HAÇLI SEFERLERİ İLE GÜNÜMÜZ MUHASEBESİ VE ANTİ-EMPERYALİST CEPHE
Bugün tarihi okumak yerine, propaganda malzemesi olarak sunulan dizilerden ve medya taklacılarından öğrenen insanımız üretilen sahte kahramanlar ile avutuluyor.
Bu sahte kahramanların, Amerika Başkanı Bush’un, ”Bu bir haçlı seferidir” tanımlaması ve bu sürecin öncüsü olan dönemde üstlendikleri rolü gözden geçirmeliyiz! Gözden geçirmeyle birlikte öncelikle Haçlı Seferleri’ni anlamalıyız ki bu sahte kahramanların sicilindeki cürümlerin dehşetini iyi kavrayabilelim. Haçlı seferlerinin bir paragraflık kısa bir muhasebesi bile, bu sahte kahramanların çıplak olduğunu göstermek için yeterlidir. Bu muhasebenin tam olarak yapılması ise bugün elzemdir. Bunu, meseleleri lif lif açarak kalemi ve zihni bu muhasebenin üstesinden gelecek Üstadlara bırakarak bazı yönlerine değinmekte fayda görüyorum.
“Haçlı Seferleri, İslâm’a karşı Haçlılardan gelen bir cevaptır. Kökleri İslâm’ın zuhuruna ve Müslümanların Arap Yarımadası’ndan çıkıp Bizans’la çatışmasına dayanmaktadır. Bu seferler canlı bir organizma gibi asırlar içinde gelişti durdu. Bir merhale bitmeden ikincisi meydana geldi.” der Prof. Ali Muhammed Sallabi; Selahaddin Eyyûbî ve Kudüs’ün Yeniden Fethi’ni anlattığı eserinde. Sallabi, Haçlı Seferleri’nin çıkış sebebi olarak Haçlı sömürüsü üzerinde tarihçilerin hemfikir olduğunu belirtir. Batı Avrupa’dan çıkıp İslâm beldelerine -Şam’a, Irak’a, Anadolu’ya, Mısır’a ve Tunus’a- silâhlı hücumlar gerçekleştiren Haçlıların hedefinin Müslümanları yok etmek ve Beytül Makdis’i ele geçirmek olduğunu belirten Sallabi, Haçlı seferlerinin dinî, içtimaî, fikrî, iktisadî ve siyasî sebeplerini sıralar. Genel olarak dinin ön plâna çıkarılmasını ise maske olarak nitelendiren Sallabi, Haçlı seferlerini Hicrî 488 ila 690 yılları arasında sınırlandırmayı da yanlış bulur.
Amerikan Başkanı Bush’un ilânı ile başlayan yeni süreç, Haçlı Seferleri’ni belirtilen tarihler arasında sınırlandırmanın yanlışlığını bir kere daha ortaya çıkarmıştır. Osmanlı Devleti üzerine yapılan saldırıların aynı seferlerin devamı olduğunu görmek ve Sallabi’nin Haçlı Seferleri hedefi olarak belirttiği gibi Beytülmakdis’i işgâl hedefi ile Filistin topraklarından Osmanlı Devleti’ni çıkarmak da bu seferlerin birer uzantısıdır. Birinci Dünya Harbi olarak nitelenen sürecin içerisinde bu hedefin olduğu, -bizce kara gün olan- 1948 yılında İşgâl Şebekesi İsrail’in devlet olarak ilânı ve Emperyalistlerce tanınması bu seferlerin hâlâ sürdüğü gerçeğini kabule zorlayan pratiklerdir.
Bu gerçeğin kabulü ile bugün ülkeyi idare eden iktidar ve bu idare tarzında kendisine yer bulan iktidar dışı siyasal görüşlerin sicili, yeni Haçlı Seferleri’ne ortaklıkta birleşmektedir. Biz, Haçlı Seferleri’ni Buşt oğlu Buşt’un açıklamasından daha öncelere götürerek, Baba Buşt’un Irak’a yaptığı 1991 saldırısı ile başlatırsak sanıyorum yanlış yapmış olmayız. Ardından gerçekleştirilen Afganistan işgâl saldırısı ve Irak’a yönelik 2003 saldırısı ile Türkiye’deki 28 Şubat sürecini de bu saldırılara dâhil etiğimizde, Sallabi’nin Haçlı Seferleri’ni tanımlarken belirttiği, bu saldırıların canlı bir organizma olduğu gerçeği bir kez daha karşımıza çıkar. Bugün ülkeyi idare eden iktidarı hükümet dışından destekleyen siyasal hareketler, iktidara vermiş oldukları destekle Haçlı saldırılarına yardım ve yataklık etme noktasında iktidarla yolları kesişmiş olmaktadır.
Bugün anti-emperyalist olarak pazarlanan mevcut siyasal yapının ve destekçilerinin emperyalizm ile ilişkilerinde millî, yerli ya da İslâmî bir duruşu bulunmuyor. Burada bu güç dengesinin millî, yerli ve İslâmî nitelikler taşıyıp taşımadığını ortaya çıkaran ana faktör, geçmiş pratikte net olarak gördüğümüz, -her birine ayrı ayrı bakarak- 28 Şubat, Afganistan ve Irak işgâllerindeki duruş ve tavırlarında emperyalizm ile ilişki biçimidir.
ABD-İsrail ortak yapımı 28 Şubat’ı destekleyen, hatta bu müdahaleyi yeterli görmeyenler ile bu süreçte alınan kararları adım adım uygulayan ve Afganistan işgâlinde ABD’ye tam destek veren iktidarın bir parçası olan ya da Irak’ın işgâlinde ABD ve askerlerine methiyeler dizerek ülkeyi işgâl üssüne çevirme sözüyle iktidar olanların bir araya gelerek oluşturdukları cephe, anti-emperyalist bir cephe olma niteliğinden fersah fersah uzaktır. Bugün bu söylemin arkasında gizlenerek sicillerindeki emperyalizm uşaklığını örtmeye çalışmaları beyhude bir gayrettir.
Yine Sallabi’nin belirttiği gibi din maskeli Haçlı Seferleri’nin sebepleri arasında yer alan içtimaî, fikrî, iktisadî ve siyasî hesaplar, bugün de yeni Haçlı Seferleri’nin sebep ve hesapları arasındadır. 28 Şubat, Afganistan ve Irak saldırılarının bu hesaplar penceresinden muhasebesini yaptığımızda karşımıza çıkacak ağır bilançoda, ABD-İsrail ile işbirlikçilik yapan kesimlerin, bugün Anti Emperyalist söylem ile suçlarını unutturmaya çalışması mümkün değildir.
Edward Hallett Carr ”Tarih Nedir?” sorusuna cevap ararken, İngiliz tarihçi George Grote’nin kaleme aldığı Yunan Tarihi’nde, Britanya orta sınıfının özlemlerini idealize edilen bir Atina Demokrasisi tablosunda canlandırdığını ve Atina’daki kölelik sorununu ihmalinin, bağlı olduğu grubun fabrikalarda çalışan yeni İngiliz işçi sınıfının sorunlarıyla yüz yüze gelmekten kaçınmasının bir yansıması olduğunu belirtir. Bugün uygulama ve pratikleriyle emperyalizm ile işbirliği aşikâr olan kesimlerin, Haçlı Seferleri tablosundaki Fatımîlerin rolünün kendi üzerlerine yapışması korkusu ile bundan algıları ters yüz etmeden bahsetmeleri olanaksız olacaktır. İktisadî ve siyasî dar menfaatleri için geniş İslâm topraklarının işgâlinde emperyalistler ile yaptıkları işbirliğini anımsatacak her şey, tarih tablosunda günlük siyasî polemik, medya taklacıları ve dizi senaryoları ile ters yüz edilerek ihmal edilecektir. Irak’ın işgâlinde emperyalistlere kucak açıp duacı olanlar, Abdulhamid Han’ın bir karış Filistin toprağı satmadığını anlatırken algıları ters yüz ederek kendilerini O’na benzeten dizi senaryoları karşısında yüzleri kızarmamaktadır. Ekonomiyi ABD ve Batılı emperyalistlerin eline veren, bununla her türlü manipülasyona açık hale getiren, tarımı ve hayvancılığı bitiren ve Batı destekli krediler ile beton ekonomisi oluşturan yöneticiler, dizi senaryosu ile oluşturdukları algılarla Ertuğrul Gazi’nin Hanlı Pazar siyasetini kendilerine atfedecek, tarih okumayan ve yaşadığı tarihi unutacak kadar algısı ile oynanan milleti avutacaktır. Yandaşlarını dolara boğmak için Batılı küresel kan emici şirketlerin eline ve insafsızlığına teslim edilen ekonomi manipule edilince, yine bir dizi senaryosu ile oluşturulan algıyla -Abdulhamid Han devrinde küffârın desteği ile Osmanlı’yı zora sokmak için İstanbul’da fırıncıların ekmeğe zam yapması-, Haçlı Seferleri’nin iktisadî ayağındaki cürümlerini örtemeyeceklerdir.
Haçlı Seferleri’nin ana hedefi olan Kudüs’ün işgâlinin pratiğini ortaya koyan İşgâl Şebekesi İsrail’in direkt kontrolünde gerçekleşen 28 Şubat’ı destekleyen, hatta yeterli görmeyen bir kesim ve bu süreçte alınan kararları sonrasında adım adım uygulayan başka bir kesimin desteği ile oluşan bir cephe, anti-emperyalist bir cephe olamaz. Velhasıl, bu kesimler, bugün Haçlı Seferlerinin dinî, siyasî, içtimaî, fikrî ve iktisadî hedeflerinin en az birinin gerçekleşmesinde, 28 Şubat’tan bu yana kendi dar menfaatleri doğrultusunda -en hafif tabirle- ABD-İsrail ile işbirliği yapmış, işlenen cürümlerde ortak olmuşlardır. Bugün bir anti-emperyalist cepheden bahsedilecekse 28 Şubat, Afganistan ve Irak işgâllerine karşı tavır alan ve bu tavrı hâlâ süren kesimlerin bir araya gelmesi ile mümkün olabilecektir. Bu suçların herhangi birine ortak olanlar ise toplum karşısında muhasebeye çekildikten sonra ancak bu cephede yer alabilirler. Yeni Haçlı Seferleri’nin iktisadî, dini, içtimaî, siyasî ve fikrî hedeflerinin muhasebesi yapıldığında, anti-emperyalist cephenin ne olduğu tam olarak anlaşılmaktadır.
Suat KÜRŞAT