İLETİŞİM, İLETKENLER VE ŞERH

Burhan Halit KOŞAN

“Düşünün, ben ne büyük bir rütbeye tutkuluyum

Çünkü O’nun kulunun kölesinin kuluyum”

Muhatap aldıklarımızla iletişim kurabilmemiz için yazı, ses ve görüntü gibi üç işaret unsurunun birinden faydalanmaya mecburuz. Bu üç muteber unsur, beşer tarihinin her diliminde mucitlere yol gösterici olduğu gibi aynı zamanda günümüzde dahi işlevini devam ettiren birçok teknik icadın da tetikleyici unsuru olduğu malûmunuzdur.

Yazı: Matbaa, baskı makineleri, tipografi, kitap, gazete, dergi, broşür, el ilânı ve daktilonun bulunmasına yol açtı. Ses: Radyo, telefon, kaset, plak, kayıt cihazı tarzı ürünlerin ortaya çıkmasını sağladı. Görüntü: Sinema, televizyon, çizgi roman, gravür, resim ve video gibi ürünleri ortaya çıkarttı. Yazı, ses ve görüntünün her biri birbirinden muteber olsa da en önemlisinin “ses” şıkkı olduğunu düşünüyorum. Yazı yanıltıcı, görüntü aldatıcı olsa da ses, düşünebilmemize, konuşabilmemize, yazabilmemize ve görüntüleri algılayabilmemize de sebep olmaktadır. Ses, Allah’ın âyetlerinden öyle bir âyettir ki, varlığında yoktan var edenin “Rahmet“ esmasını da, “Kahhar” esmasını da, “Müntakîm” esmasını da barındırdığını görmeyen göze ve fark etmeyen akla şaşarım. Biz, melodisi notalara dökülmeyenleriz.

Takdir edersiniz ki, XVIII yüzyılda ortaya çıkan sanayi devrimi ile fizikî güç ve kas kuvvetinin yerini makineler aldı. Günümüzde ise ağır tonajlı makineler ve kas kuvveti değil, beyin ve işlevleri önem kazanmıştır. Dijital devrim ile birlikte üç işaret unsurunun, yani yazı, ses ve görüntünün tek bir eşdeğerde birleştiğini görüyoruz. Üç işaret unsurunu tek bir eşdeğerde birleştiren dijital devrim neticesinde yazı, ses ve görüntü artık “bit”lerle ifade ediliyor. “Bit”ler, dinî, siyasî, içtimaî, hukukî ve rengî ayırım yapmaksızın görüntü, ses ve metin kargolarını saliseler ve saniyeler içinde kıtalararası naklediyor; kablo ve boru aracılığı ile ses, görüntü ve metinlere ait parçacıkların ışık hızında iletilmesine imkân sağlamaktadır.

İster kabul edelim ister etmeyelim, dijital devrim çoğu insanın perspektifini gâh daralttı gâh genişletti. İnanç ile ananevî geleneklerin kuvvet bulmasından ziyade gevşemesine, ticaret anlayışının değişmesine, hayırseverliğin kaybolmasına ve iyilikseverliğin kök salmasına sebep olduğu gibi noktalı boşluklarımızı da fazlasıyla çoğalttı. Hani demem o ki, dijital devrimin fayda getirici tarafları olduğu gibi zararlı yönlerinin de bulunduğunu söyleyebiliriz.

Meselemiz dijital devrimin faydaları ve zararları değil, dijital devrimin ortaya çıkmasına ve gelişmesine sebep olan kuantum ve iletkenlere dikkat etmenizi istirham ediyorum.

Kuantum, müşahhas olan fizik branşının mücerretteki izdüşümü veya fiziğin metafiziği diyebileceğimiz bu branş dalı sıkıcı, çok can sıkıcı. Noksanlığımızı, çaresizliğimizi ve acizliğimizi yüzümüze vuran kuantum, bir nevi iletkenler, yarı iletkenler, çok gelişmiş yarı iletkenlerin de nüvesini içinde barındırmaktadır. İster sesli ister sessiz düşündüğümüzde bizler yanı başımızdaki bir insanın sesini işitmekte zorlanıyoruz. Galaksinin bu ucundaki bir atom altı parçacığı ise kâinatın son sınırındaki atom altı parçacığı ile haberleşebiliyor ve birbirlerine mesaj iletebiliyorlar. Bu olağanüstü hadise karşısında hayret etmeyen, şaşırmayan, çaresizliğini hissetmeyen ve hikmetleri üzerine tefekkür etmeyene kem söz diyemesem de kalpsiz diyebilirim.

Kuantumu idrak noktasında bilgi zafiyetimiz olsa da iletişimi tek bir eşdeğerde birleştiren dijital devrimin ana unsuru olan iletkenler, yarı iletkenler, çok gelişmiş yarı iletkenler teknolojisinde hançer barını oynayan bir numaralı ülkenin Tayvan, ikinci sıradaki ülkenin de ABD olduğunu biliyoruz. Takdir edersiniz ki, bir ferdin dolgun ve çok heceli kelimeler kullanması medenî insan olmasının işaretidir. Hani demem o ki, bir ferdin medenî bir insan olduğunu veya olmadığını anlayabilmemiz için dolgun ve içeriğinde çok hece barındıran kelime kullanıp kullanmadığına dikkat kesilerek anlayabiliriz. Gramer üzerinden herhangi bir insanın ne olduğunu ne olabileceğini veya ne olmadığını anladığımız gibi herhangi bir devletin de ne olduğunu ne olabileceğini hangi parametrelere göre anlayabiliriz?

Herhangi bir devletin çapını, ne olduğunu ve ne olmadığını anlamanın yüzlerce ölçütü olsa da iki parametresini yazmakla yetinelim. Öznemiz olan herhangi bir devleti anlayabilmemiz için ya kurucu figürüne, yani portresine bakmalıyız ya iletkenler noktasındaki perspektifine bakarak anlayabiliriz. İletkenler, yarı iletkenler, çok gelişmiş yarı iletkenler noktasında Tayvan bir numara olsa da bağımsız ve büyük devlet olma standartlarına uymadığını, bunun da bir paradoks olduğunun farkındayım. Paradoks, çoğu zaman, “gerçek-gerçeği” ifade edenlerin ilk önce kabul etmesiyle sonuçlanan bir hâl değil mi?

Kuantum, yapay zekâ, iletkenler, yongalar, foton gibi sıkıcı, çok can sıkıcı ve insan beynini yorucu güzergâhta değil, bu işin postal ve politik bandında yürüyelim. İletkenler, endüstri alanının her alanında önemli olsa da savunma endüstrisinde çok daha önemlidir. ABD ve Rusya’nın askerî duruşları, yüksek kalitede ve çok gelişmiş mikro elektroniklere dayandığı için bu hassas çiplere olan ihtiyaç giderek artmaktadır. İster ticarî çipler ister askerî çipler olsun Tayvan, bu işin merkezindedir. Askeriyeye has üretilen dayanıklı, güvenilir, yüksek ısı toleransına sahip ve radyasyona dirençli çiplerin ana tedarikçisinin Tayvan olduğunu söylemek bile israftır. ABD ordusunun çip yönünden Tayvan çiplerine bağımlı ve mahkûm olduğunu belirtmem abartı değil, gerçeğin çırılçıplak ifşasıdır. Askerî alandaki iletkenlerin hassas üretim teknolojisi ve karmaşık tasarımları ve tecrübe dediğimiz olgudan dolayı Amerika’nın Tayvan’a olan bağımlığını azaltması ve mahkûmiyetinin bitmesi mümkün değildir. İletken pazarının %79 ile 85 bandındaki kısmına hükmeden Tayvan’ın ürettiği iletkenler ve çok gelişmiş yarı iletkenler Amerika’nın balistik füzeleri ve ABD ordusunun da çok kritik işlevlerini sağlamaktadır.

ABD ve Batı emperyalizminin varlığı, Rus emperyalizmini geçersiz kılmaz. Ancak ABD ve Batı emperyalizminin tezahürü Rus emperyalizminin ortaya çıkmasını cesaretlendirdiğini ve teşvik ettiğini de aklı başında hiçbir insan inkâr edemez. Hani demem o ki, ister Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ister bugünkü Rusya’nın işlediği günâhlarının müsebbibi ve azmettiricisi de ABD ve Batı dünyasıdır. ABD ve Batı ülkeleri, hızlandırmakta bir ân bile tereddüt etmediği “çığır açan değişimler” noktasında bir nevi kundakçılık yaparak çıkan yangınları veya çıkaracağı yangınları izlemeyi tercih etmektedir.

Kavşak noktasındaki yol ayırımında bekleyen Türkiye ister kabul etsin ister etmesin, ya değişecek, haritalara itiraz ederek yekpare kalmanın ve büyümenin yollarını bulacak ya da musalla taşındaki yerini almak arasında tercihini yapacağı günlerin arifesindeyiz.

Türkiye’nin ne yapacağı ve ne yapmayacağı beni çok ilgilendirmese de ABD ve Atlantik’i yenebilmemiz için kuantum, yapay zekâ, sinirbilim, iletkenler ve benzeri olan en kritik teknoloji alanlarında hâkimiyet yarışını kazanmaktan başka bir yol yoktur.

ŞERH

Fertler veya devletler arasındaki müttefiklik eğer gerçekse, eğer samimi ise karşılıklı ve çift yönlü olmalıdır. İster mücerret bir fikir, ister müşahhas bir aksiyon olsun; eğer samimiyet ve ciddiyet var ise anlayamasak da en azından anlar gibi olmak için çaba göstermeli ve azimli olmalıyız. Her birimiz, nefes aldığımızın, yani yaşadığımızın alameti ve var olduğumuzun göstergesi olan fikrimizi dillendirmeye mecburuz. Doğduğumuz ândan itibaren can çekişen ve hayata tutunmaya çalışan bizler, beşer sofrasına sunabildiklerimizin tanıklığını da savaşını da yapmaya mecburuz. Harflerim kırgın, kelimelerim yaralı ve cümlelerim iltihaplı olmasına rağmen ahlâkî netlik için şuurlu bir tavır almam gerekiyor. Dinî, kültürel ve ırkî konularda siyaseten ve ahlâken hassas ve güzel bir lisan gerektiğine inanıyorum.

Yeryüzünü paylaşmakta ortak olsak da dinimiz, dilimiz, kültürümüz ve anlayışımızın farklı olduğu Edgar Poe’nin, “En derin sonelerde yarım fikir buluruz” dizesine kısmen katıldığımı kısmen katılmadığımı söyleyebilirim. Mücerret bir fikrin ve müşahhas bir aksiyonun her bir samimi takipçisinin bir bercestede bile aziz fikrinin tamamını bulabileceğine inanıyorum.

Üstadın, “Rütbe” isimli berceste şiirine aşina olsak da müsaadeniz ile hem bilineni tekrar hatırlamak hem de mini minnacık da olsa küçük bir şerh düşeyim. Sonuçta Batı dünyasının kavuşmak isteyip te sarılamadığı, hasretini duyup da tutamadığı Cercis’in şehadet sevdası ve Quasimodo’nun saf fedakârlık ruhu bizde var.

“Düşünün, ben ne büyük bir rütbeye tutkuluyum

Çünkü O’nun kulunun kölesinin kuluyum”

Üstadın bu berceste dizesindeki “kul” kelimesinin mânâlarına baktığımızda önümüze bir gölün değil, bir denizin çıktığını görebiliriz. Etimolojik açıdan Türkçe kökenli olan kul kelimesi; asker, hizmetkâr, savaşçı, sanatkâr, parlayan yıldız, berrak nehir, gökyüzünden seyreden, hükmeden, korunmaya muhtaç, vatandaş, yaver, köle, takip eden, dalkavuk, muhabbetli, samimi ve içten mânâlarına gelmektedir. Kelimeyi şehadette tasdik etmemiz ve teslim olmamız emredilen “abduhu” terkibi Türkçeye “Allah’ın kulu” olarak tercüme edilmesine rağmen, buradaki “kul” tabirini Allah Resûlü’nün şahsına özel ve münhasır olarak anlamalı ve idrak etmeliyiz.

Üstadın, “Rütbe” başlıklı bu berceste şiirinden anlamamız gereken mini minnacık şerhi yazmaya çalışayım. O derken Allah’ı; “O’nun kulu” tabirinden Allah Resûlü’nü; O’nun “kölesi” derken Allah Resûlü’nün kölesi ve emir eri olan Abdülhakîm Arvasî’yi; “kölesinin kuluyum” tabirinden de Allah Resûlü’nün kölesi ve emir eri olan Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin azat kabul etmez kölesi ve hizmetkârı olan Üstad’ın kendisini anlamamız gerekiyor.

Üstad’ın bu berceste dizesine düştüğüm şerh için temyize başvurulmasından rahatsız olmam, bilakis mutlu olurum vesselâm…

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et