TÜRKÇE MESELEMİZ

Selim Gürselgil

Bugünkü Türkçenin başlıca 3 kaynağından söz edebiliriz: Eski Oğuzların konuştuğu Türkçe, Müslüman olduktan sonra edebiyat ve fikir sahasında gelişen ve Osmanlı lügatiyle en yüksek hâlini alan Türkçe ve cumhuriyet döneminde çeşitli kıvrımlardan geçerek bugüne ulaşan Türkçe…

Oğuz dili basit bir dildir. Edebiyatı ve fikri yoktur. Bazılarının sandığı gibi arı da değildir. İçinde Çin, Moğol, Soğdak gibi dillerden geçmiş kelimeler tespit edilmiştir. Şüphesiz tespit edilemeyenler de vardır. Mesela taş kelimesini Oğuzlar mi, türetmişler, başka bir kavim dilinden mi almışlar, kesin bilemeyiz. Bunun önemi de yoktur. Her dil kökenine indikçe başka dillerle yakınlaşır.

Bununla beraber bugünkü Türkçenin iskeletini bu en eski Oğuz dili teşkil eder. Bu dil, sabit bir şekilde bize miras kalmamıştır. Devre devre sürekli ve tabiî bir gelişim ve değişim göstermiştir. Mesela Türkçenin geçmiş ve geniş zamanlarını biz Oğuzlardan alırken, şimdiki ve gelecek zamanlarını sonradan geliştirmişiz.

Müslüman olduktan sonra Oğuz Türkçesi bize dar gelmeye başlar. Özellikle mücerret kavramlar yönünden yoksuldur. Üstadın deyimiyle “Türk dil çarşafına Arap ve Fars kültür yemişlerinin silkelenmesi” suretiyle, fikir ve edebiyat eserleriyle beslenerek, Çağataylardan Osmanlılara intikâl eden büyük ve yüksek Türkçe ortaya çıkar. Osmanlılar zamanında bu dil Rumca ve İtalyancadan da birçok kelimeler alarak eşya kadrosu üzerinde tam bir hâkimiyet kurar.

Burada soru şudur: Arap ve Fars kültür yemişleri Türk dil çarşafına çok ağır gelip zamanla onu yok mu etmiştir? Bunu bazı durumlar için kabul edebiliriz. Tanzimat’tan sonraki, bilhassa Servet-i Fünûn gibi özenti devirlerde Türk dili Arapça ve Farsça tabirler altında neredeyse yok olmuştur. Fakat yine aynı dönemlerde buna tepki hâlinde dil şuurunun uyanmasıyla birlikte “sadeleştirme” cereyanları baş göstermiş, edebiyatçılar ve fikirciler eliyle mükemmel biçimde uygulanmıştır. Türk diline tepeden müdahale yapılmadığı ve gelişimi aydın dimağlara havale edildiği için, Cumhuriyetin ilk yıllarına gelindiğinde son derece zengin, neredeyse Batı’nın bütün felsefe ve edebiyat metinlerini kavrayacak kapasitede bir dilimiz vardı. Ne olduysa 1928’den sonra oldu. Yeni rejimin tüm enerjisini Osmanlı düşmanlığına yöneltmesi, Türk dilini, bugün gençlerin günlük olarak kullanmaktan bile hoşlanmadıkları bir hâle getirdi. Her aydın önüne gelen kavramla, delinin kakasıyla oynadığı gibi oynadı. Bütün fikir ve sanat bu zannedildi; bütün fikir ve sanat dünyası yitirildi. Teknik ve kültürel gelişmelere bağlı olarak Fransızca ve İngilizceden alınan kelimeler, bugün Türk dilini, İngilizlerin müstemlekelerinde konuşulan kasaba dilleri seviyesine doğru itmeye başladı.

Biz bu yoldan gitmeyeceğiz. Oğuzların mirası nasıl mübarekse, bizim için Osmanlıların mirası da öyle mübarektir. Bazılarının yaptığı gibi Cumhuriyet dönemini de yok sayamayız. Artık çocuklara üçgen yerine müselles öğretemezsin; ama lise çağına gelince üçgenle beraber bir müselles olduğunu da öğrenen bir gencin sahip olduğu Türkçeyi de hiçbir güç alt edemez. Masa başında uydurulan dilin, mümkün olduğu kadar az bir kısmı, Türkçenin tabiî gelişmesine karışmış olarak varlığını istikbâle taşıyacaktır. Büyük Doğu-İbda dili, bu 3 kaynağı en verimli şekilde kullanarak büyük Türkçeye ulaşacak bir fikir ve sanat konseptidir

Ek: Osmanlı düşmanlığıyla Türkçe dostluğu bir arada olamaz. Masa başında yapılan kelimelerin halk arasında hayatiyeti olmaz. Bunu test etmek çok kolay: Anadolu veya Rumeli’de bir köye gidin ve dillerine bakın. Arapça ve Farsça kelimeler ayrıldığında Türkçe’nin kalmadığını görürsünüz

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et