DUYGULARIN SENFONİSİ – 1

Burhan Halit KOŞAN

HER HADİS BİR HAZİNE, TEFSİR ANAHTARIDIR.

“Ben, üstün ahlâkı tamamlamak için gönderildim’’ buyuran Allah Resûlü’ne saygı ve hürmetlerimi arz ederim. Allah’ın rahmeti ve mağfireti, Efendimiz’in şefaati, bu hadisi şerifi “bütün güzel duyguların kul plânında “mutlak eksiksizlik” olarak Allah Resûlü’nde hazineleştiğinin delilidir.” (*) içtihadı ile tefsir eden Salih MİRZABEYOĞLU ile olsun.

Allah Resûlü’nün kapısının eşiğini süpüren bilgemin bu içtihadını, yani bu terkibi hükmünü idrak etmeye mecburuz. Bilgem’in bu terkibi hükmünü, yani formülünü idrak edebildiğimize nisbetle hadisi şerifi algılayabilir ve mânâsına yaklaşabiliriz. Çırılçıplak bir ifadeyle Bilgem’in bu formülünü düşünce faaliyetlerimizin prospektüsü, duygu parametrelerimizin pusulası ve tefekkür anlayışımızın paradigması olarak bütün hücrelerimize nakşedebildiğimiz takdirde hadisi şerifi idrak edebiliriz. Ayrıca müşahhasın mücerret kalıba dökülmesini, batının zahire yansımasını, mânânın maddede aldığı suretini seyretmek ve bilginin asıl kaynağını ihtiva eden tasavvuf ölçülerinin ve metafizik prensiplerinin fizik kuralına nasıl büründüğünü de izleyebiliriz. Sorumluluk silsilesindeki sıralamayı çiğnemek, özrü olmayan bir kusurdur.

FİRKETE

Kelimelerin olduğu gibi duyguların da kendi özüne ait bir rengi, kokusu, şeceresi, melodisi, kökeni, obası, ikâmet ettikleri coğrafî adresleri var mıdır? Duygu veya duygularımız kolektif bir norm oluşturmayı mümkün kılar mı? Kullandığımız kelimeler, davranışlarımız ve müzik notaları duygularımızı yansıtır mı? Duygularımızı ifade etme noktasında genetiğin, kan hafızasının ve süt hafızası gibi faktörlerin etkisi ve rolü var mıdır? Din, dil, silâh, vatan gibi hassas, sır idraki ve aşk gibi mahremiyet gerektiren meseleler karşısında gösterilen hissî tavırlar evrensel mi yoksa yerel midir?

Duygularımızı yitirmemiz veya abartmamız hastalık belirtisi olabilir mi? Anadolu’nun “mukaddes ihtiyar”ı, yani Salih MİRZABEYOĞLU hangi duyguya ‘’hürmet’’ göstermemiz gerektiğini buyuruyor?

KELİMELER VE DUYGULAR

Duygular varoluşumuzun önemli bir unsurudur. Çevreye verdiğimiz tepkileri renklendirir, reflekslerimizi şenlendirir ve algılarımızı etkiler. Hoş ya da nahoş duygularımızın ortaya çıkmasında kelime zenginliği veya fukaralığı, kültür, ekonomi, din, gerçeğin bilgisi, gerçek gerçeğin bilgisi, hakikatin bilgisi, kan hafızası, süt hafızası, coğrafya ve lisan gibi faktörlerin tesiri olur. Günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası ve çok kıymetli olmalarına rağmen bir duyguyu aşırı abartmak veya yitirmek sağlıklı olmanın alâmeti değil, patolojinin işaretidir. Hani demem o ki ister fani olan bir insana karşı, ister insan dışındaki bir ‘’şey’’ e karşı haddi aşan şekilde sevgi veya nefret duygusunu barındırmak, hastalık alameti olduğu gibi aynı zamanda o ‘’şey’’ in zindanında esir olmayı da getirir.

Ya hür, ya esir, ya parya olup olmadığımızın ölçütlerinden olan duygularımızın ne oldukları, boyutları ve nasıl üretildikleri konusunda çok az bilgimiz olmasına rağmen hissettiklerimizi kelimelerle dillendiririz. Hâlbuki kelimeler, his ve duygularımızı tercüme etmekte kifayetsiz olduğu gibi kelime dizeleri ve paragraflarda hissettiklerimizi yansıtmaz.

Kelimeler sadece hislerimizin cüzî ve kusurlu bir yansımasıdır. Kelimeler, bizim tek başımıza yaşadığımız bir hissi tam olarak ifade etmekten ziyade yaşadığımız duyguya neden olan olaylar zincirini tanımlamak için kullandığımız aracılardır. Her birimizin iç gözlem yoluyla kendimizde tanıyabildiğimiz veya feraset ve tahmin ile başkalarına atfettiğimiz duygu terimini, az veya çok zevk veya hoşnutsuzluk belirten kelime öbekleriyle karakterize edebiliriz. Hâlbuki hissetmek, bir şiir veya bir müzik eserini dinlediğimizde veya bir tabloya baktığımızda mükerrer bir şekilde ‘’ne kadar güzel’’ repliğini seslendirmek değil, kendi varlığımızda bir şeyler hissetmek, içten içe kapılmak ve yanmak ve cayır, cayır tutuşmaktır.

Mücerret mânâda bu durumu birebir karşılayan kelimenin, sütü bozuk, sicili bozuk ve kanı bozuk kelime ve kavramları dillendiren devşirmelerin kullandığı ‘’empati’’ kavramı değil, karanfil kokulu lisanımızın: ‘’hâliyle hallenmek’’ tabiridir. İnsana kendini inkâr etmesini emreden empati, aynı zamanda ‘’hâliyle hallenmenin’’ kalpazanlığını yapan sahtekâr bir fırıldaktır.

Mavi ardıç kuşunun ve bütün kuşların, zeytin ağaçlarının ve bütün ağaçların rabbi, mülkün tek sahibi sensin. Nebilerin, velîlerin, emzikli bebelerin hürmetine, içimizdeki ve dışımızdaki putları devirmeyi nasip eyle…

Ve sen, benim kehribar tespihim, beni burada bekle; Yetimlere ve öksüzlere tebessüm lokması dağıtıp geleyim.

YA HAPSEDİLMİŞ YAŞA YA DA ÖL

Bir âlimi cehalet değil, bilgisi yoldan çıkarır. Bir sofiyi ne bir yosma, ne de önünde şehvetle raks eden dünya değil, dünyaya olan kayıtsızlığı kandırır. Bir aydını hakikatleri bilmemesi değil, gerçeklerin mahpusu olması aldatır. Olgunluğa erişmemiş insanları faal olmayan hisleri değil, karakterini biçimlendiren ve şahsiyetini şekillendiren hisleri aldatır ve kandırır. Hani demem o ki, parametrelerimiz hakikate mutabık olmadığı takdirde kıymet addettiğimiz duygular yoldan çıkarabileceği gibi, itibar göstermediklerimiz de yoldan çıkarır da haberimiz olmaz. Çırılçıplak bir ifade ile suçladığımız ve burun kıvırıp küçümsediğimiz putperestlerin düştüğü yanlış, zafiyet, kusur, hatalardan çok daha büyük yanlışlara düşeriz de haberimiz olmaz. Putperestlik inkâr değil, inanç zafiyetidir.

Putperest ve aynı zamanda külüstür rejiminin ‘’ne olduğunu ve ne olmadığını’’ bilmesem de can taşıyan tenleri jiletli çitlerle çevirdiğini ve ruhumuzun köküne kezzap döktüğünü görebiliyorum. “Ay” ve “Yıldız”ın çocuklarını selâmlarken, müesses nizâmın her bir kurumunu ve üst yapısını da bir Yahudi’ye zimmetlediğinin farkındayım. Yunan aklının temsilcisi olan Aristo, ‘’Demokrasi, ayaktakımının rejimidir’’ tespitinde haklıdır. Demokrasi denen demode rejimin Selçuklu mirasına sahip olanları veya kazanmak isteyenler başta olmak üzere, ince idrak sahibi keskin anlayışlıları, bir rüyası, bir hayali olanı, alternatif sunanı, teklifte bulunan ve önermesi olan her bir insana karşı, ‘’Ya hapsedilmiş yaşa ya da ö!l’’ repliği ile karşılık verdiğini unutmayalım.

Benim kehribar tespihim, geldim. Gel, kuytu bir köşeye çekilelim ve mavi antetli dilekçemizi yazalım: ‘’Ya Muntakîm, ya Muti…’’

SANAT VE DUYGULAR

Duyguların her biri marifet ve becerisini sanat dalları üzerinden icra ettiği gibi kendisine yakın halk katmanlarıyla da icra ettiği sanat dalıyla iletişim kurar. Komedi ‘’burjuvadır’’ ve kahramanca değildir. İaşesini kalpazanlıkla kazanan mutluluk: Cinsellik, istihza, acımak, sahtekâr alaycılık, acımasız alaycılık, yalan, iftira, dedikodu, haset, politika, ihanet, ihtiras ve geçici zafer duygularından elde ettiği irini şuh kahkahalar eşliğinde içirir ve holiganlarını gâh replika gâh imitasyon soytarılığı ile eğlendirir.

Neşe duygusunun kalpazanlığını yapan mutluluk öyle bir fırıldaktır ki, izafi olanı ‘’mutlak’’, fani olanı ‘’bâki’, palyatif olanı sabitkadem, irin ve cerahat sürahisini şifa iksiri, yamak olanı özne hapı diye içirmeye çalışır. Cehennemin lav kalıntılarını, cennetin süt nehirleri olarak sunan mutluluğun birçok işbirlikçisi vardır. Mutluluk filminin aktörü nesneler, aktristi görüntü ve şöhret, yardımcı rollerini yalan, höykürmek, kargaşa, haset ve tefrika, senaryosunu ego, müziğini ‘’desinler’’ ve yönetmenliğini kibir yapar. Hani demem o ki, mutluluk bir illüzyon olduğu gibi mutsuzlukta geçici bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Canım arkadaşım, taşralı biri olsam da mutluluk budalasına ve ahmak mutsuza ‘’minare gölgesi ile davul tozu’’ alacak kadar nezaketliyim!

Ne hazindir ki, trajedi ise şehitlerin, kahramanların, vatanperverlerin, yerlilerin, aşıkların ve maşukların, divanelerin, sorumluluk sahiplerinin, kalbinde hüzün barındıranların yazgısına düşen sanat dalıdır. Cennetin hatıra kalıntılarından inşa edilen trajedi, bilgi, hakiki bilgi, hüzün, hikmet, üretim, feragat, çile ve münzevi bir yalnızlık gibi enstrümanlarla seslendirir senfonisini. Kudüs’ün, ilk olarak Hazreti Ömer (r.a) ve ikinci olarak da Atsız Ata tarafından fethedildiği malûmunuzdur. Tarihi insicamı tepetaklak eden hainlerin ve bu namertlere aldanan haylazların ikinci Kudüs fatihi olarak Selahattin Eyyubi ismindeki ısrarları hem Atsız Ata için hem de tarih için trajedi değilse ne!

Tâbi olup, biat ettiğimiz ‘’Başyücelik’’ fikri bütün gezegene yapılan bir teklif olduğuna göre ifadelerimiz de uluslararası olmalıdır. Don Kişot, ‘’vasat insanlar gerçeğe göre, zekiler olması gerekene göre konuşur’’ tespitinin her harfinde haklıdır. Her ne kadar Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’nun çeyreği olsalar da Romanın bilge çocuğu Tacitus ve Seneca ile İtalyanların mahşere kadar parlayacak yıldızı olan Papini, kalburüstü teşhis ve tespitleri ile itibarlı ve muteberdirler. Dünya durdukça itibarlı olacaklarını düşündüğüm bu insanların Yahudiler ile alâkalı olarak ‘’olması gereken, yapılması gereken’’ teşvik ifadelerine hem Doğu hem Batı yakası mensuplarının itibar etmemesi, hem bu muteber insanlar için, hem tarih için, hem de edebiyat için trajedi değilse ne!

İHTİLÂL BİR SANATTIR; SANAT DA BİR İHTİLÂLDİR.

Allah, Salih Kumandan’a rahmet, bizlere de himmetini ve şefaatine ermeyi nasip eylesin. Kumandan’ın, ‘’İhtilal, karşı tarafın kuvvet nizamını çökertmektir.’’ (**) tespiti karşısında ceketimin üç düğmesini ilikliyor ve enkâz halindeki içimi inşaya duruyorum. İhtilâl sanatı sadece postal değildir. Din, dil, kültür, tarih, edebiyat, siyaset, coğrafya, diplomasi, metafizik ve tasavvuf ve benzeri alanlarda da perde perde örtülü esas gerçeğe erişmeyi, idrak etmeyi ve hakikati kuşanarak taarruza geçmeyi de anlayabiliriz.

Bu durum insan zihnini berraklaştırmakla birlikte kaçınılmaz olarak kategorileşmeyi de beraberinde getirir. Hayatımızı kuşatan her alanda şematik şablon, yani kategorileştirmek, yani astın ve üstün belli olduğu rütbeleri tanımak, şuurlu bilgi düzeyindeki duyarlılık ile anlayış arasındaki ilişkiyle alâkalıdır. Mânâ ile duyarlılık arasındaki bu hassas rabıta (bağ, ilişki), deyim yerindeyse duygularımız ile aklımız, zekâmız ve kalbimiz arasındaki ilişkinin çekirdeğini oluşturur.

Devam edecek…

(*) Salih MİRZABEYOĞLU / Kültür Davamız / Sayfa: 116

(**) Salih MİRZABEYOĞLU / İdeolocya ve İhtilal / Sayfa: 89

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et