedbirini geliştiriyor, sokakta suçlulara saldırıp hep birlikte linç ediyorlar. Linç iyi bir şey değil belki ama, halkın kendisini emniyette hissetmesine yardımcı oluyorsa, kötü bir şey de değil. Ne var ki bu durum, hükümetin asayiş konusunda kontrolü elinde tutamadığı anlamına geliyor.
Venezüella’da da böyle bir asayişsizlik problemi var, fakat orada linç hâdisesi yok tabiî. Çünkü Venezüella’da silâhlıdır insanlar. Sokaktaki en alelâde gangsterin bile silâhı olduğu için, bu tür suçlulara saldırmak tehlikelidir. Kuşkusuz, Venezüella hükümetinin hatasıdır yine bu asayişsizlik.
İyi bir adamdı Chavez, öyle şiddetten falan hoşlanmazdı. Ne var ki, şiddet onu yakaladı ve zehirleyip öldürdüler kendisini. Şimdi sıra Maduro’da. Bu bakımdan, Venezüella’yı istikrarsızlığa sokan bu yozlaşma, yolsuzluk ve şiddet sisteminin ensesine çökmek gibi bir borcu olduğu gibi, bunu yapma imkânı da var. Çünkü bu sistem en çok fakir insanları etkiliyor ve o fakir insanların çoğunluğu da, aynı şekilde nüfusun çoğunluğu da, devrimi ve Chavez’i destekliyor.
“Medya manipülasyonu” diyorduk. Bana takılan “çakal” lakabı da böyledir. Türkiye’de “çakal” kelimesi öyle kötü bir anlama gelmiyor olabilir, Türk dostlarım ve sevenlerim de benim için kullanır “Çakal Carlos” lakabını. Ancak bu lakab, Londra’da çıkan The Guardian gazetesinde bir gazeteci tarafından icad edilmiş sun’i bir yakıştırmadır gerçekte. Daha öncesinde böyle bir şey hiç söz konusu olmadığı hâlde, o vakitten sonra böyle takdim ettiler ve ediyorlar “medya”da. [Carlos’a “Çakal Carlos” lakabı, eşyalarının arasında İngiliz yazar Frederick Forsyth’in “Çakal’ın Günü” adlı romanının bulunduğunu iddia eden İngiliz The Guardian gazetesi tarafından verilmişti.]
Şahsımı ilgilendiren ve aslında o derece de önemli olmayan bu örneği, halkın televizyonda gördüklerinin veya radyoda dinlediklerinin hiç de “doğru” olmak zorunda olmadığını anlaması bakımından dile getirdim. Tamam, haberlerde konuşan herkes yalan söylemiyor olabilir, ama bu “bazen” doğru söylenenler de, “hakikat”in sadece belli bir parçası yahut düşman bakış açısından sunulan bir doğru oluyor en fazla.
Demek istediğim, “medya meselesi”nin çok önemli olduğudur. Meselâ, BARAN dergisinin diğer gazeteler gibi çok satmadığını biliyorum. Niçin böyle oluyor? Çünkü “sistem” tarafından hoş görülmeyen belli şeyleri göstermeye çalışan radikal bir dergi. “Sistem” derken, Erdoğan’dan veya AKP’den bahsetmiyorum; Osmanlı sultanlarından bu yana devam eden bir “burjuva sistemi”ni kastediyorum. Fiilî olarak neredeyse aynı sistem geçerli çünkü. Atatürk belli şeyleri değiştirdi ama iktidar, sömürü ve yolsuzluk sistemi hâlâ cârî. İslâmcı kardeşlerimin, toplumu sınıflara bölme fikrinden hazzetmediğini biliyorum, ancak bu sınıflar ve sınıf çıkarları hep mevcuttur. Üstelik, belli bir yönden, dinî veya manevî inançların daha bile üstündedir. Türkiye bir örnektir buna. Bu da bir “sınıf toplumu”dur, malûm.
(Carlos, BARAN’ın daha önceki sayılarında da teferruatlı biçimde anlattığı “Fransa’daki Troçkist Siyonistler” konusuna tekrar temas ediyor. İlk çıkışında komünist bir nitelik belirten Troçkist hareketin, bugün artık –kendisinin CIA-Troçkistleri adını verdiği- yahudi dönmesi yahut bizzat yahudi olan kişiler eliyle, dünyada mevcut emperyalist ve kapitalist sisteme de entegre olmuş biçimde, nasıl “fiilî olarak” Fransız devletine ve finans, basın, hizmet ve sanayi sektörlerine hükmettiğini örneklendiriyor. Güya “sosyalist” veya “sosyal demokrat” Fransız hükümetinin köşe başlarını hep bunların tuttuğunu vurguluyor. Bu gidişle Fransa’da yeni bir halk patlamasının ve yeni bir “cumhuriyet”in kuruluşunun çok yakın olduğunu söylüyor.)
Herşeyin en iyisinin gerçekleşmesini umalım.
Allahü Ekber.
(Carlos’un mûtad konuşması bittikten sonra, Av. Yılmaz, Carlos’a bir haber veriyor ve Carlos’un İtalyan avukatı Sandro Clementi’nin, 22 Nisan Salı günü, oğlu ve kız arkadaşıyla birlikte İstanbul’a gelip kendisiyle görüşeceğini söylüyor. Carlos bu habere çok seviniyor ve Av. Sandro Clementi’ye bu vesileyle telefon edeceğini ifade ediyor.)
19 Nisan 2014