KONUŞMALAR – 21

Nihan ÖZTÜRK

Murat: “Fildişi kule dermiş eskiler. Aslında alıp başını gideceksin. Küçük bir miktar sermaye ile küçük bir ev, bir kaç hayvan, ekip biçeceksin. Oh kafa rahat!”

Orhan: “Senin hayâlin emektâr çiftçiliğe girer ama. Eskiden pek bir değer biçemezdim “kule” dışında. Hani yükseklik babında. Halbuki daha derin bir meseleymiş.”

Murat: “İlginç bir terim ama değil mi? Aklıma ordan geldi zaten. Geçen nerden türediğine bir bakmıştım. Fransız İhtilâli’ne denk gelmiş ünlü ve vakti yerinde Fransız şairi, oyun yazarı ve romancı Alfred de Vigny’nin beyaz şatosunun adıymış. Günlük hayattan uzaklaşıp o şatonun kulesine kapanarak sanat çalışmalarını yaparmış. Hani “Fildişi Kulesi”ne çekildi mânâsına. Malûm fildişinden yapılan değerli eşyalar hatta mücevherler yüksek sosyete içinde tavan yapıyor o dönemde.”

Orhan: “Fransa o dönemlerin tavanıydı zaten. Afrika kıtasına taban gibi baktığı için ezdiği yetmiyormuş gibi sömürdüğü çok olmuştur. Hâlâ daha siyahî çocukları daracık mağaralara sokup altın çıkartıyor ve medeniyetin pislik hazzıyla kendi hazinelerine katıyorlar. Geçen İtalya Başbakanı Giorgia Meloni hanımefendinin son yıllarda Fransa’yı çok sert bir biçimde eleştirdiği videoları izlemiştim. Yani bu şekil yanındaki komşusunu eleştirmek savaşta olmaz. Neticede İtalya’nın geçmişi şöyleymiş böyleymiş. Mesele, bugün kimin ne söylediğidir.

Murat: “Fransızların çok kibirli olduğunu birinci ağızdan duymuşluğum var. Tarihi şımarıklıklarını da eklersek Avrupa’nın sinir bozucu ülkesi diyebiliriz.”

Orhan: “Bu zamanda hâlâ dünyanın gözünün içine baka baka sömürgecilik yapabilmeleri ayrı bir sıkıntı veriyor elbette ama dediğin gibi bu imtiyazın vermiş olduğu şımarıklık tavrı çevresini gerdikçe geriyor.”

Murat: “Ama İtalya’nın gelen siyahî göçmenlerden rahatsız olması yüzünden bir sıkıştırma politikası da olabilir.”

Orhan: “Dün yenilen hurmaların tırmalamaları da diyebiliriz. Bir şey tetikleyecek ki bir şey hareket etsin. Yangın bazen küçük bir kıvılcım neticesiyle çıkmaz mı? Hoş bu mülteci krizi öyle küçük bir kıvılcım değil.”

Murat: “Her ne olursa olsun, bu son 15 yıl içinde müthiş bir yükselme oldu. Haliyle Avrupa’da sağ kanat rahat bir şekilde politikasına kavuştu.”

Orhan: “Argümanlarına diyelim. Mülteci politikası diye bir durum yok. Savaşı kimin çıkarttığını biliyorlar. Meloni’nin, “Afrika’yı sömürmekten vazgeçerlerse oradan Avrupa’ya mülteci akını olmaz ve kendi yer altı kaynaklarıyla rahatça yaşayabilirler.” söylemi boşuna değil. Bu saatten sonra kimse fildişi kulesinden rahatça kendi dünyasında yaşamayacak. Bunun bir hesabı mutlaka olacak.”

Murat: “Gerilim gün geçtikçe artıyor. Birinci ve ikinci dünya harpleri pat diye çıkmadı ya. Büyük çatışmalara gelene kadar gerilmeler arttıkça arttı. İkisinin de patlak vermesinin bir süreci vardı değil mi?”

Orhan: “Aynen dostum. Mesela Almanya hem Birinci hem İkinci Dünya Harplerinde en fazla gerilen taraf olmuştur. Gerildikçe ordusunu güçlendirmiş, güçlendikçe haldır holdur harekete geçmiş ve neticesinde biliyorsun, karşısındaki güçlerin hışmına uğramıştır. Bana soracak olursan, Almanya’nın belirli bir devlet kanadı hâlâ açık bir hesabın olduğundan yanadır. Bazı demirbaş meseleler vardır ki, özellikle devlet çapında hiç unutulmaz. Unutulmadığı gibi ortaya konacağı gün kollanır. Makamlar ne kadar abuk sabuk tiplerle doldurulmuş olursa olsun, rüzgâr bir farklı eser ve arada daha marjinal olanlar rahatça duruma el koyabilir. Bu her devlet için geçerli.”

Murat: “Fransa sömürgeciliğinden bahsetmişken, Pol Pot ismini duymuş muydun hiç?”

Orhan: “Sanki ama şu an tam olarak çıkaramadım. Kimdi?”

Murat: “Kamboçyalı meşhur komünist diktatör ve rakiplerinin, daha doğrusu iktidarı ele geçirmeden önceki hükümetin ifadesiyle “Kızıl Kmerler”in lideri. İkinci dünya harbinden evvel Vietnam, Kamboçya ve Laos Fransızların sömürgesidir, hatta bu bölge o dönem “Fransız Hindiçini” olarak adlandırılır. Neyse, müstakbel diktatör varlıklı bir ailenin ferdi olarak çocuk yaşlarında Kamboçya Kralı’nın sarayında bulunan bir akrabasının sayesinde başkente gider. Burada Fransız diplomatların, Vietnamlı katoliklerin ve saraylıların çocuklarıyla aynı okulda bulunur. Fakat Budist tapınakları, başarısız bir eğitim süreci ve marangozluk derken yine sarayın imkânıyla sömürgecilerin başkenti Paris’te bir burs kazanır ve burda Komünist olur.”

Orhan: “Bugün ülkelerini yerle bir edenlerin ülkelerine mülteci olarak gidenlerin durumuna benziyor. Bir bakıma çift sömürü bu. Hem ülkelerini sömür hemde bazılarını kendi topraklarına getirip tamamen yozlaşmalarını ve kendi hakim kültürünü, dilini ve tarihini benimset.”

Murat: “Fakat işler hiç de Fransızların istediği gibi gitmiyor. Paris’e gelenler arasında bir Komünizm furyası kopuyor, ancak iki kanada ayrılıyor. Bir kanat barışçıl yollarla sömürgeciden kurtulmak isterken, diğer kanat, Pol Pot’un da dahil olduğu silâhlı mücadeleyi savunuyor. Almanya Fransa’yı işgâl edince, Fransa kukla bir kralı başa getirip bölgeden çekilmek zorunda kalıyor. O aralar bunu fırsat bilen Vietnamlılar, komünist olmadan önce bir Fransız yolcu gemisinde aşçı yamaklığı yapmış Ho Chi Minh adlı kişinin önderliğinde bağımsızlık mücadelesine girişiyor.”

Orhan: “Viet Minh değil miydi Vietnamlı komünistlerin ismi?”

07.07.2023

Devam edecek…

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et