“İslâma Muhatap Anlayış”a Dair: 7

“İslâma Muhatap Anlayış”a Dair: 7REKLAM

“İslâma Muhatap Anlayış”a Dair: 7

Selim GÜRSELGİL

 

EBU DAVUD – I

İslâm’ın en güvenilir kaynaklarından biri de Ebu Davud’dur. Çünkü üzerinde hiçbir şübhe izi bulunmayan en güvenilir hadisleri derledi. Onbinlerce rivayet içinden eledi ve “işte bunlar sahihtir” diye ortaya koydu. Bu hususta çok teknik bilgiler verebilirim, biyografik ayrıntılar dökebilirim, güzel hikâyeler anlatabilirim. Ama ben işin daha çok muhâkeme usûlüyle ilgilenmek istiyorum.

Evet, hadislere bakış ve anlayış çarpıktır bugün. “Siyah köpek şeytandır hadisi” tartışmasında göreceğimiz gibi, muradı anlaşılmayan, mânâsı kapalı kalan pek çok hadis mevcuddur. Bunlara mantık düzleminde bakıldığı takdirde aralarında çelişkiler bulunabilmektedir. Akla aykırı rivayetler görülebilmektedir. Ama bu işin tabiatından gelir. Hadislere öyle rastgele ve bu işin altyapısından habersiz şekilde el atılamaz. Hadis ayrı bir ilimdir, hadis usûlü ayrı bir ilimdir, fıkıh yine ayrı bir ilimdir. Ve benim başından beri buradaki hadis inkârcılarına itiraz ettiğim asıl nokta burasıdır.

Şimdi sen bir hadisi alıp olduğu gibi kullanamazsın ki… Hadis sana bir anlayış verir. Verirse verir, vermezse sana hitab etmemiştir. Bu sözlerle şunu anlatmak istiyorum: Müslümana yapma mükellefiyeti yükleyen şey, hadisin metni değil, -onun pratik bir karşılığı olan- fıkıhtır. Hadisler fıkhın içinde sistematize edilmişlerdir. Müslüman fıkıhla, daha açıkçası, müslüman mezheb imamının içtihadıyla amel eder. Mezhebleri aradan çıkardığın zaman, hadisler üzerinde âlimlerin tartışmalarını, içtihad farklarını dikkate almadığın zaman, bir tek hadis metinlerine bakarak hiçbir şey yapamazsın. Namaz bile kılamazsın.

Bakın, bir misal vereyim: Allah Resûlü bir gün bir bahçede çalışanları görüyor. “Ne yapıyorsunuz?” İşte, hurmaları aşılıyoruz. “Aşılamayın” buyuruyor. Şimdi diyelim ki, bu hadiseye Ebu Hureyre Hazretleri şahid oluyor. Ve rivayet ediyor: “Allah Resûlü hurmaları aşılamayın buyurdu!” Ama hadise devam ediyor. Allah Resûlü birkaç gün sonra yine aynı yere gidiyor. Bakıyor, aşılamayın buyurduğu hurmalar kurumuş. Gülümsüyor, ilk söylediği sözünü geri alıyor ve bu sefer “Hurmaları aşılayınız, sizler dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” buyuruyor. Diyelim ki, bu sefer orada Ebu Hureyre yok da Enes bin Malik Hazretleri var. Ve o da bu hadiseyi rivayet ediyor: “Allah Resûlü hurmaları aşılayın dedi!

Şimdi bakın, burada, neler vardır: Birinci durum ile ikinci durum arasındaki çelişik görünen olay, işin bütünü ve bağlamı göz önüne alındığında muazzam hikmetler barındırır. Bu hadiseye, kendi usûlü dairesinde, bir sistem içinde bakan kimse, birinci durum ile ikinci durum arasındaki bağlantıyı görür; birincisinin, ikincisini hazırlamak üzere bir vesile teşkil ettiğini anlar. Dünya işlerinde gaibden haber vermenin olmadığı, dünya işlerinin tecrübeyle, yani o işin öz deneyimiyle bağlı olduğunu ve bunun da “Sünnetullah” olduğunu düşünür. Ve onun anlayışında her şey yerli yerine oturur. Hâlbuki hadiseye bu anlayışla bakmayan kimse için “aa, çelişki var!”, “aa, akla aykırı bir durum var!” Sonsuz geviş getirme bahaneleri vardır.

Ben şimdi bu işlere lüzumundan fazla dalan arkadaşları biraz anlıyorum. Eskiden kızıyordum ama, düşününce daha iyi anlıyorum. Onlar, aklın gelişmeleri karşısında dışarıda kalmak, modern çağda çağdışı bir inançla görünmek istemiyorlar. Dışarıdaki herifler bu çelişkileri gösterince boğulacak gibi oluyorlar. Çözüm olarak da hadisleri kaldırıp atmak ve yalanlamak gibi kolaycı bir yol seçiyorlar. Hâlbuki bu yol kolay olduğu kadar dindışıdır ve küfürdür. İslâma Muhatap Anlayış’ı anlasalar, İslâma Muhatap Anlayışın yenilenmesi dâvâsının gereğini kavrasalar, hadisler onlara zül gelmeyecek, tam aksine anlayışlarını arttıran, bütün bütün imân zevki veren bir sûrete bürünecek. Hadis reddiyeciliğinden küfre girmek yerine, onda imânın sayısız hikmetlerini bulacaklar; sadece İslâma Muhatap Anlayış‘ı anlasalar…

Hadisler, ne boş sözlerdir, ne de uydurma. Her hadiste binbir mânâ vardır. Bunları ehli bulur ve ortaya çıkarır zaten. Fakat herkesin ehil olmadığı bir gerçektir. İki sebebden: Birincisi, hadisler, hayatın dinamik yapısı içinde Kur’ân’a Muhatap Anlayış’ı gösterdiklerinden, Kur’ân’daki gibi kesin ifâdeler hâlinde gelmemişlerdir. İkincisi, modern insan, onlara, dilinden anlamayacak kadar yabancılaşmıştır. İslâma Muhatap Anlayış uçmuştur; hem de yeni değil, 500 yıllık bir çürüme süreci hâlinde uçmuştur. Böyle olunca hadislerin birçoğu mitolojik hikâyeler gibi görünmektedir günümüz anlayışına…

Meselâ mitolojide okursunuz: İşte Zeus, boğa kılığına girip Europe‘yi iğfal etti, bundan Minotaurus doğdu… Günümüz insanı bunu seks hikâyesi gibi okur. Hâlbuki adam orada kutsal tarihinden veya kâinat sırlarından bir şey anlatmaya çalışıyor. Nitekim o kültürün insanı bunu anlıyor ve bunun üzerine bir dünya bina ediyor, bu uğurda âyinler yapıyor, kurbanlar kesiyor. Ama senin için bu mânâları ifade etmiyor ki bu; onun ehli için, muhatabı için ediyor.

O kadar uzağa gitmeye gerek yok. Şundan 60-65 sene önce, Üstad Necip Fazıl, hükümete hitaben “Amerika’ya karşı nazlı bir sevgili gibi davranmalı” dediği için bugün bazı kesimler kıyametleri koparıyor. Hâlbuki ben hem o günün şartlarını, hem de Üstad Necip Fazıl’ın mânâsını az çok anlayan biri olarak, bundan pek de gocunmuyorum. Anlıyorum ki, Üstad, burada, amiyane tabirle “yakın ol ama kendini verme” diyor; “Amerika ile müttefik olmaya mecbursan bile, onun kültürünü alma, Amerikanlaşma” diyor. Zaten metnin tamamında da bu anlatılıyor. Ama buradan bakan adam, ne metnin tamamını görüyor, ne de sözün mânâsını anlıyor, basıyor yaygarayı: Aa, sevgili ol dedi!.. Bakın, bunu bu şekilde anlar ve eleştirirseniz, ben ona bir şey demem. “Evet, Necip Fazıl böyle diyor ama, Amerika yerine Rusya demeliydi!” O ayrı bir tartışma konusu. Ama burada tutup, lâfı kıçından anlayıp, “Necip Fazıl da çok Amerikancıymış!” Çüş derler eşeğe. Eşeğin oğluyla tartışacak ne var, basarsın tekmeyi gider.

Zannediyorum mesele anlaşılmıştır. Hadisler, onların mânâsına yabancı bir kafayla mıncıklanamaz. Ahkâm (yapma mükellefiyeti getiren) hadislerin mânâsı “fıkıh içinde” anlaşılır; zaten fıkhın mevzularına göre tasnif edilmişlerdir. Anlayışa hitab edenlerin de lisânına ve kültürüne âşinalık şartı vardır. Meselâ o günün dünyası içinde bir deyim vardır, bugün farklı bir anlam kazanmıştır veya bugün ortadan kalkmıştır veya tercüme / meal içinde sırrı kaybedilmiştir. Onu bilmedin mi, maymun gibi bak dur. Meselâ İbn-i Ömer yoluyla gelen bir rivayet, Sünen-i Ebu Davud’un Büyü bahsi 56’ıncı babında 3462 numarayla şöyle kayıtlıdır:

-“İğne usûlüyle alış-verişte bulunur, sığırların peşine düşer, ziraate razı olur ve cihadı da terkederseniz, Allah size öyle bir zillet verir ki, dininize tekrar rücû etmedikçe o zilleti kaldırmaz.

Ne demek “iğne usûlüyle alışveriş”? İnce ince para hesabı yaparak mı? Dışarıdan bakan kimse buradaki mecazı, deyimi görmeyip buna “sırtılacak bir şey” gibi baktığı için de bizimkisi çığlığı basar: “Yok canım uydurma onlar. Hadisler hepsi uydurma… Başka örnek verme sakın. Konuşmayalım bu konuyu…” Bu mudur yani? Değildir bu. Muteber hadis kitablarında yer alan rivayetler arasında uydurma hadis bulamazsınız; mânâsı kolay anlaşılan veya zor anlaşılan hadis bulabilirsiniz. Zira bunlar yüzlerce yıl, binbir imbikten geçirilerek kitablaştırılmıştır. 

Hayır, fotoğrafın bütününe bakmak çok mu zor? Nedir: Kur’ân ve Sünnet, İcmâ ve Kıyas birbirine zıd şeyler değildir; birbirini açan ve bütünleyendirler. Herbirinin nasıl anlaşılacağı hak mezhebler içinde gösterilmiştir. Yeri belirlenmiştir. “Şu farzdır, bu sünnettir, bu mendubdur, şu müstehabdır”… Bunların üstüne tasavvuf yolunu, yani hikmeti ilave edin. İmanın hakikatini yaşayan kimse için bunlar arasında bir çelişki yoktur; hepsi ayrı bir yönüyle İlahî hakikati gösterir ve ölçülendirirler. Çelişki, günümüz insanının kafasındaki kaostadır; her şeyi bağlamından koparmış, mânâsından düşürmüştür o… La Guernica’yı boya çanağındaki rastgele renk karmaşasından ayıramaz; aynı şey zanneder.

İsteyene daha çok şey konuşurum bu sadedde. Hadisler başlangıçta neden kaleme alınmadı, hadis işi sahabîlere niçin netameli göründü, 200 sene sonra ne diye yazılı hale getirilmek istendi, ne oldu, nasıl oldu? Ama bunların hepsi cevablanmış sorulardır; yeni ortaya çıkan meseleler değil… Siz iyisi mi ortaya çıkardığınız eserinizle mutlu olun: Burada beni sonunda molla edeceksiniz dedim dedim dinlemediniz, bak ne oldu şimdi?

6 Nisan 2013

 

EBU DAVUD – II 

Bak hâlâ bu başlık altında saçma sapan lâflar ediliyor. Ya ben bunlara hastayım; Kur’ân’dan acaib hükümler çıkarıyorlar kafalarına göre. Misâl: “Allah kuluna yetmez mi” âyetini görünce, hemen atladılar: “Evet, yeter…”

İllâki öyledir de, bu âyet sana hayvan mutluluğu vermesin diye, Allah onunla birlikte akıl ve fikir de vermemiş mi? Öyle ya, nerede esere, nerede müessire bakacağını bilmek lâzım. Sizin kafadan gidersek, siz daha dünyaya gelirken bozuluyor ölçü: Allah kuluna yeter de dünyaya gelmek için neden bir anaya, bir babaya muhtaç oldun? Allah kuluna yeter de, Kopernik olmasaydı dünyanın yuvarlak olduğunu, Newton olmasaydı yerçekimi kanununu bilmeyecektin!

Dinde de bu böyledir: Allah kuluna yeter ama, bu söz öyle saçma sapan anlaşılmasın diye Allah, Peygamber göndermiştir. Zâtını bildirmek için ilimler halk etmiş, âlimler yaratmıştır. Her şey sebebler içinde, vesileler ve vasıtalar içindedir; sünnetullah ve âdetullah… Sen bunlardan muaf mısın yani? Sen Allah’ın zâtıyla mı muhatabsın yani? Şu kadarcık şeyi bana bildirmek için bile harflere, kelimelere, internete, bu portala muhtaçsın; niye bunlara başvuruyorsun, Allah sana yetmiyor mu?

Yahu bu Mustafa İslamoğlu ile Edip Yüksel‘in zehirlediği tipler, bazen bakınca bana biraz zeki imiş gibi görünüyorlar; bazen de böyle komik şekilde önüme çıkınca beni orantısız güç kullanmak zorunda bırakıyorlar. Sonra ben üzülüyorum. Üzmeyin lan beni bu kadar! Haddinden fazla salak olmayın!

Hakikaten üzülüyorum: Ne kadar geri zekâlılık varsa gençlik arasında prim yapıyor!

6 Nisan 2013

EBU DAVUD – III 

Öyle anlaşılıyor ki, bu portalda bu büyük İslâm âliminin az sayıda olan hayranlarından biriyim. Azınlıkta olmak beni rahatsız ediyor mu? Etmiyor. Çünkü biliyorum ki, kuru kalabalık hiçbir şeydir, hakikat her şeydir. Ben diyalektikçiyim; diyalektikte demokrasinin çoğunluk kuralları değil, hakikatin kendi mantık kuralları geçerlidir. Ben karşıtımla temasa gelmekten hoşlanırım; fikir sahibi olduktan sonra en uzağımda da olsa değerini bilirim, severim. Ama iş mantık sınırları dışına çıkıp taassuba döndü mü, hemen bırakıp kaçarım. Yenilgiyi kabul ederim. Çünkü mantığın taassuba kılıcı işlemez. 

Şimdi bu arkadaşlar beylik bir klişe tekerleyip duruyorlar. Nedir? “Allah ile kul arasına kimse giremez.” Eyvallah bu sözün bir yeri var, inkâr edecek değilim. Ama sizin kasdettiğiniz mânâ içinde hiçbir anlamı yok. Mesela kaleci Volkan kalede değerlidir de santrfora koysan beş para etmez. Bu da öyle bir şey. Sözgelimi kişi vicdanen Allah huzurundadır, onunla arasında kimse yoktur. Kezâ bizde Hristiyanlar gibi, efendim günah affeden, cennetin anahtarını veren aracı bir sınıf yoktur, vesaire… Ama bu hakikati kendi yerinden alıp her tarafa genellemeye kalktın mı, ben onu on yerinde çürütürüm. Deneyelim mi?

  1. Her şey Kur’ân’dan olmalı kuralına göre, Kur’ân’da böyle bir âyet var mıdır? (Burada bitti sizin teori!)
  2. Peygamber nedir o halde? Niye aracı koydun da direk Allah’tan almadın Kur’ân’ı? (Burada naaşı yaklıdı, külü savruldu!)
  3. Yerçekimi meselesinde arana Newton girmiş, çıkarsana! (Tozu bile kalmadı!)

Yeterli sanırım. Yoksa değil mi? Aa, yeterli saymıyor arkadaşlar bu örnekleri. Ergen kızlar gibi “ne alakası var yea?” diyorlar. Yok mu? Pekâlâ, hepsinden vazgeçiyorum. Bütün istidlallerimi geri alıyorum. Tek soru soracağım. Lütfen mugalâta yapmadan cevab veriniz:

– Namaz kılıyorsunuz sanırım. Tahminimce namaz abdesti de alıyorsunuzdur. İyi ama nasıl? Önce elleri mi, yoksa ayakları mı yıkıyorsunuz? Kolları dirseklere kadar mı, koltuk altlarına kadar mı sıvıyorsunuz? Göbeğe mesh yapıyor musunuz? Ağız burun içinin tamamının mı (Hanefî içtihadı), yoksa yeterli bir bölümünün mü (Şafiî içtihadı) yıkanmasını öngörüyorsunuz? Ve bunları hangi âyetlerden, nasıl çıkarıyorsunuz?

Şimdi gidin insanları palavralarınızla kandırmaya ve palavra üzerinde çoğalmaya devam edin.  Teşekkürleeer, iygünleeer…

6 Nisan 2013

EBU DAVUD – IV     

Bomboş bir lâf ebeliği hâlinde devam ediyor bu mevzu. Hadis inkârcıları, sorduğumun soruların çevresinden dolanarak, maval okumaya devam ediyorlar.

Ben sıkıldım ama. Hadi bunu da açıklayın, söz, daha ilişmiycem:

– Peki, namazdan önce ezan da okuyor musunuz bu arada? Kur’ân’da ezan olmadığına göre, nasıl okuyorsunuz? Allahuekber yerine Subhanallah deyince oluyor mu? Zirâ ben şu an tam da onu demek istiyorum: Subhanallah, bu kakavanlar da nereden çıktı! 

Neyse, sizinkisi İslâmiyet değil. Uydurmasyonizm… İslâmiyet, Sünnet ve Cemaat Ehli önderlerinin öğrettiği gibidir. Bundan ötesi, oyun oynaştır.

6 Nisan 2013

 

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: