TELEGRAMCI KÖPEK YURT DIŞINA KAÇIRILDI -28 ŞUBAT’IN İŞKENCECİSİ SERBEST, MAĞDURLAR HÂLEN CEZAEVİNDE-

Bugün Hürriyet gazetesinde Mehmet Karabörk adlı işkenceci polisin tahliye edildikten sonra yurt dışına kaçmış olduğuna dair bir haber yayınlandı:

TELEGRAM’IN ARANMASI GEREKEN YER

Kumandan’ın avukatlarından Sayın Zafer Şahin Bey’le, Adımlar’ın Erdal Şimşek haberine istinaden yapmış olduğumuz yazışmalar ve ilgili haberin altına onun düşmüş

BEYNE ELEKTROMANYETİK KURŞUN – TELEGRAM

Geçtiğimiz Aralık ayının 23’ünde Star gazetesinde, Kumandan’a yapılan TELEGRAM işkencesi ile ilgili olarak Ömer Emre Akcebe ile yapılan bir röportaj yayınlandı.

SAİD-İ NURSÎ HAZRETLERİ’NE RAHMET

Vefâtının 57. Sene-i Devriyesinde SAİD-İ NURSÎ HAZRETLERİ’NE RAHMET Yıllardır “beraber ıslandık bu yollarda” türküsünü söyledikleri, “ne isteyip de vermedik”leri paralel kardeşleri Fetullah Gülen üzerinden, 15 Temmuz kalkışması sonrası tam bir Ehl-i Sünnet düşmanlığıyla hedef alınan Said-i Nursî Hazretleri’ni, vefatının 57. Sene-i devriyesinde rahmetle anıyoruz. “Ilımlı İslâm” kodlu Amerikancı İslâm projesinin biri “medeniyetler ittifakı”, diğeri “diyalog” fitnesi kanadını sürdüren; İslâm’a nisbetle “siyaset yapmak”ı her türlü yalan ve aldatmanın meşru kabul edildiği Pers takıyyeciğiliyle, biri “gömlek değiştiren” iken, diğeri “gerektiğinde rahip kıyafeti giymekten” çekinmeyen; Bir yanda, İslâm’ın Mutlak olarak vâzettiği hakikatlere karşı, Amerika ve İsrail’in coğrafyamıza dayattığı “gerçeklik” içerisinde SİYASİ SORUMLU olarak Haçlı-Yahudi Saldırganlığına ortak olan BOP Eşbaşkanı’nın Said-i Nursi düşmanlığı… Diğer yanda ise NATO’culuk, İsrailcilik, Batıcılık cereyanında Beştepe’yle yarışan ve “bu işleri ben daha iyi yaparım” diye Batı’ya kendisini arz eden Fetullah Gülen’in vâzettiği, mânâsı ters yüz edilmiş, sahte bir Said Nursî bağlılığı… Bediüzzaman Hazretlerini vefat yıldönümünde rahmetle anar iken, birbirine zıt görünse de, özde bir olan bu iki sakat anlayışın zihinleri ifsad etmesinin önüne geçme noktasında bir katkısı olsun diyerek, Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun O’na dair yazdıklarından bazı bölümleri alâkalarınıza sunuyoruz. İlaveten: Devrin bir çok âliminin düşmanla istişare noktası aradığı şartlarda, Said Nursi Hazretlerinin Milli Mücadelede aktif olarak rol almış bir kahraman oluşu da gözden ırak tutulmasın… O, işgalciyle oturup diyalog yolu arayan ve iş birliği teklif edenlerden olmadığını bizzat o yıllarda göstermiştir. ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ve Said-i Nursî Hz. “Muhammed Şerif… Babamın ismi böyle koyuluyor… Hikâyesi de şu: Said-i Nursi Hazretlerinin kucağında, onun okuduğu ezan ve kulağına bu ismi seslenmesinden, yani ismi konulduktan sonra, iş nüfus memuru safhasına geldiğinde, o zamanın şartları icabı nüfus memuru bu ismin verilemeyeceğini, yasak olduğunu söylüyor ve Muhammed ismini “Muammer” olarak değiştiriyor… “Kafakâğıdı”nda: Muammer Şerif… Künyesi “Salih Bin Muhammed” olan ben de, kaderin bir cilvesi olarak bundan payımı alıyorum: Salih Bin Muammer Şerif.” (Tilki Günlüğü –Ufuk ile Hafiye-, Salih Mirzabeyoğlu, 4. Cilt, İBDA Yayınları, Shf: 25) “Gayet açık olarak söylüyorum: Bugün İBDA, Said Nursî Hazretlerinin rüyasını gördüğü bir temsil plânındadır ve bu mânâda İBDA’nın kadrosudur.” (Adımlar -1984’den 1996’ya- Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yayınları, Shf: 32) Said-i Nursi Hz. Ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek Said-i Nursi Hz.’nin talebelerinin, kendisinin Üstad Necip Fazıl’a olan ilgisini zikrettikleri iki tablo meşhurdur… Biri Necip Fazıl’ın kendisini ziyarete geldiğini işitir işitmez, yerde, hasırda oturan Said-i Nursî Hazretleri’nin etrafındaki talebelerine “hemen bir sandalye (koltuk) bulun” diye emretmesi… Diğeri de merhum Salih Özcan’ın naklettiği: “Necip Fazıl’ın çıkardığı “Büyük Doğu” mecmuası parasızlıktan bir ara kapanma durumuna geldi. Üstad bana: “Benim yorganımı satın, buna yardım edin, kapanmasın” dedi. O zamanlarda tek mucmua o vardı, Üstad destekliyordu. Necip Fazıl, Abdülhakim Arvasi’ye bağlı idi.” Sürgün altında ikâmet ettirildiği beldelerde sohbet halkaları etrafında “fertlerde imânı korumaya yönelik” irşâd mücadelesi veren Said-i Nursî Hazretlerinin, cemiyet meydanında Büyük Doğu bayrağını açan ve bu azamet tavrıyla daima düşman oklarının hedefi olan Üstad Necip Fazıl hakkındaki hissiyatını gösteren hâtıralardan sonra, Büyük Doğu Yayınlarının “Bediüzzaman Said Nursi” ismiyle yayınladığı kitaptan fragmanlar, aşağıda: Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Said-i Nursi Hz. (…) İlk düşmanları (Jön Türk)ler olmuştur. Onlar hakkında demiştir ki: – Dini incittiler! Allah’ın gayretine dokundular! Akıbetleri vahim ve hazin olacaktır! Bir aralık, siyasî faaliyeti dolayısıyla Örfî Harb divanına verildi. Harb Divanı Reisi Hurşit Paşa ile aralarında karşılıklı sual ve cevap: – Siz Şeriat istiyor musunuz, öyle mi? Şeriatçılar mürtecidir! – Eğer Meşrutiyet bir hizbin istibdadından ibaretse, dünya şahit olsun ki, ben mürteciyim! Şeriatın tek meselesi uğrunda bin ruh ve mevcudiyetim olsa hepsini fedaya hazırım. Buna rağmen, idamına kadar gitmesi mümkün olan bu muhakemeden beraat elde etmiş, hükme karşı teşekkür etmeyerek salondan çıkmış ve kalabalık bir halk kütlesi içinde ilerlerken, “Zalimler için yaşasın cehennem, yaşasın cehennem!” diye sesini yükseltmiştir. Hürriyetten sonra bazı mücahit dostlarıyla birlikte “İttihad-ı Muhammedi” Cemiyetini kurmuşlardır. Bu cemiyet ise en kısa zamanda genişlemiş, Said Nursi’nin bir makalesiyle, İzmit ve Adapazarı mıntıkasında elli bin kişi cemiyete girmiştir. 31 Mart Vak’asında da, kumandanların söz geçiremediği taburları bir nutukla itaat altına almıştır. Fakat bütün bunlara rağmen Şarkta açacağı Medresetüz-Zehra mefkûresini bir türlü tahakkuk ettirememiş, onun yerine kendisine zindanların açıldığını görmüştür. (…) Birinci Dünya Harbi’nde, talebelerinden ve gönüllülerinden teşkil edilen alayının başında, Gönüllü Alay Kumandanı unvanıyla savaşa iştirak etti. Pasinler cephesinde büyük musibetlere uğradı. Oradan Van’a geçti. Van’a yönelen Moskof saldırışına karşı, kalede, yakınlarıyla, şehit oluncaya kadar şehri müdafaa etmeye karar vermişken, gerilere çekilmesi emrini veren Van Valisi Cevdet Beyin ısrarıyla Vasıtan kasabasına ric’at etmeye mecbur oldu. Vali, kaymakam, asker ve ahâli Bitlis tarafına çekilirken, bir alay Kazan süvarisi Vasıtan üzerine hücum etti. İşte Said-ül Kürdi, bu ricali himaye etmek ve çoluk çocuğun Moskof kılıcından kurtulmasını sağlamak için, otuz kırk kadar asker ve bir o kadar talebesiyle Kazaklara mukabele etmiş ve onları durdurmaya muvaffak olarak, türlü gayretler ve tertiplerle Vasıtan’ın Moskof eline düşmesine mani olmuştur. Bu ana baba günlerinde Müslüman çocuklarını kesen Ermeni zulümlerine mukabil, Müslümanlar da onların çocuklarına aynı muameleyi tatbik etmeye kalkışınca, Said Nursî bu harekete izin vermemiş ve: – Şeriat bu harekete müsaade etmez! Diyerek, Ermeni çoluk çocuğunu din himayesinde korumuştur. Böylece kurtulan Ermeni kadın, kız ve çocukları, Moskofların yanında bulunan hemcinslerine katılmışlardır. Bunu duyan bazı Ermeni komitacıları: – Madem ki bizim çoluk çocuğumuza karşı böyle yaptılar; biz de onlarınkine artık ilişmeyeceğiz! Demişler, bu yüzden o mıntıkada daha büyük bir facianın zuhuru önlenmiştir. Derken, Muş üzerinden ricat eden ordu döküntülerinin düşman eline bırakmak zorunda kaldığı otuz topu, üç yüz gönüllüsüyle kurtarmış ve bununla Bitlis müdafaasının bir müddet devamını sağlamış ve tam bir panik havası içindeki ordu ve halk ricatinin bir parça nizam ve imkân bulmasını temin etmiştir. (…) 1918 gibi kapkaranlık bir devrede, binbir zıt cereyana karşı mücadele açıyor. Hem âza bulunduğu müessesenin içine, hem de dışına doğru mücadele… Bir taraftan, müessesenin dine uymaz temayül ve yanlış fetvalarına mukavemet ederken, öbür taraftan da bütün dalalet cereyanlarına karşı koymaktadır. (…) Bir gün Riyaset Divanında Meclis Reisiyle fikir teati ederken aralarında şöyle bir muhavere geçti: Meclis Reisi- Sizin gibi kahraman bir hoca, tam aradığımız insandır. Bu yüzden sizi, yüksek fikirlerinizden faydalanmak için davet ettik. Fakat siz, gelir gelmez, namaza dair beyannameler neşrederek aramıza ihtilaf düşürdünüz. Bediüzzaman’ın mukabelesi, gayet kat’i ve sert oldu: – Namaz kılmayan haindir! Hainin hükmü merdûttur! (…) Meclis Reisiyle aralarında geçen bir konuşma daha: Meclis Reisi- Heykel hakkındaki fikriniz nedir? – Heykel, asla Şeraite uymayan, taş halinde dondurulmuş ve put şeklinde çizgileştirilmiş bir benlik ve nefsaniyet abidesidir. (…) Bediüzzaman, Isparta ve havalisinde uzun bir müddet kaldıktan sonra (1935), ….. “gizli cemiyet kurmak, halkı hükümet aleyhine çevirmek, isyana davet etmek” ithamiyle, Eskişehir Ağırceza Mahkemesi’ne sevk ediliyor. Muhakeme neticesinde, hakkındaki ithamların çoğundan beraet ediyor, fakat Kur’an’daki tesettür ayetinin tefsiri olan yazı münasebetiyle bir seneye mahkûm ediliyor. Derken, Denizli Ağırceza Mahkemesi… İtham yine aynı, fakat bir parça daha tafsilatlıdır: (…) Bediüzzaman’ı hapishanede zehirlemeye kadar ileriye gidiyorlar. Fakat o, ilahî bir lütuf ve muhafazayla bundan masun kalıyor. Said Nursî, aldığı beraat kararına rağmen, idareden (!) Afyon vilayetine bağlı Emirdağ kazasında ikamete mecbur ediliyor. Serbest, fakat esir!.. Her an yayılmakta devam eden tesiri… Yine aynı gayzın şahlanışı… Haydi, bu defa Afyon Ağır Ceza Mahkemesi’ne… Adeta o günün devlet ve hükümet ölçüsü, Bediüzzaman’ın suçunu değil, mutlaka onu mahkûm edecek olan hakimini aramaktadır. Yine hapis, yine işkence, yine facia… Yerine getirilen uzun tetkikler neticesi, hiçbir suç unsuru bulunamıyor. Fakat mahkeme, hâkimlerin takdir ve vicdan ölçüsüyle (!) kararını veriyor: Said Nursi’ye 20 ay, arkadaşlarından bir ilim adamına 13 ay, yirmi dört kişiden birkaçı müstesna olarak geriye kalanına da 6’şar ay hapis cezası!.. (…) Yine muhakeme… Suçlulardan(!) müdafaaları soruluyor. Şöyle diyorlar. – Nakız kararına uyulmasını istiyoruz! Üstad ise şu mukabelede bulunuyor: – Ben kardeşlerim adına, temyiz kararına uyulmasını, kendi adıma da eski kararda ısrar edilmesini ve cezalandırılmamı istiyorum! (…) Rus başkumandanı, esirler kampına geliyor ve esirleri teftiş ediyor. Teftiş esnasında Bediüzzaman, etrafında pervane gibi dönülen başkumandana hiçbir saygı tavrı göstermiyor ve yerinden kalkmıyor. Başkumandan hayretle tercümanına sorduruyor: – Herhalde kumandanı tanımadınız! – Tanıyorum. (Nikola Nikolayeviç)tir! – Şu halde Rus ordusuna ve dolayısıyla Rus Çarına hakaret ediyorsunuz! – Hakaret etmiyorum! Fakat ben bir Müslüman âlimiyim! İmanlı bir kimse, Allah’ı tanımayan her adamdan üstündür. Ben böyle birine, rütbesi ne olursa olsun, kıyam edemem! – Bu hareketiniz idamı muciptir! – Sizin idam kararınız, benim sonsuzluk âlemine intikal etmem için pasaport hükmündedir. Rus Harb divanı, Bediüzzaman hakkında idam kararı veriyor. Tam hüküm infaz edileceği sırada, büyük Müslüman, namaz kılmak için müsaade istiyor. Bu müthiş levha yerine geldikten sonra, Rus Başkumandanı yetişerek şu tüyler ürpertici ibret sözlerini sarfediyor: – Hareketinizin, din ve mukaddesatınıza olan bağlılıktan ileriye geldiğini anladım ve sizi affettim. Ayrıca sizden af rica ederim! Ve idam kararı geri alınıyor. (…)