ARARKEN BULDUKLARIM

BAKÎ’DEN FUZULÎ’YE BİR SEYEHAT

Alâddin Bâki AYTEMİZ

Ararken Bulduklarım serisinin bu bölümünde ilem org sitesinde yayınlanan Sanal Alamet adlı internet dergisinin 13. sayısında rastladıklarım var.

Adaşım Bâki ile başlayıp, Fuzulî ile bitireceğiz…

“Nazmı Kudemadan” bölüm başlığı altında Bâki’nin “Söylesün” redifli gazeli ele alınmış:

Baki – Söylesün Redifli Gazel

Söylemez küsmiş bana cânâne söylen söylesün.

N’eyledüm ol yâr-ı ‘âlî-şâne söylen söylesün.

Şairimiz Baki, gazelin matla beytinde sevgilinin kendisine küstüğünü fark edip onu daha fazla incitmekten korktuğunu belli eder bir üslupla tanıdıkların kapısını çalar, sevgiliden ona neden küstüğünü söylemesini ister. “O şanı yüce sevgiliye söyleyin ne yapıp da onu küstürdüğümü söylesin.” ricasında bulunur.

Nâz ile güftâre gelmezse helâk eyler beni,

Ol cefâ vü cevri bî-pâyâne söylen söylesün.

Burada “Eğer o sevgili nazlı nazlı eda edip de bana dargınlığının sebebini söylemezse helak olup gideceğim.” der ve sevgilinin cefa çektirmekte bir sınırının olmadığına tatlı bir atıf yapar.

Derd-i ‘aşkı gayrıdan sorman ne bilsün çekmeyen,

Anı yine ‘âşık-ı nâlâne söylen söylesün.

Üçüncü beytimizde şair aşk derdine düşmeyenin aşığın halinden anlamayacağını söyler. Derdinin anlaşılması için düştüğü bu aşk kuyusunda bir Yusuf’un arkadaşlığını arar.

Hâr zahmından neler çekdügümi gülzârda,

Bâgbân-ı bülbül-i giryâne söylen söylesün.

Dördüncü beyte “beytü’l gazel” demek yanlış olmaz. Beytü’l gazel, gazellerin en güzel beytine verilen bir isimdir. Baki burada hepimizin bildiği bülbül ile gül aşkına telmihte (hatırlatma) bulunur. “Güle aşık bülbül, bir bahçıvan gibi onun yöresinde dolaşırken gülün açtığı diken yarasından nasıl acı çekerse bende o durumdayım. Benim halimi işte o bülbüle sorun.” Diyerek mükemmel bir teşbih (benzetme) ve teşhis (kişileştirme) sanatı yapar.

Bâkıyâ din durmasun güftâra tâkat var iken

Vaktidür ol husrev-i devrâne söylen söylesün

Gazelin makta beytinde şair “Ey baki” nidasıyla kendisine seslenir gibi tüm aşıklara hitap eder. Konuşmaya takat varken gönlün inadına düşülüp susulmasın, cananın karşısına çıkılsın ister. Canan ile karşılaşınca dil ne kadar işler, ne kadar anlatır, orası muammadır.

Günümüz ilişkileri ile nasıl uzak bir anlayış, ne naif bir anlatış olduğuna dikkat çekmek elzemdir. Sevgilinin ona neden yüz çevirdiğini kendisine çevrilen o yüze binlerce övgü yağdırarak öğrenmeye çalışan bir aşık…

Bu durum günümüzde yaşandığında olacakları düşünmekten kendimi alamıyorum. Sevgili muhtemelen incir çekirdeğine kafi gelecek bir sebepten aşığa küser. Önce kısa ve bol noktalı iletiler gönderir. Aşık hafiften bir işkillenir derken sevgilinin fotoğrafı bir anda kaybolur. İşte sanal bir engel… Aşık da Baki gibi tanıdıklardan medet umacak değil ya, ağyara “Asıl ben onu terk ettim!” şeklinde anlatır.

Her şeyi tükettiğimiz gibi aşkı da tükettik. Geriye bu gazellerin yazıldığı güzel günlerin dallarından düşmüş bir avuç gazel kaldı.

Anlamlı Kelimeler Köşesi

Enayi

Arapça “Ene” kelimesinden türeyen Enayi sözcüğü acaba gerçekten de kolayca aldatılabilen, af edersiniz -ama tam olarak ifade etmek istediğimiz anlam- aptal gibi manalara mı geliyor? “Ene” Arapçada “ben” demektir. Enayi ise; “Ene + î” şeklinde meydana gelen bir sözcüktür -y ise kaynaştırma olarak görev almıştır burada. Arapça bazı kelimelerin sonuna yumuşak i sesini “-î” eklediğimizde “ona ait” anlamını vermiş oluruz.

Birkaç örnek verelim: Mal – malî, akıl – aklî, iktisat – iktisadî vb. Tekrar başa dönelim ve kelimenin kökünü hatırlayalım “Ene” (Ben). Enayi, “bana ait”. Bir diğer değişle “Egoist”. Enaniyet de aynı anlama gelir Arapçada. Kendini üstün görmek. Asıl enayilik işte budur.

Bilinmeyen Portreler

Muzaffer Sarısözen

Bu ay, heybesinde melodiler taşıyan Sivaslı bir öğretmeni ölümünün yıldönümünde rahmetle anmak istedik. Muzaffer Sarısözen 1900 yılında Sivas ili Cami-i Kebir mahallesinde Zeliha Hanım ve Nakşibendi Şeyhi Hüseyin Hüsnü Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelir. Seslerden önce aşıkları tanıştırır bizimle. Ahmet Kutsi Tecer’le kurduğu Halk Şairleri Koruma Derneği Türkiye’de ilk kez halk şairleri bayramı düzenler. Bu bayramla aşıklar tanınır, aralarında sazından çıkan seslerden bildiğimiz Âşık Veysel de vardır. Daha sonra Anadolu’yu gezerek seslerle tanıştırır bizi. Anadolu’yu katır üstünde karış karış gezer, heybesine türküler doldurur. Yaklaşık 11.000 melodiyi derler, kayda alır. Gittiği yerlerde izlediği halaylara katılıp, halk oyunlarını da öğrenir. Heybesini sadece melodilerle doldurmaz. Bağlama, cura, ney, çiftekaval, tulum, davul, zurna, tef, darbuka vb. pek çok halk sazını da yanına alıp koleksiyon yapar. İlginçtir ki oğluna verdiği Memil ismini de bu geziler esnasında duyup beğenmiştir.

Başlattığı düzenli ve programlı ilk halk müziği çalışmaları, meşhur Yurttan Sesler Korosu bir TRT klasiğine dönüşür. Sarısözen, TRT Ankara radyosunda kurulan Yurttan Sesler Korosu ile kültürel aracılık görevini yerine getirir. Yaptığı derlemeleri notaya alarak koroya öğretir. Gönülleri bir araya toplamaya ve bütün memleketi tek duygu haline getirmeye çalışır. Yörelerinin bağrından kopan sesler, kimi zaman Anadolu gezileri kimi zaman da bizzat aşıkların kendi icralarıyla koroya ulaşır.

Yörelerden davet ettiği, Neşet Ertaş’ın da aralarında bulunduğu kaynak kişiler bizzat türküleri okur. Koro onlardan eserlerin mahalli söylenişlerini öğrenir. Neriman Altındağ Tüfekçi’nin ifadesiyle çok az nota bilen bu 10 kişilik kadro (Yurttan Sesler kadrosu) koca bir Türkiye repertuarını elde edebilmiştir. Mustafa Sarısözen 4 Ocak 1963’te Ankara’da vefat etmiştir.

Oğlu Memil’e nasihatlerinden biriyle bitirelim: Yüksek yerlere göz dikmeyeceksin. Ancak yüksek bir bilgiye, yüksek bir ahlaka, yüksek bir vicdana sahip olmaya çalışacaksın. O vakit yüksek sandığın yerlerin kendi ayakların altında kaldığını hayretle göreceksin.

Müzikler

Fuzuli – Bende Mecnun’dan Füzun

Bu ayki müzik önerimiz portre başlığımızda bahsettiğimiz bir Muzaffer Sarısözen derlemesi. Erzurum’dan Hafız Faruk Kaleli de Muzaffer Sarısözen’in eser icrası için Yurttan Sesler korosuna davet ettiği kaynak kişilerden biridir. Ankara’ya her gelişinde belleğinde ne kadar türkü varsa hepsi konservatuarda ve radyoda ses bantlarına kaydedilir. Erzurum’da söylenen ve unutulayazan tüm türküler toplanıp değerlendirilir, notaya alınarak radyo repertuarına kazandırılır. Bugün TRT Radyo repertuvarında yer alan Erzurum türkülerinin büyük bir kısmında Hafız Faruk Kaleli’nin emek ve gayretleri vardır. Tanpınar onu şu sözlerle anlatır: Erzurumʼda öteden beri devam eden bu iki başlı musiki geleneğinin son varisi şimdi erken ölümüne yandığımız Faruk Kaleli idi. Bu süzme insan o kadar bu musiki ile hemhal yaşamıştı ki, halim yüzü Hüseyniʼden henüz kanatlanmış bir nağmeye benzerdi. Şimdi ara sıra radyoda onun repertuarından bir türküye tesadüf ettiğim zaman 1924 yazında bu havaları dinlediğim günleri büsbütün başka bir hasretle hatırlıyorum…- Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir.

Muzaffer Sarısözen ve Hafız Faruk Kaleli imzalı bir Erzurum türküsü “Bende Mecnun’dan Füzun” TRT Ankara Radyosu sanatçısı Muzaffer Ertürk’ün icrasıyla sizlerle. Bu vesileyle vefatının 466. Yıldönümünde Fuzuli’yi de rahmetle anmış olalım.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et