CENK VE FIKIH
Hayatın her alanına hâkim bir ölçü ve bu ölçünün tanzim ettiği nesiller, barış ahlâkına olduğu kadar savaş ahlâk ve nizâmına da sahip oldular. Nevzat Kösoğlu’nun ”İlmihal Medeniyeti” dediği medeniyetin çocuklarıydı onlar. Bunlardan birisi, vefatından bir kaç yıl evvel tanıdığım eşimin dedesi. Takatinin son demleriydi. Bu sebeple evden dışarı çıkamaz, ibadet ile meşgul olur, hayır hasenatta bulunurdu. Bazı vakitlerde de pencere kenarında oturur, pencereye denk gelen alt kattaki dükkânın tabelasına konan kuşları besler, sokağın karşısındaki büfeye gelenleri takip eder, ihtiyaç sahibi görünce büfe sahibine seslenir, ücretini verir, ihtiyacını giderirdi. Zaman hesabı ile ilk Cumhuriyet kuşağıydı ama ruhen son Osmanlı neslindendi Salih dede. Salih dede vefatından önce Osmanlıca yazılmış eski bir eseri bize vermişti. İmam Ali’nin cenkleri ve kahramanlıklarının yanı sıra bir kısmı da fıkıhtan oluşan Osmanlıca bir eser. Yaprakları sararmış, kapağı yok olup gitmiş bu kitaptan torunlarına İmam Ali’nin kahramanlıklarını anlatan hikâyeler okurmuş. Ruhuyla son Osmanlı nesli dedim ya.
Cephede neferi şöyle dursun; geride kalan tarlada çiftçisi, çarşıda esnafı, evde ihtiyarı, kadını yahut çocuğu İmam Ali’nin cenk hikâyeleri ile yoğrulmuş bir millet. Hamurunda fıkıh olan bu cenk hikâyeleri ile yürüyen nefer vardığı yere adalet, nizâm ve insanlık götürmüş. Kuru bir cenk davası gütmemiş, fıkıhsız, kuralsız, ölçüsüz bir cenk ne tahayyül etmiş ne de yapmış. Hayatın her alanına hâkim bir ölçü ve nizâm cenk anlayışını da yoğurmuş.
Bütün korunakları tahrip edilmesine rağmen İmam Ali’nin cenkleri ile yetişen son Osmanlı nesli; Kafkasya’da, Galiçya’da, Yemen’de ya da Çanakkale’de ve akabinde Maraş’ta, Antep’te, Dumlupınar’da ya da Sakarya’da üzerine düşen vazifeyi bihakkın yerine getirmiş, Anadolu kıtasını muhafaza etmeyi başarmıştır. Bu muhafaza esnasında, cephede asker üzerine düşeni yaparken, şairi, yazarı, münevveri ya da uleması da gerek cephede gerek cephe gerisinde kendi üzerine düşen görevi yerine getirmeye gayret etmiştir. Bu konuda Şair Mehmed Akif’in gayretleri ilk akla gelenlerden biridir.
Mehmed Akif, bu var oluş mücadelesinde gerektiğinde askere moral veriyor gerektiğinde ise İngiliz’in oyununa gelen sömürgelere hitap ederek onları kazanıyordu. Akif gibi olmasa da çeşitli kalem ve sanat erbabı da üzerine vazife düşünce cephenin en sıcak hatlarına kadar askere moral için ziyarette bulunmuştur. Pazar günü Karar gazetesi yazarı Beşir Ayvazoğlu’nun yazmış olduğu ”Utandım bu aciz şairliğimden” başlıklı yazısında Çanakkale savaşı sırasında, 1915 yılında oluşturulan Edebî Heyet gibi. Ayvazoğlu, aralarında devrin şair, yazar, bestekâr ve ressamlarının da olduğu heyetin ziyaretinden bir kesiti şöyle aktarıyor: ”Ali Canip Bey, o tarihte Anafartalar muharebesinin henüz başlamadığını, fakat Yarbay Mustafa Kemal’in Arıburnu’nda İngilizleri dar bir alana mıhladığını anlatır. Edebî Heyet bölgeye ulaştıktan sonra, bir ara Türk siperlerinin bulunduğu yerden mızıka sesleri yükselmiş ve aynı anda İngilizler yaylım ateşine başlamışlardır. Ali Canip bunun sebebini sorunca, Arıburnu Kumandanı Esat Paşa, her gün öğle vakti Cesarettepesi’nde fırka kumandanı Yarbay Mustafa Kemal’in askerlerine mızıka eşliğinde yemek yedirdiğini, sahilde dar bir alana sıkışıp kalmış olan İngilizlerin kendileriyle alay edildiği zehabına kapılarak tepeyi yaylım ateşine tuttuklarını söyler. Ali Canip Bey Selanik’ten tanıdığı Mustafa Kemal’le orada bir telefon görüşmesi yapmış ve Mehmed Emin Bey’le de görüşmesini sağlamıştır. Genç kumandan Edebî Heyet’i Cesarettepesi’ne davet ederse de, Esat Paşa aradaki yolun ateş altında bulunduğu gerekçesiyle buna izin vermez.”
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen sınırdaki ziyaret ile ilgili yapılan bazı eleştiriler üzerine bir takım zevatın ”Kore savaşı sırasında sanatçıların orduya moral” görüntüsü adı altında paylaşımlar yaparak eleştirilere yanıt vermesi ilginçtir. Acaba bu zevat Edebî Heyet yerine bu görüntüyü örnek vererek Cesarettepesi’ne davet edilme riskini mi ortadan kaldırmış oldu? Ya da kafalarındaki Küçük Amerika düzeninin dışa vurumu olarak Kore Savaşı’nda geçen bir hikâyeden esinlenerek yapılan sinema filmi ”Ayla” da olduğu gibi Marilyn Monroe konseri görüntüleri paylaşmaları daha doğru ve isabetli olmaz mı?
İktidar tarafından yapılan herşeyi alkışlayan dalkavukların her ölçüsüzlüğe bir kılıf bulma cambazlığı ile ”yedi düvel ile savaşıyoruz” denilen bir zamanda ve ”İslâm’ın son ordusu” mısralarının kol gezdiği bir iklimde sahnelenen bu ”İbo Show” programını eleştirmeleri beklenemez fakat; Milliyetçi, mukaddesatçı kesimlerin ise CHP üzerinden boş siyasi polemiklere girmek yerine Dündar Taşer’in moral subaylığının Alay Müftülükleri haline getirilmesini teklif edişini dile getirdiği gibi; ”Baktım, İlahiyat mezunu olanlar bile teklifi garipsediler; ezildiler, büzüldüler… Dedim ki, yahu, moral subayı adı ile yaptığınız iş ne? Hiç… Kıtalarda moral geceleri ve moral eğitimi diye, iki kaşarlanmış karıya göbek attırıyorsunuz. Zavallı asker tahrik ediliyor. Moral bu mu? Bana müftü lazım. Savaşta veya tatbikatta, bazı zorunlu anlarda ‘Şu yenebilir, şu içilebilir, şu iş şöyle yapılabilir.’ diye bana fetva verecek, görünüşü, ahlâkı, hali tavrı ile askeri tatmin eder hoca lazım…” diyerek, memleketin ilim ve düşünce erbabının olduğu bir heyetin ziyaretini teklif ve telkinde bulunarak bu rezil şov yerine olması gerekeni sunmak ve askerin, İmam Ali’nin cenk hikâyeleri ve kahramanlıkları ile yoğrulan ve asırlarca fıkıh kitapları ile ölçü ve nizâmlı yetişen nesiller gibi olmasını istemekten geri durmaları nedendir?
Yönünü arayan dünya her geçen gün büyük hesaplaşmaya doğru giderken iktidarın hatalarını sahada canı ve kanı ile düzeltmeye koyulan askerin, olması gereken hal üzere olmak yerine, siyasî irade eli ile bütün alanlarda ortaya çıkan kofluktan ve ölçüsüzlükten nasibini almasının vahametini, memleket sevdalılarının görmezlikten gelmesi mümkün değildir. Bu büyük hesaplaşmanın bu irade ile hakkıyla yapılamayacağı aşikârdır. Ege, Akdeniz ya da Karadeniz üzerinden kontrollü gerilimler ile emperyal güçlerin askerî yığınağı haline gelen bölgede, Anadolu’nun çevresinin adım adım sarıldığı hakikatini göz ardı ederek, sahada canını ortaya koyan askeri üç beş şarlatan ile motive etmeye çalışan irade bu hesaplaşmanın üstesinden gelemez.
Suat KÜRŞAT