TARİHE NOT DÜŞMEK
Bir önceki yazımızda, “Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu”ndan ve bu komisyonun kuruluş amaçlarından bahsetmiş ve komisyonun çalışmalarının neticesindedeğişen hiçbir şeyin olmadığınavurgu yapmıştık. Fikre Özgürlük Platformu olarak, KUMANDAN SALİH MİRZABEYOĞLU için başlatılan özgürlük çalışmalarında, TBMM’de yapılan görüşmelerden bir kısmını aktarmıştık. “Hayatınız yalan”dediğimiz AKP’nin yalan ve göstermelik çalışmalarına (!) misal teşkil etmesi ve zihniyetlerindeki güncelliği aynen koruması bakımından 2012 yılında kaleme alınmış, fakat daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış, “DARBE VE MUHTIRALARI ARAŞTIRMA KOMİSYONU ‘NEYİ’, ‘NE İÇİN’ ARAŞTIRIYOR?” başlıklı yazımızı aynen veriyoruz.
DARBE VE MUHTIRALARI ARAŞTIRMA KOMİSYONU “NEYİ” “NE İÇİN” ARAŞTIRIYOR?
Yazımıza başlığını verdiğimiz bu soru, ilk bakışta mânâsız gibi gelebilir sizlere. Netice itibariyle darbelerle “hesaplaşmak” veya “yüzleşmek” tabirlerinden hangisini kullanırsak kullanalım yaşanılan bu süreçte sanıyoruz ki,“28 Şubat darbe hukuku mahsulü” bütün kararların gözden geçirilmesi gerekliliğinde her kesim, hemfikir.
Post modern darbe olarak da adlandırılan 28 Şubat darbesinin, yeşil sermayeye yapılmış ekonomik bir darbe olmasından tutun da siyasî, fikrî, hukukî, dinî, sosyolojik, psikolojik vs. pek çok ayağının da olduğu herkesçe malum.
Bütün darbelerde olduğu gibi 28 Şubat darbesi de, milletin millî ve manevî değerlerine dışarıdan dayatmayla yapılmış bir saldırıdır. Bu saldırının hedefi, kim ne derse desin, KUMANDAN SALİH MİRZABEYOĞLU’nun şahsında Müslüman Anadolu’dur.
Siyasî havaya göre şekillenen hukuk, maşa olmanın ötesine bir türlü geçememektedir. Hukukun maşa olmaktan öteye geçemediği ortamda devlet değil çete vardır. İşte bu çetedir ki,Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu fikirlerinden dolayı, hiçbir mesnede dayanmaksızın İDAMAmahkûm etmiştir.
Kurtarıcı fikrin mimarı, bütün sistemlere meydan okurcasına dünyaya yeni bir sistem teklifi sunmaktadır. İşte bu dünyaya tepeden bakış, dünyaya hâkim olmak emeli peşinde koşanları ürkütmüş ve kendisinin HEDEF olmasına sebebiyet vermiştir.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in;
”Sana bir takdim yazım olacak, bütün hüviyetinle görüneceksin” dediği Kumandan Mirzabeyoğlu’nun hüviyetini görenler paniklemiş, ”ılımlı İslam” projesini Türkiye’de hayata hâkim kılmanın planlarını yapmış ve uygulamaya hazır hale getirmişlerdir.
MGK’da tehlike olarak sunulan irtica, “İBDA FİKİR SİSTEMİ”nin ta kendisidir. 28 Şubat darbesinin öncesi İBDA hareketinin sorulması üzerine rahmetli Erbakan;
İBDA’nın tehlike arzedecek boyutta bir hareket olmadığı” cevabını vermiş ve tam da bundan dolayı kendisine, ”bu kadar anlıyorsun” mânâsında, “güle güle” denmiştir.
Evet, İslam’a Muhatap Anlayış’ı sistem çapında ortaya koyan Kumandan Mirzabeyoğlu’nu tehlike olarak görmeyen rahmetli Erbakan Hoca alaşağı edilip yerine, parti içerisinde sivrilen gençlerden oluşan yeni bir parti kurdurulmuş ve bu parti 28 Şubat darbesiyle halkın örselenen millî ve manevî değerlerinin üzerinden prim yaptırılarak iktidara taşınmıştır. “Artık Ilımlı İslâm Projesi, işlevini yerine getirmek üzere tamamlanmıştır” denilebilir.
1998 yılında Adana DGM, Kumandan Mirzabeyoğlu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na yakalama talebinde bulunmuş, bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı verdiği mütalaada;
”Mirzabeyoğlu’nun yazar olduğu, hiçbir eyleme emir ve talimat vermediği ve bu yüzden de başkalarının yaptığı eylemlerden sorumlu tutulamayacağı”nı belirtmiştir. Bundan yaklaşık altı ay sonra savcılık kendi mütalaasına tezat teşkil edecek şekilde Sayın Mirzabeyoğlu’nu iddianamede ”yasadışı örgüt lideri” olarak vasıflandırmıştır. Basında ise, Kumandan Mirzabeyoğlu, örgüt evinde silahlı çatışmayla ele geçirilen kaçak bir örgüt lideri olarak lanse edilmiştir.
Oysa mütefekkir Sayın Mirzabeyoğlu altı ay önce olduğu gibi, o dönemde de neredeyse bütün günlerini eserlerini yazmak üzere evinde geçirmiş ve yasadışı hiçbir eylemde bulunmamış, hiçbir eylem için emir ve talimat vermemiştir. Pekii altı ay içerisinde değişen ne olmuştur da, Kumandan Mirzabeyoğlu yasadışı terör örgütü lideri ilan edilmiştir. Savcılığın atladığı veya ele geçirdiği yeni bir delil mi vardır? Böyle olmadığını sonraki iddianamede hiçbir delil ibraz edilememiş olmasından anlamaktayız. Kaldı ki mahkeme hakimlerinden ilki olan Sedat Karagül’ün;
”O dönemde İBDA-C davası da dahil olmak üzere baskı görmediğim hiçbir dava olmamıştır” ve idam kararını veren ikinci hakim Metin Çetinbaş’ın Mirzabeyoğlu davasına atıfla;
”Hata yapmış olabilirim!” şeklindeki hür iradeleriyle yaptıkları ve basında yer alan açıklamaları da davanın hukukî bir dava olmaktan ziyade, siyasî bir dava olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu, sonu başından belli bir TİYATRODUR. Nitekim Kumandan Mirzabeyoğlu idam kararının verildiği mahkeme sonrasında durumu şu müthiş cümleyle ifade edecektir:
“TİYATRO BİTTİ!”
Bizler oynanan bu tiyatronun yakın şahitleri olarak Fikre Özgürlük Platformu İstanbul adı altında kamuoyu oluşturmak üzere yaklaşık iki aydır İstanbul’da başta siyasî partiler olmak üzere, sivil toplum kuruluşları, basın ve yayın organları ve mensuplarına ziyaretler gerçekleştirdik. 22 Haziran’da Çağlayan Adalet Sarayı önünde yaptığımız basın açıklamasının ardından Bolu F Tipi Cezaevi’ne ve oradan da Meclis’te görüşmeler yapmak üzere Ankara’ya yürüyeceğimizin ilanını kamuoyuna duyurduk. Yaklaşık beş gün boyunca TBMM’de yaptığımız görüşmeler neticesinde bilgilendirirken ”bilgilendik’‘, milletvekillerini ”tanıdık’‘. Tarih, muhataplarımızın Kumandan Mirzabeyoğlu davasına destek verenler, ortada kalanlar ve köstek olanlar olmak üzere kaydını düşecektir.
Tam da bu noktada, yazımıza başlığını veren, ”Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu neyi araştırıyor?” sorusuna geri dönmek istiyoruz.
MHP milletvekili Yusuf Halacoğlu’nun görüşme esnasında bizlere sarfettiği güzel bir cümlesi olmuştur:
“Bir meseleyi halletmek üzere komisyon kurulması, o meseleyi sürüncemede bırakmanın ve üzerini örtmenin diğer bir yöntemidir. Hükümet halletmek istiyorsa bu işi hemen halleder.”
Bizler platform olarak meclisteki ilk görüşmemizi, Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Başkanı Sn Nimet Baş ile gerçekleştirdik. Grup sözcülerimizden biri olan Esma Turan, ”Zulme Rıza Göstermeyenler” adlı dosyamızı kendisine sunduktan sonra konuyla ilgili olarak özetle şunları söylemiştir:
“Başta Mirzabeyoğlu davası olmak üzere, 28 Şubat ve darbe hukuku mahsulü olan tüm yargı kararları adil değildir ve hukukun üstünlüğü ilkesinden uzaktır. Uluslararası İnsan Hakları İlkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle kapatılan DGM’lerce, siyasî baskılar sonucu verilmiş kararlardır…Hala cari olan ve toplumda büyük bir rahatsızlığa sebep olan bu kararların adil hukuk ve insan hakları gereği bir an önce re’sen, hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın iptali gerekmektedir
Fikrinden dolayı idam cezası verilen ve şu anda F Tipi Cezaevinin koşullarıyla tecritte, ağırlaştırılmış müebbetle esir tutulan Sayın Salih MİRZABEYOĞLU’nun yine fikirlerine engel koymak çabasıyla TELEGRAM – Zihin Kontrolü işkencesiyle kendilerine rahatsızlık verilmeye çalışılmaktadır. Devletin sorumluluğu altında gerçekleştirilen bu işkence bir an önce son bulmalı, konuyla ilgili akademisyenlerin araştırmasına başvurulmalı ve yine mesul kişi ve kurumlar konuyla ilgili açıklama yapmalıı, MİRZABEYOĞLU’nun geçen günler içerisinde bir gazetede yayınlanan röportajındaki; “Devlet araştırsın, Telegram yok desin!” ifadesi dikkate alınmalıdır.”
Esma Hanım’ı büyük bir dikkatle dinleyen Nimet Hanım;
”Yargılanma sürecinin bittiğini, hükmün verildiğini ve bu sebeple kendilerinin temyiz makamı olmadıklarını ve bu davayla alakalı herhangi yeni bir delil olmadığı sürece davanın yeniden gözden geçirilmesinin mümkün olmadığını” söylediler ve sunduğumuz dosyayı, “komisyon adına değil kendi adına” aldıklarını belirttiler.
Bizleri dikkatle dinlediği zannına kapıldığımız komisyon başkanı Sn vekilin söylediklerine bir anlam veremediğimizden sorduk:
“Olağanüstü şartlarda hiçbir delil ve mesnede dayanmadan, keyfî olarak verilmiş bu karar darbeleri araştıran bu komisyonun, nasıl konusu olamaz? Bu yargılamanın ve yargılama neticesinde verilen idam kararının haksız, hukuksuz ve adil olmadığının ispatı bizzat dava dosyasının kendisi olmasına ve brifingli hakimlerin kendi hür iradeleriyle vermiş oldukları beyanlara rağmen ‘yeni bir delil olmadan dosyanın yeniden görüşülmesi mümkün değil’ ifadesi de neyin nesi?”
Bu durum, en avam insanın bile bildiği, ”kişinin suçluluğunun ispatının gerekliliği ilkesi”nin, bu ülkede ”kişinin suçsuzluğunun ispatının gerekliliği ilkesi”ne nasıl dönüştürüldüğünün trajikomik halidir.
Kendisine yönelttiğimiz bir diğer soru ise şu idi :
“Evrensel hukuk normlarına uymadığı gerekçesiyle kapatılan DGM’lerin verdiği kararların hâlâ cari olması bir tezat teşkil etmiyor mu ve hukuka uygunluğu tartışılan bu kararların yeniden değerlendirilmemesi de bir hukuksuzluk değil mi?”
Hukukçu kimliği de olan Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Hanım’ın verdiği cevap aynen şu olmuştur:
“DGM’ler kapatılmış olabilir. Ortada HUKUK VAR! Bu kararların kaldırılması mümkün değildir. Çünkü DGM’lerin vermiş olduğu bu kararlar aynı zamanda Yargıtay tarafından da onanmıştır.”
Ortada hukuk var diyen Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sn Nimet Hanım o dönemde bütün yargının bağımsız olmadığını bilmiyor veya düşünemiyor olabilir miydi? Gerçekten şaşırdık. Ve doğal olarak şu soruyu sorduk:
“Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu neyi araştırıyor?”
“1980 darbesinden bu yana haksız ve hukuksuz yere cezaevlerinde yatan yüzlerce insan var” diyen, arkasından da,
”Delil olmadan dosyaların yeniden gözden geçirilmesinin mümkün olmadığı”nı söyleyen ve;
”Biz temyiz makamı değiliz. Hiçbir yaptırım gücümüz de yok. Yalnızca araştırırız” diye ekleyen Sayın Nimet Baş’a komisyon başkanı olması sıfatıyla yeniden soruyoruz:
“Bu komisyonun amacı nedir ve neyi ne için araştırıyor? Hiçbir yaptırım gücü yoksa (ki hazırlanacak ve sunulacak olan raporların bizatihi kendisi yaptırım gücü oluşturacaktır) bu komisyonun darbeleri araştıran herhangi bir vatandaştan farkı nedir?”
Kendilerinin de ifade ettiği gibi, haksız hukuksuz ve adil olmayan yargılamalar ve kararlar neticesinde cezaevlerinde yatan, adı sanı dahi bilinmeyen yüzlerce insanın hakları tazmin edilme yoluna gidilmeyecekse, bu haksızlığın hesabı sorulmayacaksa, kısacası darbelerle ve sonuçlarıyla yüzleşilmeyecekse bu komisyonun kurulmasındaki amaç ne ile açıklanabilir?
Amaç, yalnızca kim oldukları herkesçe malum darbecileri ”deşifre etmek” midir, yoksa yaş haddinden dolayı ceza alması mümkün olmayan bu darbecilerin “cezalandırılacağı” izlenimi verilmek suretiyle, Sn Yusuf Halacoğlu’nun da dediği gibi, “ meseleyi halletmek değil sürüncemede bırakmanın, hallediyormuş görüntüsü vermenin” bir yöntemi midir???
TARİHE NOT DÜŞTÜĞÜMÜZ BU SORULARIN TÜM CEVAPLARI, ANADOLU HALKI’NIN VİCDANLARINDA, ŞİMDİLİK, KAYDI ŞARTI İLE MAHFUZDUR!..