DUYGULARIN SENFONİSİ – 2

Burhan Halit KOŞAN

MİM VE VAV
“Ben, üstün ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyuran Allah Resûlü’ne saygı ve hürmetlerimi arz ederim. Allah’ın rahmeti ve mağfireti, Efendimiz’in şefaati, bu hadisi şerifi “bütün güzel duyguların kul plânında “mutlak eksiksizlik” olarak Allah Resûlü’nde hazineleştiğinin delilidir.” (*) içtihadı ile tefsir eden Salih MİRZABEYOĞLU ile olsun.

FİRKETE
Her bir duygunun ayrı bir canı ayrı bir ruhu var mıdır? Duygular, müspet veya menfi açıdan insan fizyolojisini değiştirir mi? İnsan zekâsı ve yapay zekâ arasında hangi farklar vardır?

Duygularımızı iyi veya kötü diye ayırmak doğru bir yaklaşım mıdır? Gün ışığı veya gece karanlığı duygularımızı etkiler mi? Bedahet, eyaletlerden oluşan duygu imparatorluğunun bir eyaleti mi, yoksa özerk bir olgu mudur? Duyguları denetleyen, tertipleyen ve istikâmet üzerine hareket etmelerini sağlayan ve gerektiğinde haddini bildiren uzuvlarımız var mıdır? Her duygunun karakteristik bir ifadesi var mıdır? Duygularımız ve ifadeleri, ırk ve kültür faktörleriyle bağlantılı mı yoksa evrensel midir?

İSTİKÂMET
İnsan ile hayvan arasındaki biricik fark “fikir” iken, insan zekâsı ile yapay zekâ arasında temel fark ise entelektüel bilgi birikimi değil, sadece ve sadece duyguların hassasiyetidir.

Bilgisayar ve bizim aramızdaki bu temel fark, aynı zamanda bizim insan kalabilmemizin de göstergelerinden biridir. Zeki ve olağanüstü akıl sahibi insanların haricindekilerin bakış açısını duyguları belirler. Çırılçıplak bir ifadeyle, insanların kararlarına akıl imbiğinden çıkan tercihleri değil, coşkunluk veya karamsarlıkları rehberlik eder. Bu sebeple alacağımız karar anlarında veya göstereceğimiz tavırlarda taşkınlık veya karamsarlık hallerinden birisiyle karşılaştığımız takdirde faili ve faal olanı tanıyabilmemiz ve nasıl kontrol edebileceğimizi kestirebilmek çok çok önemlidir.

Takdir edersiniz ki, duygu cevherlerinin akıl denetiminde olması doğal, denetim altına alınamaması ise patolojiktir. Hislerimizi, insan devletinin veziri hükmündeki aklın denetimi, zekânın disiplini ve kalbin emri altına alabildiğimiz takdirde her bir hissimizin her birinin bir müşavir vazifesi icra eder. Sıkı denetim, disiplin ve emir altına alamadığımız takdirde ise böbürlenen her bir duygumuzun salaş, serkeş ve serseri tavrının kölesi olur, ahengimizi yitirir, algımız zayıflar, sağlık ve sıhhatimiz bozulur, muvazenemizi kaybederiz.

Duygularımızı iyi ve kötü, faydalı ve zararlı, sağlıklı ve sağlıksız kategorileştirmek, ayırıma tutmak abesle iştigâldir. Hislerimizi ayırıma tabi tutmak, şuur sıçramamıza büyük bir engel ve keyfiyet yönünden ise manevî yolculuğumuzun kasisleri olur. Kestirme yoldan ifade edecek olursam, her bir duygu cevherimiz, yöneldiği duruma göre ya cenneti kazandırır ya cehenneme sürükler. Bu konu için, “imha ve yıkım” duygusunu ele alabiliriz. Bu duygunun, mekruh olanı, haram olanı ve vicdanımıza aykırı olanların imhasını ve yıkımını getiriyorsa çok cazibeli ve çekici olduğu gibi aynı zamanda meşru ve legâldir. “İmha ve yıkım” hissi eğer helâl olanın, mubah olanın veya miraç mucizesinin, ilham horozunun ve keramet gibi olguları inkâr, imha ve yıkımına sebep oluyor ise çirkeftir, illegâldir ve gayri meşrudur.

Canım arkadaşım, gökyüzünden zembille inmediğimin farkındayım. Buna rağmen Ay’ın şavkı çehremde, Oğuz Kağan’ın genetiği mayamda ve Mavi Bayrağın gölgesi üzerimde olduğundan dolayı seni görebiliyor, çığlığını ve sualini işitebiliyorum. Yakışıklı kardeşim ve utangaç kız kardeşim, duygularımızı, aklımızın denetimi altına almamızı sağlayabilecek, zekâmızın disiplini ve kalbimizin emrine amade kılacak biricik kurtuluş iksirimizin: Maturidî itikadı ile Hanefî içtihadına göre hareket etmemizden geçtiğine inanıyorum.

KAYNAK VE REFERANS
Algılama ve hafızanın, kelime, mânâ ve kavramların oluşumu gibi zihin faaliyetlerinden hiçbir farkı olmasa da duygu cevherlerinin her birini doğrudan doğruya gözlemlemek mümkün değildir. Duyguların özelliklerini tespit etmek için kullanabileceğimiz modern veya ananevi göstergelerin farklılığı, müktesebat birliğinden çok, kargaşaya sebep olur.

Temelde modern ve geleneksel göstergeler birbirlerini dışlama eğilimi taşıdığı için çıktıları da birbirlerini ilga etmek üzerine neticelenir. Hani demem o ki, modern ve geleneksel olguların referansları, ölçütleri, göstergeleri, anlayışları, ahenkleri, uygulamaları, çıkış noktaları ile varış noktaları asla ve kata örtüşmediği için her an harp halindedirler.

Bu paradokslar duygu çıktılarının değişkenliğine yol açtığı gibi, riyaset kompartımanındaki karar ve icra etme ahenklerinin farklılaşmasını da tetikler. İlim, bilim, kültür, sanat, ekonomi ve tarih anlayışının da kırılganlıklarını tetikler. Üstadın “çatık kaş” tabirini bilen insanlar, bu teşhisin, tefeci Cumhuriyetin riyaset kompartımanındaki zalimler için kullanıldığını da bilirler… Tövbe ehlini selâmlayalım ve Üstadımız’a kulak verelim:

“Müdür bey dert dinler, bugün ‘maruzât’!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat…
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem…
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!”

POLEMİK CUMHURİYETİ
Tenkide müsamahasızlık ve taassup geri kalmamızın sebebi olduğu gibi polemik denen vakıanın da bir aileyi, bir topluluğu ve bir milleti bile parçalayabileceğini söyleyebilirim.

Tenkit, bir yanlışın veya bir hatanın düzeltilmesi veyahut bir doğrunun bir üst seviyedeki doğrusunu dile getirmek için sarfedilen ifadeler diyebiliriz; dedikodu, malûmat, gerçek, gerçek gerçek ve hakikat kategorileştirmemiz gibi… Polemik kelimesi ise dilimize Yunanca polemikos kelimesinden alınmış olup genel anlamda dalaşma, hır gür çıkarma, bulaşmak, serkeş tavır, gerçeklerin ve hakikatin üstünü örtmek için yapılan tefrikadan başka bir şey değildir. Astarı yüzünden pahalıya mal olan polemik, yanlış yolda yürüyen hiçbir insanı yolundan döndürmediği gibi taassup ehli yobazların yanlış istikamette seyreden görüşlerini de fazlasıyla pekiştirdiğini söylemeliyim. İnanç hususunda şüphe, şaibe ve itiraz üretmeye yol açan polemiklerin izolesi, yani tamiri oldukça zordur. Hani demem o ki, insanın iblisi olan ve raydan ve yoldan çıkan fertlerin ve yıkılacak devletlerin emaresi olan polemiğe uzak, paradoks yakalamaya tutkun olalım. İmdi, yarın değil, hemen şimdi prensibimizle oltamızı atalım ve yanlışı tenkit, gerçeği yakalamak niyetiyle cumhuriyet mezbeleliği ve töremiz arasındaki tezatları, yani paradoksları sobeleyelim.

Cumhuriyet mezbeleliğinin ölçütlerine göre “yasal” önemli iken, ananeye göre “helâl” öznesi muteberdir. Cumhuriyet mezbeleliğinin göstergeleri “sonuç” şıkkına, töre de “süreç” şıkkına kıymet atfeder. Cumhuriyet mezbeleliğinin “Türk ya darağacında ya parya olmalı” uygulamalarının aksine dinimiz, örfümüz ve töremiz ise “Türk ya riyaset makamında ya marifet tahtında oturmalıdır” hükmünün icrasını emreder.

Cumhuriyet mezbeleliğinin kaynağı ve referansları Batı mahreçli ve uzun bacaklı beyaz adamın menfaatlerini korumak ve kollamak üzerinedir. Halbuki, Selçuklu, Yeni Delhi Türk İmparatorluğu gibi geleneksel devletlerimizin anlayışının kaynak ve referanslarının menşei, ilâhî ve Türk milletinin telif haklarını güvence altına almak üzerineydi. Ol Resûl’ün Rabbi, Keşmirli kızların ve Gazzeli çocukların Rabbi, çulsuzum, yaralıyım, yoksul bir Türk’üm, Cumhuriyet mezbahasının şerrinden, taltifinden ve takdirinden sana sığınıyorum.

BEDAHET VE DUYGULAR
Bizler, yolları ve mesafeleri “bedahet” ile aşamadığımıza göre öncelikle teoride harikulâde olmak mecburiyetindeyiz. Eğer teoride iyi olabilirsek, analitik düşünebilme, mantık zinciri kurabilme ve rahmet damlası kararlar da alabiliriz. Mukaddes ihtiyarın tefsir, hadis, gramer, edebiyat, tarih, resim, dil, matematik ve oksidantalizm alanındaki içtihatlarından beslendiğimiz gibi metafizik anatomi hususunda da başvurmaya mecburuz ve mahkûmuz.

Mukaddes ihtiyarın: “kalpte hak ve batılı ayırt edebilen nur.” tarifi ile ifşa ettiği “bedahet” olgusu, duygu imparatorluğunun bir eyaleti değil, talimat ve emirlerini doğrudan doğruya Allahtan alan ve gerekirse vicdana “ihtilâl sanatını icra et” emrini veren ulu bir makamdır. Vicdan gibi bedahet de Eskatolojik (öte alem bilgisi) ile bağlantılı, ilham ile ilintili bir olgudur. “Vicdan: Allah’ın tatlı fısıltılarıdır” ifadesi ile her birimize merhameti ve şefkati miras bırakan ve amelleri ile de Cihadı Ekber’i öğreten Salih Kumandanımız’dan Allah razı olsun.

Devam edecek…

(*) Salih MİRZABEYOĞLU / Kültür Davamız / Sayfa: 116

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et