Röportaj / Ali Osman ZOR: HEDEF; İNİSİYATİF ALAMAYAN, İRADESİZ İNSANLIK

(Birinci bölümden devamla…)

İNİSİYATİF ALAMAYAN İRADESİZ İNSANLAR.

İnsanlığa düşman buyapının yapmak istediği, insanı hayvandan ayırıcı en önemli özellik olan “düşünce faaliyeti”ne son vererekinsanların inisiyatif almasınıengellemek… Şu ân yaşadığımız “pandemi süreci”nde bunu çok açıkgörüyoruz…

İnisiyatif alamamayıveya inisiyatif almaktan kaçınmayı ruhi rahatsızlık belirtisi olarakgörebiliriz… Yalan makinesi medyamarifetiyle insanlar ilk önce paniğe sevk edildi, daha sonrada bu paniğin sebepolduğu korku üzerine adına “tedbir” dedikleri 24 saat aralıksız devam eden saldırılar başlatıldı…Panik, insan ruhu üzerinde meydanagetirdiği korkuyla insanı geriçekilmeye, sağlıklı düşünemez hale getirerek kaçmaya zorlar… Kaçan insan kendinden başka hiçbir şeyidüşünmez… İradesi yok olur, içgüdüleriyle hareket eder ve hayvani tarafı öneçıkar…

 Şehirdeki adamda maske takıyor, köydeki çoban da…Bir Allah’ın kulu da çobanın  dağın başında niye maske taktığınısorgulamıyor… Veya karşı karşıya olduğumuz dünya çapındaki bu yoksullaşma sürecinde alınması gerekentedbirlere dair bırakın bir hamleyi, kimse konuşmuyor bile… Zengin, bilmem kaçdönüm arazi içindeki bahçeli evlerinde rahat ve huzur içinde aileleriyle yaşayanlar,halkları kibrit kutusu büyüklüğündekievlere hapsederek, oralarda da neredeyse maske zorunluluğu içinde köleleştirmeplânı içinde… Kitleleri kafeslere kapatma plânı tıkır tıkır işlerken buna karşıortaya konulan hamlelere, alınan inisiyatiflere daha dikkatli yanaşmak gerekirbence… Dünyada ortaya çıkan tüm karşıthareketleri kast ediyorum… Hakikat aslında basit! Hakikati karmaşıklaştıran ve onu anlaşılmaz hale getiren Yalan makinasımedyanın 24 saat devam eden propagandası… İnsanların zihnini ve ruhunu 24saat aralıksız devam eden bu saldırıdan, bu tecavüzden korumanın yollarını bulmalıyız…

TEKNOLOJİNİN ÜZERİNDEN KENDİNİ İFADE EDEN
LİBERAL ÇAPULCU İDEOLOJİYE,
BAĞIMSIZ FİKRİN SİYASET VE AKSİYONUYLA KARŞI ÇIKMAK

Uyutulması bazılarınınişine gelen “İdeolocya ve İhtilal”inuyanması bugün olmayacaksa ne zaman olacak? Teknolojinin geldiği bu seviyede onun üzerinden yapılan saldırıyaancak ideolojiyle, ideolojininkazandırdığı duygu ve düşünce alışkanlıklarıyla karşı durulabilir… Bunun “aşılamasının”nasıl sağlanacağına dair kafa patlatılmalı. Gerçek, sağlıklı ve ferdin vetoplumun bünyesini kuvvetlendirecek gerçekaşılama… Hak ve halk düşmanlarına ancak böyle karşı koyabiliriz…

Liberalizm“çapulculukta” karar kılmış, ideolojikve fikri olarak bir adım atamaz hâle gelmiştir. Geçmişte teknoloji fikirüzerinde yükselirken, bugün fikirler teknoloji üzerinden serdedilir oldu…  Bu da beraberinde örf, adet, gelenek vs.olarak ahlâkın yok olmasını getirdi…Başka bir ifâdeyle tüm insanlığa düşmanuluslararası çete ideolojik ve fikri olarak iflas ettiğinden, her türlüsilahla bağımsız fikrin tüttüğü her yeresaldırmakta… Elindeki teknolojiyle sadistçe fikre saldırmakta… Bu saldırıda enetkili silahı da yalan makinesi medya…“Teknik”, ideolojilerin üzerine inşâedilirken, teknolojinin geldiği bu seviyede onun zararlarından korunmanın yoluda bizzat ideolojinin kendisi… Teknolojinin hegemonyasını kurup,insanlığı onun kölesi hâline getirmenin önündeki tek engel olarak görülenideolojiler, bu vasıflarından dolayı düşman kabul ediliyor… Kendileriaçısından gelinen “belirsizlik” durumuna bizi de mahkûm etmek istiyorlar…

Buradaki “belirsizlik”le “müphemliği” birbirine karıştırmayalım… İnsanlığı nereye götüreceğibelli olmayan teknolojik gelişmeninbelirsizliği ile Kainat muhasebesi hâlinde ortaya konulan bir fikrin “sır idraki”ne bağlı olarak “dır” ve“tır”dan kaçınma metodu olarak “fikirde müphemlik” arasındaki fark… Kısacaözetlersek; karşı karşıya olduğumuz yok edici saldırıya engel olmanın yeganeyolu ideoloji ve ona bağlı siyaset-aksiyonun aynı ânda üretilmesidir… Bu aşamadaçok iyi anlaşılmalı ki fikirsiz aksiyon veya aksiyonsuz fikir karşı karşıyaolduğumuz saldırıdan daha tehlikeli…

REÇETE:29 KASIM 2014 KONFERANSI

ADIMLAR: İbda Mimarı’nın konferansta ifâde ettiğibir mevzu var; “dış güçlerin ambargosu filân, reel politik diye bir şey var vebir şey yapamazsınız” demişti. Mevcut düzenden antiemperyalist bir liderbeklentisi içine girenler yanıldı ve Kumandan yine haklı çıktı…

Ali Osman ZOR: İnandıklarınıiddia ettikleri fikrin muradına ve ruhuna aykırı olarak her hangi bir siyasiçizgiye angaje olanların durumu bizi ilgilendirmez. Yapmamız gereken “bizdekiKumandan”ı göstermek… Hani yine konferansta fert ve toplum arasındakiilişkiye de temas eder şekilde “sendeki ben, bendeki sen” diye birdava işaretledi ya!.. İşte bütün mesele budur!.. Mesele sermayeyi tüketmek değil, eldeki sermaye ile kâr etmek; işin“kâr” kısmı bize ait.  Onun için biz,kendisini çözüm için bize dayatan meselelere dikkatimizi vermek zorundayız. Bizimiçin önemli olan İBDA Mimarı’nın muradınıdoğruya en yakın bir şekilde kestirip, şartların doğru tahliliyle birlikte onagöre bir tavır geliştirmek… İbda’nın aktörleri olmak… Tam olarak İBDA Mimarı nediyor, ilk önce ona bakalım:

Şimdi söylediklerimizi nereye koyalım?.. Reel politika diye bir şeyvar, bunu kabul ediyoruz. Meselâ şunu şöyle yapsan, şuradan ambargo koyarlar,ambargo koyarlarsa, bilmem neyi bilmem ne yaparlar, bunu böyle yaparlarsaşuradan şu olur filân… Palavradan böyle ona karşı çıkalım, buna karşı çıkalımgibi ucuz şeyler, onu söylemiyorum ben… Ama şunu söylüyorum; şimdi, buradabulunanlar aynı zamanda bu işi burada bulunanlarla yapabilecekler, öyle değilmi?.. Dolayısıyla, burada bulunanlar politik olarak şunları bunları söylerken,burada bu işleri konuşanlara da fazla müdahil olmamaları lazım, anlatabiliyormuyum?.. Neticede, bir yönüyle hani “lider neyse, toplum odur”, bir taraftan da“halinize göre idare edileceksiniz.” Toplum ne olursa lider de o olur. Yanitoplum olmadan liderin yapacağı bir şey yoktur. Bu liderlik kavramı yerine,günün şartları içinde –tamam bütün partiler partiliklerini yapsınlar, o ayrımesele ama- her partinin bize mahsus bir yüzde onluk rüşvetinin olması lazım,bizim onlara alt yapı olabilmemiz için. Çünkü söylenen şeyler bellidir;emperyalizme karşı olmak, işsizliğe, yoksulluğa karşı olmak, ondan sonra dainsanların “ya sonra”sına hitap etmek…

İBDA Mimarı’nın ifâdelerinden, eğer buşartlarda toparlayabilirsek bazı çıkarımlar yapabiliriz. Şimdi birincisi,Kumandan  aslında ilk olarak eşya vehadise karşısındaki OBJEKTİF  konumunu  işaretliyor. ifâde ediyor. Şimdi hangibağlamda söylüyor bunu, teşekkür etmişti herhâlde, kendi durumuylailgilenenlere teşekkür ediyordu yanlış hatırlamıyorsam… Teşekkürden sonra “Şimdi söylediklerimizi nereye koyalım?” diyor.“Şimdi burada reel politika diye birşeyin varlığını kabul ediyoruz” diyor. Zaten kendisi de söylüyor. Reel politikadankastı ne? “Sen şunu yapmak istersen adambuna karşı olduğu için sana ambargo koyar, savaş açar bilmem ne yapar filân,zarar verir, onun için de palavradan ona karşı çıkalım, buna karşı çıkalım diyeucuz şeyler söylemiyoruz” diyor. Mevcut durumu, uluslar arası ilişkileri,güç dengelerini vs. kast ediyor…  Ama,sen eğer diyor, bu söylediklerini yapmak istiyorsan, yani reel politika içindeyapamayıp da gerçekten yapmak istediğin şeyler varsa, burada bulunanlar, yanikimse o “bulunanlar”, aynı zamanda bunu burada bulunanlarla yapabilecekler. O “burada bulunanlar” kiminle yapabilecekler? Kumandan başta kendisi olmak üzere, onunortaya koyduğu ideolojinin formunu kazanmış, o ideolojik formasyon içerisindetavır ve tutum geliştirebilen insanlarla yapabilecekler. Çünkü o iddialarıpratiğe dökebilecek kalitedeki insan tipi ancak o.

KUMANDAN’INORTAYA KOYDUĞU BÜTÜNLEŞTİRİCİ PERSPEKTİF

Burada “yeni düzen, yeni sistem” şeyi filân hepsiylealâkalı ipuçları var… Dolayısıyla “burada bulunanlar” diyerek iktidarıkastediyor burada. Yani “politik olarak şunları bunları söylerken bu işlerikonuşanlara da fazla müdahil olmamaları lâzım.” Müdahale gücü kimde varsa,uyarı ona. Bu işleri konuşanlar zaten senle, o. Hani “dünya düzeni, BM beşten büyüktür”, “76 milyonla Büyük Doğu’yu kuruyoruz” hikâyeleri var ya, onları zaten burada bulunanlar yapacakdiyor. Sen de bu işleri yapacaksan, burada bulunanlarla yapacaksın. Yani bu davanın ruhu olarak, İbda Mimarı’nın enbaşta kendisini işaret ettiği gayet açık.  Dolayısıyla “senin bu işleri yapacak olanlarafazla da karışmaman lazım, müdahil olmaman lazım” diyor.

Bu şu demektir; senmevcut devleti al, reel politikanın gerekleri içinde idare etmeye devam et, bizfazla karışmıyoruz. Ama o iddia ettiğin şeylerde samimiysen, sen de bizim propagandamıza karışmayacaksın! Reelpolitika içinde kendini gösteren bir yönetime “anlayış” göstermeninşartı “karışmayacaksın” olarak işaretlenirken, ortaya çıkacak pisliklere ortak olmama ve reel politikayaangaje olmama iradesini de görüyoruz; gözden kaçırılmaması gereken en önemlihususlardan biri budur. Yani bu karşılıklı zımmî bir anlaşmadır. Ve Kumandanaslında kendi konumunu da belirlemiş oluyor. Şart nedir? Karışmayacaksın. Bende sana karışmayacağım bir nevi. Çünkü “reelpolitik denen bir şeyi tanıyorum” demek bu mânâya gelir.

Devam ediyor; “neticedebir yönüyle lider neyse toplum da odur.” Yani senin liderliğin nasılsa, toplumda öyle olur. Şimdi topluma bakıyoruz; çal, çırp yağmala toplumu! Bu toplum yirmi yılda yetişti. Nasıl yetişti? “Liderlik”ten aşağı doğru akan bir karakter sonucu yetişti. Lider neyse toplum da odur! Bir taraftan da “hâlinize göre idare edileceksiniz.” Toplum nasılsa lider de odur! Bu da şu demektir: Bu işi yapacak YÜCE namzeti insanlar buradaysa, onların liderliği de tabiî ki bildik liderlikler gibi olmazAhlâkî yüceliklerden nasipli insanların liderliği…  Kendini değiştirmiş böyle bir toplumun liderliğinin de farklı olacağı çok açık…“Gerekeni gerektiği yerde” yapabilecekinisiyatife ve iradeye sahip, en üst ahlâki seviyeye erişmiş, seçme, seçimyapabilme ve karar alabilme  kabiliyetinemalik rol-model insan topluluğuAhlakî olabilmek için çaba sarf edeninsanların liderliği… Böyle bir toplumun vicdanının ve adalet hissiningelişmişlik düzeyini, seçim ve yasa yapma kabiliyetiyle birlikte liderliğinivarın siz hayâl edin… “Lider neysetoplum odur” hikmetleri çerçevesinde değerlendirildiğinde -ki bu bizimişimiz, bizim alanımız da burası zaten-, iktidarla olan ilişkinin muhtevası vekarakteri de ortaya çıkar. Çal, çırpyağmala toplumundan bir yüce karakteri çıkar mı? Ama “bu taraf” da diyorki, “reel politik diye bir şey var”: Seninburada reel politik içinde devleti idare etmenin tek mazereti, burada idealtoplumu kuracak yücelerden olma namzetlerinin faaliyetlerine karışmaman

Yoksa “reel politik” çal, çırp, yağmala rejimi kurmanın mazereti değil. Şimdi, bak altında da çok güzel bir şey söylüyor: Bu lider kavramı yerine günün şartları içerisinde, tamam, bütün partiler partiliklerini yapsınlar diyor, o ayrı mesele, her partide de benim söylediğimi kabul eden, benim gibi düşünen yüzde onluk bir kitle var diyor. Bu da zaten ülkenin yarısı yapar. Buna da karışmamanız lazım diyor. Çünkü siz devlet düzeni, yeni düzen içinde bir siyaset geliştirirken bizim alt yapı olmamızı istiyorsanız diyor. Yani ortak ideallere sahip bir toplum hayali kuruyorsanız… Fikir eksik diyoruz ya…Tüm kesimleriyle bütün toplumun ihtiyacı olan fikrî alt yapı… Yani AKP’de var, CHP de var bu işin içinde, İyi Parti de var, MHP var, Saadet var, HDP de var… Yani bu aslında herkesin bulunduğu noktada ne yapması gerektiğini ihtar edici, bütünleştirici, bütün hâlinde görülmesi gereken bir siyasî perspektiftir. Zaten altta söylüyor. Zaten söylenen şeyler bellidir diyor, değil mi?!. Emperyalizme karşı olmak… Kimse ben emperyalizme işbirlikçiyim demez. İşsizliğe karşı olmak. Kimse işsizlik, yoksulluk artsın da demez. Ondan sonra da insanların “ya sonra”sına hitap edebilmek, ölümden sonrasına. Zaten eksik olan kısım da budur.

Şimdi burada bizim konumumuza gelirsek eğer, biz Kumandan’ın ortaya koyduğu bu perspektife bağlıyız hâlâ.  Ama bırakınız çalsınlar, bırakınız çırpsınlar” ideolojisine sonuna kadar karşı olarak! Çünkü bu ifâdelerden o mânâ çıkmaz; bilakis böyle bir hukuku hiçe sayan soygun düzenine sonuna kadar karşı çıkmak gerektiği anlaşılır… Dolayısıyla da bizim o mânâda devlet zaten kiminse kimin, kim ne yapıyorsa yapsın. Bizim şu ân için yapabileceğimiz şeyler çok kısıtlı… Ama biz şunu söylüyoruz; söylediğiniz şeylerde samimiyseniz, bizim o “söylenenler”den olduğumuzu biliyor olmanız gerekir. Dolayısıyla da bizim, hele hele işler bu kadar kötüye gidiyorken faaliyetlerimize, propaganda faaliyetlerimize, fikrî propaganda faaliyetlerimize kimsenin karışmaması lâzım. Bu anlayış içerisinde de…

BÖLÜNMEVE BÖLÜCÜLÜĞE KARŞI: BÜTÜNLEŞTİRİCİ FİKİR!

Son günlerde sosyalmedyada dolaşan bir takım bildirilerle irtibatını kurarsak…

Bu anlayış içerisinde de çocukça ifâdelere veya bir takım kurumların tırnak içerisinde “İbda’yı anlamayan birimlerinin” İBDA’nın ruhuna aykırı olarak sağda solda çiziktirdikleriyle bizden hangi tarafı seçmemiz gerektiğini söylemeleri veya istemelerine gerek yok. Bu şey devam ederse eğer, bizim hem sokaktaki muhalefete, hem sistem içi muhalefete veya iktidara söyleyeceğimiz şeyler birleştirici ve bütünleştirici bir fikre aitolacağından dolayı kimsenin düşmanlığını çekmek üzerine değil… Buna karşın,Kumandan’ın Konferansı sırasında ortaya koyduğu kurtarıcı perspektife karşı BOPOdaklarının bir cevabı olarak gördüğümüz 25Mart 2015 saldırısı ve Ünsal Zor’un şehâdetinin hâlen bir “fail-i meçhul”olarak bırakılmasını ve söz konusu “devlet birimleri”nin sorumluluklarını dahatırlatmak gerekmekte. Zira 25 Mart saldırısı, Anadolu’dan başlayarakbölgemizde yürütülecek bütünleşme hareketine vurulmuş ilk darbe, sürecinbaltalanması yönündeki ilk provokasyondu… Sonrasında bizzat Projenin Sahibiolan Salih MİRZABEYOĞLU’nun hedefalınarak 4 Mayıs Suikasti’ne maruz bırakılması ve 16 Mayıs 2018’deki şehâdeti…29 Kasım’da başlatılan bu süreç sonrasında yaşananlar, BOP Odakları tarafından Bütünleştirici Fikre karşı verilenkarşılıklardır. Anadolu için tek ve biricik çözüm artık zaman kaybınatahammül olmayacak şekilde kendisini dayatmakta: Bütünleştirici Fikir! Yine hatırlanması gereken başka bir hakikatde şudur: İslam’da Halk Hakkın zahiri, Hakk Halkın batınıdır… Bu yüzyıldaHakkın temsilci İbda Mimarı SalihMirzabeyoğlu Halkın cisimleşmiş hali olarak tâ kendisidir. Hâliyle onayapılan saldırı doğrudan halka yapılmıştır… Bu husus böyle anlaşılmıyorsaİbda’ya bakış yeniden gözden geçirilmeli…

Bizbütünleştirici fikirden yanayız ve bütünleştirici fikrin mensubuyuz, yani İBDA’nın…Bu Türkiye’deki iktidarıyla, muhalefetiyle eksik kalıyor. Bütünleştirici böylebir fikir olmayınca, toplumda ortakideallere bağlılık bir tarafa her geçen gün daha çok bölünme meydana geliyor. Fikirsiz her siyasi hareket, siyasetin misyonuna aykırı olarak bölücübir fonksiyon icra etmeye devam ediyor… Bu bölünme de toplumun daha fazlaiçe kapanmasına yol açarken, yok olmasürecini de tetiklemekte… Bu coğrafyada yok olan ırkları ve medeniyetleridüşünün… Bu şartlarda hangi hükümet rejimini getirirseniz getirin bölünmeye veparçalanmaya engel olamazsınız…

Bölünmede her zaman, özellikle son 30 yıldan beri küreselci,BOP’çu işbirlikçilerin iktidarlarına devam etmelerini sağlıyor. Burada daiktidara düşen en büyük görev, bölücü ayrıştırıcı icraatları bırakmalı,özellikle medya borazanlarının o türüsluplarına izin vermemesi lazım. Şimdi öyle tipler var ki medyada çıkıyor, kendi söylediğinin yalan olduğunu bile bilekonuşuyor. Mimiklerinden, gülüşünden filân anlıyorsun… Ar duygusu, utanmayok! Bu tiplerin bir kere iktidar çevresinden uzaklaştırılması lazım ki, eğerki baş edebilirse iktidar, başarılı olabilirse ancak öyle olabilir, yoksamümkün değil.

Neticede bütün bumevzular şuraya bağlanıyor: Aslında çatışmanıntemelinde herkesin “cennet hayâli”ni ifâde eden hayâllerin pörsümesi var. Örselenmesi,pörsümesi var. Bundan dolayı da herkesinkabul edebileceği bir cennet hayâline ihtiyaç var toplumda. İnanç ümidi beslerken, sabır da zorluklar karşısında,güçlükler karşısında insanın daha kavî, sağlam durmasını sağlar, onun içingereklidir. İnsan aynı zorluklarla karşılaştığında, onunla kavga etme, baş etmeisteği, iradesi içerisinde olan insanda olmazsa olmaz zaruri bir vasıftır.Bugün hâkim olan, tırnak içerisinde “idealler” nedir?.. Umutsuzluğa, bencilliğe, korkaklığa ve nihayetinde de mutsuzluğasürükleyen sözde ideallerdir. İnsanlık da zaten daha önce ifâde ettiğimizgibi bu mutsuzluğa sürükleyen ideallerlekarşı karşıyadır.

Şimdi, yaşadığımız birgerçeklik hâlinde, tespit ettiğimiz bu durumdan kurtuluşun, ancak ve ancak ölümden sonrasına da hitapedici bambaşka ve üstün bir idealle, yani yeni bir dünya görüşüyle mümkün olabileceğide apaçık bir hakikat. Bugün, yaşadığımız dönem itibariyle bu hakikati İstanbul’unherhangi bir sokağındaki insandan başlayarak Amerikan başkanına kadar herkes,dünyanın artık geri döndürülemez bir kıyamet süreci içerisinde, bir yıkımadoğru gittiğini  kabul ediyor… Buradakisorun ne? Sorun, insanlığın bu yıkımdannasıl kurtulacağına dair dünyanın herhangi bir toprak parçasından bir “kurtuluş reçetesi”nin gelmemesi. Eğer böylebir reçete gelseydi, meselâ Amerika’daki geçişler daha sistematik, dahadisiplinli olurdu. Burada da aynı şekilde… Tabiî ki iktidarı elinde tutanlar dabiliyorlar böyle bir reçete olmadığını. O zaman iş neye döndü? Herkes evinehapsolsun! Çünkü sokaktan ne çıkacağınıkimse bilmiyor. İş sokağa indiği zaman, sokaktan ne çıkacağına dair kimseninbir fikri yok, müspet mi menfi mi ne çıkar bilinmiyor. Ama şu var; sokağa hazırlıklı olarak siyasetinihazırlayanlar, ideolojik hazırlığını yapanların durumu ayrı. Bu mânâda dainsanlık tarihi, daha doğrusu şöyle, insanlık tarihini değiştiren, sonyüzyıllarda, 1700’lü yıllardan itibaren, üç tane olay vardır: Bir; 1776 Amerikan Devrimi. İki: 1789 Fransız Devrimi. Üç: 1919 Türk Devrimi, Anadolu Devrimi…Yani 1776 ruhu, 1789 ruhu ve 1919 ruhu…Üçü de sokak ruhudur ve dünyayı şu ânkihâlinden ve bugünkü çalan, çırpan veinsanı köleleştirmeye çalışan çetelerden kurtaracak olan şey bu üç ruhun dünyaçapında senkronize hareket etmesidir. Dolayısıyla, ben bazen okuyorum burada, Trump üzerinden yapılan iyi niyetlibazı değerlendirmelerin eksik ve çoğunun yanlış olduğunu düşünüyorum.  Çünkü Trump orada, geçen konuşmadasöylemiştim, “Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın efendim diğer şeylerin… Bunlaragerek yoktu, siz niye yaptınız?!.  Amerikanordusunu niye taşeron olarak kullandınız?!. Bunları yaparken çaldınız,çırptınız, bütün bunların neticesinde de Amerikan toplumu yoksullaştı,köleleşti. Şimdi de fabrikalarınızı aldınız, gittiniz Çin’e kurdunuz, Çin’deürettiklerinizi de düşük vergilerle Amerikan toplumuna satıyorsunuz!”

Sen de burada onlardanşikayetçisin zaten! Şimdi deminki mevzuya dönersek; Kumandan’ın konferansında,devleti idare etmelerini zaten söyledik, neye bağlamış? “Bizim faaliyetlerimize karışmamanızlazım. Çünkü size bütünleştirici, birleştirici bir şekilde bir altyapı olalım.”Bütün partilere söylediği bu. İktidara, özellikle iktidara ve bütün partilerebunu söylüyor.

HERKESİ VE HER KESİMİ TOPARLAYICI,
HER KESİMİN HAKİKATİNİ KENDİSİNDE BULACAĞI İDEÂL

Yani, hain olmayanherkese kabul edebileceği ortak bir referans.

Toparlayıcıolmaya çalışırsak…

Devletiidare etmenize karışmamanın karşılığı bizim propaganda faaliyetlerimizekarışmamanız olacaktır. Bu İBDA Mimarı’nınsöylediklerinden anladıklarımız. Eğer söylediklerinizde samimiyseniz,icraatlarınızı şu ânki durum içindeyapamazsınız. Mevcut statükonun devrimcibir hamle ile değişmesi gerekir. Bunu değiştirecek olan da devrimin ideolojisine bağlı, kendini onagöre yetiştirmiş, hayatı, adalet duygusu ona göre gelişmiş kadrolarlamümkündür. Bu kadrolar da buradaolduğuna göre, sen iddia ettiğin şeyde samimiysen eğer, bu kadroların misyonuzaten rüyâsını gördüğümüz o düzeni hazırlamaktır. O düzene geçiştir. Şu ân bunuyapabilecek ne kadroya, ne iradeye, ne şartlara sahip değilsin. Bu hamleyi yapabilecek biz olduğumuza göre,bize karışmamanız ve propaganda yapmamıza bundan dolayı izin vermeniz gerekir.İBDA Mimarı 29 Kasım 2014 tarihli Konferansında bu hususun altını çizerken,aslında bizim bu günkü hareket rotamızı da belirlemiş oldu. Onun, iktidarlailişkisini çerçevelediği bu husus, belki de anlaşılmadığından veya dikkatedilmediğinden bir takım, demin bahsettiğim çocukluklara tevessül ediliyor.Bunun tahlili yapıldıktan sonra iktidarla ilişkide olunması gereken noktayı “bize karışmayın” diyerek işaretleyenİbda Mimarının bu yaklaşımı, siyasetdiline ve siyaset yapmaya yabancı olunduğundan olsa gerek, hak ettiği önemigörememiştir. Muhalefetin kitle desteğinin yüzde 60’ları aştığı şu şartlarda iş sokaklara döküldüğünde bizim hangi cepheiçerisinde yer alacağımızı merak edenlere İbda Mimarı 29 Kasım’da busorunun cevabını vermişti ama anlaşılıyor ki bu sorunun cevabını merak edenlerde 29 Kasım Konferansının aslında gayet de açık olan siyasi kodlarını çözmede zafiyet içindeler.

Buradadikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne yapılan atıf… Parlamenter rejim yerine ikâme edilmeyeçalışılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet rejimini, Adımlar’ın Maraş’ta düzenlediği Hakan Yaman‘ın konferansı üzerindendeğerlendirirken, “hedefi Başyücelikolması gereken!” diyerek şart koşmuş ve yapılan değişikliğe dair desteği debu şarta bağlamıştı. Altınıçizdiğimiz rejimle alakalı dikkat çeken başka bir husus da sistemin taşıyıcı ve yürütücü sınıfı gerçeğidir. Şimdi bugün yinesistem tartışmalarının, rejim tartışmalarının ayyuka çıktığı bir dönemdeaslında İbda Mimarı o dönem “buradakilere karışmamanız gerekir” derken, örtülüolarak bu sistemin taşıyıcısı vedayanacağı sınıfa da işaret ediyordu.

Herideoloji ve tezahürü olan rejimler bir sınıfa dayanır, dayandığı sınıftarafından da yürütülür. Başyücelikrejimi “aydın sınıfı”nadayandığından, bunun sınıfı da ideolojik ve siyasi olarak  “yüce”kavramıyla ifâde edildiğinden, “yüce” kavramı üzerinde yapılacak bir analiz,parlamenter rejimden sonra adeta bir geçişdönemi olması gereken Cumhurbaşkanlığı hükümet rejiminin Başyücelik Devlet rejimine ne kadar yakınolup olmadığını da bize gösterir. “Yüce”kavramı üzerinde yapılacak bir analiz neticesinde…

“Yüce” nedir, “yüce”kimdir? İbdaMimarı’nınbu ifâdesinde, reel politik bahsi içinde örtülü olarak Neo Osmanlıcılığın veya Ilımlıİslâm‘ın gerçekleştirilemeyeceği ihtarı da var. Hani “sen şöyle yaparsanambargo koyarlar, böyle olursa filan” diyor ya… Tek yapılması gereken iş, bu geçiş döneminde İslâm’ın herkesi veher kesimi toparlayıcı, her kesimin hakikatini kendisinde bulacağı aslına geçit vermektir.

KIRGIZİSTAN’DAKİ GELİŞMELER VESİLESİYLE

Kırgızistan’da seçim oldu. Caparov Cumhurbaşkanı seçildi ve aynı zamanda bir referandum da düzenlendi. Bunun neticesinde de Kırgızistan’da Başkanlık sistemine geçiş halk tarafından onaylandı. Bu gelişmelere de kısaca değinip okuyucumuzu bilgilendirirseniz…

Şimdi Kırgızistan’dakigelişmeler biraz daha ete kemiğe bürünsün, bu mevzularla alâkalı, o zaman özelolarak sadece Kırgızistan’ı veTürkistan’ı konuşmamız gerekebilir. Ama şurası kesin, burada yaşadığımızproblemlerin birçoğu Kırgızistan’da, Türkistan coğrafyasında da yaşanıyor.Onlar da bu problemlerden çıkış nasılmümkün olabilir, onun üzerindeler. Bizim oraya yapmaya çalıştığımız katkı da bu noktada zaten. Eğer ki Anadolu merkezli bir iktidar,derinliği olan dış politikalar uygulayabilse, hem Türkistan hem Arabistancoğrafyasında, durum çok farklı olurdu. Ama derinliği olmayan, fikrî hiçbirderinliği olmayan, sadece günü kurtarmaadına ve uluslar arası dengelerdekideğişime paralel olarak, bu politikalar yanlış neticeler doğurmuştur ve olmasıgerekenden uzaklara savrulmuştur bu politikalar. Neticesinde de tabii ki hemOrtadoğu’yla, hem Türkistan’la ilişkiler etkilenmiştir. Demin söyledik; toplumda ortak ideal, motivasyon yok.Ve maalesef ki bugün mevcut iktidarınkitleleri motive edici muharrikunsurları da kalmadı. Sadece dünyanın birçok yerinde olduğu gibi burada da iktidarda kalabilmek adına siyaset yapılıyor.Ve bunun için de tüketilmedik sermaye,tüketilmedik değer kalmadı. Buna Türkistan’dan da bir bakış var. Birkarşılığı var bu söylediğimiz durumun. Şimdi biz kendi adımıza, kendifaaliyetlerimizde oradaki birinci şeyin, rejimsorununun bir fikir, bir ideoloji etrafında çözülmesi gerektiğine dair;oradaki Başkanlık filân tartışmalarının altında yatan muharrik unsur da budur.Gelişmeleri doğrudan içinden takip ediyoruz…

Bugün bütün dünyada 30küsur yıldır devam eden kesintisiz bir süreç, insanların zihnine, ruhunatecavüz hâlinde devam eden, yalanlar, tutum ve tavır değişiklikleri, dünsöylediğini bugün inkâr etme vs., bunların hepsinin; şimdi Isaac Deutscher var, Stalin,Lenin ve Troçki‘nin biyografilerini yazan; Stalin’in biyografisi olan “BirDevrimci’nin Hayatı” kitabında bir cümlesi var; “Efsanevî bir savaşa girmiş, devasa bir kahraman, çevresine 20 ya da 30gölge salmış gibiydi. Gölgelerin her biri, kahramanın güçlü ve şiddetlihareketlerini taklid ediyor ve gökyüzüyle yeri temelinden sarstığını iddiaediyordu sanki.”  Bu günegeldiğimizde, bu garip görüntünün binlerce misliyle sergilendiği bir dönemdeyaşıyoruz. Başta bir tane tip var, zaten bu küreselcilikle tarihe geçmiş bir hâldir. Önceden, daha çok lokaldi,şimdi dünya çapında yaşıyoruz biz bunu! Aşağıdoğru onu taklit den insanlar; gölgeler şimdi hayatın her alanında kendisinigösteren, yüzbinlerle ifâde ediliyor. Bu Şeytanî, İblis Düzeni’nin karakteristik özelliğidir bu. Buna çokdikkat etmek lâzım!

Teknolojinin geldiği bunoktada, onun karşısında koruyucu olarakideoloji de olmayınca, aslında aslı astarı olmayan gölgelere teslim oluyor insanlık. Gölge ama çok “güçlü”zannediliyor, “güçlü” gözüküyor… Burada insanlığın, özellikle biziminsanımızın çok daha dikkatli, çok daha donanımlı olması gerekiyor. Topyekûn insanlığa bir saldırı var,insanlığın köleleştirilmesi adına bir saldırı var. Meselâ kahramanlar diyoruz, şurada, burada filmlerde;gerçek mânâda kahraman kalmadı. Hiç kimsenin iktidarlara güveni kalmadı.

Meselâ şu aşı olayında, ülkenin yüzde altmışı,yetmişi aşıya karşı. Neden? Belki de aşı faydalı? Bilmiyor kimse. Ama güveni kalmadı! “Bunlardan iyi bir şeygelmez!” diyor insanlar. Bu tartışma bütün dünyada yapılıyor. Tıp otoriteleriiçinde yapılan tartışmaya bakıldığında, buna muhalif olan tıpçıların, tıp adamlarının, destek olanlardan dahakaliteli oldukları da bir gerçek. Nekadar madrabaz varsa, ne kadar üç kâğıtçı varsa, uluslar arası aşı firmalarınınTürkiye’deki temsilcileri varsa, hepsi, “herkes aşı olacak, gerekirsebilmem ne olacak, vatan hainidir olmayan, filan…” Kullandıklarısöylem bile ne kadar şey bir söylem değil mi, uğraştıkları ilmin haysiyetiadına… Ahlâksız söylemlerbunlar… Bu topraklarda şu unutulmamalı; Selçuklu’dan Osmanlı’ya bir sürükahraman yetişmiştir, biliniyor bu… Ama şunu da göz ardı etmeyelim, bukahramanların düzmeceleri de çıkmıştır. O zaman şunu da bilelim: Bu düzmecelerene yapılmıştır? Bir Düzmece Mustafaolayı var biliyorsun. Bunların derisiyüzülüp, samanla doldurulmuştur; gerçek kahramanlar tarafından… Böyle birakıbet de var bu işin sonunda… Herkes ona göre safını, duracağı yeribelirlemeli.

Şimdi, Allah’a hamdolsun, demin Kumandan’ın sözünden referans verdik… Bu mücadeleyi sırtlamış, ödenmesi gereken bedelleri ödemiş, ödemeye de devam eden, satılmayan karaktere sahip bir kadronun üyesi olarak; bu otoriteyle konuşuyoruz. Bu göz ardı edilmemeli. Dolayısıyla bizim karşımızda çocukça şeylere gerek yok. Erkek gibi konuşabilirler.

SALDIRI DOĞU’NUN FETİHÇİ RUHUNA

Ama asıl sorun, buliberal çapulculuğun asıl saldırdığı noktaerkeklik zaten. İslâm bir “fetihdini”dir değil mi, “erkeklik dini”dir.Haksızlık karşısında susan dilsiz,şeytandır! İslâm siyasetinibelirleyen ana ölçü. İftira atacaksın,belden aşağı vuracaksın, kancıklık yapacaksın, hak yiyeceksin, bilmem neyapacaksın… Bunlar yok! Dikkat edersen, buna aykırı ne kadar şey varsa,onlar önceleniyor. En dar sosyal ilişkilere kadar erkeklik refleksleri hep kınanıyor, kötüleniyor. Bunun karşısındada onun zıddı refleksler çıkıyor.Buna çok dikkat etmek lâzım. Şimdi liberalizmin,küreselcilerin dayattığı şey bu, demin söyledik ya. “Ortak cinsiyet” bilmemne filan. Şimdi hep böyle şeyler konuşuluyor. Arkadaşların, bizim insanımızınbuna çok dikkat etmesi lazım. Meselâ bu “kadın şiddeti” filân da kötüetkiliyor. Tabiî ki yani hiç kimse bir kadına el kaldıramaz, erkekliğini oşekilde gösteremez. Genelde kadını evde dövenler, dışarıda kedi gibidirler;bunları biliyoruz. 80 milyonluk birülkede, üç beş tane bir olayı sanki bütün ülkeye yayılmış gibi devamlı sabahtanakşama kadar pompalamanın neticesinde artık erkekler en haklı mevzularda bileerkek refleksi veremez oldular. Bu da şu demektir; aileden başlayarak tüm toplumda erkek otoritesi, baba otoritesi bitiyordemektir. Bu da zaten kaosa giden yolunönünün açılması demektir.

Erkekrefleksleri bittikten sonra bir toplum nasıl savaşır? Nasıl mücadele eder? Ondansonra zaten bakıyorsun bu liberalçapulcu tipe; kavgaya karşıdır, anti militaristtir, askerliğe karşıdır…Zaten bu işler de böyle başlamadı mı 90’larda?Şimdi 80 öncesine bak, her kesiminerkeği ve kızı mertti, samimiydi, fedakârdı; hepsi!.. Haksızlıkkarşısındaki refleksler erkek refleksleridir; cinsiyetçilik yapmış olmakiçin söylemiyorum; kavgacıdır,hamlecidir falân… Şu ân baktığımızda ise, buna da dikkat etmemiz lâzım,her kesim makyajlı. Her kesimin bir makyajı, bir maskesi var. Şimdiinşallah bu önümüzdeki dönem, fizikî veruhî bütün maskelerin düşeceği dönem olacak. Tekrar atıfta bulunursak, Amerika’da Trump etrafında gelişenhadiseleri bu açıdan da önemsememiz lazım. Şimdi dikkat et, 80 öncesi,yetmiş öncesinde, yaşı yetenler biliyor, okuyanlar da biliyor, bilenlerbiliyor, “hürriyet”, “özgürlük” kavramlarıçok tılsımlı kelimelerdi. İnsanların uğruna akıl almaz fedakârlıklar yaptıkları, ölümü göze aldıkları birşeydi, kelimeydi. Bugün ise “özgürlük”kelimesi köleliğin kodunu taşıyor!

Söylenecek çok şey var ama, görünmez kafesler içinde en az temasla yaşayan insan toplulukları olmama mücadelesidir mücadele. Şimdi zaten zengin evlerinde, bahçelerinde, lüks içinde, hiç kimseyle temas etmeden yaşayan insanlar, kendi hayat tarzları göze batmasın diye, toplumun diğer kesimini, samimi insanları kafeslere kapatmaya çalışıyorlar; buna dikkat edilsin.

NE OLDU, NE OLUYOR, NE YAPMALI? / Ali Osman Zor’la Sohbet-Ropörtaj

ALİ OSMAN ZOR’LA SOHBET/RÖPORTAJ: DEVRİM ÇAPINDA, NE YAPACAĞINI BİLEN KADRO İHTİYACI DEVAM EDİYOR

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et