YALNIZ KAHRAMAN KAZANMALI

“Onlarla eğitimli, düşünen insanlar, büyük Avrupa kültürünün mirasçılarıymışlar gibi iletişim kurmaya çalışıyoruz ama karşımızda gördüğümüz sıradan bir çete.”

Bir “sokak kavgası” nasıl kazanılır?

Rusya, Batı ile savaşında mümkün olduğunca sert olmalı

Sergey Akyavants

Profile.ru

25 Mart 2024

21’inci yüzyılın ilk çeyreği, en azından kolektif Batı açısından doğrusal ilerleme teorisinin işe yaramadığını bariz biçimde gösterdi.

Bu, insan faaliyetlerinin her alanında —ruhani, entelektüel ve yaratıcı— kendini gösteriyor. Düşüncenin yükselişine, maneviyatın çiçeklenmesine, biyolojik türünün potansiyelini uyumlu ve tam olarak ortaya koyan yeni bir insan tipinin ortaya çıkışına tanık olmuyoruz. Bunun yerine, bozulma ve gerileme, geriye doğru bir harekete şahit oluyoruz. Bu kapsamlı süreçler siyasi eliti, öncelikle de kolektif Batı’nın liderliğini etkiledi. Bu nesnel bir süreç. Belirtilen gerilemenin ve muhtemelen bir bütün olarak Batı projesinin gelecekteki yenilgisinin ana nedeni, sosyalist sistemle çatışmada kazanılan zafer ve ardından gelen mutlak hakimiyet, rekabet ve rekabet eksikliği. Bir ya da başka bir öznenin (bir birey, bir insan topluluğu, bir devlet) mutlak iktidarı sadece etrafındakiler için değil, kendisi için de tehlikelidir. Zira bir süre sonra bu gücün sahibinin alçalmasına, mutlak tahakküme yol açacağı garantidir. Aynı mekanizmalardan kaynaklanan ikinci neden ise Batılı elitlerin denge ve ayarının bozulmasıdır.

Bugün Batı’da mali oligarşi, yani elitlerin, işleyiş mekanizmalarına göre gerçek hayattan en kopuk, en ahlaksız ve insanlıktan en uzak olan kısmı mutlak hüküm sürüyor. Tahakkümünün sırrı iki olağanüstü keşifte yatıyor. Modern mali oligarşi, hiçbir şey yaratmadan ya da üretmeden, kelimenin tam anlamıyla havadan para elde etmek için mekanizmalar icat etmiş ve kurmuş ve böylece zenginleşmesi için sınırsız bir kaynak elde etmiştir. İkinci çığır açan teknoloji, iktidarın doğrudan iktidar yapıları ve devletin asırlık kurumları aracılığıyla değil, geniş insan kitlelerinin bilincini manipüle etme araç ve teknikleri kullanılarak gerçekleştirilmesiydi.

İlahi emirleri iptal edip yerine sınırsız tüketim ve dizginsiz hedonizm kültünü koyan elit kesimin bu kısmı, dünyanın kaderiyle oynamasına olanak tanıyan en güçlü araçları eline geçirdi. Bu mali elitin gücü son 80 yılda mutlak hale geldi ve Batı ülkelerinin tüm devlet ve kamu kurumlarına yayıldı. Ancak mesele, böylesine sınırsız insanüstü gezegensel gücün sıradan ve ahlak açısından insanlığın en kötü temsilcilerinin elinde olması. Kendilerini yeni tanrılar olarak görenler aslında Şeytan’ın hizmetkârlarıdır.

Bu süreçlerin görünür neticesi, Batı siyasi liderliğinin dışa dönük karikatürize, bazen de saçma ve intihara meyilli politikası. Bunu anlamak ve açıklamak zor ama bu politikanın değerlendirilmesine tarihsel mantık, klasik jeopolitik yasalar, iktisadi çıkarlar, devlet çıkarları vb. ölçütlerle yaklaşırsak pek değil. Tüm Batı çıldırmış gibi görünüyor. Ama öyle değil. Sadece başka, daha ilkel bir sistemin kurallarına göre işlemeye başladı. Karşımızda “medeni” devletlerden oluşan bir toplam değil, en ilkel arka bahçe çetesi var. Onlarla eğitimli, düşünen insanlar, büyük Avrupa kültürünün mirasçılarıymışlar gibi iletişim kurmaya çalışıyoruz ama karşımızda gördüğümüz sıradan bir çete. İyi bir edebi dille “kasvetli Cermen” ve diğer “dâhilerin” temsilcileriyle temas kurmaya çalışıyoruz, karşımızda eğitimsiz ve büyük geçmişlerinden çoktan kopmuş yaratıklar olduğunu fark etmiyoruz. Yanılsamalardan kurtulmamız gerekiyor. Sadece taş-kâğıt-makas oyununa girilebilecek insanlarla satranç oynamayı bırakmanın zamanı geldi.

Mevcut durumu basit bir örnekle izah edeyim. Eski bir suçlu tarafından yönetilen belli bir sokak çetesi iktidarı ele geçirdi ve kentin her yerinde terör estiriyor. Herkese haraç kesiyor, zorbalık yapıyor, alay ediyor, zayıfları dövüyor ve savunmasızlara tecavüz ediyor. Çete, tüm sokak çeteleri gibi yapılandırılmış. Bir lider (eski bir suçlu), onun en yakın yardımcıları, çeteyi kendileri yönetmeye talip ve birbirleriyle rekabet halindeler ve bir de liderlerin yönlendirdiği yolda ilerleyen gri bir kitle var. Bu gri kitlelerin her biri tam bir hiçtir, ancak sürü halinde kendilerini güçlü ve cesur hissederler. Bir de bir grup limitro…, pardon, bazen kavgada lazım olan küçük küstahlar var.

Mahalledeki tüm ahalinin gözü korkar. Fakat bir noktada bir kişi, bu pisliklerin saldırısına karşı açıkça konuşan yalnız bir kahraman ortaya çıkar. İşkence gören insanlara hukuku, adaleti ve güvenliği geri getirmeye niyetlenir. İstisnasız herkese. Yoksul ve zengin. Güçlüler ve zayıflar. Mahalledeki çoğu insan ona sempati duyar, gizliden gizliye yardım etmeye hazırdırlar ama onunla birlikte ortaya çıkmaya korkarlar. Tahakkümü korkuya dayalı olan çete, kahramanın yok edilmesi ve hiçbir şekilde yenilmemesi gerektiğini, aksi takdirde çetenin hakimiyetinin sona ereceğini fark eder. Üyelerinden bazıları sanık sandalyesine oturacak ve birileri günlük ekmeğini kazanmak için işe gitmek ve alın teriyle çalışmak zorunda kalacaktır. Ancak kahramanımızın tek bir alternatifi vardır; kazanmak ya da yok olmak. Çetenin kalabalık, acımasız ve zalim olduğu düşünüldüğünde, bu durumda nasıl davranmalıdır? Bu çatışmada üstünlük sağlama şansı var mı, bir sokak kavgasında kazanabilir mi?

Kazanabilir ve kazanmalıdır da. Ama tek bir eylem tarzı var. Kiminle karşı karşıya olduğunu anlamak zorunda. Ve rakipleri, yine, ilkel yaratıklar. Onları eylemlerinin suç olduğuna, ahlaka aykırı olduğuna, er ya da geç kendileri için kötü sonuçlanabileceğine ikna etmek imkânsızdır. Onlarla insani bir temas kurma, ruhlarının tellerine dokunma çabası (“sizin de anneleriniz var”, “başkalarına zarar veriyorsunuz”, “içinizde insani bir şey kalmadı mı?”) nafiledir. Bir uzlaşma bulmaya çalışmak, az ya da çok kabul edilebilir şartlarda anlaşmak faydasızdır; “her aile size ayda 50 haraç ödeyecek ama kimseye dayak atmayacak ya da tecavüz etmeyeceksiniz” veya örneğin, “çatışmamızı üç aylığına donduralım, kudurmayacaksınız ama bu süre zarfında sizinle savaşmayı bırakacağım”, faydasızdır. Çeteyle herhangi bir müzakere girişimi onlar tarafından bir zayıflık belirtisi olarak görülür.

Çete daha saldırgan, çok daha tehlikeli hale gelir ve tek caydırıcı faktör ortadan kalkar. O faktör de korku. Sadece korku. Ne utançtan ne rezaletten ne vicdandan ne de halkın kınamasından korkarlar. Onlar için sadece ölüm ve acı korkusu vardır. Bu nedenle, bu çeteyle kavgaya giren kahramanımız, sokak dövüşü yasalarına göre hareket etmelidir. Bu yasalar basittir; bir sokak kavgasında kural yoktur, düşmana maksimum zarar vermek, onu korkutmak, acı içinde inletmek için her türlü yolu kullanabilirsiniz ve kullanmalısınız, pes edemez ve yere yatamazsınız, merhamet isteyemezsiniz (sonuç olarak, sadece onu öldürene kadar dövmeniz lazımdır). Pisliklerle kavgaya girerseniz, daha da büyük bir pislik gibi davranmalısınızdır. Çetenin her üyesi yaralanmalı, herkes korkmalıdır. Ve sonra çete ya kaçacak ya da kahramanımızla pazarlık yapmaya çalışacaktır. Ve tüm mahalle sakinleri kurtarıcılarına teşekkür edecek ve onu açıkça destekleyecektir.

“Arka bahçe” örneğimizden “yüksek” uluslararası politikaya dönecek olursak, muhaliflerle çalışma yönteminin yukarıda anlatılanlarla aynı olması gerektiğini belirtmek isterim. Müzakereler ve anlaşmalar, muhaliflere politikalarının kendileri de dahil olmak üzere korkunç sonuçlara yol açacağını açıklama girişimleri, tarihe başvurmak, onlara dünya savaşının dehşetini hatırlatmak; bunların hiçbiri işe yaramaz. Onları belirli bir kırmızı çizgide durmaya, şiddeti durdurmaya ve çatışmayı belirli bir süre için dondurmaya, düşünmek ve seçilen yolun yeraltı dünyasına götürdüğünü fark etmek için zaman tanımaya ikna etme girişimleri; hiçbiri işe yaramaz, zira bunlar zayıflığın ve geri çekilmeye hazır olmanın birer tezahürü olarak görülecektir. Düşmanın saldırganlığı ve baskısı yalnızca artacak, son kısıtlayıcı engeller de ortadan kalkacak, frenler çalışmayı durduracaktır. Ve o zaman cinayet, hepsini birden öldürmek ve kültürel ve tarihsel olarak bize bu kadar yakın olan Batı medeniyetini bitirmek gerekecektir. Daha fazla üremek için sadece birkaç iyi aile (İncil’e göre Lut’un ailesi ve Nuh’un ailesi) bırakmak gerekecektir. Zor sözlerin ve zor kararların zamanı geldi.

“Devletin varlığı tehlikeye girdiğinde” nükleer silah kullanacağımıza dair hüküm, mevcut ortamda kulağa epey muğlak geliyor. Düşman bizden Kırım, Donbass ve Lugansk’ı almak istiyor ve tazminat talep ediyor. Bu stratejik nükleer silahları kullanmak için bir neden değil mi? O zaman sebep nedir? Düşmana, attığı adımların nükleer üçlümüzün kullanılmasına yol açacağını açık ve somut bir şekilde anlatmanın zamanı geldi. Örneğin: Kaliningrad oblastını abluka altına almaya yönelik çılgınca bir girişimin sonucu başka bir cephenin açılması değil, belirli devletlerin belirli başkentlerine dönük bir nükleer saldırı olacaktır.

Bu tür sert tedbirlerden kaçınmak için şimdiden onları incitmek ve korkutmak gerekir. Böylece sinir reseptörleri aracılığıyla bu acı ve korku beyinlerine girecektir. Ve onlarla Dmitriy Medvedev’in yaptığı gibi —kendini onların seviyesine indirdiği için değil, onlara daha açık olduğu için— basit ve anlaşılır bir dille konuşmamız gerekiyor. Bir edebiyat kahramanının dediği gibi: “Maymunlarla maymunların diliyle konuşmalısınız”. Her kelimenin bir anlamı ve gizli bir gücü vardır. Askerlerimizi, sivilleri, kadınları, çocukları öldürmek için silahlarını kullanan devletlere (ters virgülle, hatta alaycı bir şekilde) “ortaklar” dediğimizde, kulağa çok akıllıca geliyor ama kesinlikle uygunsuz. “Alman ortaklarımız Stalingrad’a yaklaştı,” ifadesi 1942’de nasıl algılanırdı? Burada ortaklarla değil, ölümcül düşmanlarla karşı karşıyayız. İlkiyle müzakere edebilir ve anlaşmalar imzalayabiliriz ama ikincisini alt etmek zorundayız.

Ve bir açıklama daha. Korkması gerekenler sadece Fransız çiftçiler ya da Leopard üretmek için montaj hattında çalışan Alman işçiler değil, hatta şansölyeler, cumhurbaşkanları ve başbakanlar da değil. Batı’nın politikasını fiilen belirleyen elit kesim de korkmalıdır. İpleri ellerine almanın ve halkların kaderiyle oynamanın güvenli olmayacağını anlamalılar. Maceracı eylemleri yüzünden kendileri, çocukları, torunları ve içinde yaşadıkları harika dünya bahçesi yerle bir olabilir. Bu bahçe “barbarlar” tarafından istila edilebilir.

Yalnız kahraman kazanmalıdır. Bu dünyaya hukuku, vicdanı ve adaleti getirmelidir. Zaferin alternatifi utanç ve yıkımdır. Zafere giden yol zor ve tehlikelidir. Hiçbir şey karşılıksız değildir. Kişi yaralara, acıya, yorgunluğa, ihanete hazırlıklı olmalıdır. Ama kahraman her türlü zorluğa rağmen sonuna kadar gitmelidir.

Çeviri: Emre KÖSE

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et