ESKİ TEM ŞUBE MÜDÜRÜ MEHMET KARABÖRK GÖZALTINDA

ESKİ TEM ŞUBE MÜDÜRÜ MEHMET KARABÖRK GÖZALTINDA

İnternet sitelerine düşen haberlerde Adana’da gerçekleştirilen bir operasyonda 31 polisin gözaltına alındığı bilgisi yer alırken, gözaltına alınan isimlerden biri dikkat çekiyordu: Mehmet Karabörk

Bu isim, özellikle “28 Şubat dönemi”nde “görevli” olduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde İBDA bağlılarına işkence yapmak ve işkenceye “namaz arası” verdiği zamanların ardından sapıklığını ele veren hakaretler ve aşağılamalar eşliğinde tekrar işkence seanslarına devam etmekle, dönemin “İslâmla Mücadele Masası”nın Şube Müdürü olarak bilinen bir isim.

İBDA Camiası açısından bu ismin dikkat çekici en büyük özelliği, 28 Aralık 1998 tarihinde İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun evlâdını okuldan almak için sokağa çıktığı sırada onlarca “polis” eşliğinde saldırarak gözaltına alınması “operasyonu”nu yöneten isim. İstanbul TEM Şûbe’de kaldığı süre boyunca kendisine uyguladığı muamele ve saldırgan tutumuyla Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun ayrıca dikkatini çekmiş olan bu isim, sıradan bir “Baş komiser” değil.

İBDA Camiasına karşı “görev”de olduğu yıllar boyunca elde ettiği başarılarla terfiler alan Mehmet Karabörk ve arkadaşlarının işgal ettiği “sağ masa”, hatırlanacağı gibi “Ergenekon” ve “Balyoz” adlı saldırıların icrâ edildiği merkezdi.

Fakat herşey bir yana, bizim için Mehmet Karabörk’ü unutulmaz kılan biricik husus, o ve suç ortaklarının, 1998 Aralık ayından bugüne devam edegelen TELEGRAM İşkencesi’nin elemanlarından bazıları olmalarıdır.

Bu çerçevede, Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun hukuksuz bir şekilde tutuklandığı 4 Ocak 1999 tarihinden başlayarak hakkında “çalışmalar”ını yürüten ekip içinde olan Mehmet Karabörk ve arkadaşlarının haberdar oldukları bir “Jandarma İstihbaratçısı”na “Mirzabeyoğlu’nu öldürün” talimatını verenler içerisinde olduğu;

Bunu başaramayınca 25 Ocak 2000 tarihinde Batıcı Düzen Güçleri tarafından Metris Cezaevi’ne “Noel Baba” kodlu bir saldırının düzenlenmesi, Mirzabeyoğlu’nun öldüresiye dövülmesi ve aynı gün ağır işkenceye uğramış olarak Kartal Cezaevi’ne götürülmesiyle Zihin Kontrol Saldırısı şeklinde başlayan TELEGRAM İşkencesi’nin faillerinden biri olduğu kayıtlarımızda mevcuttur.

Bu çerçevede Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun Kartal Cezaevi’nde intihar-fedâ kararı alıp hayatını ortaya koyduğu Kartal Cezaevi’ndeki en ağır işkence şartlarından; 2002 yılında sevk edildiği Bolu F Tipi Cezaevi’nde 8 Temmuz 2005 tarihinde kanunun geriye yürütülmesi suretiyle aleyhinde olan uygulamanın yürürlüğe konmasıyla “tek kişilik hücre”ye “Ölüm Odası”na alınan ve hücreye konulmasının hemen sonrasında “uygun koşullar”ın oluşmasından cesaret alan TELEGRAMCILAR’ın saldırılarının şiddetini arttırmaları sürecinde, Mehmet Karabörk ismini duyduk.

Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun “tek kişilik hücre”ye alınması sonrasında, artan işkence şartlarında kaleme aldığı ve yaşadıklarını tüm açıklığı ile anlatan “Sinyal Muhabbetleri” ve “Yumurtasız Ödverenler Çetesi” başlıklı yazıların yayın organlarımızda yayınlanması vesilesiyle kamuoyunun da haberdar olduğu bu tip, Sayın Mirzabeyoğlu tarafından İstanbul TEM Şube’deki ilk izlenimleriyle birlikte “muşmula suratlı Mehmet” ve “Pornocu Mehmet” olarak anılıyordu.

İşte, Sayın Salih MİRZABEYOĞLU’nun 2005, 2006 ve 2007 yıllarında yayınlanmış olan ilgili yazılarının “Yumurtasız Ödverenler Çetesi” başlıklı beşinci bölümünde Mehmet Karabörk’ten bahsedildiğini bize düşündüren kısımlar:

Şube’de, arkadaşlarının tabiî bir muaşeret içinde “salak” diye hitabettikeri, “muşmula suratlı Mehmet”… “Pornocu Mehmet”: Sorguda bile aklı, porno kaset seyretmekte. Şu “çocuk pornosu” çeteleri filân var ya; yürek ve cüreti olsa, onun da satıcıları içinde olacağından şüpheniz olmasın. Benim onu gördüğüm zaman 25-30 yaşlarında olan bu “Muşmula Mehmet”, pislik hayatının ve ruhunun hâlini hurdahaş yüzünde taşıyan biri-Fare!

Bizim “yumurtasızlar çetesi”nin yönlendiricisi bu beceriksiz çete heveslisi sayesinde, şubede, sonra Metris Cezaevi’nde, sonra Kartal Cezaevi’nde yaşadıklarımda açık oldu. Kendisinin de, yumurtası alınmışlardan olduğunu memnuniyetle öğrendim… Eh! Ben elimi kolumu kesmişim çok mu? Kendisiyle beraber bu kadar adam “zahmet edip” yumurtalarını aldırmışlar. Yumurtasını aldıranlar için “ilginç bir tecrübeyi berbat ettiniz!” diyenlerden mülhem, ben de, “ilginç bir tecrübeydi!” diyorum bu tecrübe farelerine; benim için de “ilginç bir tecrübeye mevzu kobay hayvanları oldunuz!”

Bütün hayatını mevki ve servet olarak zıplamaya adayan ve neticede hem zıplayamayıp hem hayatı da geçen adamlar gibi, Duran ve Muşmula Mehmet, benim haberim olmadan benim etrafımda ihtiyarlamışlar!

Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun söz konusu tarihi ifşaatlarının yayınlandığı bu yazının hemen başında ve o zamanın şartlarında şöyle bir kayıt düşüyor:

İsbatı kabil olmayan şartlarda at oynatmaya heveslenenlerin oyununa gelmemek için, soyadı vermeksizin, bunlara malzeme veren iki puştun ismini de, -bilenler onların kim olduğunu biliyor!- veriyorum: Mehmet ve Duran isimli puştlar.

Bugün gözaltında olduğunu öğrendiğimiz Mehmet Karabörk adlı şahsın, TELEGRAM Saldırısı ile olan ilişkisinin açığa çıkarılıp çıkarılmadığını süreç içerisinde göreceğiz.

ÖLÜM ODASI’NDAKİ “MEHMED”

Son olarak Mehmet Karabörk’ün, İBDA Mimarı Mirzabeyoğlu’nun 25 Ocak 2000 tarihinde Kartal Cezaevine alınışının hemen ardından başlayan TELEGRAM Saldırısı’ndaki “öncü”lüğünü ve şirretliğini gösteren bir kayıt daha… Aşağıda Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası adlı tefrika edilmeye devam eden eserinin 1. Cildinin 263. sayfasında “YÜREK AĞRISI” başlığı altında zikredilen “Mehmet” de, bahsi geçen Mehmet Karabörk’ten başkası değil:

YÜREK AĞRISI

2000 yılının Mart ayı içinde olsa gerek. “Bilgisayarı getirin, bilgisayarı götürelim!” sesleri arasında, sanki Telegram, kimsenin bulunmadığını bildiğim, belki kısa süreli bir-iki kişinin konulduğu, ama sayımlarda kapısı devamlı olarak açılıp kapanan karşı koğuştan yapılıyor. Zaman zaman da depo olarak kullanıldığı, böyle bir intiba, gardiyanların oraya gelip gidişlerinden, konuşmalarından doğuyor. Orası boş mu dolu mu, mahkûm mu var Telegramcılar mı, depo mu ve hattâ cinlerin cirit attığı bir mekân mı? Bilgisayarla yapılan işi, cin diye mi yutturuyorlar, cinle gerçekleştirileni bilgisayarla mı? Bendeki ton ton ayarlanan bu elektrikî tesir hangisinden?

Zaman zaman konuşanların değiştiği “bilgisayarcılar”dan, o günlerde tanıdık bir ses olarak, Terörle Mücadele Şubesi’nden Komiser Mehmed’in sesi, son derece salakça lâflarla asabımı bozuyor. Meselâ, çamaşır asmak için aldığım ipe gözüm değince, “hadi assana kendini! Asamıyorsun değil mi, sıkar sıkar!” diyor. Manyak mı ne?

Mehmed ve yanında kim olduğunu bilmediğim, pek sesi çıkmayan biri, hâliyle ben görmüyorum ama, karşı koğuşun kapısına yakın, bazen o kapının kendinden gibi, bazen benim kapının önünden, yahud benim göremeyeceğim şekilde yana saklanarak, bana elektrik veriyorlar ve cihazla konuşuyorlar. Benim ara sıra mazgal aralığından bakma ve birşey görmemem bir yana, bahsettiğim yer ve yön tâyin etmelerim, seslere nisbetle; ve o zamanlar, bir zannettirme dalgası olduğunu da bilmiyordum. Bazen koğuşun üst katına çıkıyordum, âniden o da benim üst katın koridora açılan kapısında veya karşısında. Üst kattaki helâya girip kapıyı kapıyorum, o ses –konuşma, lâf atma–, hemen helâ kapısının arkasından geliyor. Ne oluyor, nasıl oluyor?

Galiba Mart ayı içindeydi, elektrikî tesirle kalbimin kapılışı, sıkılışı, acı verilişi. Kalbimin kapılışı ve bana uyku düzeni hissi verilişinden bahsetmiştim. Bu arada, benle oynanırken, benim şimdi komik kaçan buluşlarım da olmuyor değildi. Meselâ, kalbimin kapılacağını hissettiğim zaman, bu elektrikî tesiri duyunca, biraz eğiliyordum; hem kalbim kapılamıyordu, hem vücudumdaki elektrikî tesir kesiliyordu. Bu tesadüfî buluş, gûya bir müddet beni korudu. Yahud, kapı tarafından o tesir gelince, ayakta olan ben, hemen yan dönüyor ve kalbimin kapılmasını engelliyordum.

Bir hafta kadar süren feci kalb sıkma numaraları: Bitkinlikten yatıyorum. Yatakta, ne yan, ne sırtüstü durumum; öyle hassas bir duruş çizgisinde olmalıyım ki, kalbim kapılmasın. Kalbim? O yerinde değil ki! Onu hissettiğim nokta, kaburga kemiklerimin bittiği yerde, kasık arasında; ve sanki böbrek kadar küçülmüş! Elimi kalbime koyunca, orada atmadığını görüyorum ve kesin (!) olarak dediğim yere inmiş hissediyorum – bedenî olarak hissediyorum. Bitmedi: Sözkonusu duruş içinde, sol omuzum yastık ve hafif kol desteğiyle yükseltilirken, uzanan sağ bacağım hafif olarak kıvrılmış, sol bacağım da, sağ ayağımı arkasına almış-sol ayağım üzerine dikilmiş, karikatüre benzer bir hâldeyim. Kalbimi kapamadıkları gibi, genel olarak vücudum da acıyı az hissediyor. Öylece, kıpırdamadan, bu denge içinde kalmalıyım. Bu arada, “vücudunu dengeli kullanıyor!” diye, telkin edici sözleri.

Takipçisi olacağımız bu isim ve gözaltı süreci, Sayın Salih Mirzabeyoğlu’na karşı BUGÜN HALEN DEVAM EDEGELEN TELEGRAM İŞKENCESİ ve İŞKENCECİLERİNİN, şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarılması sürecinde iktidarın samimiyet testi olacaktır.

ADIMLAR Dergisi

eski-terorle-mucadele-sube-muduru-mehmet-karabork-feto-operasyonu

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d