DİYALEKTİK VE İBDA DİYALEKTİĞİ
İsterseniz, daha fazla uzatmadan, İbda Diyalektiği mevzuuna bugün son verelim. Mesele dağılmadan, olabildiğince en basit şekliyle, kafalara yerleşsin.
Şimdi ne dedik, diyalektik fikrin kendisi değil düzeni, tertibi ve hareketine verilen ad. Bu hareket içinde fikir, üç halde bulunuyor. a) Bir oluşun bir oluşuma dönüşmesi halinde b) Bir oluşun bir olumsuzlukla çelişmesi ve karşıtlığı halinde c) Olumsuzluğun olumsuzlanması halinde.
Bu haliyle diyalektik, bir hüküm çıkarma yöntemi değil, bir idrakin (Hegel’in geist dediği) yolculuğudur, macerasıdır.
İdrak, belirsiz varlıklardan, şüpheli kanaatlerden başlayarak, adım adım, basamak basamak, en üstün idraka (Platon’un idea’sı) kadar yol arar. İbda Diyalektiği sözkonusu olduğunda, bu yol arayış ve yolculuk, hangi ilim ve sanat üzerinde olursa olsun, özünde din idrakıdır.
Şu hâlde İbda Diyalektiği, İslâm’dan yeni bir hüküm çıkarmanın değil, İslâm idrakında fikir keşmekeşinden kurtulmanın ve basamak basamak en yüksek şuura ulaşmanın düzeni, yöntemidir. Malûmu meçhûllükten kurtarmanın, İslâmcı düşünceyi en ileri fikir hamlesinde zuhur ettirmenin adıdır.
Yine İbda Diyalektiği, İslâmı, İslâm dışı düşünceler, ideolojiler, felsefeler arasında savunmanın ve üstünlüğünü ortaya koymanın yöntemidir. Ve aynı zamanda da düşünce tarihinde, antitezini bile şifaya tahvil edici bir diyalektik kuvvetiyle, mânâ ve hikmet toplayıcılığıdır.
İbda Diyalektiği bu anlamda üç temel unsura dayanır: Birincisi, İslâma Muhatap Anlayış’tır. Yani Ehl-i Sünnet esaslarına, şeriat ve tasavvuf görüşüne bağlı, sapık kolların kirlerine bulaşmadan, dosdoğru İslâm imânı ve idrakıdır.
İkincisi, Büyük Doğu Tarih Muhasebesi’dir.
Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz, âlemde ne arıyoruz, biz kimiz? Bu tarihî-zamanî şuur, onun tekibi dava şeması, bize siyasetin ve aksiyonun da prensiplerini verir.
Üçüncüsü, Hikemiyat’tır. Yani tecrit ölçüleridir. Yani muhakeme usûlü prensipleridir. Bu prensiplerle İslâm Tasavvufu önünde Batı Tefekkürünü muhasebe etmek; bütün düşünce tarihi içinde Fikir Çağı senfonisini bestelemek, onun mevzu ve ilimlerini, saha ve açılımlarını tesbit etmek ve bunun da özünde daima İslâm idrakı olduğunu, hikmet kitabının suhufu olduğunu bilmektir.
Öbür taraftan İbda Diyalektiği’nin, Batı’nın varoluşçuluk davasını da tepetaklak duruşundan çıkarıp ayakları üstüne oturttuğunu ilave etmeliyiz. Varoluşçuluk her ne kadar aklı ve teoriyi geri planda bırakıyor, ruhu ve aksiyonu öne alıyorsa da, sonra kendisiyle çelişkiye düşerek bu yaptığına “Akıl Çağı” diyor. Ne demek istediğini anlıyoruz: İşte inançtan kurtulmak, akıl olmak falan… Bunu derken bile Akıl Çağı kavramını Hıristiyanlıktan alışını, Ruh-ül Kudüs Çağı sayışını başka bir yerde gösteririz. Ancak şunu bilmek lâzımdır ki, varoluş eğer özden önce geliyor ve onu belirliyorsa, bu varoluşun özsüz olması değil, özü kendi içinde taşıması demektir. Yani her türlü şuur ve inançtan arındırılmış bir aksiyon teori doğurmaz. (Sartre sonradan sakatlığı farkedecek, bir röportajında “şuurun sıfır olduğu noktada hiçbir diyalektik işlemez” diyecektir.)
O halde hakikî varoluş, ancak “kendinden zuhur” olabilir. İbda Diyalektiği’nin aksiyon sahasındaki adı da budur: “Kendinden zuhur diyalektiği”…
Demek ki İbda Diyalektiği aksiyonu öne alıcı bir bakışla değerlendirildiği zaman, şöyle nitelenebilir:
- Kendinden zuhur: Bir oluşun bir oluşuma dönüşmesi.
- Kesintisiz devrim: Kötü ve yanlışla mücadelenin sürgit devamiyeti.
- Şehitlik Şuuru: Daima İlâhî huzurda olma şuuru içinde nefsin tezkiyesi, tasfiyesi, fedası.
Selim GÜRSELGİL