ZULÜM VE ZALİME KARŞI MÜCADELE
Çin’in toplama kamplarında gördüğü zulüm ve işkence neticesi can vererek şehidlik makamına yükselen ozanımız Heyit’e Allah’tan rahmet diliyoruz.
(Yazıya bu cümleyle başlamış, ulu ozanın ardından büyük bir üzüntüyle aşağıdaki satırları kaleme almıştık ki, tam yazının yayınlanma aşamasında Heyit’in sağ olduğu haberi geldi ve bir nebzede olsa ferahladık ferahlamasına ama ozanımızın ölmemiş olması devam etmekte olan zulüm gerçeğini değiştirmiyor ki.
Heyit ve milyonlarca kardeşimiz dünyanın dört bucağında zindanlarda ölüm beklemiyor mu? Kimileri emperyalist teröristlerin, işgâlcilerin saldırıları altında ölümlerden ölüm beğenmiyorlar mı?
Heyit’in sağ olması zulmün devam ettiği gerçeğini ve her ân öldürülebileceği gerçeğini değiştirmediğinden yazının geri kalan bölümünü de olduğu gibi paylaşıyoruz):
Heyit’ kim öldürdü?
Çin mi?
Bizce Heyit’i öldüren Çin değil, biziz.
Şehid Kumandan Mirzabeyoğlu, dünyanın neresinde bir zulüm hüküm sürmekte ise, bunun mesulünün bizler olduğumuzu, bu zulümlerin, cinayetlerin, biz adam olamadığımızdan gerçekleştiğini ifade etmişti.
Mesele Çin’e lanet okumaktan öte, “nasıl adam oluruz” sualine cevap vermek ve olma yoluna girmektir.
Çin’i ve diğer zalimleri nasıl olur da zulümlerini icra edemeyecek hâle geliriz, bu zulümleri icra etmeye cesaret edemeyecek çapa ereriz?
Türkiye’nin bu çapa ermesi hangi dünya görüşü ile mümkündür ve bu dünya görüşü, bu sistem önündeki engeller neler, engelciler kimlerdir?
Görüldüğü üzere biz meseleyi günlük plânda, “ah yazık olmuş!”tan ibaret bir kuru hayıflanma seviyesizliğinde ele almamaktayız.
Mesele, bütün dünyaya adalet ve yaşanmaya değer hayatı sunacak nizâmı hâkim kılabilmekte. Mesele bu çapta ele alınmazsa, daha nice Heyit’ler daha nice zalimlerin elinde can verir ve arkalarından bu hayıflanmalar, bu kınamalar, bu protestolar devam eder gider.
Zulüm meselesini basit bir siyasî çekişmeden ibaret görmediğimizi ve siyasî çekişmenin bir tarafı olmaklığımızdan dolayı Heyit’e sahip çıkıyor görünmekten öte meseleyi sistem seviyesinde ele aldığımız anlaşılmalı.
Zulüm, en geniş mânâsıyla, eşyayı hak ettiği yere koymamaktır. Şeylerin hakikatlerini teslim etmemek, edememektir; kıymet hükümlerini takdir etmemek, edememektir.
Şeyleri ait oldukları yere koymak ve hakikatlerin kıymet hükümlerini takdir edebilmek ancak Mutlak Fikir’le mümkün olduğundan, zulüm, Mutlak Fikrin işaret ettiği varoluş hakikatin ters olan her fikir ve fiilde kendisini ortaya koyar. Varoluşun gayesi Mutlak Fikir’dir.
Dışarıdaki zulmü bitirmenin yolu, içerdeki zulmü bitirmekten geçer. Yani, içeride Mutlak Fikri hâkim kılmadan, dışarıdaki zulme karşı mücadele iddiası, Mutlak Fikrin hâkimiyetini, dolayısıyla içeride ve dışarıda zulmün son bulması önündeki en büyük engeldir.
Kendisi Mutlak Fikri hâkim kılamamış ve dolayısıyla zulme engel olamamış, bizzat kendisi zalimlerden iken, başkasının zulmüne karşı durduğunu söylemek, samimiyetsizliktir, iki yüzlülüktür. Davayı harcamaktır.
İnsan, kendinde olmayanı başkasına veremez.
Bugün mevcut iktidar, dünya üzerindeki zulümlere karşı çıkıyormuş gibi yapar ve büyük devletlerin çifte standardından bahsederken, aynı çifte standart uygulamayı içeriye dönük olarak kendileri uygulayarak, güya şikâyet ettiği zihniyetin içimizdeki temsilcisi olarak sistemi devam ettirmektedir.
AKP iktidarının Çin’deki direnişçileri terörist olarak yaftalaması ve Doğu Türkistan’ı Çin’in bir parçası olarak görüp, Çin’in toprak bütünlüğüne vurgu yapması da basit bir çıkar ve menfaat hesabından öte, Mutlak Fikre karşı olarak almış olduğu tavırdan.
Mutlak Fikrin tatbikinde fert plânındaki zafiyetten doğan aksaklıklar bir yana, Mutlak Fikrin hâkimiyet ve tatbikindeki eksikliği kendi şahsi zafiyetine bağlayacağı ve bunu gidermenin gereğini yapacağı yerde, Mutlak Fikre karşı argümanları meşrulaştırıcı bir argüman, Mutlak Fikre karşı oluşun hâl ifâdesidir. Çin’in Türk yurdunu, Müslüman yurdunu işgâl etmiş olduğunu bildiği hâlde, işgâl ettiği toprakları Çin’e teslim etmekten ibaret Çin’in toprak bütünlüğüne yapılan vurgu, Mutlak Fikrin İslâm toprağının düşman işgâline terk dilemeyeceği ölçüsüne ters. Ölçüyü bilmediği düşünülemeyecek olanların, bilerek ölçüye ters tutumları, ölçüye şuurlu düşmanlık…
Zulme karşı koyma bir samimiyet işidir. Zulmün sistemleşerek karşımıza çıktığı ortamda, o samimiyet de sistem şuurunda ve sistem mücadelesinde ortaya çıkar.
A. Bâki AYTEMİZ