MİRZABEYOĞLU ÜLKENİN EN SAMİMİ MÜSLÜMANI

MİRZABEYOĞLU ÜLKENİN EN SAMİMİ MÜSLÜMANI

Öncelikle Taylan Bey; geçmiş olsun demeyeceğim, gazanız mübarek olsun diyeceğim.

Çok teşekkür ederiz.

Bundan 22 sene önce, 1991’de 1. Irak İşgali’nde Sayın Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşları, emperyalizmin işgaline uğrayan Irak’ı savundukları için “Irak Casusu” suçlamasıyla tutuklandılar. Ondan 22 yıl sonra siz yani ÇHD (Çağdaş Hukukçular Derneği) olarak emperyalizmin saldırısını uğrayan Suriye’yi savunduğunuz ve desteklediğiniz için “Suriye Casusu Örgüt” ithamıyla –en büyük ithamlardan bir tanesi buydu- tutuklandınız. 22 yıldan bu yana direniş açısından bölgeyi bir değerlendirir misiniz?

Öncelikle Salih Mirzabeyoğlu’nun adı geçtiği için, kendisini sevgiyle anıyorum. Biraz önce basın toplantısında da bahsettik; “bu yargı sistemi yama tutmaz, bu yırtık yama tutmaz. Kamuoyunun bildiği bazı kişilerin, davaların veya iktidar içi çatışmanın sonucu olan bazı davaların içinin boşaltılmış olması, gerçek bir özgürlük havası değildir. Hâlâ binlerce insan içeride yatıyor. Özgürlüğünden haksız yere mahrum bırakılmış durumda” dedik. Şüphesiz bunlardan bir tanesi Salih Mirzabeyoğlu. İktidara geldiği günden itibaren, 12 yıl boyunca 28 Şubat’la, darbecilerle hesaplaştığını söyleyen bir iktidar tasarrufuna neden olduk. Bu tasarrufu gördük. Kişisel ikballeri için tek günde yasa yapan bu iktidar, meclis aritmetiği olarak çok güçlü siyasal bir iktidar sözkonusu. Ama bu siyasal iktidar, oylarını aldığı, Müslüman kitleye ihanet ediyor. 28 Şubat zulmünün hedefindeki insanları görmezden geliyor. Bunların başında da Sayın Salih Mirzabeyoğlu var.Kendisini bu ülkenin en samimi müslümanı (Salih Mirzabeyoğlu) olarak değerlendiriyorum. Çünkü kişiler amellere göre ölçülürler. İşte bu telefon tapelerine yayılan o iğrenç şeyleri ağzıma almak istemiyorum. İşte inançlı insan bunun için savaşan insandır. O insanlar içeride. Bence AKP’nin sonunu getiren işte odur. Kendisine ihanettir. Kendisinin üzerine bina ettiği anlayışa, o anlayış üzerine iktidara geldi. Fakat o anlayışın, zulmün kaynağına hiçbir şey yapmadı. Onu temizlemedi. O nu temizlemediğinin bence bu memleketteki en görünür işi Salih Mirzabeyoğlu’dur. 28 Şubat’la öyle hesaplaşılmaz. O dönemde halka zulmedenlerin, halkın inançları nedeniyle işkence, tutsaklık, ağır ceza tehditleri savuranların elbette cezalandırılması gerekir, sendikacılara kadar. Bunda hiç problem yok. Ama buradaki samimiyet ölçüsü Salih Mirzabeyoğlu’dur. Salih Mirzabeyoğlu’nun derhal serbest bırakılması lazım. Özgür bırakılması lazım. Bu vesileyle Salih Mirzabeyoğlu’na ilişkin özgürlük talebini dile getirmiş olayım. Bu fırsatı değerlendireyim.

Sorunuza gelince, Fukuyama, Hamilton ve Yeni Dünya Düzeni doktrini ideologları, 1990’dan sonra, bunlar tüm dünyaya, artık ideolojilerin bittiğini ilân ettiler. Ama biz o tarihten itibaren dünyanın farklı coğrafyalarının bir kan gölüne dönmüş olduğunu gördük. Elbette ki bunun başlangıcı da 1991’deki Irak işgalidir. Ve daha sonra Saddam Hüseyin ve Irak’ın işgalini 2001’de hepimiz yaşadık. Ben bir Sosyalistim. Bunu hemen belirteyim. Biliyorsunuz Sosalistler şöyle okurlar, derler ki; çelişki ezilenlerle-proletaryayla sermaye sınıfı arasındadır. Ama emperyalist dönem için bir temel çelişki var. Bir baş çelişki var. Bu baş çelişki emperyalizmle direnen halklar arasındadır. Barikatın hangi tarafında durduğunuz önemli. Ezilenlerin tarafında mı duruyoruz, diğer tarafta mı duruyoruz? Bize göre barikatın bu tarafında duranların eksiğinin yönünde, barikatın diğer tarafında duranların tamının hükmü yok. Eğer barikatın bu tarafında Irak varsa, barikatın bu tarafında Suriye varsa, ezilenler varsa, yoksullar varsa, buranın eksiğinin karşı tarafın tamının yanında hiçbir hükmü yok. O eksik önemli değil. Bize ait bir eksiktir. Biz bununla savaşırız, direniriz. Elbetteki biz Saddam Hüseyin’in her şeyini beğenmiyoruz. Elbetteki biz Kaddafi’nin her şeyini beğenmiyoruz. Elbetteki biz Esad’ın her şeyini beğenmiyoruz. Ama emperyalizm karşısında bu milletlerin kendi kaderinin tayin hakkına inanıyoruz. Elbetteki Saddam’la, elbetteki Esad’la, elbetteki Kaddafi’yle hesaplaşılacaksa, bunu oranın halkları yapar. Emperyalizm, ABD tüm dünya üzerinde bir korku imparatorluğu kuramaz. Emperyalizmin müdahale etiği, emperyalizmin katlettiği her şeyin biz karşısında yer alırız. Emperyalizm bizim düşmanımızdır. ABD, o büyük şeytan bizim düşmanımızdır. Dolayısıyla emperyalizm nereye saldırıyorsa, Kaddafi’ye saldırıyorsa biz Kaddaficiyiz, eğer Esad’a saldırıyorsa biz Esadcıyız, eğer Saddam’a saldırıyorsa biz Saddamcıyız. Bunu da savunuruz. Ha döneriz bunları eleştiririz de. Saddam, Kaddafi, Esad dört dörtlük müdür? Hayır. Ama emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin tasavvur ettikleri dünyanın bir yıkım olduğunu, her açıdan, kültürel olarak, sosyal olarak bir yıkım olduğunu daha ne kadar yaşayacağız. İşte Libya… Libya bir çadır devletine dönmüştür. Çeteler tarafından yönetilmektedir. Fransa –ELF- Libya’nın petrolüne el koymuştur. Bu insanlar açlıktan ölüyor. Bu insanların sağlık, eğitim, barınma… Bu insanların tek bir sorunları yoktu. Kim bana Kaddafi kötü bir adamdır diyebilir. Bunu emperyalistler diyemez bana. Irak işte Irak… Her gün bombalar patlıyor, her gün insanlarımız ölüyor. Her gün insanlara tecavüz ediliyor. Ebu Gureyb’i görüyoruz. Kim bana Saddam dönemi daha kötüdür diyebilir? Bunu diyebilir misin? O yüzden, dünyanın tüm okları size dönse de, işte Salih Mirzabeyoğlu’nun 1991’de Irak saldırısı önünde yaptığı odur. Dünyanın tüm okları üzerinize döner. Herkes size saldırır. Çünkü zor olan odur. Zor olan güçsüzün, ezilenin, yoksulun yanında durmaktır. Şimdi ben İslâmiyet anlayışını da başka bir yerden kurmamız gerektiğine inanıyorum. İBDA hareketini de o yüzden takip ediyorum. O yüzden özgürlük istiyorum. Sizin dininiz size, benim dinim bana anlayış… Evet yoksulların dini başkadır. Ebu Zer’lerin, Ebu Hanife’lerin… Ebu Hanife’yi düşünün… Ebu Hanife fetva vermediği için zindana atılıyor. Arkadaşları kendisiyle gelip konuşuyorlar. Diyorlar ki; “İmam-ı Azam yapma. Küçük bir devlet görevi kabul et”. O da hayır diyor ve öyle canını veriyor. İşte zulme karşı… Herkes Ebu Hanife’nin mezhebinden geliyor değil mi? Bu iktidar da Hanife… İşte Ebu Hanife’nin yolu budur. Bunu takip etmemiz lazım. Benim izlediğim ve anladığım İslâmiyet budur işte. Bugün İslâm anlayışını kim takip ediyor? Bunlara ben inanmadım. Ben 28 şubat sürecinde üniversite öğrencisiydim. O zaman sol içerisinde de Genelkurmay’a yedeklenen, MGK solculuğu yapan çok insan vardı. Onlarla çok mücadele ettik, çok savaştık. Ben Başörtüsü eylemlerine katıldım. O dönemde Genelkurmay’a diz kıranların hesap soracağına ben inanmadım. O süreçte savaşan ve mücadele eden, kim ne derse desin İBDA… Nicel gücümüz az olabilir. Hiç önemli değil. Ama doğruyu, haklıyı, adaleti savunmak, bu tarihsel bir iştir. Üç kişisiniz-beş kişisiniz hiç önemli değil. O yüzden 20 kişiyle yapılan eylemi ben hiç yüksünmüyorum. 5 kişiyle de eylem yapılır. Hiç önemli değil. Biz bunu aşacağız. Ben buna inanıyorum. O yüzden ben Bolu Cezaevi önündeki eylemleri okuyorum, takip ediyorum. Allah Razı olsun. Tüm oklar üzerine gelmiş. Bir tarafta din tüccarlığı var, Fethullahçılar… İşte bak ona karşı savaştı. AKP onunla kol kola giderken, herkes Fethullah’ın önünde diz kırarken, Fethullah’ın Amerikancılığı vurgusu 3-5 yerde vardı. İslâmcı cenah kendi kendini bir körlüğe hapsetmişti. Ama hapsetmeyenler de vardı. Onlar savaştılar, onlar direndiler. Ben bunun tarihsel bir şey olduğuna inanıyorum. Biz kazanacağız. Çünkü biz haklıyız. Çünkü Biz inanıyoruz. Şimdi ben Halifeler dönemini incelediğimde bunların Müslüman olduğuna inanmadım.  Politik olarak bu hakkı da kendimde buldum. İnanç olarak değil ama, politik olarak bu hakkı kendimde buldum. Dedim ki; okuryazarlığımız var. Bu, bu değildir. O yüzden ben bizim kazanacağımıza inanıyorum. Az olabiliriz, hiç önemli değil. Dergimiz 100 satar, önemli değil. Basın açıklamamızı 20 kişiyle de yaparız. Hep dayak yeriz, dayak yiyoruz. Yiyelim. Ama bir gün, bak işte neler yıkılıyor? Halk yıkıyor, Allah yıkıyor. Neye inanıyorsak… İşte Fethullah yıkıldı bak. İki yıl önce bunu diyebilir miydik? Kim derdi bunu? Herkesi hapishaneye atıyordu. Bunu diyenler. İşte bu iktidar, Yakup Köse’lere ceza veriyor, Kâzım Albayrak’lara ceza veriyor. Salih Mirzabeyoğlu hâlâ içeride yatıyor. Kim bunu onaylayanlar? Fethullahçılar-AKP. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir kardeşlik olabilir mi? Bırak kardeşliği, namussuzluktur. Artık buna diyecek bir şey yok.

Müslüman olduğunu iddia ediyorsun ama zulmediyorsun. Şöyle diyelim; hem bu düzenin zulmünden şikâyet ediyordun. Bir şekilde iktidara getirildin. Aynı zulmü sen Müslüman görüntüsü altında devam ettiriyorsun. En başta da Müslüman olduğunu söyleyen insanlara ve diğer insanlara…

Bunu –dini- politik araç olarak kullananlar çok oldu. Hristiyanlar arasında da oldu. Museviler bunu hep yaptılar. Müslümanlar içerisinde de bunu yapanlar var. Yani dini bir araç olarak kullananlar. Bir kilise tarzı örgütlenenler. Yani kendi dünyası için, kendi ameli için, kendi hesabı için değil, bu dünya için, bu dünyanın iktidarı için, zenginliği için kilise gibi örgütlenenler. Fethullahçıların Müslümanlıkla ne ilgisi var. Fethullahçılık kilisedir. Kilise gibi örgütlenmedir. Ben şunu alayım, bunu alayım. Diğer taraf umurunda değildir. İşte ondan sonra “Bakara-Makara” yazar.

İktidar sizin esir alınmanızla alakalı direkt cemaati suçladı. Sanki cemaat suçlu, iktidar masummuş gibi… Bu konuda siyasi iktidar sorumlu değimlidir? Bu konu hakkında ne diyeceksiniz?

Öyle tabi. Bu az buçuk siyaset bilen birinin yutacağı bir şey değildir. Yani bindirilmiş kıtaları bununla ikna edersiniz. Allah kahretsin, hırsızlığı zekat olarak nitelendirmeye varabilecek kadar dini kirletenler bunu yutarlar, ya da yutmak isterler. Bunu aklı olan, inancı olan birisi yer mi? Bu sürecin tamamını AKP idare etmiştir. Sürece refakat etmiştir. Birbirlerini kullanmışlardır. Birbirlerinin çıkarları ortaklaşmıştır, devam etmiştir. Çıkarları çatışmıştır. Bunlarınki, zenginlik, pay kavgasıdır. Bir varlık kavgasıdır. O kavgada bozuşmuşlardır. Bu iş bu kadar basittir. Bunun siyaset üzerinden okunacak tarafı da yok.

Zalimlerin durumunu seçmek durumunda değiliz.

Evet. Ben şuna inanıyorum: 18. Yüzyılda sokaklarda barikatlar vardı. Bugün de bir barikat olduğuna inanıyorum. Belki fiziksel bir barikat değil. Zihinlerimize oluşan bir barikat var. Bir tarafta ezilenler, mazlumlar, adalet için savaşanlar –renkleri başka, dilleri başka, inançları başka- , diğer tarafta da zalimler var. Biz her zaman barikatın bu tarafında olduk. Mesela biz Salih Mirzabeyoğlu meselesinde hep ilgilendik. Kalbimiz ve aklımız hep orada oldu. Büyük adaletsizlik. Bir adaletsizliği söylerken onu söylememek büyük bir haksızlıktır, günahtır. Mesela kendi cenahımızdan “Salih Mirzabeyoğlu’nu neden savunuyorsunuz” diye bizi eleştirenler vardı. Böyle bir anlayış olabilir mi? O yüzden bizim kafamızda bir barikat var. Halkın kurduğu bir barikat. Mazlum ve yoksulların kurduğu bir barikat. Biz barikatın bu tarafındayız. İnanan insanlarımızla siyaseten bir aradayız demiyoruz. Onlarla birlikteyiz. Onlarla birlikte dövüşüyoruz. Çünkü saygı ötekileştirmektir. “Onların inancına saygı duyuyorum” diye bir şey olamaz. Biz zaten birlikte kolkola yürüyoruz. Biz hapishanedeyken, sağ olsun Şükrü Sak bize 2-3 kez yazdı. Avukat Güven Yılmaz defalarca geldi. Avukat Ahmet Arslan geldi. Bunlar bizim yoldaşlarımız. Ben şunu açıklıkla Güven Yılmaz’a benim yoldaşımdır diyebiliyorum. Çünkü adalet için savaşıyor. Birbirimizin birikimini birbirimize aktardığımız da oldu, tartıştığımız da oldu. Ama biz kolkola yürüyoruz. Ben hep buna inandım. Ayrıca Güven Yılmaz’ı kardeşim kadar da severim. Ali Rıza Yaman’ı da severim. Çünkü bunlar adalet mücadelesi yapıyorlar. Nasılki kendi sosyalist arkadaşlarımla yazıştım, Şükrü Sak’la da yazıştım. Nasılki sosyalist yayınları okuyorsam, düzenli Baran da okuyordum. Kazım Albayrak’ın Kürt bölgesi ziyareti için, “ne güzel bir şey. İşte bu işler böyle olmalı. Buralar ve bu işler cemaat ve başkalarına terk edilmemeli. Azız ama yorulacağız. Yine de gitmeliyiz. Çünkü buralar bizim değerimiz. Oradaki yatırlar da bizim değerimiz” diyordum. Hep böyle baktık. Bundan sonra böyle bakmaya da devam edeceğiz.

Çok teşekkür ederiz. Tekrar “gazanız” mübarek olsun.

Sağolun. Tekrar teşekkür ederiz.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: