BU SAVAŞ “VAHŞİ SÜNNÎ – MEDENÎ Şİİ” SAVAŞI DEĞİL
İran Ordusu’na ait unsurların da Irak Milli Cephesi’ne karşı savaştığı atık netleşti.
Amerika-İran-Maliki-AKP…
Şu an anti-Amerikancı(!) cephe” tamam oldu.
Şii şovenizminin, “anti-emperyalist” söylem içine gizlenerek yürütülen politikalar iflas etmiş, bu politikaları yürütenlerin yüzündeki “anti-emperyalist” maske, dün olduğu gibi, bugün de yine Irak direnişiyle düşmüştür.
Bu “şii şovenizm” etkisini tahlil etmeye devam edeceğiz. Fakat, burada bazı kesimlere bir uyarıda bulunmamız gerekiyor;
Her “Şii” anti-emperyalist, her “Sünni” ise “Amerikancıdır” yanlış algısından kurtulup, dillerine dikkat etmeleri gerekir. Teferruata boğulup, işin özünü, iskeletini gözden kaçırarak veya gizleyerek yapılan değerlendirmeler samimiyetten uzak, zarar verici olabilir.
Mesele “anti-emperyalist” duruşsa;
91 Irak saldırısında İran ve Şii şövenizmi Amerika’ya karşı nasıl tavır aldı?
Irak, Baas liderliğinde Amerika’yla savaşırken, İran Amerika adına Güneydeki Şiileri ve Kuzeydeki Kürtleri, Amerika yararına Irak Merkezi Hükümeti’ne karşı niçin ayaklandırdı?
91’den 2003’e kadar, İran bölgede Anti-Emperyalist duruş adına İslâm Coğrafyası’nın lehine ortaya ne tür bir tavır koydu?
2003’te Amerika, İngiltere ve AKP Hükümeti Irak’ı işgal ederken, İran ve şii şovenizmi işgalciye karşı nasıl bir tavır aldı?
Amerika’yla anlaşıp ülkenin kapısını işgalci düşmana içeriden açan Şii şovenizmi ve Kürt şovenizminin bu tavırları anti-emperyalist midir?
İşgalin siyasi neticesi olan Maliki hükümetinin, işgalcinin işbirlikçisi görüntüsüyle “anti-emperyalist” oluşu nasıl bağdaşıyor?
Bu soruları çoğaltacağız ve gerekli değerlendirmeleri yapacağız.
Fakat; “sünni işbirlikçilik”ten bahseden ve şii şovenizminin etkisiyle hareket eden kesimler, geçmişi bir daha gözden geçirmeliler.
BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ne bugün, ne de Suriye’yle başladı. 91’de “Yeni Dünya Düzeni” adıyla Irak’a yapılan saldırı 2003 istilâsına kadar dünyanın bir eşine daha şahitlik etmediği “ambargo” vahşetiyle devam etti. 2003’te de Amerika’nın yanına İngilter ve AKP’yi alarak Irak’ı işgal etmesiyle BOP başladı.
Irak konusunda bu millet 91-2003 ve 2003-2014 arasında hep uyutulduğundan dolayı, bugün saçma-sapan değerlendirmelerle karşılaşıyoruz. Sanki herşey güllük-gülüstanlık giderken birdenbire bir şey patlamış gibi hareket ediliyor.
Evet, kabul ediyoruz, bazıları için işler gerçekten çok karmaşık; etnik temel, mezhep meseleleri içiçe girmiş durumda. Bu karışıklık üzerine bir de, 20 yıl boyunca “anti-emperyalist” mücadele açısından Irak takip edilmemişse, ortaya çıkan teferruat bolluğunda boğularak işleri daha da içinden çıkılmaz bir hâle getirebiliriz.
Burada gözden kaçırılmaması ve anlaşılması gereken işin ruhu ve iskeletidir. Eğer bu ruha sahip ve işin iskeletini de olduğu gibi kavrayabilirseniz teferruata boğulmadan hadiselerin seyri hakkında doğruya en yakın tesbitler yapabilir ve ona göre de doğru tavrı alabilirsiniz.
Doğruların ve yanlışların iç içe geçtiği böyle “karmaşık” süreçlerde teferruata boğularak işleri daha da karmaşık hale getirmemek için ideolojik (ruh) ve siyasî (iskelet) olarak sağlam noktaya basılması gerekir.
Geçen 20 yıl içinde bu sağlam istinat noktasının bir çok kesimin samimileri açısından kaybedildiğini görüyoruz. Bu zemin kaymasından olsa gerek, Irak meselesi değerlendirilirken “dil”lerin “Şii Şovenizmi” ve “Pers Milliyetçiliği” etkisi altında olduğu gizlenemiyor.
2003 işgalinden beri Amerikan propoganda makinesi tarafından yürütülen “kafa karıştırma” operasyonunun ve bu operasyonun hedefi olan “algı şekillendirme” faaliyetinin devam ettiğini görüyoruz.
Bu “kafa karıştırma” operasyonunun malzemelerinden biri olan “kafa kesme” görüntülerini hatırlatarak söylemek isteriz ki, böyle süreçlerde “kafa karışıklığı” “kafa kesme”ye denk gelir. Çünkü berrak olmayan bir zihinle, berrakmış gibi yönlendirme faaliyetine girişirseniz, kafanızın karışıklığına nisbetle insanları etkileyeceksinizdir. Hele bir de kullandığınız “dil”de özensiz davrandığınızda sebebiyet vereceğiniz zararın boyutu iki katına çıkacaktır.
20 yıl boyunca mesele hiç takip edilmediği halde, bugün yapılan değerlendirmelerde cahilliğin, bilgisizliğin ve evvelki alışkanlıklardan kurtulamamanın etkilerini görüyoruz. Bu sebeplerden dolayı da kavramlar ya doğru kullanılmıyor, ya da yerli yerine oturtulamıyor.
Şu aşamada bizim, soğukkanlılığımızı muhafaza ederek takip ettiğimiz bazı kesimlerin samimilerinin kavramları kullanılırken görünümleri yukarıda ifade etmeye çalıştığımız çerçeve içinde. Yani çok özensiz…
Ayrım yapmadan söyleyebiliriz ki, her kesim içinde yeralan bu samimilerin kendi mantık kurguları içinde söylediklerinin hepsi yanlış değil; bizim açımızdan yanlış olan bizatihi “mantık kurguları”
Meselâ;
Irak Milli Cephesi’nin hedefi Bağdat olan Musul hamlesini değerlendirirken, hamlenin yapıldığı ülkenin Irak olduğunu hiç düşünmeden Suriye merkezli olarak değerlendiriyorlar. Bu mantık kurgusunda ortaya çıkan birinci yanlış Suriye ve Irak’ın şartlarının farklılığını gözden kaçırmadır.
Şartların farklılığı ve süreçleri gözönüne almadan yapılan değerlendirme, son tahlilde çıkış noktasının da yanlış olduğunu gösterir. Yani, yine son tahlilde Irak’ı Suriye merkezli değerlendirenin, Suriye’i değerlendirirken kurguladığı mantıkta da bir yanlış var demektir.
İşbirlikçi Maliki Çetesi ile ülkesini parçalanmaya karşı bütünlük içinde tutmak için mücadele eden Esad yönetimi arasında onaloji-benzeşme kuran mantığın bizce çıkış noktası yanlıştır.
“Kafa karışıklığı”nın devam ettiğini gösteren kavramlardan biri de “Irak Ordusu”dur.
IŞİD “şeytanlaştırması” üzerinden iskeletini Baas’ın oluşturduğu Irak Milli Cephesi görünmezleştirilirken, “Irak Ordusu” müsbet kavramı üzerinden de Maliki Çetesi görünmezleştiriliyor; bu unsurların kafalarının ne denli karışık olduğuna bir misâl de bu.
Hangi “Irak Ordusu”, ortada “Irak Ordusu” filan yok. Olan sadece Maliki’ye bağlı silahlı çeteler. Irak’ın gerçek ordusu 1969’dan 2003’e kadar olan orduydu. O ordu da meşruiyetini “halk devrimi”nden alan Irak’ın “Millî” ordusuydu. Maliki’nin ise kendi ordusu var; bu orduya ise “Irak Ordusu” diyemezsin. Çünkü, Maliki Ordusu Irak’ı istila eden Amerikan gücünün 1 trilyon dolardan daha fazla bir maliyetle “şii şovenizmi” temelinde oluşturduğu bir çetedir.
Gerçek Irak Ordusu, 2003 Amerikan darbesiyle yıkılan hükümetin ardından “buharlaştı”. IŞİD’in de dahil olduğu Irak Milli Cephesi’nin Musul hamlesiyle geri dönen, işte, meşruiyetini “halk devrimi”nden alan ve 2003’de “buharlaşan” bu gerçek Irak Ordusu’dur.
Halk, Musul Hamlesi’yle birlikte Milli Cephe’nin omurgasını oluşturan bu ordu girdiği için bölgelerini terketmiyor; Maliki çetelerinin Irak Milli Direnişi’ni bahane ederek saldıracağından korktuğu için kaçıyor.
Anlaşılıyor ki, “Şii şovenizmi” etkisi altında algıları şekillenen İslâmcı veya diğer kesimler, Irak meselesine hiç girmemişler veya girmek istememişler. 91’den beri Kürt ve Şii şovenizmi etkisi altında olan tüm çevrelerin Saddam’ın şahsında Irak Direnişi’ne bakışları “zalim Saddam” çerçevesindeydi; “Kahrolsun Amerika” ise, dostlar alış-verişte görsün kabilinden dudak ucuyla atılan bir slogandı.
BOP’un başlangıcı olan 2003 işgali ise neredeyse hiç gündemlerinde olmadı. Özellikle İslâmcı çevreler Erdoğan’a biat ettikten sonra Irak işgalini gündemlerinden çıkardılar. BOP’un Eşbaşkanı olduğunu defalarca kendisi ifade eden Başbakan’ın “erkek ve kadın Amerikan askerlerinin sağ salim evlerine dönmeleri için” ettiği duaya sadece “amin” dediler.
2003’ten beri inşa edilen medya duvarının ve uluslararası güçlerin AKP Hükümeti’ne verdiği desteğin psikolojik sınırlarını aşıp, bir türlü Irak meselesine giremediler, girmek istemediler. Bundan dolayı da meseleyi dış müdahaleyle şekillendirilmiş algı üzerine oturtulan yanlış mantık kurgusu içinde değerlendiriyorlar.
İnsanların zihninde oluşturulmaya çalışılan fotoğraf ise şu;
Sanki ortada Irak’ın bütünlüğünü sağlamış ve milli birliğini kurmuş bir hükümet var; bu Maliki Hükümeti’dir ve meşrudur. Bütünlüğü ve milli birliğini kurmuş olan Irak Merkezi Hükümeti, tabi olarak ordusunu da kurmuştur. Ama, birdenbire, durup dururken yecüc-mecüc gibi ortaya çıkan “VAHŞİ SÜNNİLER”Irak’ın bütünlüğünü ve birliğini parçalamaya çalışıyorlar. Bu hedef doğrultusunda ABD-AKP desteğini dearkalarına alarak korkunç bir vahşetle kafaları kolları keserek ilerliyorlar.
Zihinlerde oluşturulmaya çalışılan fotoğraf eminolun ki, aynen bu. Aşırılıkları tesbit etmek ve engel olmaya çalışmak ayrı; kaldıki, bu aşırılıklar tesbit edildiğinde, özellikle devlet geleneğine sahip BAAS kökenli komutanlar tarafından gerekli müdahaleler yapılıyor. Fakat yukarıda ifade etmeye çalıştığımız üzere zihinlerde oluşturulmaya çalışılan fotoğrafla güdülen gaye, aşırılıkların gösterilmesinden daha çok, aşırılıklar üzerinden 2003 yılından beri devam eden “anti-emperyalist direnişi” görünmezleştirmek.
Erdoğan Hükümeti’ni Suriye’de mezhepçi davranmakla -ki kesinlikle öyle değil, BOP çerçevesinde davranıyor- suçlayan çevreler, aynı mezhepçi yaklaşımı Irak’ta sergilediklerinin farkında değiller mi? Bu çevrelerin bir çoğunun -hepsi değil-, bugün anti-emperyalizm adına Suriye’nin parçalanmasına karşı çıkarken bu tavırlarında “Şii Şovenizmi”nin etkisi var mı acaba? Eğer Esad “Sünni” olsaydı aynı desteği verecekler miydi? Eğer vereceklerse, 91’den 2003’e kadar Saddam onları bekledi, niçin destek vermediler? 2003 istilasından hiç bahsetmeden, sanki BOP bugün başlıyormuş gibi hareket etmelerinin sebebi Esad’ın Nusayri, Saddam’ın ise Sünnî olması mı?
Görülüyor ki, “anti-emperyalist” maskeyi kazıdığımızda altından çıkabilecek görüntülerle ilgili soruları çoğaltabiliriz.
“Vahşi Sünnî” edebiyatına tekrar dönersek…
Bazı kesimlerin samimi unsurları özellikle AKP Hükümeti’ne ve Erdoğan’a IŞİD’a “terörist” demediği için yükleniyorlar. Farkında değiller ki -veya farkındalar-, aynı soru onlara da sorulabilir:
Siz aynı mantıkla “terörist Maliki Hükümeti”ne “terörist” diyebiliyor musunuz? IŞİD üzerinden ifade ettiğiniz aşırılıkların ve vahşetin aynısı Maliki Hükümeti tarafından uygulanıyor, neden tepki göster miyorsunuz? Bu vahşi uygulamalar 2003 işgalinden beri “Şii Şovenistler” tarafından da yapıldığı herkesin bildiği bir gerçek, neden “terörist hükümet” demediniz?
Özellikle hem Irak’ta, hem de Suriye’de Şii şövenistlerin yaptıkları sosyal medyada ve Batı medyasında bolca yer alıyor, o kafa kesiyorsa o da kesiyor, o infaz ediyorsa o da ediyor.
Anlaşılması gereken bizce şu;
Belli ölçüler içerisinde tasfiye edilemiyenleri her iki tarafta yapıyor. Ama, IŞİD’i “şeytanlaştırarak” onun yaptıklarını vahşet olarak niteleyip “yok edilmesi gereken adam” algısı oluşturduktan sonra Şii şovenizminin aynı vahşeti IŞİD militanlarına uygulamasını “pisliğin” temizlenmesi olarak sunmak samimiyetle bağdaşmaz. O zaman biz de sorarız; siz vahşete değil de, vahşeti kimin gösterdiğine karşısınız? Şii şövenizmi vahşeti sergilerse mübah, IŞİD, yani Sünnî sergilerse kötü. Bu mantıkla düşmana karşı işbirliğinde yol alınamaz. Kötüyse ikisi de kötü.
Anti-Emperyalist Mücadele “Sünniliğe” karşı mücadele değil de, Batı saldırganlığına karşı verilen bir savaş olarak algılandığında, Irak’taki mücadelenin de “Vahşi Sünnî – Medenî Şiî” savaşı olmadığı anlaşılacaktır. Kafalarda bu netleşme olmazsa doğru neticelere varamayız.
Daha sonra devam etmek üzere; BOP’un bugün başlamadığı bilindikten sonra şu soruya cevap verilmeli:
Şii mezhebi temelinde “Milli Bütünlük” sağlanıyor da, Sünnilik temelinde niçin sağlanamasın? Tarihi boyunca Irak’ı bütünlük içinde tutan BAAS İslâm temelli ve SÜNNİYDİ.
Ali Osman ZOR