ÇÜRÜK AYDINLAR VE LİSÂNIMIZ – 6

Burhan Halit KOŞAN

“Nasılın hakikati

Elinde kalem kılıç

Cenk meydanı bu dünya

İp uzanmış bir sarnıç” (*)

Bin bir dehanın bilgisini zekâsında taşıyan ve muztariblerin çilesini fazlasıyla yaşayan ve kâinatı kalbine sığdıran mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU böyle buyurdu. Bu mukaddes ihtiyar, metafizik buut kazanması için lisânımızı gülsuyu ile yıkadı ve dilimizi, bir lisânın elzem hammaddesi olan mücerret ifadeleri ile zenginleştirdiği gibi maharetli bir edaya da dönüştürdü. Bütün ilimlerin giriş kapısı hükmündeki dil hususundaki içtihatları başta olmak üzere dinî, içtimaî, tarihî, hukukî, edebî, askerî, siyasî içtihatları ile medeniyetimizden gelen ananevî ihtilâl girişimini başlattı. “Kumandan”, kalp kelimesinin eş anlamlısıdır.

Temizin pise karşı, legâlin illegâle karşı, adaletin Siyonizm’e karşı zaferini temsil eden bu parlak beynin, bu aziz insanın, beş yüz yıllık kefaretimizi ödediğini kaç kişi biliyor, cidden bilmiyorum. Evet, “Mukaddes İhtiyar”ın ödediği kefaret cömertliği ve “Sırasında af, bizzat affedenlerin affını getiren bir hadisedir” hatırlatmasına rağmen ihanet ilmek ilmek örüldü ve perdeye kefen, dekora tabut, mendilime kan düştü; kan düştü mendilime…

FİRKETE

Türkçe bizim vatanımız değil mi? Türkiye’de entelektüel yaşam var mı? Mimarî, musikî ve dil bilgisi, birbirlerinin izdüşümü değil midir? Düşüncenin hem başlangıç hem sonuç noktası nedir? Tefekkürün başlangıç noktası ve varış noktası nedir? Tarikat, cemaat ve sivil toplum kuruluşları, lisânımıza katkı mı sağlıyor yoksa lisânımızı çürütüyorlar mı? Cinsiyeti belirsiz sıfat ve kelimeler, millî ve manevî bağlarımız başta olmak üzere ailevî bağları ve soy bağını çürütmüyor mu? Kelimelerin de ecdadı var mıdır? Müstehcen, itici, sömürücü ve insanları felâkete sürüklemeye yatkın olan diller var mıdır? Yakışıklı kardeşim ve nahif kız kardeşim, güzel Türkçemizin vektör olmaktan çıkması, bilgi kıtlığı ile vatanımızın mahvolmasına ve parçalanmasına sebep olmaz mı?

DİL VE DÜŞÜNMEK

Dil, yani lisânımız, düşüncelerimizin aracısı olduğundan dolayı hem başlangıç hem sonuç noktamızdır. Lisân dediğimiz olgu, mânâ dünyamızın fotoğraf kareleri veya iç dünyamızda şekillenen düşüncelerimizin dış dünyaya yansıyan sûretinden başka nedir ki… Mânâ, sûretin ortaya çıkış sebebi olsa da sûretin kalıbı olan kelimelere dökülmediği takdirde mânâyı da idrak edemeyiz. Lisânı, yani dilimizi ana rahmine düştüğümüz ândan itibaren öğrenmeye başladığımız için başlangıç, kundağa sarıldığımız çocukluğumuzdan itibaren de öğreniyor, konuşuyor ve yazdığımız içinde sonuçtur. Aşk, her şeyi fetheder. Her bir fert, her bir nesil, lisânımızı ya genişletir ya daraltır. Aziz milletimizin örfüne bağlı, İslâm’ın ahlâk anlayışına mutabık dinamik zekâ sahipleri dilimizi genişletir ve zenginleştirir. İskeletle zinâ eden rejimin dayattığı etik zihniyete sahip statik akıl sahipleri ise dili daralttı, köreltti, sağırlaştırdı ve karanfil kokan dilimizi musallaya uzattılar. Üstad’ın tabiri ile “Felix culpa – mesut cinayet” karşısında, yani lisânımıza karşı alenî olarak işlenen bu soykırım, bu dehşet verici vahşet karşısında bizler ne yapmalıyız? Çürük aydınlara, inkârcı kitaplara, yıkıcı ve bölücü görüşlere, iç bağlantılı ve dış bağlantılı espiyonaj faaliyetlerine karşı ne kadar karşı çıkarsak, varlığa ve hayata o kadar tutunuruz. Duaları kendi aleyhlerine dönen yobazlardan olmamak için, iblisin arkadaşı olan tembellerden olmamak için, bütün ilimlerin ve bilim dallarının ilk basamağı olan lisânımıza ve gramerimize çok çalışmalıyız…

Dil öğrenmek isteyen herkes onu büyük yazarlardan öğrenir. Şairler, aydınlar, filologlar ve sözlük hazırlayan uzmanlar büyük yazarlardan beslenirler. Teknokratlar şekilci, bürokratlar ekâbir, yobazlar hükmedici, çürük aydınlar da tehdit tonu taşıyan ifade tarzları ile sırıtırlar.

Peki, seçkin insanlar ve seçkin insanları takip eden zümreler nasıl bir dil kullanır? Beşer tarihine göz kırptığımızda seçkin insanların ve seçkin insanları takip eden zümrelerin cilâlı bir dil kullandıklarına şahit olabiliriz. Hakiki şiirin idrakine malik ve gramer bilgilerine hâkim olan cilâlı dil sahiplerini, maziye ait noktalı boşlukları hikmetli tashih ve istikbâli inşâ edecek önermeleri ile kendilerini tanıyabiliriz. Şehit namzetleri geveze olmaz.

Cilâlı bir dilde metafizik ile fiziğin kucaklaştığını, simya ile kimyanın birleştiğini, samimiyet ile adaletin kavuştuğunu, matematik ile edebiyatın cilveleştiğini ve astronomi ile hukukun senkronizasyonunu görebiliriz. Kalburüstü kelimelerle inşa ettikleri cümlelerinin bağlaçları sadakat, virgülleri vefa, ünlemleri irfan, hikmet ve imân köprüsünün motifleri ile süslüdür. Mahşer sorumluluğunun prensipleriyle hareket eden cilâlı bir dilin sahipleri, takdir ve telif ücretlerini de Allah’tan beklerler. Eyvah! Kallavi kelimeleri, cilâlı lisânı ile hakikatin lavlarını püskürten yakışıklı Efem şehit olduğuna göre, hem yanardağ hem cilâlı bir dil yok artık.

DÜŞÜNCE MELODİ, TÜKENMEYEN SENFONİDİR TEFEKKÜR

Dil, düşünce dünyamızın aracısı olduğu gibi, aynı zamanda lisânın sûrete büründüğü harf, hece, kelime ve cümleleri kullanma tarzımız da düşünce kapasitemizin ne olduğunu ve ne olmadığını gösteren tahlil sonuçlarıdır. Düşünce, sadece ve sadece kelimeler ile iltisaklı iken, dil denen mucize ise tarih, müzik, mimari, metafizik, matematik, kimya, tıp, astronomi, coğrafya, hukuk ve fizik başta olmak üzere insanı kuşatan her şey ile bağlantılıdır.

Düşünmek, tefekkür etmek ve aksiyon, sessizlik; hakiki şiirler şerh istiyor. Ben, mimarinin donmuş bir melodi, bir makalenin bir reçete ve tarih denen kara deliğin matematikteki altı bilinmeyenli denkleminin izdüşümü olabileceği üzerine düşünen ve tefekkür taklidi yapan ben, Üstad’ın, yalın, çıplak, çırılçıplak bir şekilde ifşa ettiği hakikatle yüzleşiyorum:

“Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?

Buradan insan mı çıkar, tabut mu?”

Üstadın vesilesi ile ‘’hür’’ değil, “parya” olduğumu öğrendiğim gerçeği gibi soğuk, Sibirya soğuğundan daha soğuk bir gerçekle daha uyandım. Hazinesi yağmalanan yoksul bir Türk, terk edilmiş bir liman, bir parya olduğumu biliyordum da zindan içine inşâ edilen bir ülkenin mahpusu olduğumu bilmiyordum. Ve anladım ki, içine zindanların yapıldığı ülke olabileceği gibi zindan içine yapılan ülkeler de olabiliyormuş. Hani demem o ki, Üstad’ın “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiiri bir mahpusun geometrik mırıltıları değil, vatanı zindan içine inşâ edilen bir şairin, hakiki bir şairin metafizik çığlıklarının fizikî efektleridir.

Azizim, dedim ya, düşünmek, tefekkür etmek ve aksiyon sessizlik, hakiki şiirler şerh istiyor. Canım arkadaşım, sözüm cuk oturmasa da cehennem intizamın değil, keşmekeşin, kargaşanın ve gürültünün coğrafyasıdır. Bilelim veyahut bilmeyelim ister bir fert ister bir devlet düzeni olsun mutlaka cennet veya cehennem kalıntısı hatıralarıyla hareket eder. Bu totaliter rejim de cehennem kalıntısı gürültüsü ile sessizliği boğuyor. Organik düşünenleri korkutan, tefekkürü taciz eden ve hakiki şiirin şairini, yani Salih Kumandanımın canına kast eden bu müesses nizâm cennetin değil, cehennemin yeryüzündeki yansımasıdır. Kardeşim ve kız kardeşim, saf hakikate, yani gerçek imâna kavuşabilmemiz ve Başyücelik cennetini inşa edebilmemiz için, karanlığın, zifiri karanlığın merkezine yolculuk yapmaya mecburuz.

İskeletle zina eden ve ağlama duvarına göre pozisyon alan rejim, beşer tarihinin en otoriter rejimlerinden birisidir. Totaliter doğası gereği tehdit, sabotaj, baskı, tecrit ile işkenceyi sopa olarak kullanan rejim, yapısı icabı ekonomi, mikrofon, görüntü, koltuk enstrümanlarını da gâh fırsat gâh sopa olarak kullanır. Despot otoriterliğinin devamlılığını sağlamak ve kendini yeniden üretmek için seçim sürecini kemirir. Fertlerin inandıkları dinlerini yaşayabilme seviyesini, ne kadar saygı duyabileceklerinin ölçüsünü ve fikirlerini ifade etme hududunu, lâikliğin izin verdiği kadarıyla sınırlandırır. İster bir devletin ister bir rejimin “ne olduğunu” ve “ne olmadığını” öğrenmek, anlamak ve tanımak için portresine bakmalıyız.

İnsanlığın her bir ferdi kıymetli olsa da kanunlarının azınlığa taraf, plânlamasının katı, müttefikinin emperyalizm, liderlerinin kaprisli ve siyasete yön verecek değerlerinin olmadığı despot rejimlerin kurbanlarıdır. Ağlama duvarına göre pozisyon alan putperest rejimin sandığından kim çıkarsa çıksın, iktidara gelenlerin asıl görevi müesses rejimin asli sahipleri olanların çıkarlarını muhafaza etmek ve ballı teşviklerle öne çıkarmak üzerinedir. Bu durum da gölge iktidarın ve perde arkasındaki asıl iktidar sahibi zümrenin dışındakilerin çıkarlarıyla çatışır. Müesses düzenin en büyük problemlerinden birinin de neyin yerini, ne veya nelerin alabileceğine dair net bir algısının

olmadığını söyleyebilirim. Sistemi içeriden dönüştürmek mi yoksa çökertmek mi gerektiği hususundaki belirsizlik ve çelişkiler beni çok da ırgalamıyor. Çürüyen devletin ve sarsılan toplumun alâmeti olan dili yozlaşmasını destekleyen külüstür rejim çöküyor. Eğer teoride iyiyseniz, analitik düşünme, mantık kurma, karar alabilme ve uygulayabilme beceriniz de var demektir. Külüstür Cumhuriyetin değil, Büyük Doğu ideolocyasının bir insan profili, bir devlet şeması ve uluslararası reflekslerinin nasıl olması gerektirdiğine dair teorik bir teklifinin olduğunu biliyor musun?

DERKENAR

Âdem ile Havva’nın bütün akıllı çocukları, akıl duvarının çeperini yıkarak melez düşünceye kapılmazlar, senteze ihtiyaç duymazlar ve çırılçıplak gerçeğin müşterekliğinde buluşurlar.

Bu insanların inanç kodları, dilleri, ekalliyetleri, fikirleri ve renkleri farklı olsa da Yahudiler ile alâkalı görüşleri birbirine bitişik yakınlıktadır. Beşer tarihine göz kırptığımız takdirde her milletin seçkinlerinin, hakiki şiir yazan şairlerinin ve omuzlarında milletlerinin sorumluğunu taşıyan aydınlarının, Yahudiler ile alâkalı tespit, tanı ve tedavilerinde de müşterek bir fikre sahip olduklarını görebiliriz. Yahudiler, inançsızlığın, karanlığın, bölücülüğün, cerbezenin, yıkımın, tedhişin tefeciliğin, terörizmin, tahrifatın, hinliğin, sinsiliğin, sırıtmanın ve pintiliğin ve ihanetin mirasçılarıdır… Canım arkadaşım, borazan ve postal Yahudi’ye yakışmaz!

Tacitus: “Yeryüzü sakinleri iki sınıfa ayrılır: Yahudi olanlar ve olmayanlar.” tespiti ile yerden göğe kadar haklıdır. Tacitus, Yahudiler hakkındaki görüşünde haklı olduğu gibi Yahudilere ne yapılması gerektiği hakkındaki görüşünde de çok çok haklıdır. Evet, Tacitus Seneca ve Celcus, “Yahudiler itlaf edilmeli” önerisinde bulunurlar. Roma İmparatorluğunun meşhur yurttaşlarından Cicero ise, “Yahudi soyunu tamamen ortadan kaldır” önerisinde bulunur.

Canım arkadaşım, Yahudi, insanlığın bünyesinden kesilip atılması gereken bir tümör iken Rusya, İspanya, Meksika ve Venezuela, İslâm inancına gebe ülkelerdir. Yahudilik ve Hristiyanlık vahiy ve kurtuluş yolu değil, fani olan bir kısım insan tarafından inşa edilmiş beşerî yollardır. Bu yollarda yürümekte ısrar eden Yahudiler, ışığı gören ama kıyamete kadar onun içinde yaşayamayacak varlıklardır. Daha sade, daha aşikâr bir ifade ile Yahudiler, İslâm dininin müktesebatına ve teferruatına ait bütün inceliklerini bildikleri halde tasdik etmeyen ve kabul etmeyen mahlûklardır. Yeryüzünde “Mutlak karanlık” veya “Mutlak küfre” en yakın topluluk Yahudilerdir. Başarılı olmalarının öznesi veya saiki de bu azgın gürûhun küfür içinde olmalarına rağmen “topluluk” keyfiyetine haiz olmalarından kaynaklandığını söyleyebilirim. Hristiyan cenah ise aydınlanmış bir dünyada yaşamalarına rağmen ışığı, yani gerçeği, yani İslâm’ın hakikatini göremeyen insanlardır. Kalpleri mühürlü Yahudiler ile kalplerinde katarakt olan Hristiyanlara aynı gözle bakmak doğru olur mu?

DİLEK KİPİ

Bizler, dillerin birbirleri üzerindeki etkilerini ve tesirlerini kabul etmekle birlikte her zaman kelimelerin kalbine seyahat ederiz. Ve her zaman lisânın çok ötesinde olan bir anlayış ile, mânâ ile, değerlerimiz ile düşünürüz. Mânâyı ekarte ettiğimiz ve görmemezliğe geldiğimiz takdirde aforizmanın, yani anlık gerçeklerin esiri veyahut hakikatte hiçbir karşılığı olmayan eşitlik, acıma, demokrasi ve bilim klişelerinin mahpusu oluruz. Temel meselemiz lisânımız ve gramerimizdeki incelikleri. Bizler, gramer yoluyla herhangi bir insanın ne olduğunu ve ne olmadığını, dost mu düşman mı olduğunu anlayabilir miyiz?

Gevelemeden ve geviş getirmede söylemeliyim ki, gramerimizdeki dilek kipinin inayetiyle aziz dostlarımızı tanıyabilir ve kan kusturmamız gereken düşmanlarımızı sobeleyebiliriz. Bünyesinde feraseti barındıran bu kip, çok zeki olduğu gibi çok da kurnazdır. Gramerimizin dedektifi olan bu kipin inayetiyle her meselenin samimisini ve kalpazanlarını yakalayabilir ve sobeleyebiliriz.

Dilek kipi, seçkinler ve safdiller haricindeki her bir insanı baştan çıkarır. Vaatleri ile şaşırtan ve temennileri ile kandıran ve hedefleri ile dolandıran bu kipi tanımadığımız takdirde olta ucundaki sazan veyahut çupra olmamız kaçınılmazdır. Mukaddes değerlerimize hakaret eden, örfümüze ve kültür öğelerimize saldıran bir haydut, bir ân için iyi bir yüz takınabilir, bilim adamlarını taklit edebilir, kültürlü biri olarak pazarlayabilir, replikleriyle vatanperver ve ezberleriyle dindar rolü oynayabilir.

Ruhlarını satmak karşılığında şeytanla iş birliği yapabilenlerin mesleği olan politikacılardan birisi dilek kipini veyahut onun en görünür biçimi olan kusurlu dilek kipini kullanıyorsa büyük bir tehdit altındayız demektir. Şeytanın doğal işbirlikçisi olan politikacı haydutlardan birisi kusurlu veya kusursuz dilek kipini kullandığı meseleyi tamamen ortadan kaldırmak için çalıştığını anlamalıyız. Riyaset ve erk makamında bulunanlardan birisi dinimiz, dilimizi, vatanımızı, örfümüzü ve kültürümüzü ilgilendiren alanlarda dilek kipinin en görünür biçimi olan kusurlu veya kusursuz dilek kipini barındıran bir cümlesi varsa ya haindir ya da gafil.

Misaâl: Politikacı haydutlardan birisi kültürümüz ile alâkalı dilek kipi ve onun en görünür biçimi olan kusurlu dilek kipini kullanırsa, kültürümüze tamamen düşman olmadığı inancını söylese bile aslında kendi geliştirdiği tekniklerle onun yok edilmesi gerektiğini yumuşak bir şekilde ifade etmektedir. Yumuşak ifadeleri bir nevi cellada teslim ettiği kurbandan bir sonraki kurbanına kadar ki son saygı duruşudur. Yalın, çıplak, çırılçıplak bir ifadeyle eğer bir politikacı kültür ile alâkalı dilek kipi barındıran bir cümle kullanıyorsa kültürümüzü imha etmek istediğini anlamalı ve yumuşak ifadelerini de kültürden sonra celladın eline dinimi, örfümü, vatanımı, lisânımı teslim edeyim düşüncesinin hazırlık safhası olarak görmeliyiz.

Aziz dostum, benim dili kısıtlamak gibi bir maksadım yok. Ben, sorumluluk sahibi insanların kendi üstlerine düşen vazifelerini yapmakla mükellef olduğuna inanıyorum. Hani demem o ki, evin iaşesini temin etmekle mükellef olan birinin: “niye ekmek alınmamış?” şikâyeti veya bir öğrencinin, “dersime çalışamadım” bahanesi veya riyaset makamında bulunan birinin, “emekli maaşı artırılmalıdır. Filistin’deki zulüm durdurulmalı. İşkence son bulmal” tarzındaki dilek temennisi ve beklenti içeren cümleleri gramer açısından ahmaklığın, alçaklığın ve namertliğin daniskasıdır. Çıplak, çırılçıplak bir ifadeyle icra makamındakilerin dilek kipi ile inşa ettikleri cümle beyanları ve sorumluluğunu yerine getirmeyen insanların çabasız temennileri ve gayret gösterilmeyen beklentilerinin hepsi kof hepsi hükümsüzdür.

Dilek kipi cümleleri ile gevezelik yapan riyaset ehlinden nefret ediyorum. Mülkün tek sahibi olan Allah’a, “Falan ülkeyi şöyle yap, filan ülkeyi böyle yap. Bu işi şöyle, şu işi böyle yap” talimatlarıyla yol göstermeye kalkan ve akıl vermeye yeltenen aşağılık mahlûklardan nefret ediyorum. Hani demem o ki, Allah’a ültimatom verenlerden nefret ediyorum…

Hâlbuki bir müminin gözü nemli, duası içli olur. Hakiki bir müminin yakarışında mahcubiyet, duasında samimiyet olur. Bir müminin talebi meşru, duası vakarlı olur. Bir müminin kulağı kirişte, tevhidi kalbinde ve duası hüzünlü olur. Bir Veliyullahın, “Biz, sırtımızı Kâbe’ye dönmüyoruz. Biz, sırtımızı Kâbe’ye yaslıyoruz.” cümlesindeki gramer işçiliğine ve kelime hassasiyetine dikkat ettiniz mi? Uhdesinde ihanet, vazgeçmek, reddetmek, satmak ve döneklik mânâlarını barındıran dönmek tabirini kullanmıyor. Aksine güç ve kuvvet bulmak, cesaret almak ve yoktan var edenin kudretini belirtmek mânâlarına gelen yaslanmak tabirini kullanması gramerimize ve kelimelere dikkat etmemizin ihtarı ve teşviki değil midir?

BAĞLAÇ VE EFEKT

Gramerimizin enstrümanlarından biri olan bağlaç, tarih ile aramızda köprü vazifesi gören ve insanlarımızı birbirine bağladığı gibi aynı zamanda neden, niçin, sonuç ilişkisini tayin eden olguların da fotoğraf kareleridir. Efekt kelimesini kullanmamı kahkaha ile karşılayan yurttaşım, efekt nedir bilir misin? Efekt, arz ile arş arasındaki biricik iltisak bağıdır ki, yani seven ile sevilenin arasındaki şifre ve metafiziğin aşk notasına ve benim paslanmayan ve küflenmeyen alfabemin Mim harfine karşılık gelir. Ve müzik, yani eskilerin deyişiyle musiki, melekelerin konuştuğu dil olmasından dolayı fikirleri, yargıları ve hükümleri yansıtmakta noksan ve duyguları temsil etme noktasında güçsüzdür. Zamanla sınırlı olan ve statik olan müziğe nazaran mimarî eserler ise statik görüntülerine rağmen dinamiktir. Öğrenmek için merak duygumuzun, hesap sormak için öfke duygumuzun ve zafer için metanet ve sabır duygumuzun olması şarttır.

DİL ANARŞİSİ

Müthiş bir uyuşturucu kombinasyonu olan övgü ve iltifat ile ister takdir ister tenkit edilsin, umurumda değil. Benim bir vatanım var: Türkçe. Benim bir bayrağım var: Mavi Bayrak. Benim bir doktrinim var: Başyücelik. Kendimi bulabildiğim ve varlığımı ifade edebildiğim bu anlayış karşısında ceketimi ilikliyor, öğrenmek ve idrak etme arayışıma devam ediyorum.

Kendisini arayan bir insanın kendisini bulması ve kendisi olması hemen olmaz. Bir insanın kendisine ulaşması için çalışmak, zaman ve arabulucular gerektirir. Bu arabuluculardan birisinin de gramerimiz ve kelimeler olduğunu söylemeye bile gerek yok. Millî bütünlüğümüz ile dil birliğimiz arasında stratejik ve çok derin bir ilişkinin olduğunu söylemeliyim. Kelimeler ne düşündüğümüzü ve ne düşünmediğimizi ele verdiği gibi inşâ ettiğimiz cümle kalıpları da şahsiyetimizin ve karakterimizin yansımasıdır. Hiçbir karşılığı olmayan acımak, eşitlik, demokrasi, cumhuriyet, çağdaş sözcüğü gibi bir kısım lakırdıların içerikleri bomboş olduğu gibi bu sözcükleri kullananların da tamamına yakınının cahil sürüsü olduğunu söyleyebilirim. Lisânımızı çürüten yobaz yapıların ihanetine aldanmanın ve boş lakırdılarla kandırılmanın basamakları cennete değil, cehennemine gider.

Kıytırık kelimelerin kuru gürültüsünün doğal sonucu siyasî çözülmeyi ve ortak aklımızı da uçuruma sürüklüyor. Hangi dilin vektör olduğu konusunda ortak aklı olmayan bir ülke yavaş yavaş olsa bile parçalanmaya doğru gider ve iç birliği sağlam komşu ülkelerin veya uzak ülkelerin avı haline gelir. Dış tehdit altında olduğumuz gerçeği gibi içerdeki bölücü bir yığın ve mültecilerin Türkçe dışındaki dilleri konuşarak bizleri dışlama eğiliminde olduklarını kim inkâr edebilir. Bu anlamda parçalanan lisânımız gibi milli bütünlüğümüzün de bir saldırı altında olduğunun farkında mıyız? İşkenceciler hissiz, kara mizahçılar duygusuz olur.

KÜRESEL DİL

Zırıldadıkları ve sayıkladıkları halde dilin başlangıcına döndüğünü iddiasında bulunanlar ve Türkçeyi kadınlaştırma arzusu taşıyanlar, lisânımızın özünü gözden kaçırmaya sebep oluyorlar. Lisânımızdaki erkek ve dişi kelimeler, dil dışındaki erkek ve dişi değildir. Karanfil kokulu Türkçemiz, feminist teröristlerin pembe odası olmadığı gibi dilimize ait kelimelerin dişileştirilmesi de hayatın olağan akışına ve insanlığın doğasına aykırıdır. Kaybeden biri olmak için göğüs takmaya gerek olmadığı gibi antropolojiye göz attığımız takdirde, kadın erkek arasındaki ilişkinin her çağda asimetrik ve kadınların lehine olduğunu söyleyebiliriz. Tamam, anladık, kadınların öldürme ayrıcalığı olmasa da ölümün fazlasıyla yaşandığı ve hissedildiği maden ocaklarına inen, elektrik direklerine çıkan, kanalizasyon işleri ve benzeri işlerde çalışanların erkek olduğu bir realitedir.

Hanımefendiler, hürriyete talip olur.

Hürriyetin anahtarı koşulların eşitlenmesi değildir. Kadını merkeze koymak aynı zamanda hikmete, tefekküre ve şiire karşı çıkmanın tali yoludur. Bir kadının yetkin olduğu ve uzmanı olduğu için değil, sırf kadın olduğu için emir vermesi durumunda adaletsizliğe yol açabilir. Bu perspektiften baktığımızda toplum yapısıyla kadın yapısını karıştırmak, siyasî beden ile cinsiyet bedenini karıştırmak ve cinsiyetini her yerde göstermek aynı zamanda toplumun hüküm sürdüğü her yerde düşüncenin söndüğünü, dillerin öldüğünü ve bütün kulakların sağır olduğunu kabul etmektir. Bir yazıda tire, parantez ve kıymetli kelimelerle vurgulama hassasiyeti, anlatılan meseleye görünürlük kazandırmak, kapsayıcı olmak, kimlikleri yan yana getirmek, derleyici ve toparlayıcı olmak içindir. Hani demem o ki, karanfil kokan ve narçiçeği olarak açan Türkçe lisânımız cinsiyetçi değil, küresel bir dildir.

ÂMİN

Aziz dostum, canım arkadaşım ve nahif kız kardeşim, Delhi’de bekleyenler, Erdebil’de gözleyenler ve Doğu Türkistan’dan seslenenler var. Âşıkları, maşûkları, divaneleri ve çılgınları topladım. Haber saldım ebabillere, cepheden dönen İfritlere seslendim ve bütün zebanileri çağırdım. Mühlet sermayesi eriyor, telvesi tükeniyor tesellinin ve tavsiyenin ve nasihatin vakti bitiyor. Unutmayalım ki, tarihin trajedileri büyük adamları ortaya çıkarır, ancak trajedilere neden olanlarda vasat insanlardır. Tarihin kapısı her zaman açıktır.

Geçmiş mücadeleler her zaman şimdiki yeni zamanda yeniden açılabilir ve açılıyor da. Bizim vazifemiz, atalarımıza lâyık olabilmemiz için çalışmak ve çalışırken “umarım ki gerçekleşir” mânâsına gelen “âmin” ile bitirmektir. Başta Allah Resûlü olmak üzere yüz yirmi dört bin peygamberin, Bakire Meryem annemizin, Havarilerin ve sahabenin, Atsız atanın, Emirim Timur Han’ın, Baybars’ın ve Salih Kumandanın Allah’ı, kudretin tek sahibi sensin. Aciz olan, zayıf olan, çaresiz olan bizlere küfrün dilini susturmayı ve İslâm dilinin hizmetkârı olup dil savaşını da cephe savaşını kazanmayı nasip eyle… Âmin.

*Salih MİRZABEYOĞLU / Nisbet şiiri

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et