ESATİR VE MİTOLOJİ’YE DAİR: 12 – TARİH ÖNCESİ
ESATİR VE MİTOLOJİ
Eserin ondokuzuncu bölümü “Tarih Öncesi” başlığıyla başlıyor. Bölüm içindeki diğer başlıklar: “Atlantis – Eflâtun”, “Atlantis”, “Tarih ve Felsefe”, “Esrarengiz Atlantis”, “Büyülü Düzen”…
İlginç bir pasaj:
Göremediği bir yerde bulunan nesne
veya hâdiseyi bilebilme
bir nesneye sadece bakarak
bütün geçmişini okumak gibi
bu tip şeylere inanmayan insanlarla
tartışmak zordur – ama bunlar
buzun varlığını inkâr eden
eski Afrikalılar’a benzer…
Okült diye isimlendirilen bu bilgi
iptidaî ve geliştirilmesi gereken değil
henüz ilmin bilmediği bir bilgidir
insanlığın hayâal gücünde ejderhalar
eskiden beri vardı
bunlar bütün masallarda – dolanırlardı
iskeletleri topraktan çıkarılana
ve büyük bir gururla müzeleri süsleyene kadar
kimi aydın geçinenler – hurafe diye sırıtırlardı…
Hipnozun apaçık bir dolandırıcılık olduğu
yüzyıl önce Batı’da – aydınların ortak kabülü
sonra hipnoz yapmak ceza alma sebebi
aleyhte kullanılabilir olmak bakımından…
Budala denilen halk inancında
ve simyacılığın temelinde
metallerin – elmasların – elementlerin içinde
gizli bir ruh bulunduğu
ciddi minerologlar buna gülüp geçiyorlardı
ama hem besin alan – dışkı salgılayan
hareket eden
ve hattâ çiftleşen canlı minerallerin varlığı
seksen yıldır biliniyor!” (s: 356)
9 Nisan 2013
“MÜSLÜMAN KÜLTÜRDEKİ MİTOLOJİK UNSURLAR”
Başlıktaki Türkçe fukaralığını bir kenara bırakalım, fikir olarak da nal toplamaya mahsus bir yerde duran ucuz bir kanaat görüyoruz. Ona hiç aldırmayarak devam edelim:
- yy’dan bu yana Avrupa kültürü içinde yanlış yorumlanan bir konu var: Onlar sanıyorlar ki, dinler, mitolojilerden gelmiştir! Çok tanrılılıktan tek tanrılılığa, oradan da tanrısızlığa doğru doğal bir gidiş vardır!
Bu, açıkça teşhir edilmesi gereken bir hatâdır. İslâm hep vardı. Hazret-i Adem‘den beri… O, mitolojik hikâyelerden değil, mitolojik hikâyeler ondan doğdu. Yani tek tanrılılık işin tabiî istikameti ve onun yanında tanrısızlık da, çok tanrılılık da, bütün tarih boyunca vardı; birinden diğeri evrilmedi.
Batılılar bu konuda saçma teoriler ileri sürerler. “Tufan hikâyesi, Gılgamış Destanı’ndan alındı” türünden tuhaflıklar yaparlar. Diyelim ki, haklılar. Peki, Kızılderililer de Gılgamış Destanı mı okudu? Çinliler, Okyanusya yerlileri, vesaire de Gılgamış Destanı mı okudu? Ya Hindûlar? Onlar nereden öğrendiler tufanı?..
Modası geçmiş saçmalıklardır bunlar. Gılgamış Destanı, bir masaldır. Oysa diğer kültürlerdeki ve semavî kitaplardaki tufan haberlerine baktığınız zaman, ortada masal falan yok, hiçbir acabaya yer bırakmayan bir gerçek vardır.
Nitekim bakın: Göbeklitepe Harabeleri’nden nasıl bir tarihin izleri fışkırıyor. Batı’nın 19. yüzyıldaki saçma sapan hipotezleri şöyle dursun, 20. yüzyıldaki bilim ölçeğinde araştırmalara dayalı kanaatleri bile bir anda çöp oldu gitti. Göbeklitepe, Batılılar’ın din ve medeniyet hakkındaki tüm kurgularını yerle yeksan etti.
Hani altını çizmiştik ya: “İlk din tek tanrılıydı.” Tamamlayalım: Her şeyden önce İslâm vardı; her şeyden sonra da o kalacak!
Gerisi masaldır, millîleştirmedir, unutkanlıktır, ekleme ve çıkarmadır.
1 Temmuz 2011
ATLANTİS
Salih Mirzabeyoğlu, “Esatir ve Mitoloji” adlı eserinde, münşeat usûlüyle, Atlantis mevzuundan şöyle bahseder:
BÜYÜLÜ DÜZEN
“Atlantis ruh dünyasının temelleri hakkında
yürütülen faraziyeler…
Çok sayıda araştırmacı gezgine göre
İLKEL denilen insanların hafıza kuvveti
bugün bile – mucize sınırlarına yaklaşmakta
onların rakamları yok
ama eskiden safça düşünüldüğü gibi
üçe kadar sayamadıkları için değil
bir defa yaptıkları hesab
sürekli akıllarında kaldığından
ayrıca – her hayvan ve insanın
ayak izini şaşmaz bir doğrulukla
bunu da bizde olmayan
bir koku algısıyla değil – hafızayla
geçtikleri bölgelerin görüntüleri
en ince teferruatına kadar akıllarında
bu mekanî hafızayla – karada ve denizde
yollarını kaybetmeleri muhal
buna mukabil mantıklı düşünme kabiliyeti
bizde olduğundan daha az
daha farklı biçimde gelişmiştir
bu sebeble İLKELLERİN
İLK GÖRÜŞ AKLINA DAYANAN
RUHLARINDAN SÖZ EDİLİR
ONLAR – KELİMELERİN MİSTİK GÜCÜNE İNANIR
AMA KESİNLİKLE BİR BÂTIL İNANÇ DEĞİL
TABİATA KARŞI GÜÇLERİ
BİZİMKİ KADAR GERÇEK
AMABAŞKA GÇLERE DAYANIR:
– “tapınma ve kült taşı
gerçekten etkilemeseydi
okun uçuş yönünü belirlemeseydi
ilkeller bunu sürdüremezdi
tıpkı bizim – bunun ne kadar muazzam
bir gerçekliği çıkardığını bilmesek
ve öğrenmiş olmasak – bir merminin
uçuşunu hesablamayı ve namlunun biçimini
gerçekleştiremeyeceğimiz gibi…”
Gerçekten de ilkel insan
tabiat üstünde hâkimiyet kurduğumuz sistemi
bir büyücülük gibi
her iki durumda da tabiatın özüne
bir bakış sözkonusudur – bunlar
belli ruhî becerilerin geliştirilmesine
ve uygulamasına dayanır
Atlantisliler’in tabiata nasıl baktıkları
silik izler hâlinde şurada burada
ve telepati duygusunda – görünüyor…
Atlantisliler’de telepati geliştirilerek
eşyayı uzaktan hareket ettirme
ışınlama ve maddeleştirmeye – dönüştürülmüştü
bunlar bize masalımsı görünüyorsa
iki kabiliyeti kaybetmemizden
BİZ HERBİR ŞEYN DIŞ YÜZÜNÜ
NASIL EN İLERİ DERECEDE İDRAK
ONLAR İSE İÇLERİNDE NE OLUP BİTTİĞİNİ
O ŞEYİN İÇİNE GİRMEYİ BAŞARIYORLAR
bizlerin arasında nasıl sosyal ilişki varsa
onlar için de tabiatla benzer ilişkiler
bizim için vücudumuzun uzuvları neyse
onlar için de tabiatın çeşitleri öyleydi
biz gerçeği akılla kavrıyoruz
onlar bunu sempatiyle
tıpkı bebeğin annesiyle nefes alması
tabiatla nefes alıyorlardı:
– “Biz sadece inorganik olana hükmedebiliyoruz
ÇÜNKÜ AKIL – BİR MATEMATİKÇİ BİR MÜHENDİS
HAYATI HİSSETMEDE İSE ÇARESİZ…’
Bin dokuzyüz elli’lerde bile
Malezya’nın ilkel yerlileri
savaş talebinde bulunmaya gittiklerinde
özel bir dil kullanır
çinkonun madeninin – ancak belirli kişilerce
bulunabileceğine inanır
bundan başka – onlarda reis
belli kelimelerin kullanılmasını
temelli veya belli bir süre yasaklayabilir
ondokuzuncu yüzyıl etnologları
bunları – çocuksu hayâlet korkusu
ve kabaca tabiatın kişileştirilmesi görerek
bütün bu hayalî dünya için yetersiz
ANİMİZM kavramını kullandılar
çağdaş psikanalizmin yorumu ise
vakayı çarpıtır tıbbî kısıtlamalar içinde:
– “İlkel insanı nevrozlu ilân eder!”
aslında ilkel insan nevrozlu değil
nevrozlu bir tür animisttir
ve aşırı duyarlılığı yüzünden
büyü mevzuunda hâlâ
körelmiş de olsa – bir hisse sahibtir
ilkel insanlarda da tabiatın
çok yakın olması sebebiyle korunduğu gibi
gerçekten de histerik kişiler
vücutlarında fizikî değişikliklere yol açabilir…
Nevrozlu – histerik – ilkel insan
her üçü de batmış bir kültürün
son küçük kalıntılarını temsil eder
ve bu kültürün asıl temsilcileriyle
karşılaştırılacak olurlarsa
toplama işlemini yapmasını bilen bir atla
bir teknik yüksek okul mezunu
karşılaştırması ortaya çıkar! (s: 357-360)
21 Haziran 2011
ATLANTİS VE HUD PEYGAMBER
Atlantis mevzuunun Batı’da çok ciddi bir spekülasyon konusu olduğunu, hatta bazılarına göre, Batı’da, Atlantis hakkında yazılan kitapların İncil hakkında yazılanları geçtiğini biliyorum.
Ben bu mevzuya bundan 17 yıl öncesinden, Kartal Hapishanesi’nden başlayarak birkaç dönem halinde çalıştım. Çalışmalarımı hemen hemen kitaplık çapta bir tez haline getirdim.
Ancak o günden bu yana bunları yayınlama ve değerlendirme imkânını hiçbir zaman bulamadım. Bu çalışmalar, daha birçoklarıyla birlikte, kimbilir hangi kilerin hangi rutubetli köşelerinde küflendi, gitti.
Daha Kartal Hapishanesi’nde mevzuyu ele aldığım ilk andan itibaren Batı’da büyük bir gündem işgal eden Atlantis efsanesinin, Kur’ân’da bahsi geçen Ad kavmiyle ilişkili olup olamayacağını düşünmüştüm.
Bu soruya bir cevab verdiğimi söyleyemem; çünkü bunu akıl yürütme yoluyla hiçbir zaman bilemeyiz. Ama bu soruyu, bütün etraf ve kademeleriyle açmağa çalıştığımı söyleyebilirim ki, eğer fikrî bir ciddiyet taşıyorsak bunu yapabiliriz.
Oysa sonradan farkettiğime göre, benim yüksek sesle sormaya çekindiğim soruyu, piyasanın ucuzcuları arasında cevablayan cevablayana. Birçok kişi Atlantis’in Ad kavmi olduğunu iddia ediyor. Ne münasebetle böyle söylediğini açıklayanı görmedim, ama meğerse aradaki ilişkiyi bilmeyen yokmuş.
Bunların bir kısmı, ilginç şekilde, Umman çöllerinde bulunan bazı kumdan harabelerin Ad kavmine ve dolayısiyle Atlantis’e ait olduğunu söylüyorlar. Üstelik bunu İslamî bir peşin hükümle söyledikleri için, öyle olduğundan şüphe etmek, dine aykırı olmak gibi bir hâl alıyor.
Tabii İslâmcı kesim, lütfedip Eflatun’un Kritias ve Timaeus risalelerini okumamışlardır. Orada Atlantis’in Atlas Okyanusu ortasında bir ada olarak tasvir edildiğini, Akdeniz’in iki yakasına, Güney Avrupa ve Kuzey Afrika’ya hâkim olduğunu söylediğini bilmezler.
Neden öyle oldu bilmiyorum ama kolaycılık ve ucuzculuk bizim piyasada, üstelik de piyasanın yüksek öğrenim gören kesimlerinde büyük rağbet görüyor. Das Kapital’e tek eleştirisi onu cinlerin yazmış olduğu iddiası olan adam “üstad” kabul ediliyor. Tek satır Muhiddin-i Arabî okumamış kimse Vahdet-i Vücut hakkında ahkâm kesiyor ve binlerce kişi ağzı açık dinliyor. Tabii böyle bir ortamda kimseye bir şey anlatmak kolay değildir.
Atlantis efsanesi ne bakımdan Ad kavminin kıssasına benzer? Hud Peygamber o efsanenin neresindedir?
Ben tezimde bu gibi soruları sormaya çalışmış idiysem de şu ân bunların hiçbir önemi yok.
11 Nisan 2018
Selim Gürselgil