SUÇ MARKETÇİDE Mİ, SİSTEMDE Mİ?

Alâaddin Bâki AYTEMİZ

İsrail mallarına boykot uyguluyoruz, inşallah karşılığı da oluyor.

Biz tüketiciler olarak bunu yapıyoruz ama marketlerde bu mallar satılmaya devam ediliyor.

Peki bu mallar bu marketlerde nasıl ve niçin satılıyor?

Görüyoruz, iyi niyetli bazı çıkışlar yapılıyor, “bu mallar marketlerde satılmamalı” diyenler oluyor.

Mesele de burada başlıyor: Bu mallar marketlerde satılmamalı satılmamasına da bunda suçlu marketçiler mi yoksa satılmasına göz yuman sistem, İmânsız İslâmcılık rejimi mi?

Bir şeyi -o şey hakkında ne kadar iyi niyet besleniyor olunursa olunsun-, gerçek illiyetinden kopuk olarak ele almak, o şeyin altını boşaltmaya sebep olur.

Türkiye’de düşmanın malları hâlâ alınıp satılıyorsa, bunda en baş mesuliyet, bu malların alınıp satılabildiği sistemdedir. Zira sistem düşmana hizmet edecek ticareti “helâl” görmektedir. Yani bu malların satılması yasaklanmış ve bazı marketçiler de bunları tezgâh altında kaçak olarak satmıyor ki… Hayır, sistemin verdiği izin ve müsaade ile açıkça ve alenen yapmaktalar ve bu ticaret neticesi oluşan kârdan da vergi vermekteler.

Batıcılık eleştiriliyor ya…

Bugün karşımızda Üstad’ın eleştirdiği zamanki gibi bir Batıcılık yok, iktidarda onlar yok.

Bugünün temel meselesi, İslâmcı görünümlü Batıcılık, işbirlikçilik; İmânsız İslâmcılık rejimi.

Yukarıdaki ticaret de kapitalist liberalist Batıcı ekonomi anlayışından, bu ekonomik sisteme Türkiye’yi entegre etmiş olan müslüman görünümlü AKP rejiminden kaynaklanıyor.

Bugün borazanı ötenler, dünün Batıcıları değil ki…

Evet, dün olsa bir müslüman devlet kademelerinde yükselemezdi, iş bulamazdı, şu olamazdı, bu olamazdı. Askeriyede, mülkiyede, adliyede üst seviyelere gelemezdi. Ama şimdi en üst kademeler “bizim” (!) elimizde. Bugün Erdoğan’ın elindeki yetkiler Osmanlı sultanlarında yoktu.

Eğri oturup, doğru konuşalım ağalar, yanlış, hem de çok fena bir şekilde yanlış gidiyor işler. Evet, CHP zihniyeti artık hâkim değil ama durum da ortada. Ve bu zihniyet tekrar gelecekse, kendilerinin başarısından değil, bizimkilerin (!) herşeyi berbat edip, işleri ellerine yüzlerine bulaştırarak millete illallah dedirtmesiyle olacak; oluyor da.

Doğrusu ne ve nasıl olmalı?

Yani mevcut yapı içinde işler iyiye değil kötüye gidiyor. Hiç kimse bundan yirmi sene önceki ahlâk ve toplumsal yapıdan daha iyi durumda olduğumuz, gençliğin daha iyiye gittiğini söyleyemiyor. ve işlerin iyiye gideceğine dair bu yapı bir fikir de ortaya koyabilmiş değil. En fazla teknofest gençliği dediler; mânâda değil de maddede bir hamle… Kendileri bunu ne kadar abartırsa abartsın, o da zaten Batı’nın teknolojisinin taklidinden öte bir şey değil. Bununla övünmeleri bile, esasında ruh ve fikirde bir şey söyleyememelerinden, ortaya müsbet bir şey koyamamış olmalarından kaynaklanmıyor mu?

Ortaya sistem çapında bir ruh, fikir ve anlayış koymadan, siyaseti de bunun emrine vermeden, kuru kuru İslâm, Büyük Doğu demekle bu işlerin olmayacağını anlamak. Yani Büyük Doğu’nun ruhunu kuşanmak yerine, Büyük Doğu’nun kışrında kalmakla, Büyük Doğu demekle bu işlerin olmayacağını… O da kendisini “kadro”da gösterir. Yani kadron neyse, yöneldiğin ruh ve fikir odur. Hani amiyane tabirle, söyle bana arkadaşını, söyleyeyim sana kim olduğunu. Büyük Doğu’nun kışrında kalınan, Büyük Doğu’nun bir ideoloji olarak görülmediği, dolayısıyla Büyük Doğu – İBDA’nın nefse maledilecek bir oluş şartı diye şuurlaştırılmasının söz konusu olmadı yerde, sistem şuurunun teşekkül etmediği yerde, düşman sistemle mücadele edilemez ve son tahlilde düşman sisteme entegre olunmaktan başka yol kalmaz. Bugünün Batıcılığı, Batı’ya karşı koyuyoruz sahte mücadelesi adı altında tecelli ediyor. Sistem şuurunun olmadığı yerde, mücadele, sivrisineklere yönelir.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et