HÜR SAVAŞÇI – “DEVRİM DEVAM EDİYOR”

HÜR SAVAŞÇI – “DEVRİM DEVAM EDİYOR”

“Devrim Mutlaka, Büyük Devrim Mutlaka!”

Evet, Şehidler Ölmez…

Hakk kelâmı, emir!

Eğilmeyen, bükülmeyen, zerre taviz vermeyen, sitem etmeyen, her ânını bir savaş alanındaymış gibi yaşayan, yaşamanın hakkını veren ve bu çağda böyle bir insan olma modeli çizmenin yükünü sırtından hiç indirmeyen biri için “öldü!” kelimesi ne kadar itici geliyor.

Ve bu sözleri duyup da yüreği cız etmeyen olmak ve en azından tüyleri diken diken olmamak ne acı.

Ayıptır!

Ne büyük nimettir ki, bizim gibi yüreği zayıf insanların imdadına, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun muradını murad edinmiş ve O’ndan aldığı ilham ve enerjiyle, daima sahada ve en ön safta olduğu meydana, tekrar, ama bu sefer O’nun yokluğunda çıkan Ali Osman ZOR Bey yetişti.

Şu birbirini boğazlamaya hazır ve birbirini vatan haini olarak suçlayıp iktidara gelmek isteyenlerin bangır bangır bağırdığı  seçim hengâmesi ortamında, şahsım adına, çok vakur bir duruş sergilediğini söylemek istiyorum!

Kendisinin de son konuşmalarında ifade ettiği böylesi “Kriz durumları”nda nasıl davranılması gerektiğine dair örnek teşkil etmesi bana ayrı bir güven veriyor ve her harekette olduğu gibi boşluk kabul etmez bir hissiyatla, gerekeni 1 Haziran günü dosta ve düşmana açıkça söylüyordu;

Beni iyi dinle MÜNAFIK SOYU;

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “GERÇEK DELİKANLILARI” olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da size İNAT Allah’ın izniyle YAŞAYACAĞIZ.

Şu şartlar içerisinde bahsi geçen münafık soyuna bundan başka söylenecek daha net bir söz olmasa gerek.

Kumandan Mirzabeyoğlu’nun en büyük eseri İBDA neslinden beklediği üzere, O’nun muradına uygun bir şekilde geliştirdiği diyalektiğini, bütünleyici ve birleştirici üslubuna uyarlamış olarak asıl tehlikeyi ve bunun tepelenmesi gerektiğini ihtar ediyordu.

Affına sığınarak, dört gözle beklediğimiz ve “29 Mayıs Fetih günü”nün de mânâsına işaret edecek şekilde, 27 Mayıs’ta yaptığı konuşmasında biraz olsun tanıdığımın ve beklediğimin dışında bir görüntü oluşsaydı, karşısına dikilip “Bu sizin göreviniz. Bayrağı devralma mecburiyetini yüklenmelisiniz. Lütfen bu halinizden derhal kurtulun!” deme hakkımı kullanmaktan bir an olsun geri kalmazdım.

Ama o, Ali Osman Zor’du!

Savaşçıydı, kavgacıydı…

Yıllardır böyle tanıdım ve böyle bildim. Yine aynıyla görmüştüm ve heyecan doluydum.

Bir İBDA eri olmanın gereği icabı cesur tavrıyla, Haçlı-Yahudi düşmana ve yerli işbirlikçilerine karşı meydan okumuş olmaktan dolayı dünya basınını ayağına kadar getirttiğine kaç defa şahit olduğumuz… Hâkim davanın ehliyeti ile hâkim bir tavırla gerekeni gerektiği yerde yapmış, gerekeni gerektiği şekilde söylemiş, dış dünyaya sahici bir vatansever olduğunu hissettirirken bağlı olduğu ideolojinin zaman ve mekân buudlarındaki önemini bir bir alık suratlarına çarpmıştı… Haçlı-Yahudi emperyalizmine meydan okuyan ve hesaplarına çomak sokan bu tavrından dolayı kaç defa ölüm çemberlerini yarıp geçmiş ve en son bombalı saldırıya uğramış ve kardeşi bu saldırıda şehid olmuş olsa bile kendisi hakkında akıl kârı olmayan dedikodu saldırılarına maruz kalmış, fakat bu dedikodulara hiçbir vakit karşılık vermemiş samimi bir dava adamıdır Ali Osman ZOR!

27 Mayıs tarihinde Adımlar’ın halka açık iftar yemeğinde yaptığı konuşmasında, hiç değişmeyen bu duruşu ile bir kez daha dünyaya haykırıyordu:

İBDA bize gösterdi ki, bu toprakların birleştirici, bütünleştirici, toparlayıcı tek dili İBDA dilidir ve tek anlayışı da İBDA anlayışıdır!

“Devlet Adamı” yetiştirici İBDA’nın bu hakikatini kavramış olarak, savaşçı ve kavgacı ruhunu nâzik diplomatik diline öyle güzel uyarlıyordu ki, beklediğimiz, gözlediğimiz ve özlediğimiz Devlet Adamı neslinin mayasının tutmuş olmasını görmüş olmaktan mütevellit saadetimi de bu vesile ile izhar etmiş olayım.

4 Haziran’da yaptığı şu muazzam tespiti de burada tekrar kayda alarak dışa karşı verdiği mesajlarla nasıl bizi de cesaretlendiriyor ve istikameti gösteriyorsa, içe verdiği çarpıcı mesajlarla da nasıl derinleştirici ve dağınık şuurları toparlayıcı, ifâde edilmesi gerekenleri –ihtiyaçları–  dile getirici olduğunu misâllendirmek isterim:

İBDA, İslâm ahlâkı’nın fikirde sistemleşmiş halidir.

Kendimce bunun anlamını birde şöyle yorumluyordum:

“Bay bilmem kim İBDA’yı tanımıyor ama İslâmcıymış!”

İslâm’ın hayata tatbik edilmesini, sadece cemaat kurallarına uygun hareket edilmesi olarak anlayan ve bu anlayışını da mutlakmış gibi, ev ile camii arası görev olarak pazarlayan kimi bayların, fikirden ve sistemden kaçmaları kadar doğal ne olabilir?

Hadi diyelim bu yelpazedekiler İslâm’ı yaşadığına kendisini inandırmış olsunlar, ya cemiyet ne hâlde düşünüyorlar mıydı acaba? Yirmi küsûr yıldır ailelerinden, çocuklarından ve sevdiklerinden uzak, cezaevlerinde haksız ve hukuksuz esir tutulan müslümanlardan haberdarlar mıydı, umurlarında mıydı?

İster iktidarda isterse mahalle imamı olsun, bu şahısların “ahlâk” ve daha derini “sistemleşen ahlâk” mevzuuna şaşı bakmalarına neden olan psikolojinin sebebi neydi ki?

“Asıl devrim, ahlâk üzerine olmalı!” sözünü işitse “gominist” damgası vurmaya programlıların, herhangi bir devrim gerçekleştiremeyeceğini söylemek ne kadar açık bir komediyse, devrimi mutlaka gerçekleştirmek zorunda olanların varlığını aktarmak da bir o kadar zaruri ve ciddi bir iş.

“Devrim devam ediyor!”

Elbette…

Her kesim, kendi fikrine göre değişiklikleri devrim olarak algılattığına, fakat her değişikliği bir devrim olarak görmeyeceğimize göre, peki devrim ne?

(Devam edecek)

Not: İslâm âleminin ve Türk’ün kurtuluşuna vesile olmasını Yüce Mevlâ’dan diler, ADIMLAR okuyucularının Mübarek Ramazan Bayramı’nı en içten duygularımla tebrik ederim.


Nihan ÖZTÜRK

12 Haziran 2018

HÜR SAVAŞÇI – “GİTTİ”

HÜR SAVAŞÇI – “ŞEHİDLER ÖLMEZ”

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d