AB-D’NİN TSK’YI TASFİYE PLÂNI YÜRÜYOR…

TAKDİM: Sayın Harun Yüksel’in, 2009 senesinde Murat Salih müstearıyla kaleme alıp zamanının Baran Dergisi’nde yayınlanan yazısını bir kez daha paylaşıyoruz.

O dönemde Baran Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini Sayın Ali Osman Zor yapmakta olup, Harun Ağabey de Baran’ın Yayın Kurulu’nda yer almaktaydı.

Harun Ağabey’in bu yazısı Adımlar çizgisinin meselelere bakış ve değerlendirişteki sıhhatinin görülmesi açısından da bu günleri aydınlatıcı bir pencere açıyor:

AB-D’NİN TSK’YI TASFİYE PLÂNI YÜRÜYOR…

Murad Salih

Plân aslında 12 Eylül süreci ile başlatıldı…

12 Eylül’ü meşrulaştıran hadiselerin bir yerlerinde ABD parmağı hep teşhis ve tespit edilmiştir ya…

Sadece komplo teorisi olarak değil, hadiselerin içinde, geri plânında belli belirsiz ABD silüeti hep görülmüştür…

12 Eylül’ün ABD’nin “bizim oğlanlar” dediği generallerce kotarıldığı artık kesinleşmiş bir bilgi haline gelmişken; bu darbeyi meşrulaştıracak, kolaylaştıracak ve toplum tarafından kabulünü sağlayacak olaylar zinciri içinde plânlayıcı, destekleyici, provoke edici noktalarında ABD elinin olmaması zaten düşünülemez…

Ne oldu 12 Eylül darbesinin siyasî sonucu?

O güne kadar Cumhuriyet tarihinde eşine rastlanmayacak ölçekte “aççık ve seççik” olarak AB-D’ci bir kadroya sahip ANAP iktidarı doğdu…

ANAP 12 Eylül’ün öz evlâdıdır…

“Küreselleşiyoruz, liberalleşiyoruz, demokratikleşiyoruz, dünyaya ile bütünleşiyoruz” naraları arasında müthiş bir yağma, talan ve soygun düzeni oluşturuldu…

Özal 5 vakit namazında mütedeyyin bir “müslüman”dı ya…

“Gerisini boş ver” diyordu; bu haksızlığa karşı çıkması gereken “müslüman/muhafazakâr” kesim…

Amerika baktı…

Plân tıkır tıkır işliyor…

Bu işi sevdi…

Irak’ın ilk işgalinde Özal neredeyse sancaktar olarak ABD ordusunun en ön saflarında Irak’a girecekti…

“Yahu bunun neyine karşı çıkıyorsunuz? Bir koyup üç alacaz” diyordu…

TSK’nın o günkü komuta kademesi –belki de Özal-ABD muhabbetine çomak sokmak gibi iç politika hesabı, belki de tamamen millî kaygılarla– buna karşı çıktı ve ABD bunu TSK’nın siciline işledi…

Özal pat diye/fücceten ölünce, onun eliyle tıkır tıkır yürüyen ABD planı akamete/kesintiye uğradı…

(Bu arada biz/İbda Fikriyatı bağlıları. Hem 12 Eylül darbesi ve darbecilerine, hem de Özal işbirlikçiliği ve çapulculuğuna karşı çıktık…

12 Eylül’ün gözaltı furyası içinde İstanbul’da ilk tutuklananlar arasında Akıncı Güç dergisinin çalışanları da vardı…

Baran’ın yayın kurulu üyesi Nazif Keskin “12 Eylül Anayasası’na hayır kampanyası yürüttüğü için” gözaltına alınan az sayıda devrimci insan arasındaydı…

Bu satırların yazarı da, o dönemde Selimiye Kışlası’nda bir yılı aşkın süre yargılandı…

Irak’taki ABD işgaline ve bu işgâle destek veren yerli işbirlikçilere karşı Cuma Namazı çıkışında İbda Fikriyatı bağlıları öncülüğünde yapılan gösterinin Anadolu’ya hızla yayılması karşısında Özal iktidarı paniğe kapılmış ve başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere, birçok İbda Fikriyatı bağlısı gözaltına alınarak ağır işkencelerden geçirildikten sonra tutuklanmışlardı.

Ve hâlâ dışta AB-D, içte yerli işbirlikçilerine karşı bir akıncı müfrezesi gibi direnişi/mücadelesi, mücadele çizgisindeki tutarlılığı ve kararlılığı unutulmayan TARAF dergisi de o dönemde yayın hayatına atılmıştı…)

12 Eylül şapkasından Özal Tavşanı’nın rizikosuz olarak çıkabileceğini deneyerek gören ABD…

Bu tecrübesiyle, Özal’ın yerini doldurabilecek yeni bir yerli işbirlikçi lider imal etme çalışması başlattı…

Bunun için herhangi bir fikir keyfiyetine sahip olmasa da, saplantılı bir “Milli duruş/görüş”e sahip olan Erbakan ve ekibinin ekarte edilerek, aynı çizgi içinden abdestine namazına ek olarak karıları da türbanlı olan bir işbirlikçiler mangası oluşturma plânını başlattılar…

Bu plân çerçevesinde…

Bu defa 28 Şubat şapkasından, çıkan tavşan Erdoğan’dı…

Hepimizin bildiği bu süreçte AB-D, BOP adını verdiği müslüman coğrafyayı içten işgal ve ilhak plânına nur topu gibi bir “eşbaşkan” bulmuştu…

Üstelik de onu, milletin dinine, imanına, irfanına, örfüne, adetine, hayat tarzına açıkça düşmanlık eden 28 Şubat’ın darbeci generallerine duyulan öfke sayesinde net bir çoğunlukla tek başına iktidar yapmıştı…

Yani, şu “demokraaasi kahramanı” rolü oynayan AKP de, aslında 28 Şubat’ın öz evlâdıdır.

Dikkat edin…

Bu iki Pentagon filminde de TSK mensubu darbeci generaller “kötü adam”… Onlara duyulan nefretin iktidar yaptığı “siviller”se, halkı bu kötü adamların elinden kurtaran “iyi adam/esas oğlan/kurtarıcı”…

Bir büyüğümüzün kovboy filmleri için yaptığı şu değerlendirmeyi bu iki filme de uyarlayabilirsiniz:

“Kovboy filmlerinde esas oğlan, esas kızı, kötü adamların elinden son anda kurtarır… Sonra da kötü adamların ona zorla yapmak istediği şeyi kız, kendi rızasıyla esas oğlana yaptırır.”

AB-D planı aynen budur: Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek…

Ve TSK’yı yönetenler hâlâ, bu senaryoda kendilerine “kötü adam” rolü verilğini tam olarak anlayabilmiş değil… Onlar hâlâ AB-D’nin kendilerine “iyi adam/esas oğlan” , Özal ve Erdoğan’a da “kötü adam” rolü verdiğini sanıyor… Bu yüzden de AB-D için hiç bir anlamı olmayan “laiklik, Atatürkçülük, çağdaşlık, modernlik” gibi içi boş kavramlara tutunmaya çalışıyorlar…

Kendilerinin ve karılarının ne kadar iyi içki içip, ne kadar güzel dans ettiklerini ön plana çıkararak… Kıymet verdikleri adamların içki içmediklerini, dans etmeyi bile bilmediklerini, üstelik onların karılarının türbanlı olduğunu ihsas ederek, kendilerinin “batıcı/ilerici/laik(dinsiz)”, ötekilerinse “gerici/çağdışı/yobaz/şeriatçı” oldukları argümanına sığınmaya çalışıyorlar…

Şu haberlere bakın:

[Tolon’a Eş Dayanmadı

Cumhuriyet’in kuruluşunun 86. yıl kutlamaları çerçevesinde İstanbul Gazeteciler Derneği’nin geleneksel olarak düzenlediği ‘Cumhuriyet Basın Balosu’ ilginç görüntülere sahne oldu. Hurşit Tolon, baloda dans ve vals şovu yaptı. Oldukça dinç görünen Tolon sık sık eş değiştirdi. Tolon, dakikalarca pistten inmedi… Bakırköy Belediyesi’nin desteğiyle düzenlenen geceye, Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen de katıldı. Şarap ve alkolün sınırsız ikram edildiği balo, gece geç saatlere kadar sürdü. Bakırköy Anadolu Kız Meslek Lisesi öğrencileri tarafından sergilenen defilede, lise öğrencilerinin yarı çıplak kıyafetlerle sözde Cumhuriyet dönemi kadınlarını canlandırması gözlerden kaçmadı. (Vakit gazetesi)

Başbuğ Gece Boyunca Dans Etti

Başbakan Erdoğan’la yapılan görüşme Genelkurmay Başkanı Başbuğ’da doping etkisi yaptı. Görüşmeden sonra neşesi yerine gelen Başbuğ kendini dansa verdi Orgeneral Başbuğ’un gece boyunca eşiyle dans ettiği de kaydedildi. (aktifhaber)]

TSK bugün sadece “asimetrik psikolojik” bir savaşla karşı karşıya değil…

O eşik artık aşıldı…

TSK’ya karşı yürütülen “Asimetrik psikolojik savaş”ın zaferle sonuçlandırıldığını düşünen AB-D/AKP medyasının kalemşörleri artık “tasfiye tasfiye” diye çılgınca tempo tutuyor… Bu “tasfiye” topykûn bir tasfiyedir…

Zaman gazetesi yazarı ve AB-D operasyonunun yerli istasyon şeflerinden biri olan Mümtazer Türköne “yeni bir ordu” kurmaktan açıkça söz ediyor:

[önce “hangi ordumuz?” diye sormamız gerekir. Sipahi Ordusu mu, Yeniçeri Ordusu mu, Nizam-ı Cedit Ordusu mu, Asakir-i Muhammediye mi veya Türk Silahlı Kuvvetleri mi? Tarih şanlı savaşlarımızı anlatıyor. Ama unutmayalım: Askerimiz her zaman aynı ordunun askeri değildi Adında “yeni” sıfatı olan Yeniçeri ordusu, Osmanlı Devleti’nin en eski ordusu idi. Zamanla bir çıkar şebekesine ve fesat ocağına dönüştü. Savaş meydanlarında hezimet üstüne hezimet yaşarken, iktidar mücadelesinde zaferler kazandı. Biraz zora gelince kazan kaldırıp, doğrudan yönetime el koydu. Sultan III. Selim çareyi Nizam-ı Cedit adıyla yeni bir ordu kurmakta buldu. Napolyon’un Akka kuşatmasında başarılı olan bu yeni ordu, Yeniçerilerin gadrine uğradı. Hile, desise ve suret-i haktan görünen nümayişlerle ülke iç savaşın eşiğine getirildi ve yeni ordu dağıtıldı. 20 yıl kadar sonra tekrar kurulan yeni ordu, bu sefer Yeniçeri ordusunu topa tutarak ortadan kaldırdı.

1826’da aynı devletin içinde iki Türk ordusunun karşı karşıya geldiğini ve birinin diğerini imha ettiğini unutmamalıyız. Ve tarihimizin bu olayı “vak’a-yı hayriyye” (hayırlı olay) olarak kaydettiğini de… (…) ortaya çıkan belge, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinden geldiğini gösteriyor. Bu tehdidin ortadan kalkması için cuntacıların ordudan ayıklanması yetmez. Bu belgenin hazırlanması emrini veren Genelkurmay İkinci Başkanı’nın başında bulunduğu hiyerarşinin tamamının görevden alınması da yetmez. Hatta ve hatta, bu kurumsal yapıyı sürdürebilmek ve skandalı örtbas etmek için kendi itibarını riske eden Genelkurmay Başkanı’nın istifa etmesi bile bu tehdidi ortadan kaldırmaz.

Türk askerinin şerefini, ülkemizin güvenliğini, Türkiye’nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu “kurumsal yapı”ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım.

Bizim bir Nizam-ı Cedit ordusuna ihtiyacımız var.]

Bizim ecmain takımı böyle yazıları okuyunca bayılıyo… Hemen gaza geliyo:

– “Ağzına sağlık abicim… Sayenizde kurtulucaz artık şu keferelerden ha… Oh çok şükür yarabbim… ”

Şimdi mesele şu; ey ecmain kardeşim… Senin derdini anlamıyor değiliz… Ancak sen bilmem kaçıncı kere yine kefere taklasına geliyorsun… Hani “mü’min yılan deliğine parmağını iki kere sokmaz”dı? Yahu, gidip gidip aynı deliğe sokuyorsun parmağını sonra da “ah vah”…

Şimdi “muhterem Mümtazer abiniz”in dediği gibi bu orduyu topyekûn tasfiye ersek yerine ne gelecek?

Seni mi paşa yapacaklar “gel şu yeni orduyu kur” diye?

Yooo…

Bak ne yapacaklar:

[Türk Silahlı Kuvvetleri iptal… Yerine Blackwater…

Jeremy Scahill şahane bir kitap yazmış. Adı: Blackwater.
Kitap Amerika’nın ağırlıklı olarak Irak ve Afganistan’da kullandığı özel ordunun kirli çamaşırlarını anlatıyor.

Şirketin yeni adı Xe ama eski ve ‘ünlü’ adıyla anarsak Blackwater USA,

Amerikan Deniz Kuvvetleri Özel Birlikler eski askerleri Erik Prince ve Al Clark tarafından 1997 yılında Kuzey Carolina’da kurulmuş.

California,Kuzey Carolina, Illinois ve Filipinler’de on binlerce dönümlük eğitim tesisleri var.

Uçakları, saldırı helikopterleri, K-9 eğitim birimleri, dev silah şirketleri ile yıllık alım anlaşmaları var. Verilen rakamlar bazı ülkelerin yıllık silah alımlarından fazla…

Tek telefonla silah altına alınabilecek 21 bin emekli özel kuvvet mensubu bulunuyor.

Kendi istihbarat departmanı var. (..) Blackwater’ın bu nadide tesislerinde özel VIP koruma, bomba eğitimi, atış, keskin nişancı eğitimi, kapalı mahal harekatları, amfibik sızma, istihbarat, istihbarata karşı koyma, sorgulama, işkence gibi son derece sofistike askeri eğitimler veriliyor.

Ayda ortalama 40 bin kişiyi eğitiyorlar.

Sadece Amerikan hükümeti ile, örtülü ödemeler hariç, yıllık yüz milyonlarca dolarlık kontratları var.

Blackwater’ın sahibi Erick Prince, ABD ordusunda görev yapmış eski bir özel kuvvetler mensubu, aşırı sağcı ve şimdilerde mega-milyoner.

Başkan Bush’un seçim kampanyasının bonkör donatörü Prince, hizmetlerini özetlerken çok çarpıcı göndermelerde bulunuyor.

Blackwater’ı FedEx’e benzetip, ‘Acil bir gönderiniz varsa bunu postaya vermezsiniz FedEx’e verirsiniz. İşte biz de hükümetlere, askeri konularda bu hizmeti veriyoruz. Konvansiyonel askeri yapılarda, çok kıymetli ve yetişmiş personel çalışmakla beraber, maalesef bürokratik yapılarından ötürü birtakım dezavantajlar taşıyorlar. Oysa biz son derece profesyonel hizmetler veriyoruz.’

Erick Prince’in kafasında konvansiyonel orduların neden ‘özelleştirilme’si gerektiğine dair kapsamlı fikirler var.

(..)Bu arkadaşlar her gün ne diyorlar?

Dünyada Türk ordusu kadar beceriksiz, rezil, milletten kopuk, işkenceci, sahtekar bir ‘oligarşik arpalık’ yok.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni dağıtacağımıza göre yerine bir şey koymak gerekecek.

Bence, hükümetimiz hiç vakit kaybetmeden Blackwater firmasıyla görüşmelere başlasın.

‘Türk Ordusu’nun Allahsız generallerini, kurmaylarını emekli edelim’ yerine Blackwater’dan birkaç uzman gelir ve eğitir evlatları…

Ha, bu arada bu arkadaşlarla ilgili ‘Malta’nın meşhur St. Jean Şövalyeleri’ ile ilintili oldukları, Haçlı zihniyetinin ‘modern’ şövalyeleri olarak Müslümanları Felluce ve Necef’te katlettikleri, küçük Müslüman kızlarına tecavüz ettikleri gibi birtakım çirkin iddialar ortaya atılabilir.

Muhafazakar kalemlere söylüyorum…

Sakın takılmayın böyle iddialara…

Gerçek olabilir ama ne önemi var canım?

Değil mi? ] (Serdar Akinan/Akşam)

“Sevinçten göbek attığınız, şükür secdeleri yaptığınız işin sonu aha budur” desek hipnotize edilmiş ecmain takımına vız…

Öyleyse onları ve yönettikleri ordu çatır çatır tasfiye edilirken sular seller gibi içki içip sabahlara kadar dans etmeyi “çözüm” sanan yaşlı generalleri bir kenara bırakıp…

“Çökmüş olan bu ordunun enkazından AB-D ve AB-D’ci unsurları dışlayarak halkıyla, halkının değerleriyle barışık, halkının dostlarına dost, düşmanlarına düşman yeni ve millî bir ordu inşa edebilir miyiz? ” sorusu etrafında asker sivil elele düşünmenin ve çalışmanın tam vaktidir…

1919’da bunu yapmıştık…

Yine yapabiliriz…

Buna nereden başlayacağımıza dair bir işaret aşağıdaki satırlarda mevcut:

“-Türkiye’de ne siyasî, ne idarî, ne içtimaî, ne iktisadî, ne askerî, ne ilmî mânâda tedavisi lâzım bir illet mevcuttur. Türkiye’de bütün illet ruhîdir, Türkiye devlet ölçüsiyle ruhî bir inhitat, ruh hastalığı (psikoz) geçirmektedir ve her sahada bir ihtilâl dâvet etmenin şartlarını son haddiyle geliştirmiş bulunmaktadır.” (*)

Murad Salih (Harun YÜKSEL)

* Necip Fazıl Kısakürek, Olanca Romaniyle ve Son Hortlamalariyle Yeniçeri, Sh. 361 (Bir İsviçre gazetesinden naklen). Özbahar Yayınları, 1970, İstanbul

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d