Sohbet-İstişare Kayıtları: HALKLAR, ARTIK AMERİKA’DAN KORKMUYOR!
15 Ekim 2023 tarihli toplantımızda gerçekleşen sohbet-istişarenin video kaydını AdımlarTv youtube kanalımızda sizlerle paylaşmıştık. Bu sohbet-istişareyi şimdi de sitemizde hem metin hem de video olarak paylaşıyoruz. – ADIMLAR
Ali Osman ZOR: O Bülent Arınç’ı ihmal etmeseydiniz… 28 Şubat’ta da hatırlar mısınız bilmem, ağlıyordu 28 Şubatçılara; işte “biz size ne yaptık”, “bizim size bir kötülüğümüz olmaz”, “biz de sizin gibi…” çok alçak… Yani korkağın zalim olması bu işte! Zalimlerin % 99’u korkaklardır hep! Eline güç geçtiği ân o korkak herif… Bak ne kadar küstahça, şeyce değil mi? Allah’ın muradına hiç uymayan, rızasına hiç hoş gelmeyen ifâdeler…
Yani şu ân -tam diyemem ama- bir iki adım sonrası, geri dönülemez bir şeye giriyor. Yani şu ân döndürebilirler belki de, ama bir iki adım daha giderse geri döndürülemez bir aşamaya geldi.
Gitmemesi lâzım, çünkü Amerika’nın getirdiği o gemiler filân, yüzyıl önceki gemiler değil. Bugün denizde, kendi karasuları içerisinde bakarsan, hakimiyeti gemiler sağlamıyor. Yani gemi dediğin nedir? Cebine koyup gezdiremiyorsun, kocaman bir şey, işte orada duruyor. Hakimiyeti sağlayan füzeler. Şimdi bu füzeler İran’ın elinde de var, başka ülkelerde de var. Yani istediği ân ülkeler buna sahip de olabilirler. İşte Rusya hazır duruyor zaten; “kim benimle müttefik olursa ben ona veririm” diyor. Veriyor da!
Yani o “gösteri” biraz şey, işte “uçakları kaldıracağım, bilmem ne yapacağım” filân. Yani Amerika’nın veya İngiltere’nin ikisinin, dünyada zaten yok da, bölgede de kesin bir üstünlüğü yok. Onlar da bunu biliyorlar. Ama oyunu oynayacaklar, yani “tamam biz gidiyoruz, kaybettik!” filân diyecek hâlleri yok, son hamlelerini yapacaklar. Yani şimdi Afrika’da geçen gün vardı, Birleşmiş Milletler’i mi dehliyorlar?
Yani şu ân ordular açısından bakıldığında da, doğrudan savaşabilecek ordu sayısı da çok az. İşte Rus ordusu var, kendini ispat etti. İşte bizimkiler savaşır Türk ordusu…
Katılımcı: Mısır, İran…
İsrail ordusu var. Suriye ordusu var… İran, bilmiyorum? İran’ı daha savaşta görmedik. İran ordusunu… İran’a bağlı güçleri görüyoruz, o ayrı.
Ama yani o kadar… En son Afganistan’dan kaçtılar işte! Yani hafıza bu kadar tazeyken, Amerikan ordusu açısından, başka topraklarda savaşıp yaşadığı trajedileri düşünürsen, Amerikan ordusu da doğrudan savaşmaya çok istekli olur mu? Şu ân bir şey diyemiyorum. İngiltere’nin zaten ne zamandan beri savaşı yok. İşte ne kalıyor; füzeler, akıllı füzeler, uçaklar, bilmem neler filân. İşte burada YPG var PKK var. Ama PKK bu stratejik plânın ne kadar devam ettiricisi olur, çünkü onların içerisinde de bence tartışmalar var. Amerika’ya çok fazla angaje olunduğu noktasında.
Katılımcı: Bir varlık yokluk savaşında, birinci hedef olacakları kesin…
Yani Filistin mevzusunu denklemden çıkardığın zaman, “kesin saflaşmalar” oluşmuyordu. Mesela bir “Amerikan karşıtlığı” üzerinden kesin saflaşma oluşmuyor. Ama İsrail’in işin içine girmesiyle, bu olabiliyor. Bak burada ne kadar çok “İsrail’ci” varmış meğerse. Değil mi? Onlar da kendilerini bu şartların saflaşmayı zorlamasından dolayı ifşâ ediyorlar. Çünkü tevil yapılacak bir şey kalmadı.
Katılımcı: En bariz örneği Bülent Arınç. Hükümetin…
Tabiî o, zihniyet olarak… Onlar içimizdeki Siyonistler işte. Siyonizm’e karşı olduğunu iddia edip, Siyonizm’i yaşatan… Zihniyeti çarpık kitle onlar.
Yani, geriye doğru dönüyor gibi geliyor; 1. Dünya Savaşı şartlarına… Hatalar, telafi edilecek!
Katılımcı: Usame’nin bir ses kaydını, açıklamasını paylaşmışlar. “Osmanlı’nın her ne kadar büyük hataları olsa da, Osmanlı sayesinde birliktik. Küfre karşı bu toprakları tutan tek şey oydu. Osmanlı’nın dağılmasından sonra ne olduysa oldu”…
Mesele o zaten, onun üzerine yoğunlaşmak lâzım… Geçen konuşmuştuk; İslâm, ne kadar “mutlak hakikat” olursa olsun, gücü olmadıktan sonra onun hakikat olması bir şey ifade etmiyor. Yaşadığımız gerçeklik bu aslında. Sen ne olursan ol; nüfusun, işte “son din” filân, ne dersen de, “devlet” olmadıktan sonra diğer şeyler üzerinde hiçbir etkin olmuyor. Budist’i, Hıristiyan’ı, Yahudi’si bilmem neyi filân, bir bakıyorsun hepsi sana karşı birleşmiş. Değil mi? Birbirleri arasında kanlı bıçaklı olanlar da, söz konusu İslâm olunca, onlar da birleşiyorlar. Bu da zaten İslâm’ın bir güç… “Birlik” güç demek. Yani bir “güç” olması gerektiğini ihtar eden bir husus. Burada Türkiye’yi işte herkes ayırmaya çalışıyor; NATO’cular da ayırmaya çalışıyor, karşı taraf da ayırmaya çalışıyor. Hassas davranmasının sebebi o zaten. Yani bu kadar yanlışa, bu kadar zikzağa rağmen işte Rusya hâlâ şey yapıyor. Geçen gün yine o Dışişleri Bakanı Sözcüsü mü kadın? Röportaj yapmış, Türkiye’yi öve öve bitiremiyor. İşte “tarihte şöyle oldu”, “ilişkilerde en güçlü olduğumuz zaman”, işte “ekonomide şöyle” filân diye. Yani, ön alıyor. Bunları anlatıyor ki, buradaki iktidar kıvıramasın. Tâ Ukrayna zeminindeki NATO savaşından beri, başından beri zaten yapıyorlar bunu. Çünkü Türkiye’yi itelediği zaman, şansı çok azalıyor. Öbür tarafın durumu da aynı; Rusya’yla bu kadar ilişki, ambargoya uymuyorsun meselâ, ki devamlı gidip geliyorsun, doğalgaz dağıtım merkezini kuruyorsun, nükleer santral kuruyorlar Rusya’yla.
Katılımcı: Tek rahat olan ülke…
Yani Batı’nın ses çıkarmamasının sebebi de “şimdi biraz üzerine gidersek, elimizden kaçacak” mantığıyla ses çıkarmıyorlar. Bu da, bizimki de onların bu duyguları içerisinde oyununu oynuyor. Ama artık bıçak kemiğe dayandığı bir noktada, iki taraf da zorlayacak “ya bizdensin ya onlardan” diye. Bunlar da bu şeye hazırlıksız yakalandılar.
Eğer bilselerdi, mesela böyle gelişeceğini filân, zaten o “İsrail’le normalleşme”, işte “doğalgazın Avrupa’ya gönderilmesi” filân işlerini biraz ertelerlerdi. Ses seda çıkmayınca “iyi, ortam müsait” dediler. Suudi Arabistan da orada İsrail’le normalleşiyordu, “biz de beraber aradan kaynar, gideriz” dediler ama olmadı. Şimdi bunlar bir plân dairesinde yapıldıysa eğer, hani “İsrail’in işine yaradı” filân şeyi var ya, Hamas’ın yaptığı eylem, yok eğer Filistin direnişi, bu niyetle yaptıysa o hamleyi, adamların plânı yürüyor. Yani İsrail’in plânı yürümüyor. İran’ın mesela plânı yürüyor; İran, İsrail’le olabilecek ittifak anlaşmalarının hepsini baltaladı demektir
Katılımcı: Yani sadece iç karışıklığı, iç politikayı düzenlemek için böyle bir harekete zaten izin vermez İsrail, çünkü mantık dışı yani…
Öyle bir şey olmaz. Bir hareket, bir şey ortaya çıktıktan sonra ondan istifade etmek isteyen çok insan olur… Ondan en iyi istifade edenin, o olayı ortaya koyduğu anlamına gelmez bu… Meselâ bir şey yaparsın sen, en az sen istifade edersin olayı yapan olarak. En çok da karşıdaki düşman istifade eder, ama o olayı, onun yaptığını göstermez bu.
Katılımcı: “Arap baharı”ndan Amerika’nın istifade etmesi gibi…
Tabii onları Amerika patlattı ama… Yani şimdi onların epey eli vardı. Tâ Suriye’ye kadar geldiler, ama Suriye’de durduruldu!
Yani “hadise” üzerinden değil de, hadiselerin arkasındaki unsur, keyfiyet üzerinden değerlendirmek lazım… Kendi adıma ölçü aldığım şeylerden birisidir o; Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in… Mısır mevzusunda… Almanların, İkinci Dünya Savaşı’nda Mısır’da yenileceğini söylüyor Üstad.
Katılımcı: Bütün dünya, tersini söylerken…
Halbuki Almanların en güçlü olduğu zamandı!.. Alman “Yıldırım Orduları” esip geçiyor; girip çıkmadığı yer kalmamış, iki-üç günde kocaman Fransa’yı almışlar. Üstad “Almanlar yenilecek!” diyor. Millet dalgasını geçiyor, filan burada. En son diyor; “Orası Mısır’sa, ben de musırrım!” diyor! “Israrlıyım” diyor… “Almanlar yenilecek” diyor… Yani orada ne var mesela? Gördüğü ne var? İşte, Nazi ordularının zulüm yapması, girdikleri yerde işkencelerin, bilmem nelerin, işte Yahudilere yapılanlar filân… Onlar gündeme geliyor… Yani “zulümle gittiysen, zulmün karşılığı mağlubiyet olur” gibi bir düşünce de var.
Yani bugün, tabiî ki bu piyasadaki tipler hep böyle Amerikan kültürüyle, Amerikan düşünce tarzıyla zihinleri şekillendiği için, en iyisi bile işi tersine çevirip düşünemiyor. Mesela “İsrail böyle bir plân yaptı” filân. Yahu bu plânı bu da yapmış olabilir. Yani meselâ “İsrail bir plân yaptı” diye bir fikir senden çıkabiliyorsa, ihtimaller âleminde mümkün bu, tamam. Yani bu kabul edilebilir. Ama ihtimaller âleminde mümkün olan başka bir fikir daha var, başka bir teori daha var. Çünkü sen de bilmiyorsun, ben de bilmiyorum; ikimiz de orada değildik. Şimdi hadise üzerinden değerlendiriyoruz, niye bu değil de, o olsun? Şu ân eski ilişkiler yok ki!.. Bölgedeki veya uluslararası arenadaki güçler, aktörler bundan bırak 20-30 sene evvelini, 10 sene önceki gücüne sahip değiller. 2 sene önceki güçlerine sahip değiller!.. Dolayısıyla her şey değişmiş olabilir. Tamam mantık aynı; birisi yaptı, birisi plânladı, bir organizasyon var. Ama bu organizasyonu yapan senin dediğin taraf değil. Bu organizasyonu bu tarafta yapmış olabilir. Çünkü eldeki imkânlar, ilişkiler buna müsait. Şartlar buna müsait, yapabilir.
Katılımcı: İsrail’in de zaten kendi aralarında sorunları var. Ondan da yararlanmış olabilir…
Yararlanır tabiî. Şu ân Amerika’nın durumu da öyle, Avrupa’nın durumu da öyle! Üç tane gemi gönderdiler filân… Yani millet “Amerikan gemileri geldi!” diye kimsenin kalbi küt küt atmıyor dikkat ediyorsanız. Yani kimse öyle bir korkuya filân kapılmış değil! Ama bundan diyelim ki 20 sene önce böyle bir şey olduğunda, hatta 1991’de filân geldiğinde; evet bölgede herkes korkmuştu. Fert fert korkuyordu. Yani “bu nasıl bir güç?”, “devasa bir güç geliyor”. Hava kuvvetleriyle, deniz kuvvetleriyle, kara kuvvetleriyle. Yani insan düşünüyordu o zaman. Biz şimdi canlı canlı yaşadığımız için iyi hatırlıyorum o zamanı. İnsanlar, mesela biz çok kızardık, “Allah’tan daha mı güçlü?! Amerika, Allah değil!!” filan derdik, etkilemiyordu insanları.
Katılımcı: O zaman medyanın da etkisi vardı…
Tabiî ki! Adamın içerisindeki o korku duygusunu tetikliyordu medya da. İşte adam bir değerlendirme yapıyor; “işte Irak hava kuvvetleri. Irak’ın 50 tane F-16’sı var, Amerika’nın 5000 tane var!”… Misâl… “Irak’ın 100 tane tankı var, Amerika’nın 1000 tane tankı var!”, anlatabildim mi? Dikkat ederseniz şimdi öyle şeyler yapılmıyor.
Dolayısıyla da o tür teoriler (“İsrail’in plânı” olduğu teorileri) yani ifade edilebilir, bak buna tepki göstermeyin. İhtimaller âleminde her şey mümkündür ya. Bu da bir insandan çıkıp ifadeye geldiğine göre, ihtimaller aleminde mümkün demektir. Ama geçmişte ihtimaller aleminde mümkün olabilecek başka şeyler de vardı, ama akla gelmiyordu veya söylendiği zaman yerini bulmuyordu! Şimdi ise öyle değil… Onun için ben dikkat ediyorum bir iki günden beri bu mevzularda konuşanlara, çok rahat değiller.
Ama şu kesin ki Amerika’nın veya bu Anglo-Sakson hegemonyanın nasıl zayıfladığını, onların medyadaki adamlarının meseleleri değerlendiriş şekillerinden de anlayabilirsin… Öyle eskisi gibi, “Amerika vurdu mu onu indirir!”, “oradan Tomahawk füzeleri adrese teslim gönderir!”; böyle bir konuşma yok dikkat ediyorsanız… O generaller filân da… Eline çubuğu alıp haritaya çıkan emekli generaller var ya. Meselâ onlar da öyle konuşmuyorlar. Meselâ daha ben şöyle bir şeye rastlamadım; “İsrail bu kara harekâtına başlar, dümdüz eder, bu işi bitirir!” diyene rastlamadım. “Tamam girebilir” diyor, “şu olabilir”, “ama meskûn mahâl çatışması olacak, orada ne olduğu bilinmiyor”… Hemen hemen herkesten duydum şunu: “Eee, işte Filistin’liler bu eylemi yaparken bunlarla karşılaşacaklarını bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı!” diyor. “E, o zaman ona göre bir hesabı kitabı olabilir bunların!”… Meselâ; “İsrail de bundan tedirgin, oraya girdiği zaman tanklar, ne tür bir şey çıkacak?”… Yani hem Filistin topraklarından Filistinlilerin olduğu yerde hem de dıştan ne tür şeyler çıkacak. Adam göstermiş, İsrail’in içine kadar girebileceğini, hâlâ içinde olmadığının garantisi var mı?
Katılımcı: Yok!
Meselâ; gitti adam saklandı belki… Orada 3 milyon, 4 milyon Arap var… İsrail vatandaşı… Şimdi onların kaçı kalben İsrail rejimine bağlı? Kalben kaç tanesi Filistin direnişini destekliyor? Sen bunları bilmiyorsun ki, hesap edemiyorsun. Belki gitti mühimmatları filân, o kaos içerisinde koydular, yerleştiler, o günden beri belki çıkmıyorlar saklandıkları yerden.
Katılımcı: “Daha çok sürprizimiz olacak” diyorlar…
Yani bunlar artık konuşulan şeyler. Dolayısıyla da biz kendi açımızdan baktığımızda. Daha doğrusu biz de tabii ki bu tarafa ait olduğumuz için, şu an 1-0, 2-0, 3-0, hatta 5-0’a kadar giden bir şeyle öndeyiz. Yani bu önde olmamız da şeyle ayyuka çıktı; Ukrayna zemininde Rusya’nın NATO’ya haddini bildirmesiyle…
Katılımcı: Evet…
Başladı, ayyuka çıktı… O da o zaman da konuştuk, bütün dünyaya etkisi olacak! Şimdi, bütün dünyaya etkisi olacak ikinci bir hamle lâzım bize! Yani bu işi bitirebilmek için… O da Türkiye’nin tavrı! Bizim o, geçen konuşmada izâh etmeye çalıştığımız olay budur… Yani onun bir hayalini kurun mesela; şöyle bir hayal edin. Olan bir şey, “hayal edin” derken, olmayan bir şey değil bu. Meselâ, gidiyor işte bizimki Moskova’da… Putin karşılıyor, beraber basın toplantısı yapıyorlar… Veya Putin buraya gelmiş, onu Meclis’te konuşturuyorlar. Çünkü Amerikan başkanını konuşturmuyor musun Meclis’te? Şu ân gerçekten “dünya lideri” olmaya yakışan tek lider Putin! O da konuşsun! Gelsin Meclis’te konuşsun, anlatsın; 1919-1923 arası Rusya’nın Türkiye ile nasıl bir müttefik olduğunu, İngiltere’nin arka plânda olduğu Kurtuluş Savaşı’na nasıl destek verdiğini, değil mi? Yani bunu şunun için söylüyorum; bir şeyi hayal edebilin ki, pratiğe dair planlar yapabilesiniz. Başka işlerde de bu böyledir, tamam mı? Hayal olmadan, iş olmaz! İşler küçülür. Hayal gücün zayıfsa, işlerin de küçülür. Şimdi meselâ, Putin’in yanında sen basın toplantısında konuşan bir Tayyip Erdoğan düşün… Anlatıyor; Amerika şöyle, Amerika böyle, İsrail bunu yapmamalıydı, bizim SİHA’mızı vurmamalıydı, PKK’yı desteklememeli, bu müttefiklik ilişkisine aykırıdır, bu aykırılıktan dolayı artık biz, NATO’dan çıkıyoruz!.. Gayet tabiî bir şekilde, canlı yayında bunu söylediğini düşün Putin’in yanında… Bütün dünya hercümerç olur!.. Çünkü Ortadoğu gitti… Tek bir şey kalıyor o zaman; sen bunu kabul etmeyeceksin, “hayır, sen bizim ortaklığımızdan çıkamazsın!” diyecek Amerika… İşte bu İHA’yı, SİHA’yı düşürmesi olayına geliriz; o göz dağının gereğini yapacak. O SİHA’yı düşürmesinin sebebi de odur… Zaten olaylar hızlanmış, bilmem ne olmuş, şimdiden ön alıyor, bir SİHA düşürüyor ki, yani “bak, ben burada her şeyi düşürürüm!” dedi ona… Arkasından da gemiler gelince artık iş netleşti. Yani “kimse uçak uçuramayacak!”… “Uçağı kaldıran taraf olarak, düşmanıma bağlı olarak hareket edeni ben de burada indireceğim!” diyor. Yani şimdi uçaklardaki o füzeler Ankara’yı vuruyor, İstanbul’u vuruyor, değil mi? Onların hepsinin adresleri belli… Ama yine söylüyorum; şimdi, o gemileri vuracak füzelerin de adresi belli! O füzeler de mevcut!.. İşte “İslâmî Cihat” açıklamış herhalde; “İsrail’in nükleer tesisleri, nükleer silâh deposu füzelerimizin menzilinde!” diye.. Yerini de biliyoruz diyor yani.
Yani güçler eşitlendi bence… Hatta eşitlenmeden ziyade, Ukrayna’da eşitlenmişti zaten de; şimdi böyle “bir tık” biz üstündeyiz!.. Yani o taraf geri adım atıyor! Zaten Türkiye’de bu geri adım atıldığı an, bu artık dünya çapında, herkesin elinde ne varsa onunla çıkacak meydana… O da bizim sınırımız…
Katılımcı: “Geri adım” mı atılıyor, yoksa pervasızca kaybettiklerini hissedip, daha şiddetli saldırma hamlesi mi?
Yapar onu! “Geri adım atmak” demek, “arkasına döndü kaçıyor” demek değil!.. İşte Ukrayna’yı bıraktılar! Bu geri adımdır. Yani niye şu ân Ukrayna’dan bahsetmiyor Avrupa basını artık?
Katılımcı: İsrail’den dolayı…
İsrail’den dolayı değil!.. Zaten olaydan önce başlamıştı mevzu. Kaç tane Avrupalı, Amerikalı “artık yardım edemeyiz”, “silah depolarımız boşaldı”, “üretimimiz bitti”, zaten bu açıklamalar geliyordu. O Amerika’nın Genelkurmay Başkan Yardımcısı mı ne, açıklama yapmıştı; “NATO kaybetti orada!” diye… “Rusların mühimmat stoğu, bütün NATO’ya bedel!” diye açıklama yaptı zaten adam. Yani onlar kabul ettiler de, şimdi yavaş yavaş, alıştıra alıştıra çekiliyorlardı.
Şu ân bunların hepsi düşünülmesi gereken şeyler… Şimdi oradan (Ukrayna) burası (Filistin) patladı. Yani bu, normalde, yürümesi gerektiği gibi yürüyen bir süreç. Anlatabildim mi? Muhitten merkeze doğru. Böyle olması lâzımdı zaten. Sen şimdi merkezi ele geçirmişsin, muhit zayıf; adam seni boğacak. Türkiye’yi ele geçirmişsin, ama etrafını Amerika çevirmiş, boğar seni. Yani böyle bir düzen değişiminde, boğulursun. Ama şu ân muhit, Afrika’dan başlayarak, Afrika ve Orta Asya üzerinden özellikle, buraya doğru zayıflaya zayıflaya geldi. Şu ân ben kendi adıma şunu rahatlıkla söyleyebilirim; Amerika’nın zihinlerde ve kalplerde bir etkisi kalmamıştır, sadece maddî, işte gemisi filan kaldı… Ona da diyorum ki bu gemiler artık durdurulabilir bir durumda. Yani Çanakkale’yi yaşamıyoruz! Çanakkale’de bile durduruldu! O zamanın (1915) imkânlarıyla, anlatabildim mi ? Bugün ise meselâ, İran… Ne yaptı İran? Birleşik Arap Emirlikleri ve bir ülke daha vardı? “Körfezde artık biz devreye gezeceğiz!” diye, o İran Körfezi’nde. İngiltere’yi bilmem neyi dehlemişlerdi. Ya adamın büyük gemileri olduğu için bu cesareti göstermedi! Büyük gemilere karşı füzeleri olduğu için bu cesareti gösterdi… Yani senin gemin var, gidiyorsun… Gidiyorsun da, nereye gidiyorsun?!. Adam füzeyi attığı zaman batırıyor gemini!.. İran’ın şu ân öyle bir gücü var oralarda… Biz de olsak biz de aynısını yapacağız. “Deniz gücü” demek; “askerı uçaklar, uçak gemileri inşâ etmek” filân demek değil. Sen okyanus ötesine gidip savaşmayacaksın ki; boğazları koruyacaksın… Boğazlardan da ister 1000 tane uçak gemisi geçsin, ister 100 tane. Ona karşı sistemini kurduğun zaman mevzu bitti!
Katılımcı: 2. Abdülhamid’in bataryaları gibi…
Gibi… Bugün Doğu’nun güçleri bu güce eriştiler. Adam gemi yapmıyor, gemiyi durduracak füze yapıyor ve bu füzeler var şu ân bunların elinde. İşte İran kaç tanesini denedi…
Katılımcı: İran’a gelmeden Yemen’deki Husiler’de de var…
Onlarda da var meselâ, yığıldı her tarafa.
Katılımcı: Husiler de “müdahale ederiz” diyor zaten…
Şu ân şöyle bir baktığın zaman, sadece onların adamları yok sağda solda. Bunların da adamları var.
Bu hesaplaşma içerisinde nasıl “karşı olanlar”, hem “ona karşı” hem “birbirine karşı” olanlar, nasıl belli bir safa geleceklerdi? Burada da en şey belirleyici mesele İsrail mevzusudur. Çünkü Şiîi’si de düşman İsrail’e, Sünnî’si de düşman; Türk’ü de düşman Arab’ı da düşman, filân. Zaten bizim buradaki İktidarın 20 yıldan beri yaptığı en büyük kötülük bu; İsrail düşmanlığını kalplerde zayıflattı! Bu “ılımlı İslâm” dediğimiz projenin yaptığı en büyük kötülük bu zaten! Biz çoluk, çocuk, lâik, Kürt, Türk filân herkes İsrail düşmanıydı meselâ! Ama şimdi bak görüyorsunuz sosyal medyada İsrailciler çıktı.
Katılımcı: Ben de onu soracaktım; demin “Amerika eski gücünü kaybetti” dediniz, ama yıllardır “medyanın stratejik rolü”nden bahsedersiniz. Hâlâ onun etkisi yok mu?
O etki de zayıflıyor aslında. Şimdi 20 yıllık zamandan bahsedelim özellikle; bugünkü karşılaştığımız manzara o 20 yıllık medya etkisinin neticesi. Bu neticeyi çoğaltacak, büyütecek başka bir etki olacağını düşünmüyorum ben. Bu kadardı. Bundan sonra marjinal denilen, daha böyle etkisi az gibi gözüken, ama zamanla mutabakatı olan anlayışlar; bizim gibi anlayışlar etkili olacaklar!
Katılımcı: Buna ek olarak şunu sorayım; demin “bir senaryo hayâl etmek gerekirse” dediniz ya… Türkiye’nin NATO’dan çıkışı ihtimaliyle iç politikada olabilecek olanlar, NATO ile beraber savaşa girme ihtimalinde iç politikada yaşanabilecekler üzerinde neler denebilir?
Yani bir bloktan, bir “ittifaklar sistemi”nden kopuş, diğer ittifaklar sistemine meyilli olanlarla sorunları gidermeyi gerektirir, birincisi bu… İkincisi, yine böyle bir kopuş neticesinde, içte sağlam durabilmek için, iç politikadaki sorunların giderilmesi gerekir. Bizim yaşadığımız iç politikadaki sorunlar, aslında sonradan üretilmiş sorunlar. Yani bizim tarihten taşıdığımız sorunlar değil. “Kürt meselesi” dediğimiz mesele de bunun içinde ve çözülemeyecek bir mesele değil bu. Bu meseleyi çözümsüz bırakan, söz konusu uluslararası aktörlerin Türkiye üzerindeki politik amaçları bu meseleleri çözümsüz bırakıyor. Hâlbuki sen onu bırakıp kendi amaçların, menfaatlerin doğrultusunda hareket etmeye başladığında, yıllara yayılmış sorunların bir iki günde çözülebildiğini de göreceksin. Bu sorunların çözümü, geçen sohbetimizde onu anlatmaya çalıştım: Sorun çözmek de bir alışkanlıktır. Yani hem kültür olarak, hem teknik olarak “bir sorun nasıl çözülür?”… Türkiye, yeniden bu alışkanlığı kazanmaya başladığında, Suriye ile de sorunlarını çözecek, Irak ile de sorunlarını çözecek, İran ile de sorunlarını çözecek… Ama buradaki ilk önce, temel mesele, bu ittifaktan (NATO) zaten koptuğun zaman, ona karşı olanlarla da yan yana geleceksin. Hâliyle sorunu çözerken de, “kim, kimin menfaati için hareket ediyor?”, onlara bakılacak.
Dolayısıyla da burada sen büyük bir ittifakla problem yaşadığın zaman, başka bir büyük ittifakla ona karşı çıkmalısın… Bizim daha olay (Rusya’nın Ukrayna Operasyonu) başlar başlamaz söylediğimiz husustur: Türkiye’nin hemen, Rusya, Amerika’ya karşı harekete geçtiği ân, Rusya’yla “stratejik müttefiklik anlaşması” imzalaması gerekiyordu! İran yaptı bunu. Ve bunu Türkiye’nin de yapması gerekirdi… Bu, büyük bir karar tabiî… Sen bunu yaptığın zaman, otomatikman her şeyin değişecek. Eğitim sistemin, askerî sistemin, askerı tekniğin… Anlatabildim mi? Bunların hepsini değiştirmek zorundasın. “Zorundasın” derken, zor değil! Burada zaten hazır bir şey vardı ve eşit düzeyde bir ittifaklar öneriyordu. Sen bu ittifak içerisinde, oyununu oynayacaksan oynayacaksın. Ama şu bir oyun değil; “onu da (ABD) idare edeyim, bunu da (Rusya) idare edeyim, şunu da idare edeyim”!.. Sen böyle bir güç değilsin. Böyle bir imajın da yok. Böyle bir güç imajın da yok senin. Seni iktidara taşımış bir adamı idare etmeye çalışıyorsun; seni iktidara onlar taşıdı zaten, onlar da bunu söylüyorlar.
Hâliyle de bu şekilde bir süreç ilerletildiği zaman, bunun bütün dünyaya etkisi… Türkiye, bu yeni ittifaklar zinciriyle ayakta kalma becerisini gösterdiği zaman, dünyada 30 yılda olacak şeyler, 30 günde olma ihtimâli mümkün… Zaten oluyor şu an mesela.
Katılımcı: Hükümet içinde birçok unsurun da…
Bak “Türkiye” diyoruz bak! Bunu hep karıştırıyorsunuz! Türkiye’de yapılması gereken bir dinamikten bahsediyoruz biz. “Hükümetin yapması gereken”den bahsetmiyoruz! Anlatabildim mi? Bunu çoğu kişi de karıştırıyor. Şimdi sen Türkiye’desin, meselâ, “Burada ne yapmamız lâzım?” diyorsun… “İşte şunu yapmak lâzım, ama, orada hâkim olan iktidar bunu nasıl yapacak?!”… Yahu “hâkim”den bahsetmiyoruz!.. Türkiye!.. Şu alanda yapılması gerekenden bahsediyoruz… Hayır! Bu yanlış bir yöne gidiyor; meselenin özünü kaçırıyor bu! Çünkü meselenin özünde “bu yapmazsa ne yapmamız lâzım?” “O olmazsa ne yapmamız lâzım?” gibi sorular var… Zaten hedef olarak bunu koyduğun zaman, bu senin siyasî mücadelenin muhtevasını belirler, anlatabildim mi? Yani burada “işte yapılması gereken bu!”… Yapmayana karşı yapman gereken de bu!.. Anlatabildim mi? Bu da senin siyasetteki, siyasî mücadeledeki fikrî muhtevanı belirleyen bir husus.
Katılımcı: Tamam, o zaman demin sorduğum sorunun diğer tarafı; NATO’nun tarafında devam edilirse?
NATO tarafı olarak devam edilirse “yapmak isteyenler”le, “yapmak istemeyenler”in arasında yaşanacak bir gerilimden bahsediyorum!.. Yani şimdi adam (Rusya) burası NATO üssü diye, bir tane füze atsa İncirlik’e, sizce Anadolu ahalisi bunu kabul edip Amerika’nın yanında Rusya’ya karşı savaşa girer mi?.. Yoksa burada bir tartışma mı başlar; “Biz niye Amerika için füze yiyoruz?!” diye. Çünkü sana Türk toprağı olduğun için ateş açılmıyor, NATO toprağı olarak ateş açılıyor, anlatabildim mi?.. Hâliyle bu tür gerilimler… Başladı bu gerilimler… Yani iktidarın etrafında, demin o bahsettiğimiz isimler etrafında değerlendirirsen eğer; meselâ konuşurken dikkat ediyorsun adama, bu gerilimi yaşıyor. İktidarı destekliyor ama, bu gerilimi yaşıyor, bunu artık görüyor adam… “Bu işler buraya gidiyor, hükümetin de net bir tavır alması lâzım, boşluk bırakmaması lâzım.”
Gazze mevzuunda iki gün tepki vermemesi hükümetin, gönlü ve aklı o tarafta olan insanları burada zorladı… Yani hükümet yalakalarından bahsetmiyorum… Gerçekten düşünen, okuyan ve niye iktidarı desteklediğini de onurlu bir şekilde izâh etmeye çalışan insanlar var… Bunlar hakkında pek konuşmuyoruz ama, böyle insanlar da var. Dolayısıyla da bunların da dahil olduğu bir gerilim söz konusu. Şu ân Türkiye’de bu gerilim var. Meselâ herkes, artık herkesin aklına geliyor; “tarafını belirle!”, “hangi taraftaysak, orada duralım!”… İş buraya gelmiş.
Yani daha anlaşılmayacak bir şey kalmadı. Hani böyle girift bir şeyden bahsetmiyoruz artık… Şartlar seni taraf olmaya zorluyor! Ve sen de tarafını belirleyeceksin!.. Tarihten, dinden, milletten gelen bir cereyanla bizim tarafımız Batı emperyalizmine, Batı saldırganlığına karşı olan taraftır! Çünkü bizim yönümüz batıdır! “Yönümüz” derken; “fetih alanımız” Batı’dır!.. Yoksa biz İstanbul’u geldik niye aldık ki?!. Malazgirt’te niye savaştık?!. Niye kalktık geldik buralara?.. İslam orduları niye geldi?.. Hedef eğer o tarafta değilse… Yani 1000 yıllık tarih niye böyle çalıştı?.. Bizim ruhumuzun, karakterimizin şekillendiği yol, o yol!..
Dolayısıyla da şu ân yaşanan gerilim, bu tercih sebebiyle… Yani “biz bu yolda devam mı edeceğiz, yoksa yolun öbür tarafından (Batı) bu tarafa doğru gelenlerle beraber olup, onların bir uç karakolu olup, Doğu’ya doğru mu sefer yapacağız, onlar adına?!” Tercih bu… Kudüs dediğin keyfiyet de, tam bu gerilimin ortasındadır! Kudüs’ü kim alırsa, yolu da o belirleyecek! Biraz böyle düşünmek lâzım.
Katılımcı: Son seçimden önce siz bir değerlendirme yaptınız; “bu seçimi kazanan sevinemeyecek, kaybeden de üzülmeyecek”…
Çok, çok güzel.
Katılımcı: Peki AKP seçimi kaybetseydi, muhalefette olsaydı?
Tersinden düşün; Kılıçdaroğlu kazanmış olsaydı, şu ân yaşanan sorunların hepsini o yaşıyor olacaktı. Dolayısıyla kaybettiği için Kılıçdaroğlu acaba şu ân üzülüyor mudur, seviniyor mudur?
Katılımcı: Seviniyordur kesinlikle…
Yani dua ediyordur, değil mi; “Allah’ım yüzüme güldün! Verdiğim sadaka herhalde bir yerde karşılık geldi” diye… Aynı şekilde burası kaybetseydi, şu ân her Cuma, camilerimizde gösteriler olacaktı, hükümet “İsrail ajanı!” olmakla, “Amerikan işbirlikçisi!” olmakla, “İslâm düşmanı!” olmakla, evet “İsrail dölü!” olmakla suçlanacak, bütün pislikler onun üzerine yıkılacaktı, bugünkü iktidar tarafından… Sonra bir “erken seçim” kotarılıp, 20 yıllık pislik unutturulup “yeniden başlıyoruz”a gelecekti… Allah, buna izin vermedi! O zaman da söyledik, şimdi de söylüyorum; sen bir hata yaparsın, iki hata yaparsın… Binlerce hata yapıp, “yahu, ben yaptım siz idare edin, ben gidiyorum!” diye bir şey yok İlâhî Adalet’te!.. Duracaksın, sorumluluğunu üstleneceksin -üstlenmesen de, sorun değil- bir hesap soran gelip, İlâhî Nizâm, İlâhî Divan, İlâhî Mahkeme bu dünyada kurulduğu zaman, bu defterler açılacak… Seçimin de öyle bir neticesi oldu. Ben sözümün arkasındayım; kazanan sevinemedi, kaybeden de üzülmedi son seçimde… Ve şartlar daha da kötüleşecek, daha bunlar iyi günlerimiz!
Katılımcı: Erdoğan en son bir açıklama yaptı; “Amerika’yla aramızda güvenlik sorunu var” diye…
Tamam, doğru!.. “Güvenlik sorunumuz var”!.. Biz de ona diyoruz ki; “bu güvenlik sorununu ortaya çıkaran şey, senin NATO üyesi olman!” Hâlbuki, NATO karşıtı bir pozisyonda dursan, onun yaptığı şeye karşı da bir hamle yapacaksın. İşte şu ân bizim, NATO’dan çıkışın objektif şartları var dediğimiz hususu da besleyen durumlar bunlar!.. Hemen çıkacaksın NATO’dan! Bugün tam zamanı!.. Kimseye bir şey sormaya, etmeye gerek yok. “Ben NATO’dan çıkıyorum!” dediğin ân çıkacaksın!.. 24 saat NATO üslerine izin vereceksin; İncirlik üssüne. “40 yıllık bir acı kahvenin 40 yıllık hatırı vardır” düşüncesiyle 48 saat olsun!.. 48 saat içerisinde terk edecekler Türkiye’yi!..
Türkiye’nin esas düşmanlarıyla ittifakı kesecekler! “Türkiye’nin esas düşmanıyla müttefik olan da düşmanımızdır!” diyecek; meseleyi “ya herru, ya merru!” noktasına getirmesi lâzım Türkiye’nin… Çünkü tarihin bu akışı, bu kötü gidiş böyle son bulabilir…
Katılımcı: Teknik bir güç ifade etmekten ziyade psikolojik üstünlüğü ele almak, bir ânda yakalamak…
Şu ân var zaten! İşte onu diyorum; var! Bu şartlar var! Yapabilirsin bunu!
Katılımcı: Birkaç cümleyle…
Birkaç cümleyle… Hatta, bunu yapmadığın zaman görebileceğin zarardan daha az zarar görebilirsin… Çünkü sen bunu yapıp bir moral-motivasyon sağladığın zaman diğer milletlere, diğer unsurlara; belki de sana ihtiyaç kalmadan herkes bulunduğu yerde işi halledecek… Bu hareketinle, bu tavrınla liderliğini perçinleyeceksin… Ondan sonra işte, “İran’la Türkiye arasındaki rekabet ortamında giden siyaset” şöyle mi olur, böyle mi olur? O böyle mi olur? Her şey, birden yerine oturur.
Katılımcı: Hacı, hocaların meseleye girişi… Siyasî meselelerle ilgili bu kadar konuşma ısrarlarını neye bağlıyorsunuz?
İsme gerek yok da… Yani bir hikmet olarak bugüne kadar yaptıkları yanlışları unutturabilecek bir ortam varken, o ortama giremiyorlar, unutturmuyorlar kendilerini… İkincisi, en önemlisi bence; “İslâm’a Muhatap Anlayış”ın niçin zaruret olduğunu, gerekli olduğunu bunlara bakarak da bizim gönüldaşlarımız anlayabilirler… Yani siyaset, sanki her kafana geleni söyleyebileceğin bir alan gibi algılanıyor. Hâlbuki siyaset bir nispet işidir!.. Nispetini kaybettiğin zaman, söylediğin her şey havada kalır ve saçma sapan olur. Ayrıca birbirini çelici olur ve bir etkileme sanatı olduğundan dolayı siyaset; sen insanları etkileyerek, hem bu dünyada hem öbür dünyada bunların vebalini almış olursun.
Katılımcı: Genelde herhalde “nispet” derken insan kendi “zan”nını, nefsini nispet eder gibi konuşuyor…
Biz daha netleştirelim; bir “hedef” diyelim. Yani “nispet” anlaşılsın diye söylüyorum; bir “hedef”… Hedef nedir?.. “İlk önce Türkiye’de, sonra dünyada İslâm’ın hâkimiyetidir”… Değil mi? Gerçek mânâda… Dolayısıyla bu hâkimiyet yolu üzerinde, olan hadiseleri değerlendirirsin. Bu hâkimiyete nispetle “kim dosttur?”, “kim düşmandır?” belirlersin… Şimdi bu yolda giderken, yolun bir aşamasında -hedef orada, onu kaybetmeyeceksin-, buna “düşman” demişsin ama iki kilometre sonra bu dost sınıfına geçmiş; bunları ayırabileceksin. Bir kavga düşün -hepiniz kavga etmişsinizdir-, şimdi bir kişiyle kavga etmek başka, iki kişiyle kavga etmek başka, değil mi? Meselâ sen biriyle kavga ederken başka bir adam gelip, gelen adamın kavga ettiğin adamın da düşman olması neticesinde, kavga ettiğin adamla ilişkinin değişmesi başka… Şimdi, siyaset böyle bir şey… Bu mânâda hem sanat, hem aksiyon… Çünkü olduğun yerde durmuyorsun… Ama şimdi buna bir şey demişiz biz, meselâ “kâfir!” demişsin adama… Adam hakikaten kâfir!.. Ama haberin yok, adam Müslüman oldu!.. Şimdi hâlâ niye “kâfir!” diyorsun adama?!. Meselâ yazmışız, ne diyelim, birinin ismi olsun, işte “kâfir Smith!”… Ya Smith artık kâfir değil!.. “Ama burada böyle yazıyor!”… Yazıyor da, Müslüman olduğu için oradaki yazanın hükmü kalkmıştır!.. Bunu anlamayacak ne var yani?!. Orada bir şey yazdı diye, adam ömür boyu öyle mi kalacak?!. Öyle bir şey mümkün olabilir mi?
Katılımcı: Bu noktada adam (bir hoca) “hedefe göre değerlendiriyorum; İran’a güvenilmez!” diyor…
Yahu hedefe göre değerlendiriyorsan; Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye bizim şu ân doğuda yapılanları niye anlatmıyorsun?!. Bu hedefle nasıl bir ilişkisi var bunun?!
Katılımcı: 30 yıldır niye susuyorsun?
BOP Eş Başkanlığı hakkında niye bir şey söylemiyorsun?.. İslâm’ın faydasına mı oldu?!. Bak ortada Müslüman kalmadı… Şöyle bir git, iki dakika İstanbul’un herhangi bir meydanında hareketsiz gözünü kapat, dur bakalım… Sana gelen intiba İslâm’ın intibası mı, yoksa Şeytan’ın intibası mı? Görelim. Böyle basit testler yapabilirsiniz yani her tarafta. Veya bak şu binaya; Allah’ı mı hatırlıyorsun, Şeytan’ı mı hatırlıyorsun?.. Yani devirleri bitti!.. Söylemeye çalıştığım o…
Katılımcı: (İHH Başkanı’nın sözü) “Tükürüğümüzle boğarız”!..
Geç onları!.. “Tükürüğümüzle boğarız” diyor, İsrail günde 1000 tane adam öldürüyor orada!.. Sen o cümleyi bitirdiğin ân, 500 tane adam ölüyor. Yani o tür sahtekârlıklara, saçmalıklara prim vermeyin!
Biz söylüyoruz: Türkiye’nin yapması gereken belli; NATO’dan hemen çıkmak!.. Reel bir şey yapacaksan, zaten tükürüğünle de boğmana gerek yok…
Katılımcı: Bunu konuş…
Bu konuşulması lâzım… Hâlâ sen niye NATO üyesisin?!. Adam (Amerika) NATO’dan çıkman için, sana daha ne yapması gerekiyor?!. Denizde gemini vurdu! Burada askerlerini vurdu! Başına çuval geçirdi! En son SİHA’nı vurdu! Anlatabildim mi?.. “Düşmanım!” dediğin adamı (PKK) destekliyor, ittifak hâlinde. Ben demiyorum ki, sen diyorsun onu!..
Katılımcı: Yunanistan Dedeağaç’ta üs kurmuş sana karşı…
Daha ne yapsın?!. Senin düşmanın olduğunu göstermesi için, bu adamın ne yapması lâzım?!. Amerika’dan bahsediyorum… Ne yapması lâzım?
Katılımcı: “15 Temmuz’un kaynağı Amerika!” diyorsun…
Yani artık lâfa bile gerek kalmayan saçmalıklar yaşanıyor ülkede… Kelâm yalama oldu! Kim ne anlatırsa anlatsın, hiçbir etkisi olmayacak. Tek etkili şey bugün aksiyondur! Gerekeni yapmaktır!.. Ahlâk da böyle gelişecek, siyaset de böyle gelişecek.
Katılımcı: “Gereken” derken?
Gereken belli; NATO’dan çıkacaksın, zaten hareket başlayacak! Durup, durup aynı şeyi söylemeye gerek yok… Yani bir hamle… Yapman gereken “kapıyı açmak”… Kapıyı aç!.. Ondan sonra içeride ne varsa, ona göre pozisyon alacaksın… Budur… NATO üyesi olurken, nasıl ki birtakım şeyler başladı hemen, değil mi?
Katılımcı: Tabiî…
Daha öncesi “Marshall Yardımları”yla filân başladı, değil mi?..
Katılımcı: Eğitimden, ticaretine kadar…
Ordunu ona göre dizayn ettin, eğitimini ona göre dizayn ettin, ekonomiyi ona göre yaptın, mimarîyi ona göre yaptın, değil mi? Hepsi başladı… Bugün de aynı… Yoksa böyle bir cesaretin, o zaman bugün bir politikacı için, iktidarda olan bir insan için, bence öbür dünyası açısından özellikle, yapılabilecek en iyi şey hemen görevi bırakmaktır… Bence bunu yapmalı!..
Çünkü yapılması gerekenin üzerinde bir tartışma yok!.. Nereden tartışırsan tartış, nereden ele alırsan al, oraya gelecek… Yani sen ülkenin, bölgenin, komşunun… Yani hem kendi menfaatin, hem komşunun… Çünkü komşunun da iyi olması lazım ki, sen o mahallede rahat yaşayabilesin, değil mi?.. Şimdi, komşularının menfaati açısından da, senin menfaatin açısından da, içerideki sorunların çözümü açısından da… Ya bugün Avrupa olmasaydı, Amerika olmasaydı acaba bizim, mesela “Kürt sorunu” diye bir sorunumuz olabilir miydi ya?!. Bölgede hiç kimse izin vermiyor, bu sorunun çözülmesine!.. Sorunlarını karşılıklı olarak kimse oturup konuşamıyor!.. Anlatabildim mi?.. Ben bir tarafım, bu bir taraf; biz ikimiz oturup konuşamıyoruz sorunumuzu çözmek için!.. Diğer bölgedeki sorunlar da öyle!.. Konuştuğu zaman bak sorun çözülüyor!..
Yani boşu boşuna binlerce, milyonlarca insanımız, enerjimiz heba ediliyor, katlediliyor, şehirlerimiz yağmalanıyor, tarihimiz yağmalanıyor, vesaire vesaire… Bunun tek çözümü budur; NATO’dan çıkmak! Hamle… İlk hamle o!.. Önemli!..
Katılımcı: NATO ile beraber demin dediğiniz gibi; ordu, eğitim, ekonomi… Özellikle de Batı hayat tarzı…
Yahu zaten “NATO” nedir?.. Yaptırım gücüdür NATO, askerî güç olarak!.. Niçin vardır?.. Politik olarak istenilen şeyleri sana yaptırabilmek için!.. Değil mi? Bunun başında da biz ne diyoruz? “Hayat tarzı” diyoruz buna… Batı hayat tarzının yaşanabilmesi için, senin askerî bir güçten korkman lâzım!.. NATO budur!.. Yani, Irak’a yapmak istedikleri, Libya’ya yapmak istedikleri, Afganistan’a yapmak istedikleri nedir? “Türkiye gibi” olmasını istiyorlar! Dolayısıyla NATO gelip sen içerisinde kaldığın müddetçe… “Türkiye’yi bombalar”… Yahu niye bombalasın?!. Burayı onlar inşâ etti zaten!.. Bu hayat tarzını onlar kurdular!.. Şimdi öbür tarafların da, “rol model” olarak, burası gibi olmasını istiyorlar. Yani kendileri bir şey çıkaramasın…
Bir Arab’ın, bir Kürt’ün, bir Türk’ün, bir Fars’ın kendi kültürü yok mu kardeşim?!. Kendi hayatına dair bir şeyleri yok mu bu insanların?.. Kendi doğruları yok mu?!. Kendi ahlâkı yok mu?!. Kendi “iyi” ölçüleri yok mu bu insanların?!. Âdeti, geleneği, göreneği yok mu bu insanların?.. Şimdi Batı hayat tarzı ne yapıyor?.. Her yerde aynı… Hani herkes aynı mağazalardan giyiniyor ya?.. Sokağa bir çıkıyorsun herkes aynı giyiniyor!.. Giyindiren kim?.. Bunlar!.. Bak hepimiz tişörtlüyüz, hepimiz kotluyuz, farklı böyle bir kıyafet giyen yok aramızda… Halbuki Diyarbakır’a gidiyordun, adamın ayrı bir kıyafeti var… Şalvarları bile ayrıydı bizim insanımızın; “Adana şalvarı” diyorsun, “Tarsus şalvarı” diyorsun… Siz nerelisiniz bilmiyorum da?
Katılımcı: Kastamonu.
Kastamonu’nun da farklı!.. Anlatabildim mi? Onların da farklı kıyafetleri vardı… Bak, şimdi hiçbir farklılık kalmadı… Her şey böyle bir standart… Tek tip!.. Sonra bunun adı özgürlük oluyor!.. Hepimiz tek tip -cezaevinde öyleydik ya- tek tip hareketler, tek tip kıyafetler… Ne oldu?.. Cezaevi işte, cezaevi olduğu için “tek tip”sin… Şimdi hem “tek tip” olup hem de “özgürüm!” demek, o NATO gücünün zorlamasıyla olan bir şey!.. Yani “ben bu hayat tarzında yaşamaya özgürüm” filan… Ne kaldı geriye bu hayat tarzından?.. Bak; ne ahlâk kaldı, ne aile kaldı, ne eğitim kaldı!.. Değil mi?.. Evlât babaya düşman, baba evlâda düşman, arkadaş arkadaşa düşman, kimse kimsenin kuyusunu kazmadan bir iş yapamıyor…
Katılımcı: “Dostluk” diye bir şey kalmıyor…
Kalmıyor… İki kişi bir araya gelip, üçüncü bir kişinin dedikodusunu yapmadan sohbet edemiyor… Dolayısıyla bunlar… Bunun dibine vurduk! Sıfır!.. Bu sıfırlandı artık!.. Bunu kabul edeceğiz. Biz bunu kabul ediyoruz.
Yeniden başlamamız lâzım!.. Bütün dünya yeniden başlayacak!.. Bizim açımızdan, bu bölge açısından “yeniden başlamanın ilk şartı”, bu NATO gücünden çıkıp, gerçekten bağımsız olduğunu göstermek!.. Yani her gün korkuyla yaşamaktansa, bir gün cesurca ölmeyi tercih edeceksin… İşte Hamas’ı şimdi eleştiriyorlar “niye öyle yaptı” diye… Adam zaten ölüyor!.. Sen burada, rahat koltuğundan adamı eleştiriyorsun, adam her gün işgâl altında zaten… İsrail her gün bombalıyor zaten, adam için rutin bir şey, fark etmiyor bu olay.
Katılımcı: Her Ramazan ayında…
Hâlbuki şu ân bu hamleyle; “ölüyorsak da, tamam! Değsin öldüğümüze!” demeye döndü iş…
Katılımcı: Mescidi Aksa’nın yıkılma aşamasına gelinmiş…
Yıkılabilir de, yıkabilirler de, o da olabilir… Geçen söyledik; kutsal mekânlar boş kalmaz!.. Sen orayı bırakırsan, gelip birisi yerleşir oraya. Bak Hıristiyanlar bile şu ân gerekli tepkiyi veremiyor. Hâlbuki onlar için de kutsal bir mekân, onlar da muzdarip bu durumdan.
Katılımcı: Amerika Dışişleri Bakanı İsrail’e gidiyor, “ben buraya Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak geldim” diyebiliyor…
Ama samimi Hıristiyanlar da bundan incindiler!.. Şimdi, daha ileriki seviyeler açısından söylüyorum; bu işin çözülebilmesi için belli Hıristiyanlarla Müslümanların ittifakı bile gerekebilir!.. İşte Rus Ortodoksluğu ile İslâm dünyası arasındaki ilişkiyi de biraz böyle değerlendirebilirsiniz… Çünkü, Mescid-i Aksa sadece bizim için kutsal değil…
Katılımcı: Yazarımız İgor Molotov da en son gönderdiği yazısında Ruslar hakkında öyle söylüyor; “hepimiz gerekirse askeriyiz” diyor.
Yani bunu bilmemiz lâzım bizim. Farklı kültürler, farklı dinler, bu işe nasıl bakıyor bunu da bileceğiz… Bileceğiz ki orada yapılan işler kimleri incitiyor… O, Batı’da işte 1 milyon kişi gösteri yapmış… Filistin’e destek gösterisi… Yani adamlar sadece “Müslüman Filistin’e destek” için yapmıyorlar. Kendi kutsal mabetlerine saygısızlık yapan İsrail’e karşı durmak için de yapıyorlar o gösteriyi. Ayriyeten Filistin’in içerisinde de Hıristiyan Filistinliler var… Yahudiler içerisinde Siyonizm’e karşı çıkan Yahudiler var. Şimdi onlar da önemli, onları da hesap etmek, bilmek lâzım.
Bütün bunları çözücü tek şey; Batının ezilen halklar üzerindeki tahakküm aracı olan o askerî aygıtını (NATO), ilk önce aygıttan ayrılmak -bizim açımızdan-, daha sonra da bu aygıtı parçalamak! Dünya çapında yapılması gereken budur!.. Şu ân bu yapılıyor. Ukrayna’da başladı!..
Katılımcı: Afganistan’da, Irak’ta, bütün suçları NATO’ya üye olduğun için yaptın.
(ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in İsrail ziyaretinde “Buraya bir Yahudi olarak geldim!” sözü üzerine, Erdoğan’ın “karşındakiler de “Ben de bölgeye bir Müslüman sıfatıyla yaklaşıyorum” derse ne diyeceksin?” sözü hatırlatılınca…)
Sen şimdi onu demeden biz ne olacağını bilmiyoruz. Adam “Yahudi’yim!” dedi. Sen de şimdi “ben de Müslüman’ım! Ve Filistinliyim, Filistin davasının arkasındayım!” de, biz de bakalım ne olacak. Ona göre de tavır belirleyelim… Yani böyle lâf cambazlığı, demagoji ile filân olmaz!.. Zaten biz ona izin vermemeye çalışıyoruz. Onları hep böyle yakalayacaksınız. Bak adam gayet açık yürekli, “ben buraya bir Yahudi olarak geldim” diyor. O zaman mermiyi yiyince rahatsız olmayacaksın. Çünkü Yahudiler mermi yiyor orada, değil mi? Öbürküne öyle diyeceksin, bu da böyle deyince, “sen de bir söyle, ona göre bakalım” diyeceksin falan, filân. Gerilim de böyle arttırılır. Ya öyle “desem, mesem” yok, de! “Ben bunu yaparsam ne olur?” diye bir şey yok. Yap!.. Bak yapıyor adam, çünkü düşman yapıyor.
*
Videoyu youtube kanalımızdan izlemek isterseniz: