EVLERİNİZDEN ÇIKMALISINIZ, ÇIKACAKSINIZ!
– … Kitlelere ev hapsini dayatanların asıl korktukları salgın, korona virüsü salgını değil, bunlar aslında Türkiye dahil, bütün dünyada çal çırp talan et yağmacılığı üzerine bir taarruz salgınından, bir ordu-millet harekatından korkuyorlar. Hatırlarsanız, Suriye’ye, 2003 yılında Irak’a düzenlenen saldırının bir benzerinin düzenlenmesini, Rusya’ya saldırılmasını isteyen BOP’çu küreselci odakların adayı H. Clinton’ın, 2016 yılı 8 Kasım seçimlerinde bozguna uğramasından hemen sonra yayınlanan 8 No. lu bildiride, BOP’çu küreselci saldırının geri teptiği tespit edilmiş ve her biri küreselci saldırıyı deliğe süpürme hamleleri olan, İngiltere’de Brexit’i, Türkiye’de (…)’u, ABD’de Trump’ın 8 Kasım seçim zaferini ard arda mümkün kılanın, öfkesini biriktirmeye 17 Ocak 1991 gecesi Irak’a yönelik saldırının ilk saniyesinde başlayan millici/ulusalcı karakterde tek bir devrimci dalga olduğu belirtilmişti. O dalga, biliyorsunuz ne geriye çekildi, ne yerinde saydı. 8 No. lu bildiriden 2 yıl sonra, sarı ceketliler ayaklanması olarak Fransa’da yükseldi ve çevre ülkelere yayıldı; yükselen devrimci dalga şaka yapmıyordu. Aslında kaçınılmazlığı 70’lerin sonunda tamamen kesinleşen ideolojik/iktisadi iflasını, Sovyetleri içerden dağıtıp, bölgemize BOP’la saldırarak 40 yıl kadar geciktiren “bırakınız çalsınlar, bırakınız çırpsınlar” liberalizminin işini bitirmeye kesinlikle kararlıydı ve bu dalganın, 2020 baharında büyük bir taarruz salgınına dönüşeceğini, hiç şüphesiz BOP’çu küreselci odaklar ve (…) taşeron yönetimler de görüyordu. Onları kahredecek, çöreklendikleri bütün iktidar koltuklarından söküp, ait oldukları cehennemin ta dibine gömecek bu Büyük Taarruz salgınını başlamadan nasıl önleyebilirlerdi? Devrimci dalganın yükseldiği coğrafyada öyle bir korku havası oluşturmalıydılar ki, kitleler meydanlara inmek üzere eşikten dışarıya henüz adımlarını atmışken durmalı, kendi evlerini kendilerine zindan yapmaya ikna olmalı, burunlarını kapıdan dışarı çıkaramaz bir hale gelmeliydi. Akılları başlardan o kerte alacak bir korku olmalıydı ki, kitleler, çal çırp talan et liberali hükümetleri ve rejimleri zincirleme devrimlerle yıkmanın şart olduğunu hatırda tutan, Suriye’ye, Irak’a, Libya’ya, Afganistan’a, dünyanın tamamına düzenlenmiş BOP saldırılarını ve bu saldırıların sorumlularını tamamen unutmalıydılar.
Kitlelerindikkatini üzerlerinden alacak, her türlü olumsuzluğun üzerine yıkılacağı birdüşman vazifesi görecek salgını kendileri mi başlattılar, yoksa kendiliğindenbaşlayan veya alakasız bir amaçla başlatılan -ki bir ihtimal olarak hanidışarda kalmasın diye söylüyorum; olur a, dengesiz bir laboratuvar çalışanı,sırf her gün yayınlanacak yeni vaka ve ölen hasta sayılarını duyup keyiflenmekiçin dışarıya virüs sızdırmıştır- bir salgını fırsat mı bildiler, bunun fazlabir önemi yok. Aynı zamanda, ilaç ve tibbi malzeme tekellerinin, sağlıksigortası şirketlerinin kasalarını da dolduracak, “korona virüsü/taç virüsüsalgını” işte tam da yoğun bir propaganda kampanyasıyla kitlelerebulaştırılacak “korku”nun maddesi dört başı mamur bir bahaneye ihtiyaçduyulduğu sırada ortaya çıktı. Asıl “korkulan”ın ne olduğunu anlamanın basitbir yolu var; her bir şubesi, korku bulaştırmakla görevli birer salgın merkeziolan medyadan yayılan propagandayı, korona virüsü salgını yerine, devrimcitaarruz salgını; korona virüsü yerine, devrim(cilik) virüsü yazıp, öyle okuyun;“Sokağa çıkarsan, devrim(cilik) virüsüne yakalanır, ölürsün! Evini kendinezindan yap, şifanı bul!” Duydukları devrim korkusunu, hastalık korkusu yapıp,sizleri durdurmaya çalışıyorlar. İzledikleri psikolojik strateji, bu.
– Ölümügösterip, sıtmaya razı etme stratejisi.
–Görünüşte öyle, aslında razı etmeye çalıştıkları sıtma değil, ölüm. Sıtmayıgörüp, ölüme razı olmanı istiyorlar. Böyle bir ricaları var. “Birbirinizi virüsolarak görün, sizlerle omuz omuza gelmek isteyenleri, ‘1000 odalı barınaklarakapanmış Prosperoların üzerine, omuz omuza!’ sloganı atanları virüs olarakgörün!” BOP’çu küreselci odakların, AKP ve benzer taşeronların yalan habermakinesi propaganda borazanları, tıbbi gerçekleri şarlatanca saptırantelevizyon yıldızı doktorlar, hedef aldıkları ortalama kitle bilincine buzehiri püskürtüyor. Amaç ne? Amaç, meydanlara inip sokak sokak çarpışacakkitlelerle, onlara liderlik ve komutanlık edecek devrimci öncülerin arasına birkorku duvarı çekip, birbirinden koparmak… Söz konusu medyanın salgın ve virüsleilgili kullandığı, kitlelerin diline yaydığı adlandırma ve tanımlamalara,salgını haberleştirme biçimlerine dikkatli bir gözle bakan herkes, 3 aydıryapılanın, kitleleri siyasetten tecrid operasyonu olduğunu kolaylıkla anlar.Mesela, ön planda bulunan siyasetçiler bir hastalığa yakalandığı zaman, düzen medyasıbunu ya haber vermez, ya da verirse, mesafeli yumuşak ifadeler kullanır. Fakattuhaftır, bu salgın başladığından beri, böyle adeta ateşe düşmüş gibi, “Bakın,bakın, virüs filan başbakana bile bulaştı! ABD’de falan valinin testi depozitif çıktı! Ventilatöre ne zaman bağlanacağı merak konusu! Bütün gözler,diğer valilerde! COVİD 19 durdurulamıyor!” yollu flaş, flaşlardan, “Halakorkmadınız mı? Adamakıllı korkun ha! İyice paniğe kapılın ha!”yönlendirmelerinden geçilmiyor. Kovid 19 yerine, böyle at nalı kadar harflerleCOVİD 19 yazılmasında da bir tuhaflık var, daha doğrusu şöyle bir tuhaflık yok;şimdiye kadar herhangi bir hastalığın adı zikredilirken, tamamının mutlakabüyük harflerle yazıldığını hatırlıyor musunuz? Mesela “GRİP salgınıdurdurulamıyor!” diye atılmış bir gazete başlığı veya sağlık uzmanlarının köşeyazılarında, “GRİP’ten korunmanın mucizevi yolu; evde kalmak” gibi cümleler?Batıda da olmadı, “FLU times!” manşetli bir New York Times nüshasıhatırlamıyorum. Bir insan yüzü, bir otomobil, bir hastalık, fark etmez, “yeni”olan, ilk defa karşı karşıya kalınan her şey, dikkat çeker, merak uyandırır,medya tabiriyle bütün gözler ona çevrilir. E.T gibi uzaydan gelmiş gerçektenyeni bir şey olması şart değil, eskiden beri hep var olan bir şeyin yeni birtipi, modeli olabilir, eğer etkili bir reklam kampanyasıyla sunulursa, dostveya rakip benzerlerini hafızada geri plana itip, yerlerine kurulur.Otomobilse, “daha hızlı, daha kıvrak, bir o kadar da az yakıyor”dur. COVİD19’sa, “zatürre taklidi yapan, yeni ama yepyeni bir hastalık”tır, “çok dahahızla yayılıyor, çok daha sinsi şaşırtmacalar veriyor, bir o kadar da çoköldürüyor”dur. Adını “zatürre” koyup, öyle başlıklasalardı, sık sık, “bir çeşitzatürre. Şu bildiğimiz eski hastalık” deselerdi, yeterince korkutucu olurmuydu? Olmazdı. Korku maddesini markalaştırmaları lazımdı. Devrimci dalga, buyaz, cehennemi bir taarruz salgınıyla yüklendiğinde, markanın, COVİD 20, COVİD21 modelleri sökün edebilir.
Peki,Dünya Sağlık Örgütü’nün apar topar COVİD 19 adıyla markaladığı bu hastalığınaslı astarı nedir? Bu insanlar hangi hastalıktan öldüler? Baz istasyonlarınınyaydığı yüksek frekanslı elektromanyetik radyasyonun bağışıklık sistemiüzerindeki olumsuz etkisini unutmadan, hastalığa yol açan esas etkeni, biyolojikbir etken olarak alıp, belirtileri bu gözle değerlendirdiğimizde, ölümlerindaha çok, korona virüsü olduğu iddia edilen bir virüsün akciğerlerde yol açtığı“zatürre hastalığı” ve onunla alakalı “akut solunum sıkıntısı”ndan ilerigeldiği sonucuna varıyoruz. Diğer benzer virüsler, grip virüsleri, bakteriler,mantarlar, akciğerlerini enfekte ettikleri bünyelerde, kişinin yaşına, bağışıkolup olmadığına ve savunma sisteminin kuvvet durumuna göre, nasıl havakeseciklerine sirayet edip zatürre hastalığına yol açıyorsa, korona virüsüolduğu söylenen bu virüs de öyle yapıyor. Hava keseciklerindeki tahribatnedeniyle oksijen ve karbondioksit alışverişinin bozulmasıyla ortaya çıkan busolunum sıkıntısına, bu rahatsızlıktan ötürü hayatlarını kaybeden insanların tamamındada korona virüsün sebep olduğu kesin midir? Gasp salgınları sırasındacentilmenlik antlaşmaları yapmak, çok hücreli alemin mikroplarına has birgelenek. Mikroskobik alemde, ortak özelliklerinden biri, zatürre hastalığı veona bağlı akut solunum sıkıntısı veya yetmezliğine yol açmak olan diğervirüsler, grip virüsleri, bakteriler ve mantarlarla, korona virüslerinin,“taraflardan biri insan akciğerlerini gasp salgınına girişirse, diğerlerisahayı boşaltıp kenardan seyreder” şeklinde racon kesip, antlaşmalar yaptıklarıhiç teşhis edilmedi. Bunlar aksine, hani filmlerde, kendilerini üretmek veyakopyalamak için fırsat kollayan parazitler, içine sızdıkları bedenin şeklinialır ya, işte ortalıkta, tıpkı öyle insan kılığında dolaşan kendi alemdaşlarıbütün parazitler gibi ilkesiz fırsatçıdır. Bir virüs şebekesi, bir bedenesızıp, akciğer bölgesine saldırdı diyelim, eğer savunma kuvvetleri o gaspşebekesini imha edemezlerse, bakterisi, mantarı, hepsi birden, “nerde beleş,orda yerleş” üşüşürler.
–“Devlet malı deniz, yemeyen domuz” durumu yani… Akciğerlere salgın halde çöküptalan ediyorlar, kendilerine özelleştiriyorlar…
– İnsankılığında dolaşan kendi alemdaşları, kupon arazilere, İstanbul’un ormanlarına,ciğerlerine nasıl saldırıp gasp ediyorlarsa, bunlar da insanların ciğerlerineçöküp, ölüme özelleştiriyorlar… Dolayısıyla, kendi salgınlarına ara vermişolmalarıyla açıklamak mikroskobik alemin gerçeklerine aykırı olduğundan, eğerher gün ülke ülke yayınlanan, “korona virüsü salgını”nda veya “kovid 19 salgını”ndaölenler başlıklı bir listenin hemen yanında, mesela “influenza/grip salgını”ndaölenler listesi yayınlanmıyorsa, bunun tek bir nedeni olabilir; yayınlananlistenin kapsadığı süre içinde ölenlerin tamamının hastalığına sadece koronavirüsün yol açtığını düşündürmek… “Korona virüsü salgını”nda veya “kovid 19salgını”nda ölenler başlıklı bir liste, “influenza/grip salgını”nda veya“zatürre hastalığına diğer patojenlerin yol açtığı salgın”da ölenler listesiyleberaber yayınlanırsa, hastalığa yol açanı korona virüsü olarak gösterilen ölümvakalarıyla, yol açanı diğer patojenler olan ölüm vakaları arasında gösterilmekistendiği kadar fark olmadığı, hatta hiç olmadığı bir tablo ortaya çıkabilirki, bu tablo adımını eşikten dışarıya atmış kitleleri korku salgınına kapılmayapek ikna etmez. Bazı ülkelerde, mesela ABD’de, yol açanı influenza/grip virüsüolan ölüm vakalarını rapor etme zorunluluğu olmadığı için kesin bir rakamverilemediği söylenecektir. Bu sadece “influenza/grip salgını”nda ölenlerlistesi yayınlamamakta belki bir kasıt olmadığına yorumlanabilir, ama“influenza/grip salgını”nda ölenlerle ilgili kesin rakamların da günlük olarakverilmesi halinde, tablonun işaret ettiğimiz şekilde ortaya çıkma ihtimalinihiçbir şekilde azaltmaz.
Kaldı kibazı ülkelerde, “akut solunum sıkıntısı”na yol açan bütün virüs ve bakterilerebağlanabilecek ölüm vakalarında, ölüm raporuna kovid 19 yazılması için sorumlumakamlarca baskı yapıldığı, hem baskıya maruz kalan doktorların açıklamaları,hem de sağlık kuruluşlarına yollanan talimatlarla sabit. Mesela ABD’de,Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi CDC, hastalığın kovid 19 olduğunu sanmanın,daha fazla incelemeye gerek duyulmayıp, ölüm raporuna kovid 19 yazılması içinyeterli olduğunu bildiriyor. New Jersey Valiliği, sağlık kuruluşlarına,sağlıkla ilgili olağanüstü dönemlerde özellikle başvurulan otopsi uygulamasınaaykırı olarak, ölenlere otopsi yapılmaması talimatını veriyor. KezaMinnesota’da, kovid 19’dan şüphelenilen vakalarda, şüphe yeterli bulunuyor,ölüm sonrası hiçbir test yapılmıyor. Kısaca, ölüm raporları düzenlenirkenuyulması gereken kurallar, en küçük bir benzerlik durumunda, hastalığın adınınkovid 19 olarak yazılmasını kolaylaştıracak şekilde esnetilip değiştiriliyor.Motorsikletle, arabayla kaza yaparak can vermenin, kovid 19 hastalığındanölündüğüne adeta kanıt sayıldığı vakaların varlığı da dikkate alınırsa,hastalığın kovid 19, hastalığa yol açanınsa, korona ailesinden bir virüs olduğualgısını yerleştirmek için aşırı bir gayret gösterildiği çok açık. CDC, ilaçtekellerinin, sağlık sigortası şirketlerinin ve tıbbi malzeme, cihaz üretenşirketlerin finanse ettiği bir kuruluş. Kayıtlarda var, ilaç tekellerindenbirinin bir yöneticisinin yıllar önce yaptığı bir itirafı hatırlatayım; “Bizönce ilacı yapar, sonra ona bir hastalık buluruz”
Peki,böyle bir virüsün varlığı yüzde 100 kanıtlandı mı? Yeni bir virüsün varlığınıkanıtlamak, o virüsü izole etmeyi başararak olur. Bir bilim adamı, yeni birvirüsün varlığını kanıtladığını söylüyorsa, o virüsü izole etmeyi başarmışdemektir. İşte bu noktada, Sars-CoV 2 virüsünün varlığını kanıtladığı iddiaolunan test metoduna ciddi itirazlar var. Profesör Andrew Kaufman’ınifadesiyle, henüz bilinmeyen bir hastalığa yol açan kaynağın bir virüs olupolmadığını anlamak veya kanıtlamak için yapılan testlerde, hastalardan alınanörnekler önce filtrelenip, viral partiküller ayrılır, sonra bu partiküllersantrifüj edilip, genetik madde çıkarılır, böylece genetik maddenin opartiküllere ait olduğu kesinleştirilir. Fakat, Wuhan’da ve diğer yerlerdeyapılan testlerde, bu yöntem uygulanmamış. Ya ne yapılmış? Hastalarınakciğerlerinden alınan sıvı örneğine, sıvıda bulunan bakterilerin, mantarların,bütün mikro organizmaların hücre duvarlarını sindirecek bir enzim ilave edilip,DNA’ları ve RNA’ları serbest hale getirilmiş, sonra bu DNA-RNA çorbası içindekibir RNA diziliminin, Sars-CoV korona virüsü olduğu iddia olunan virüsünkiyleyüzde 79 oranında dizilim benzerliği gösterdiği görülüp, korona virüsü ailesinemensup yeni bir virüs olduğu sonucuna varılmış. Teşhis için kullandıkları PCRtesti, bu dizilim benzerliğine dayanıyor, ki bu teste göre pozitif olan birçokkişi en küçük bir hastalık belirtisi göstermezken, negatif çıkan birçok kişiciddi derecede rahatsız. Sorun şurada; hastaların akciğerlerinden alınan sıvıörneği, farklı birçok hücre içeriyor. Salgı, tükürük, mukus karışımı bu sıvıda,bakteri, mantar, hastanın akciğer hücreleri, bağışıklık hücreleri, çeşitlimikroorganizmalar, ne ararsan mevcut. Dizilimi benzerlik gösteren bir RNA varama, filtrelenme yapılıp kesinleştirilmediği için, bu RNA’nın kaynağı bellideğil.
– Neyinnesi, kimin fesi, bilinmiyor.
–Alnında da yazmıyor… PCR testiyle bir şeyi ölçüyorsun ama kiminde pozitif,kiminde negatif çıkan o “yüzde 79 dizilim benzerliği”nin kaynağı nedir, omeçhul. Hastanın kendi hücresine ait olmadığı ne malum?
– Yüzde79, yüksek bir oran, bu yeterli diyor bir televizyon yıldızı.
–İnsanlarla şempanzeler arasında genetik dizilim benzerliği yüzde 99, ama kalkıpda, insan geni, aslında bir çeşit şempanze genidir ve de şempanze gen ailesininbir parçasıdır demiyoruz. Kaynağının ne olduğu, bir bakteriye mi, mantara mı,başka bir mikroorganizmaya mı ait olduğu bilinmeyen bir RNA’nın, kaynağıbilinen diğer bir RNA’yla gösterdiği dizilim benzerliğinin yüzdesi kaç olursaolsun, o RNA’nın dizilim benzerlik gösterdiği RNA’yla aynı aileden olduğuhükmüne yüzde yüz kesinlikle varılamaz. Kanıtlama testlerinin yöntemyanlışlığını bir an için bir yana bırakıp, virüsün varlığını kabul edelim. Budurumda, testi negatif çıktığı halde, hastalığın bütün belirtilerinisergileyerek ölenlerin akciğerlerindeki hava keseciklerini “viral telepati”yleişgal ettiği kanıtlanmadıkça, rakamları her gün yayınlanan listelerdekiölümlerin tamamından değil, sadece bir kısmından sorumlu olduğu söylenebilir.Böyle bir virüs varsa, tıpkı zatürreye yol açan diğer virüsler, grip virüsleri,bakteriler, mantarlar gibi, ölümlerin bir kısmından sorumlu bir virüs tipi,kovid 19 adını taktıkları hastalık ise, tıpkı çeşitli bakteriyel veya mantarkaynaklı zatürreler gibi, esas hastalık zatürre tiplerinden biri olarak var.Demin, “Sars-CoV korona virüsü olduğu iddia olunan virüsünki” dedim, zira buvirüsün varlığını kanıtlayan testlerde de, Sars CoV 2 virüsünün varlığınıkanıtladığı iddia olunan testlerde kullanılan yöntem kullanılmış.
Öylepropaganda ettikleri gibi, elini, yüzüne, kulağına sürdün mü, hapı yutmuyorsun.Virüsler, yanaktan çeneden ağzın içine uzun atlayamıyor, öyle bir becerileriyok; havada da asılı kalamıyorlar, yer çekimi izin vermiyor. Bir damlacıklaağzın veya burnun içine girmeleri lazım, esas bulaşma yolu bu. Hava yoluylabulaşması, oluşturulan hurafenin aksine, o kadar kolay değil. Kapalı, dar birmekan olması lazım. Mesela asansördesin, yanındaki şahıs ağzını kapatmadan hapşırırve sen de hapşırıklı havayı solursan, kaparsın. Ağzına, burnuna girmesi,mutlaka akciğerlerine inecek demek değil; çok yüksek bir ihtimalle, boğazda veburunda yakayı ele verir ve soğuk algınlığı olarak yaşanıp, defedilir. Akutsolunum sıkıntısı, hastalık teşhisi konanların yüzde 4’ünde, 5’inde görülüyor,bunlarınsa yüzde 1’i ölüyor. Sonra “virüs yükü” diye bir şey var. Ağır birvakaya dönüşmesi, virüs miktarına da bağlı. Her 15 dakikada bir zırt-pırt elyıkayıp, deri dokusunun dengesini allak bullak etmenin bir alemi yok, çünküegzama olma alışkanlığını, temel insan ihtiyaçları arasında sayamıyoruz. Birelde bez, öbür elde bilmem kaç mega süper etkili sihirli dezenfektan bidonu,sabahtan akşama kadar, elektrik düğmesi, kapı kolu, pencere sapı kovalayıpovalarsan, iki şey olur; para cüzdanını, korkmaya müptela olmuşları kaz gibiyolma sektörünün dişlileri arasına kaptırırsın, bir de zihin çarkların feleğinişaşırır, dişliler dümdüz olur, fırıldağa dönersin.
–Milleti manyak ettiler.
–Milleti demek, doğru olmaz. Gözlerini, kulaklarını, beyinlerini sabahtan akşamakadar ekrana yapıştırıp, artık hurafe, palavra, ne boca ederlerse, aynen alanve bir de bunları etrafa bulaştıran müptelalar diyeceksiniz.
– Evingirişine, seri katillerin insan erittikleri asit fıçıları gibi, içi ilaçlı sıvıdolu variller yerleştiriyorlar, böyle aklıevveller türedi.
– Sebep?
–Dışardan gelir gelmez, ceket, pantalon, don, gömlek, jartiyer, sütyen, doğruiçine… Adam, 24 saat maskeyle dolaşıyor, yatağa maskeyle giriyor, tuvaletemaskeyle gidiyor.
– “Maskemanyası”… tezahürlerini orada burada görüyoruz. Tıpta, mikrop bulaşmasın diye,bütün bir ülke nüfusuna ömür boyu maske kullandırmak gibi bir korunmastratejisi söz konusu olamaz, bunu bir kere bilelim. Maskeyi, ameliyat yapan ekipler,ağır ameliyat geçirenler, bağışıklık sistemi ağır ilaç tedavisi nedeniyle zayıfdüşmüş hastalar ve bunların bakımıyla uğraşanlar kullanır. Devamlı kullanılmaz,kullanım kısa sürelidir. Niçin? Çünkü mikroplar, ağza, burna yapışmış maskelerebayılırlar. Nemli, ılıman bir iklim. Boğaz, solunum yolu, bronşlar desen, hemenbir nefes ötede, ayaklarının altında. Arayıp da bulamadıkları bir yer. Hiç miyararı yok? Var ama belli durumlarda ve en fazla 1-2 saat kullanma kaydıylavar. Sık sık hapşıran hasta birisi, hasta olmayan insanlarla, kapalı, dar birmekanda zorunlu olarak bulunduğunda maske kullanırsa, onun tabii bir faydasıolur; diğerlerine koruma sağlar. Günlük hayatın bir parçası haline getirilmişuzun süreli maske kullanımıysa, yarardan çok zarar getirir. Dışardan yüzeyapıştırılmış maskeyle solunum, doğal solunum şekli değil; maskenin filtrelemekalitesi ne kadar yüksekse, solunumun doğallığını o kadar çok bozar veciğerlere yük bindirir. Burun içi kıllar, lenf bezleri, vücudun kendi doğalmaskeleri zaten var. Ayrıca, insan, sosyal bir varlık. Konuşurken, karşısındakiinsanın sesini doğal haliyle duymak, yüzünü görmek ister. Bu maske manyası,tabii birdenbire ortaya çıkmadı; bunun tohumları, Irak’a yönelik 91Saldırısından önce, medyanın, “Irak, Türkiye’ye kimyasal bomba, mikrop bombasıattı atacak, atıyor, atmak üzere!” yaygarası yaptığı günlerde atıldı. Bahçedekitavuk kümesinin altına, “kimyasal sığınak çukuru” kazanlar, hatta, EyüpPazarıydı sanıyorum, kadın çorabından gaz maskesi satanlar, alanlar oldu.ABD’de, nükleer savaş korkusu olsun, Marslılar dünyayı ele geçirecek korkusuolsun, her türlü ihtiyacı, birkaç ay, birkaç yıl karşılamaya yetecek malzemedepolama alışkanlığı da, bu alışkanlığı kışkırtan “sığınak sektörü” de zatenyaygındır. “Saddam, cehennem topunu kıtalararası balistik füzeye çevirmeküzereymiş!” söylentisini çıkarınca, orada bile ek derin dondurucular yaptırıptıka basa dolduranlar, gaz maskelerini düzineleyenler olmuştu. Maske manyasınıngeleceği, o günlerden belliydi.
Geçenlerdeçekilmiş, Hollanda’da bir su kenarındaki, şu görüntüler mesela… Belliaralıklarla sıralanmış, küp biçiminde plesiglas kafesler… Her bir kafesin içineyerleştirilmiş birer adet masa… Saydam küp kafeslerin tavan yüzeyleri, kuşkafeslerinde olduğu gibi üçgen biçiminde… 2-3 metrekarelik bu hücrelerin birerduvarına, tavana yakın bir noktada küçük mazgallar açılmış… Derken, ellerindeuzun bir şeyler tutan birtakım kadınlar beliriyor. Ninja benzeri kıyafetlerebürünmüş, yüzleri gözlerine kadar maskeli kadınlar, kafeslere yavaş adımlarlayaklaşıyorlar. Her bir hücre-kafesin içinde, konumlanmaları karşılıklı otururşekilde olan 2 figürden bir tanesi, mazgal deliklerinin bulunduğu duvara doğruhareketleniyor. Kadınlar, hücre-kafeslerin duvarları dibine gelince duruyorlarve ellerinde tuttukları fırıncı küreğine benzer şeyleri yukarıya, kapağıaçılmış mazgal deliği hizasına kaldırıyorlar. Figürler uzanıyor ve fırıncıküreğine benzer şeylerin üzerindeki, kadehleri, bardakları, tabaklarımazgallardan içeriye alıyorlar. Hayır, bu kafesler, bağışıklık sistemi doğuştankalıcı olarak yetersiz olduğu için yalıtılmış ortamlarda yaşamak zorunda olannadir hastaların güneşli bir Pazar günü geçirmeleri için hazırlanmış özelodalar değil; bu insan seraları, kafetarya, restoran karışımı bir mekana ait.Figürler, müşteri… Ağız-burun maskeli kadınlar, garson… Ellerinde tuttukları ouzun fırıncı kürekleri, tepsi değil, servis küreği… Mazgal delikleriyse, delikdeğil, servis mazgalı… İnsan olma haysiyetine aykırı bu korkunç manzarayı bir okadar acıklı kılan şey, ev hapsindeki bu figürlerin, kahve, şarap, hamburgerservisi yapılan kafeslerde havalandırmaya çıkarılmaya razı olmayı, özgürlüğünzaferi gibi hissetmeleri… “Aşk”, “özgürlük”, “korku”, kulağımıza bunlarçalınıyor, tam işitemiyoruz fakat, muhtemelen “nasıl başardıklarını” sorantelevizyoncuya, “teslim olmamayı, kafeslere kapatılarak başardıklarını”anlattıklarını tahmin edebiliyoruz.
Dünyanüfusu kaç, 7 milyar mı? Çoğu geçirmiştir ya, hadi yaşını doldurmamış bebekleridüşelim, şimdi bu 7-8 milyar insandan acaba hayatlarında hiç grip olmamış,solunum yolları enfeksiyonu geçirmemiş, zatürreye de yol açabilen virüs,bakteri, mantar, bunlardan bir kaç tanesini soluyup, vücuduna almamış,bağışıklık sistemi bu mikroplarla defalarca savaşıp yenmemiş tek bir insan varmıdır? Diyelim ki kolay bulaşıyor. Şimdiye kadar virüsü kolay bulaşan grip veyabaşka bir hastalık, hangi salgında evine hapsoldun da, şimdi hapsoluyorsun?Öyle veya böyle, savunma sisteminiz bu virüsle veya benzerleriyle karşılaşıpsavaşacak ve savaşıyor da zaten. AKP Propaganda Makinesinin algılatmayaçalıştığı gibi vebadan daha beter bir salgın değil, şiddetli geçen bir gripmevsimi. Grip salgınından nasıl korunuyorsanız, öyle korunacaksınız.Parmaklarını ağzına, burnuna sokmayacaksın, insanların üzerinehapşırmayacaksın, eve geldiğinde ellerini yıkayacaksın, hastalık belirtilerigösteriyorsan, belirtiler geçene kadar dinleneceksin. Gözünü, kulağını, beyniniekranlara yapıştırıp, “ruh sağlığını yitir, aklını boz” diye hazırlanmışhurafeleri, palavraları, sabahlara kadar, saçlar diken diken dinlemeyeceksin.
Yalnızşöyle bir tehlike var. Önce bir soru sorayım; geçtiğimiz Ocak ayındayız, koronakorosu henüz ortada yok…Devrimci dalga, işaretlerini, 2013 Haziran günlerinden,17-25 Aralık (…)’ndan, Brexit’den, 8 Kasım’dan, (…)’dan, 2018 ve sonrasıFransız ayaklanmasından verdiği üzere, 2020 baharında büyük bir taarruzsalgınına dönüşmeye hazırlanıyor… AKP (…)’nda yüzler sapsarı, benizler atmış…Meydanlar ve sokaklar, kitleleri ve onlara liderlik, komutanlık edecek sizleribekliyor… “Bahar nasıl olurmuş, BOP’çulara göstereceğiz! Bu baharda Prospero’yuve bütün yardakçılarını çöreklendikleri barınaklardan söküp atacağız!” Havadabu öfke var ve sizler hiç pazarlıksız burnunuzdan bu öfkeyi soluyorsunuz… İşteböyle bir havada, eşikten dışarıya henüz adım atmışken, içinizden biriduraklasa, “Şu havanın güzelliğine, gökyüzünün maviliğine, şu güneşinparlaklığına bir bakın, şu derenin şırıltını bir dinleyin arkadaşlar!”…dese…siz öyle bakakalsanız… ve ardından “Kavga, döğüş de nerden çıktı? Hadi şu Pazargününün bir güzel keyfini çıkaralım!” diye devam edip, yere yayılsa… meselayani… Ne yapardınız?
– Önceeşek sudan dönünceye kadar bir güzel ıslatırdık. Baktık dönmüyor, sonra altıokka, şırıl şırıl akan dereye atardık.
– “KıraÇıkan Kaza Kaymakamı”, yayıldığı yerden toparlansın diye yapardınız… Havanıngüzelliğini, güneşin parlaklığını farkında olmadığınızdan, derenin şırıltısınıduymadığınızdan değil; evden dışarıya, (…) rejimi üzerine taarruz amacıylaçıktığınız “an”da, tam o anda, havayı, suyu, güneşi alet ederek kavgakaçkınlığı yaptığı, üstelik etrafına bulaştırmaya kalktığı için yapardınız.Korkutma kampanyasını ne kadar yoğun yürütürlerse yürütsünler, kitlelerinsonunda isyan edeceğini, evlerinden dışarıya taşacaklarını onlar da biliyor.Olmasını istedikleri şu; kitleler, korkmanın yanında, öyle bir bunalsın, öylebir daralsın ki, 3 ay önce, amacını ve görevini, (…)’yi söküp atmak olarakkavrayıp hisseden bilinç seviyesi, evin dışına hiçbir sınırlama olmadan çıkmışolmayı amaç belleyeceği bir noktaya gerilesin ve evin dışına hiçbir sınırlamaolmadan çıktığı “an” görevin başarıldığı hissine kapılsın. Evlerden çıkışın,böylesine gerilemiş bir bilinçle olması, hem AKP’nin, hem de sağdan soldanpayandacı sahte muhalefetin işine gelir. Nazım’ın, “Bugün Pazar. Bugün beni ilkdefa güneşe çıkardılar” diye başlayan bir şiiri olacaktı, hatırladınız mı? “Buanda ne kavga, ne hürriyet, ne karım”lı bir şiir?
–“Toprak, güneş ve ben…Bahtiyarım” diye biten.
– Buşiiri yayıldıkları yerden okumayı çok seven kavga kaçkınlarının hissiyatıyla,şiirdeki Nazım hissiyatı, birbirine zıttır. Kavga kaçkınları, havanıngüzelliğini, gökyüzünün maviliğini, güneşin parlaklığını, tam da düşman üzerinetaarruza geçileceği anda farkına varırlar; dere şırıltısındaki şiirselliği, tamda o anda farkına varacakları tutar. Nazım’ın farkına varışıysa, hapistetecritteyken olur ve hep farkında olduğu fakat mahrum bırakıldığı güzelliklerintadına bir başka varır.
– Buhissi biliyorum.
–Gökyüzünün, ondan o kadar uzak, o kadar mavi, o kadar geniş olduğuna, ömründeilk defa görüyormuş gibi şaşması, tıpkı uzun süre aç, susuz kalan bir adamın,ekmeğin ve suyun o bildik tadına, ilk lokmada, ilk yudumda, bir başka varmasıgibidir. Uzun süre hapis yatan, tecrit gören herkes, Nazım’ın şiire döktüğü buhissi tanır, o hissi aynı durumda o da duymuştur. Güzelliklerin tadına, birbaşka varılan böyle anlar, onların varlığını kavgadan kaçmanın bahanesi yapankaçkınların tersine, suyu, havayı, toprağı ve insan ruhunu, bütün bunlarıkirleten yağmacı eşkiyayla savaşmanın haklılılığının, kavgaya kaldığı yerdençok daha bilenmiş olarak devam etmek üzere bir kere daha hissedildiği mahremanlardır. Kitlelere kavga kaçkınlığı bulaştırılırken, bu şiirdeki his dili çokalet edilir, dikkat edin diye hatırlattım. Böyleleri, evlerden hiçbir sınırlamaolmadan çıkıldığı ilk gün, üzerinde, “Bugün Pazar. Bugün beni ilk defa güneşeçıkardılar” yazan tişörtlerle “özgürlüğün kesin zaferini” ilan edecekler, amadünya çapında Büyük Taarruzla sökülüp atılmaları mukadder olan çal çırp talanet liberali rejimler “COVİD 20” modelini piyasaya sürdüklerinde, hemenev-kafeslerine koşturacaklardır.
Baştasöylediğim gibi, BOP’çu küreselci odaklar salgını kendileri mi başlattılar,yoksa kendiliğinden başlayan veya alakasız bir amaçla başlatılan bir salgınıfırsat mı bildiler, bunun fazla bir önemi yok. 5 G sistemini de hesaba kataraktopluca tekrarlayayım; zatürrenin ister tek sorumlu, isterse belirtilerinin,ölümlerden kısmen veya tamamen sorumlu başka faillerin veya failinmaskelenmesinde kullanıldığı bir durum söz konusu olsun; kitleleri, meydanlarainmek üzere eşikten dışarıya henüz adımlarını atmışken durduracak, kendievlerini kendilerine zindan yapmaya ikna edecek, burunlarını kapıdan dışarıçıkaramaz bir hale getirecek, tek cümleyle, kitlelerin dikkatini BOP’çuküreselci odaklar ve AKP benzeri taşeron yönetimler üzerlerinden alıp, hertürlü olumsuzluğun üzerine yıkılacağı bir düşman vazifesi görecek ve aynızamanda ilaç ve tibbi malzeme tekellerinin, sağlık sigortası şirketlerininkasalarını da dolduracak “korona virüs/kovid 19 salgını” işte tam da yoğun birpropaganda kampanyasıyla kitlelere bulaştırılacak “korku”nun maddesi dört başımamur bir bahaneye ihtiyaç duyulduğu sırada ortaya çıktı… Bu salgının, siyasi,iktisadi yapılanmaları dünya ölçeğinde yeniden şekillendirmenin bir aracıolarak kullanıldığına ilişkin tahlillerde, asıl korkanların, kitleleri hastalıksalgınıyla korkutmaya çalışan BOP’çu küreselci odaklar ve (…) taşeronyönetimler oldukları, onları bu kadar korkutanınsa, çal çırp talan et liberalibütün hükümetleri ve rejimleri zincirleme devrimlerle söküp atacak BüyükTaarruz Salgını olduğu, bizim şimdi burada konuşurken yaptığımız gibi,kitlelere açıkça anlatılmalı, her fırsatta vurgulanmalıdır. Kitleler evlerinekapansın ki, “kitle taarruzlarının her an başlayacağı korkusuyla, bulunduklarımekanlardan burunlarını kolay kolay çıkaramayan Prosperolar” resmi, bir başkaresimle, kitlelerle, Prosperoların aslında düşman falan değil, “zengin yoksulayırmadan herkesi öldüren ortak bir düşmana karşı aynı safta kader arkadaşlarıolduklarını gösterir” bir illüstrasyon monte edilebilsin. Başlatıldı veyafırsat bilindi, kovid 19 adını taktıkları salgın, böyle bir illüzyonçalışmasında kullanılıyor. Salgının siyasi açıklaması budur. “Eski normal yok, yeni normal var! Dünyanüfusu azaltılıyor! Elimiz kolumuz bağlı!” yollu açıklamalar, sadecekitleleri korkutma kampanyasına hizmet eder. Güya halk kitleleriyle omuz omuzabir noktadan, ama karşı tarafın bakış açısıyla yapılan öznesi “biz”liferyatlar, propagandanın en tehlikeli olanıdır. Her kim ki, sadece BOP’çukürselcilerin karşı tarafın ne kadar güçlü olduğunu örnekleyip anlatır, amaasıl korkanların ve korkulanın ne olduğunu açıkça söylemekten kaçınır, niyetine olursa olsun, bilin ki o kişi karşı taraftan konuşmaktadır.
Evlerinizdençıkmalısınız, çıkacaksınız!
İktibas: OrduMillet