SAĞCILIK HASTALIĞI

SAĞCILIK HASTALIĞI

Kültür Davamız isimli eser bilirsiniz. 1982’de yayınlandı, Mirzabeyoğlu’nun ilk eserlerinden biri ve Üstad’ın el yazısıyla şöyle bir iltifatına mazhar oldu: “Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesi eseri”… 1928’den 1982’ye ilk.

Bu eserde Salih Mirzabeyoğlu, fikir (ve dava) bahsinde üç yanlışı işaretler. Bunları 2011’de Ekşi Sözlükte, sonra da İbda Külliyatı adlı kitapta mevzu etmiştim. Hatırlayalım:

  1. Zıddını düşünmek: Karşıtı olduğun kimsenin söylediğinin tersini söyleyerek doğru düşünceye varılmaz!
  2. Karşı yanlış: Karşındakinin söylediğinin hakikatini anlamadan, onu kendine yamamaya veya kendini ona yamamaya çalışmakla doğru düşünceye varılmaz.
  3. Donma ve alışkanlık: a) Muhafazakârlık b) Fikirsiz fikircilik; yani fikre yandaş ama ondan hissedar olmadan sanki onun sahibiymiş gibi görünmekle doğru düşünceye varılmaz.

Burada “muhafazakarlık” bahsini açmamışım. Gerek görmediğimdendir. 1999’da Akademya’da, sonra da Aklıselimin İcapları’nda bu var: “Sağcılık nedir?”

Bir Müslüman için imânın gereğini yerine getirmenin en önemli engellerinden biri de “sağcılık hastalığı”dır.

Sağcı, içinde bulunduğu durum ne ve nasıl olursa olsun, mevcud durumu korumaktan yana tavır alan, kafası hiçbir yenilik ve değişiklik aleviyle aydınlanmamış adamdır; yenilik ve değişikliğin yavaş yavaş, azar azar, kendi kendine, bin yıl içinde olabileceğini sanır. Tek kelimeyle, “statükocu”dur.

Yeri gelir, mevcudu korumak istemenin haklı bir tarafı olur; insan ölmektense yaşamanın asgarî şartlarını tercih eder. Ama bu tercih, genel anlamıyla sağcılık değil, sadece sağ kalmak iradesinin dile gelişidir

(Yer yer Büyük Doğu’da görüldüğü gibi…) Sağcı, bu zorunlu tercihi “ideal hayat” gibi karşılamaya hazır olandır.

Sağcı, hastaysa sıhhat bulmayı, kötüyse iyi olmayı, çirkinse güzelleşmeyi isteme gücünden yoksun kimsedir. Elindekiyle yetinmek, uzağa bakmamak, düşmanıyla uzlaşmak kötüyle bir arada mutlu hayat vehmine kapılmak, onun tipik özellikleridir.

Sağcılığın İslâmcı camia için göz boyayıcı tarafı, solcunun sırt dönmesine karşılık, onun her zaman sırtını birtakım manevî değerlere, ahlâkî fikirlere yaslamasıdır. İslâmcı camia bunu gördü mü kendine aid bir şey oluyor hayaline kapılır. Oysa bu değerler ve fikirler, sağcılığa aid değerler ve fikirlerdir; boyları kısadır, İslâmcılığa kadar uzanamaz; maksatları çirkindir; solculuğa karşı olduğu gibi, İslâmcılığa karşı da kullanılır.

Kazanılmış mevziler, sağcıların kazanmış olduğu mevziler değildir. 1920’lerden, 30’lardan günümüze hangi mevzilerin ne şekilde kazanıldığını bilmek isteyenler, Büyük Doğu – İBDA Tarihi’ni okumalıdırlar. Sağcılar sadece bu inkılâpçı hareketin kazanmış olduğu mevzilerin üstüne oturup onları kokutmayı daha doğrusu “düzenin değerleri” hâline getirmeyi bilmişlerdir. Bu da bir rehavet getirmiş ve kazanımları geliştirme şuurunu örselemiştir.

Sağcı ile solcunun ortak paydası, din ile devletin birbirinden ayrılmasıdır. Solcu, dini ve maneviyatı külliyen yok etmek emelindedir. Sağcı, artık buna lüzum kalmadığını, zirâ devletten ayrılınca dinin zaten yok olduğunu, tabiî gidişat içinde azar azar ortadan kalktığını, halkı boş yere incitmemek gerektiğini savunur. Tabiî, halka karşı, ötekinin açık kefereliğine karşı, dinin yanında görünür, bu surette puan toplar.

Bu din istismarıdır, din üzerinden kazanç sağlamaktır ve Büyük Doğu’nun bu istismara tepkisi malûmdur.

Vesaire, vesaire… Bizim davamız ve davamızın istikbali için tavrımız, Nasreddin Hoca’nın saz çalması misali, hep aynı türküyü, hep aynı tempoyu, hep aynı notayı söylemektir.

Selim Gürselgil

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: