BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ (Salih MİRZABEYOĞLU)

BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ (Salih MİRZABEYOĞLU)

Fikrî Kavramlar Üstüne Denemeler: 6
Selim Gürselgil

 

BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ – I

Bütün Fikrin Gerekliliği, Salih Mirzabeyoğlu’nun 1979 yılında yayınlanan ilk eseri… Eserini Üstad Necip Fazıl’a takdim edip incelemesine sunduktan sonra, şu övgüyü alıyor:

“Mücerret fikir istidadı tamam!”

butun_fikrin_gerekliligiMücerret fikir: Yani, hadiseler zemininden soyutlanmış, aktüaliteden arındırılmış, abstraite, saf fikir…

Mirzabeyoğlu bu eserinde; idealist felsefenin insan zekâsına bir hediyesi olan, ama idealist felsefe içinde, daha doğrusu felsefe tarihi içinde ayakları yere basmayan, havada bir kavram olan “mutlak fikir – bütün fikir” kavramını ele alıyor ve şöyle nitelendiriyor:

-“Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olmaz!”

Ve devam ediyor:

-“Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olamayacağı gibi, ‘doğru düşünce’ olmasaydı, ‘doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olmaz’ düşüncesi de olmayacak, varılanın doğru olup olmadığının bilinememesi bir yana, ne ‘düşünce’ ve ne de ‘doğru’ diye bir şeyden söz edilemeyecekti… Son tecritte, mutlak fikrin gerekliliği!..”

Aslında bütün fikrin gerekliliği hakkında, bir tek bu terkibî hükmün (sentetik a priori) anlaşılması yeterli olabilir; ilk etapta, geri kalan onca düşünceye dönüp bakmak bir lüks olabilir. Şöyle ki: Her şeyden önce doğru düşünce vardı! Eğer her şeyden önce doğru düşünce olmasaydı, doğru düşünce diye bir şey hiçbir zaman ve hiçbir şart altında sözkonusu olmayacaktı!

Tekâmülcüler, genellikle bu hesaba girmekten kaçınıyorlar. Onlar, pek çok yanlışın zamanla doğruyu doğurduğunu düşünmeden savunabiliyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Yanlışın sayısız tekrarından doğru elde edilebilir mi? Bunun olabilmesi için, yanlışın sayısız tekrarının her defasında “yanlış” olarak nitelendirilmesi ve “doğru”nun ne olduğunun araştırılması, yani asgarî miktarda da olsa bir “doğru düşünce” gerekmez mi?

Bir materyalist münevver (Darwin) bunu sezer ve sonunda kendi kendini idam edercesine şöyle der:

“Garip ama, insanda her şeyden önce bir değerlendirici şuur olduğu görülüyor.”

Bir başkası (Sartre) fikirlerini bir uçurumun eşiğine getirip oradan aşağıya bıraktığını farketmeksizin, bu hakikat karşısındaki hayretini şöyle ifade eder:

“Şuurun sıfır olduğu noktada hiçbir diyalektik işlemez!”

Ve olay budur zaten. Şuurun sıfır olduğu noktadan çıkıp, zamanla “1”e ulaşıldığı düşüncesindeki mantıksızlık buradadır. Batı’nın materyalist filozoflarıyla beraber, idealist filozoflarının yarım kaldığı nokta da burasıdır: Bütün fikrin gerekliliği ve zihnî çaba ile kurulamazlığı…

Yine mi İslâm?!. Evet ve daima!..

9 Ekim 2011

 

BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ – II

Salih Mirzabeyoğlu‘nun müstesnâ tarafıdır. Daha ilk adımdan muradı bellidir;

“Toplum hayatının mevcut rejim tarafından tanzim edilmiş sosyal, hukukî ve siyasî, kısaca ‘ahlakî tümü’ içinde sayısız münasebetlerde bulunan insan, düzen değişimi isteğini bildirirken, yaşamakta olduğu tezada karşı gelmektedir; bu, yaşamak istediği sistem ile ‘yaşadığı’ rejimin tersliğidir… Başka bir ifade ile, yaşamak istediği ahlâk ile, yaşadığı ahlâkın tersliği. 

Bu nokta, ‘İslâmı önce kendimiz yaşayalım’ tarzındaki, İslâmı birkaç şekil ve kaide zanneden aksiyon kaçaklarının tekerlemesine de açıklık getirme zorunluluğunu vurgulamaktadır: Sosyal – siyasî hayat, aynı gaye etrafında ayrılmaz bir bütündür… Genişliğine hayat sahası (toplum hayatı) kaydıyla söyleyelim ki, bağlı olunan düşüncenin ona zıt rejiminde ‘yaşayabilme’ buudları ise, o rejimin müsaadesi dairesindedir ve şüphesiz kendisi için rahatsız etmeyici kabul ettiği saha kadardır. Misal bu ya, laik Amerika ve komünist Rusya’da yaşayan müslümanları ele alalım… ‘Senin namazına engel olan mı var? Din işleri ayrı, dünya işleri ayrı… Kıl namazını yat aşağı!’… Üstelik inisiyatife bırakılan bu sahanın bile düzenin duygu ve düşünce tesiri içinde değerlendirilebileceği göz önünde tutulursa, yaşayabilmenin mümkünlüğü ortaya çıkar. Buna, ‘kendi düşünce sistemine uygun bir yaşama kendi sistemin olmadan mümkün ise düzen değişiminden bahsetmenin mevzuu yoktur’ şeklindeki doğruyu da ekleyebiliriz. Düzen gayesi, yani dış iyilik sağlanabilsin ki, iç iyiliği bozan tesirlerden korunabilmek mümkün olsun… Görüldüğü gibi, inanılan sistem genişliğine insan meseleleri içinde yaşanamıyorsa, ‘yaşamak’ cihadın gereğini yerine getirme ve cihad ahlâkı olarak doğar; bundan kaçınmak ve sadece ahlâkî düşünmek, sadece ahlâksızlıktır.      

Düzen değiştirmek, bağlı olunan sistemin ahlâkını sosyal – siyasî müesseseler bütününe hâkim kılmaktır; ferdi toplumdan ayırıcı olmayan her sistem, aynı zamanda siyasî bir sistemdir de. Yaşanan rejim ve istenen sistem arasındaki zıtlığın kişilerde meydana getirdiği sancı derecesi ve rengindedir ki siyasî şuur oluşur ve siyasî şuurunun keskinleşmesi oranındadır ki değişim talebi doğar.

Mevzuyu özetlersek: Bütün faaliyetler, iktidarı hedef alması ve kendisini sosyal – siyasî bütün içinde ifade edebilmesi ile mânâ kazanır. Bunun dışındaki ‘bu iş şöyle olur’ tarzındaki doğrunun yanlışta kullanılmasına benzer reçetelerin ve siyaset yapılmaması gereğinden bahsederken, kendisi üzerine yapılan siyasetin kabul edicisi olduğunu farketmeyen ‘şaşkın siyaset’in bir mânâsı yoktur. Bunlar ‘siyaset yapmama siyaseti yapan’ garibanlar… Netice olarak siyasetin makbullüğünü ve çirkefliğini, gayesi belirler; bunu kavramamak, Mutlak Fikre bağlı olanların hareketlerinin, başka siyasî görüşler içinde değerlendirilecek malzeme olarak hedefsizliğini gösterir.

Bir sistem, fikir, sanat, hareket, dernek ve parti etrafındaki faaliyetlerin yoğurduğu ‘siyasî şuur’ ve ‘hareket’ oranında sosyal hayata hâkim kılınabilir… Kısaca siyaset, bağlı olunan sistemin hayata geçirilebilmesi için gereken aksiyon dehasıdır.” (*)

Şimdi bu satırları alıp, İslâmcı camiaya bir amansız hastalık gibi yapışan, sağcılık / muhafazakârlık tutumuna uygulayabiliriz.

Başta belirtelim ki, sağcılık / muhafazakârlık, her şeyden önce Bütün Fikrin Gerekliliği idrakından nasipsizliktir. Zira siyasî sahada Bütün Fikrin Gerekliliği idrakı şudur:

“Görüldüğü gibi, inanılan sistem genişliğine insan meseleleri içinde yaşanamıyorsa, ‘yaşamak’ cihadın gereğini yerine getirme ve cihad ahlâkı olarak doğar; bundan kaçınmak ve sadece ahlâkî düşünmek, sadece ahlâksızlıktır.”

Geri kalanı tamirciliktir, montajcılıktır. Bütün Fikrin Gerekliliği idrakı olmayan Müslümanlar, cihad ahlâkını da kuşanamazlar. Onlar, önlerine konan bozuk küfür düzenini tamir ederek doğruya ulaşacaklarını sanırlar.

Bu, fikir sahasında materyalistlerin ve pozitivistlerin kötürüm düşüncelerinin aynıdır ve aynı neticeyi verir: Sıfır’ın sayısız tekrarıyla 1 elde edilmez!

Ülkemizde sağcılık / muhafazakârlığın karakteristiği budur. Onlar sonsuza kadar küfür düzeninin tamirciliği görevini gönüllü üstlenmişlerdir. Bozuk düzenin orasını düzelterek, burasını düzelterek İslami bir düzene ve hayat tarzına ulaşacaklarını sanırlar. Bir süre sonra bu hayallerin hamlığı ortaya çıkınca da kendilerini inşaat işlerine ihlaslı pazarlama kültürüne verirler.

Yapılması gereken, küfür düzenini ve onun tamircilik / montajcılık görevini topyekün reddetmektir. Böylece sıfır üzerinde işlem yapmak yerine doğrudan doğruya 1’den başlamaktır. Cihad ahlâkı bunu gerektirir. Bütün Fikrin Gerekliliği idrakı bunu gerektirir.

Bütün Fikrin Gerekliliği idrakına sahip kimse, “namazına orucuna karışan mı var” türü şeytan tesellisine bakmaz. Çünkü bu kimse bilir ki, din, namaz kılmak ve oruç tutmak demek değildir. Din, yeryüzünde Allah’ın hükmüyle hükmetmektir. Bu ahlâk da namaz ve oruç şartının yerine getirilmesini gerektirir.

Bu itibarla, hiç kimse İbdacıları Sağcı / Muhafazakâr kesimin yaramaz çocukları olarak gösterme hakkına sahip değildir. Zira tam aksine, sağcı / muhafazakâr kesim, Büyük Doğu İBDA’nın düşük çocuklarıdır. Onlar davaya yükselmeyen, dava ahlâkının gerektirdiği olgunluğa ermeyen, davayı kendi alçaklığına indirenlerdir.

Büyük Doğu – İBDA, bir bakıma da sağcı / muhafazakar şuuru reddetmenin ve saf ve pazarlıksız olarak İslam inkılabını dilemenin tarihidir.

(*) Bütün Fikrin Gerekliliği, Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yayınları, 2. baskı, sh. 44-46…  “Yanlış Düzen – Siyasî Şuur – Buhran” başlığı…

21 Nisan 2014

 

BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ – III

Bir Mao Zedong eleştirisinin de yer aldığı eser;

“… Anlaşılacağı üzere, teori, doğru olan değil, doğru veya yanlışlığı pratiğin neticeleriyle ortaya çıkacak olandır. Mao, ‘pratik, teori, tekrar pratik, tekrar teori… Bu, sonsuz daireler içinde kendini tekrarlar ve her daire ile pratiğin ve teorinin muhtevası daha yüksek bir seviyeye erişir. Diyalektik materyalist bilgi teorisi, bilme ve uygulamanın birliğidir; diyalektik materyalist teorisi budur’ diyor. Doğru düşüncenin nereden geldiği mevzuunda da, ‘doğru bilgi ancak maddeden şuura, sonra şuurdan maddeye; yani pratikten teoriye, sonra tekrar pratiğe giden sürecin bir çok tekrarından sonra kazanılabilir’ diyor.

Oysa, ‘doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti’ olmaması, doğru düşünce olmadan doğru faaliyet olmamasıyla ilişkili. Bu ilişki, pratiğin sayısız tekrarlarından ‘ilk’ bilginin doğumunu kabul etmiyor, çünkü, ilk düşünce gibi ilk düşüncenin doğurucusu pratikleri de bağlıyor; ‘doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olmaz’ gerçeği de ‘doğru düşünce’ olmasaydı bilinmeyecekti. Dikkat edilirse, kurulan teori, doğru düşüncenin kendisi değil, doğru ve yanlışlığı ‘doğru’ ile muhakeme edilecek teoridir. Pratiğin sayısız tekrarlarıyla elde edilecek ‘ilk doğru’dan bahsetmeyi, pratik anlamındaki felsefenin faydacılık anlayışı olarak kabul edebiliriz. Ancak, fayda yahut zarar, doğru düşünce muhasebesi de, ‘düşünceyi ve düşünmeyi bilen varlık’ için sözkonusudur. Düşünce olmadı mı, ne fayda vardır ne zarar, ne doğru vardır ne yanlış, ne iyi vardır ne kötü. Düşünme ise ‘konuşabilme – dil’ özelliğiyle ilgili…” (*)

Zaman zaman belirgin bir karamsarlık içinde burada şöyle söylediğimi hatırlıyorum: Türkiye gibi düşünce geleneği olmayan bir ülkede, Salih Mirzabeyoğlu‘nun fikriyatının anlaşılması için yüzyıllar gerekebilir!

Bakınız… Ben yukarıdaki türden bir alıntı yapmasam, meramı hayata b..unu bırakıp gitmek olan tipler, O’nun tek sayfasını bile açma zahmetine katlanmadan, O’nu “piyasadaki alelâde tiplerden biri” diye sallayıp atacaklar… Yukarıdaki türden bir alıntı yaptığımda ise, kaval çaldığımın farkındayım; burada da görüldüğü üzere çoğunluğun hayatla bütün ilişkisi, koyun sürüsünde kaval dinleyen koyun tekinin tabii hâlini aşmıyor.

Neyse ki aramızda hâlâ fikrin fedailerinden bir zümre yaşıyor, buna inanıyoruz:

“İlk doğru ilk insanla vardı ve ilk insan ilk Peygamberdi!”

İşte “bütün fikrin gerekliliği” dâvâsı… Öyle düşünün, böyle düşünün, ister Doğu’dan gelin, ister Batı’dan gelin, sonunda tam bu noktada, yol denetimi yapan trafikçi gibi karşınıza çıkacak serlevha, işte budur!..

(*) Bütün Fikrin Gerekliliği, Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yayınları, 2. basım, sh. 54 – 55…

24 Nisan 2014

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: