HAYRETTİN KARACA’NIN ANISINA: “TÜRKİYE İŞGÂL EDİLMİŞTİR!”

HAYRETTİN KARACA’NIN ANISINA: “TÜRKİYE İŞGÂL EDİLMİŞTİR!”

TEMA Vakfı Kurucusu ve Onursal Başkanı sayın Hayrettin Karaca’nın vefâtını derin bir üzüntü ile öğrenmişbulunuyoruz.

Anadolu’nunyetiştirdiği gerçek bir değer olarak HayrettinKaraca denince aklımıza tabiî olarak merhum Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun, sayın Karaca hakkında, bizim içinbüyük bir kıymet hükmü ifâde eden sözleri geliyor:

“Devrimimizle birlikte toprağıkendisine emânet edeceğimiz adam!”

HayrettinKaraca’nın vefâtı vesilesiyle, Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun 2008 yılındazindanda esir tutulduğu Bolu F Tipi Cezaevi’nden avukatları vesilesiyle Adımlar kadrosu olarak o dönem yayımlamaktaolduğumuz “Aylık Dergisi”ne haber göndererek, “Hayrettin Karaca ile röportajyapılması”nı istemesi üzerine gerçekleştirdiğimiz röportajı kıymetlialâkalarınıza sunuyoruz.

GönüldaşımızAydın Alkan’ın 22 Haziran 2008’deYalova’da bulunan Karaca Arboretum’da gerçekleştirdiği “TÜRKİYE İŞGÂL EDİLMİŞTİR!” başlıklı röportaj, derginin Temmuz 2008 tarihli 46. Sayısında yayınlanmıştı.

Bu ilkröportajın ardından sayın Hayrettin Karaca ile TEMA Vakfı’nın İstanbul Levent’teki ofisinde gerçekleştirdiğimiz ikinci röportaj ise Kasım 2009 tarihli derginin 62.Sayısında yayınlanmıştı…

Her ikiröportajı da sayın Karaca’nın anısına ve “tarihe not düşmek” niyetiylepaylaşıyoruz.

ADIMLAR

TÜRKİYE İŞGÂL EDİLMİŞTİR! (*)

TAKDIM:“Toprak Dede” ve “Erozyon Dede” namıyla meşhur, TEMA Vakfı’nın kurucusu…Anadolu Kültürü ile yetişmiş ve en büyük hasretinin, yeniden kültürümüzün,Hayat Tarzımızın yeşermesi olduğunu her fırsatta dile getirmiş olan SayınHayrettin Karaca’ya gerçekleştirdiğimiz uzun ve samimî röportaj için teşekkürediyoruz… “Toprağı hor gören, yarını hor görür” şeklinde dile getirdiğihakikati de hatırlatarak, öz ikliminin davacısı siz okurlarımızın ilgisinesunuyoruz… (Aydın Alkan / Aylık)

TÜRKİYE İŞGÂL EDİLMİŞTİR!
DİLİMİZ,KÜLTÜRÜMÜZ GİTTİ! MÜSTEMLEKE OLDUK!

HayrettinBey, sizi bütün Anadolu tanıyor… Bu yüzden “okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız”demeyeceğim… Ancak, özellikle son 5-6 yıldır şahsınızla ve mücadelenizle ilgilipek haber yapılmadığı gibi, yapılan haberlerde de ciddî bir sulandırma veetkisizleştirme gayreti var. Açıkçası biz sizi takip ettiğimizce gayet iyi tanıyoruz,fakat medya tarafından hakkınızda verilen imaj oldukça eksik… Misâl, “ToprakDede” yalnızca “erozyon ile mücadele eden” dar kalıbı içine sıkıştırılmaya çalışılıyor.Hâlbuki, siz, malum mânâsıyla erozyonun yanında; özelleştirme adı altında vatantopraklarının, yer altı-yerüstü kaynaklarının Vahşî Batı’ya peşkeş çekilmesiylede mücadele etmektesiniz… Bu çerçevede, vermekte olduğunuz mücadelenizleparalel olarak kendinizi okuyucularımıza Aylık Dergisi için tanıtır mısınız?Hayrettin Karaca kimdir ve yürüttüğü mücadelesinde gayesi nedir?

Şimdi evvelâ basının-medyanın bir ilgisi olup olmadığınıncevabını basın verir, ona ben karar veremem…

Bizde basın-yayının içinden bu tesbiti yapıyoruz Hayrettin bey…

Onun için de ben “neden?” diye bir soru sormam;soruyu ben kendime sorarım, “neden ben, basında bu şekilde düşüncelerim,inançlarım ve savaşım hakkında bilgi verilmiyor?” diye… Gerçi bu “ulusal basın”daolmasa da Anadolu basınında çok yer alıyor…

Evet.

Gerek TEMA, gerekse ben, öyle gazeteler var ki hakkımızdahaberin olmadığı hiçbir nüshası yok hemen hemen… E, tabi bu, basının kendiiçinde bir hizmet anlayışı vardır. O anlayış üzerine hizmet eder; kimisi sağcıdır,kimisi solcudur, kimi Islâmcıdır, kimi radikaldir… Ama, benim veya TEMA’nın düşünceleri,ülke düzeyinde yapmak istediğimiz hizmeti ne şekilde değerlendirir, onlarıkendileri bilir… Ama benim Kanal B’de programım var, on beş günde bir yayınlanıyor,Haziran sonunda bitecek ve zannedersem sonbaharda tekrar yayına girecek, şimdiliktatile çıktık… Ama diğer bir programım var “Bire Bir” o da Kanal B’de her on beşgünde bir o da yayınlanıyor… Orada topluma sesleniyoruz; “sesleniyoruz” derken,konuğumla beraber Türkiye’ye bir mesaj vermek istiyoruz; konuşuyoruz, konuşuyoruz,“Eee?!. Şimdi ne yapacağız?” onu gündeme getiriyoruz… Işte son üç-dört güniçinde Lester Brown ile Türkiye’yi gezdik…

“Dünyaekonomisinin temelini tarım oluşturduğunu, zira, ekonominin hammaddesinin%93’ünün topraktan geldiği” hakikatini söyleyen zât…

Evet… Bu zât, hem tabiat ve ekosistem ile alâkalısosyal olarak ve siyasete girmeden, ancak icâbında politik güçleri de davetederek davaya –tabi “davet etmek” derken, biraz da kendi yöntemiyle oluyor kişinin-hizmet edenlerin bu yoldaki lideri. The Worldwatch Enstitüsü’nün kurucusu.Kendisini 1987’den beri tanıyorum ve TEMA’nın da gönüllü üyesi olmuştu zamanında.Onunla beraber olduk ve basın çok ilgi gösterdi Lester Brown’a. Meselâ EnerjiBakanı ile dün beraberdik (22 Haziran2008 itibariyle – Aylık), hani elektrikleri söndürme eylemi yaptık ya ondakika için, o sebeble beraberdik. Tarım Bakanı’nı ziyaret ettik, Çevre veOrman Bakanı’nı ziyaret ettik; çok hüsn-ü kabul gördük. Yalnız Lester Browniçin değil, TEMA da gördü… Ve, Meclis’in Çevre, Orman ve Tarım Komisyonları’nınüyeleriyle bir toplantı yaptık… Meclis Başkanı Meral Akşener Hanım’ın huzurundaolduk ve bugün TEMA ne söylüyorsa, biz ne söylüyorsak, aynılarını Meral Hanım’danişittik.

Ilkdefâ mı bu kadar olumlu tepki aldınız “Eee?!.” diyince?

Kendisini evvelden tanıyorum ama, bu kadar inanarak…Bak şimdi; sesten sese fark vardır! Rezonans diye bir şey var!

Tabi…

Bir titreşim var… Şimdi, bu kadar inanarak ve büyükbir belâgat ile söylenmesi inançtan başka bir şey değildir…

TEMA

Her vatandaşın kendine göre bir düşüncesi olması lâzımbu benim için “uygun” olabilir, olmayabilir. Ben her düşünceye saygı duyarım veduymak zorundayım. Bunun gibi, valilerimiz var, kaymakamlarımız var ve sankibunlar, çoğunlukta bunlar, sanki TEMA’nın kurucusu gibi, TEMA’nın üyeleri gibiyardımcı oluyorlar. Biz gelmişiz buralara kadar… TEMA dediğiniz vakit de… 15 yıldıruğraşıyoruz… Ama, bir yere kadar geldik… Meselâ, 550 il ve ilçede gönüllülerimizvar, temsilcilerimiz var. Bu bir vakfın veya derneğin sahip olduğu ve olabileceğiçok güzel bir şey… Sonra “Genç TEMA” var, canavar gibi geliyor gençlerimiz.Bunlar Lise ve Üniversite gençleri… Üç-Dört hafta oluyor; Genç TEMA üyeleri birEnerji Kongresi düzenlediler, üç gün süren… “Hayrettin sen nerelerdesin?Gençler aldılar başlarını gidiyorlar!”

Maşallah!

Enerji Bakanı geldi şaştı kaldı! ODTÜ’den bir hocageldi ve zannediyorum bir buçuk saat kadar soru-cevap sürdü konuşmasında. Hoca,daha da sorsunlar istiyor, zira bilmek için soruyor gençler! Yani kendilerinibilgili göstermek için, hani vardır ya soru cevap da kendini göstermek için;öyle değil. Çocuklar bir-iki cümleyle hem terminoloji bakımından ben kavrayamıyorumonların derinliklerini, zor anladım ve o Profesör hocamızın mutluluğuna diyecekyoktu… Bu gençlikten az-çok bekliyordum, ama bu kadarını beklemiyordum… Şimdibunlar geliyor…  Biz Yavru TEMA’yı veGenç TEMA’yı arzu üzerine ve imkânlar dahilinde kurduk. Ve, idaresini taahhütettik. Ama, bunlar üniversiteyi bitirmişler, bir de baktık ki, Mezun TEMA’yıkurmuş bunlar… Şimdi, Mezun TEMA kim?.. Mezun TEMA bir işveren, Mezun TEMA üstdüzey bir memur, Mezun TEMA bir araştırmacı, Mezun TEMA bir bilim adamı, MezunTEMA bir kaymakam, vali, milletvekili. Mezun TEMA bunlar olacak ve on-onbeşsene sonra bunlar iktidar olacak… Işte bunlar iktidar olduklarında “TEMAVirüsü”nü almış olarak gelecekler oraya.

Tabi.

Şimdi geleceğimiz bakımından şunu söyleyebilirim: Başkabir Türkiye gelecek!.. Neden? Görüyorum gençleri, aranızda yaşıyorum! Tabiî,“her şeye rağmen” diye de eklemek istiyorum burada… Tabi, Türkiye’yi bugün, yarınkimlerin idare edeceği, düşünceleri, felsefeleri, hedefleri, siyasî düşünceleri,inançlarının neler olacağını bilemeyiz. Gelirler, giderler… Ama, bir “devir”dirve bu devrin de kapanacağına ben inanıyorum şahsen! Çünkü başka bir yolu yok!Başka bir çaresi yok!.. Yaşamak başka…

“Yaşanmayadeğer hayat”ı yaşamak başka…

Efendim, günün sorunlarını halletmeye kendini memuretmişler ayrı. Haberimiz yok gelecekten… Hiç mi hiç haberimiz yok… Ağızlarından“toprak” kelimesi çıkmayan çoook çok siyasî kadrolarımız var… Yalnız bunlariçin değil; geçmişler için de söylüyorum! 1945’den bu yana iktidar olmuş tümhükümetler, hiçbiri diğerinden farklı olmadan, Türkiye’nin doğasına, ormanlarınatopraklarınahizmet ederek değil, tüketerek ve yok ederek iktidar olmayı amaçlamışlardır vepekalâ da başarmışlardır! Gelen gideni aratmış, o da ayrı mesele… Örnekvereyim; ormanlar için yasalar çıkmıştır 1940’lardan bu yana, Tamimler çıkmıştır,yönetmelikler çıkmıştır; ormanın lehine olan bir tâne yok! Demek ki, bütünkadrolar, sanki babalarının malı gibi bunu yapmaya devam ediyorlar.

Gittikçedaha da ormanların katli yolunu açmışlar…

Evet… Ama, “kendi çıkar ve menfaatleri için”diyorum! Yani, sadece partilerinin ve siyasî görüşleri için değil, kendi çıkarlarınınetkisi de vardır…

Şöylediyebilir miyiz: Her kesimde bulunan, temsil ettikleri kesimlerine takiyeyapanların şahsî menfaatlerini özellikle gözettikleri…

Şimdi, oraya kadar inmeyelim… Biz, genelde konuşalım.Ama, “genelde konuşalım” derken ben de bozacağım kendi söylediğimi; biz hâlâdaha “Hamili kart, yakînimdir!” devrini yaşamaya devam ediyoruz!

Evet.

Biliyorsun değil mi “Hamili kart, yakînimdir!”

Tabi,bütün kapıları açan ve her türlü kolaycılığın torpilini sağlayan…

Evet!..  Onualdın mı… Işte “Devlet Işletmeleri” diyorduk, Kamu Kurumları’na. Orada 100 kişiçalışır, 500 kişi doldurmuş. Fabrikaya gelecek olsa yer yok, “sen” diyor, “gel,ay sonunda maaşını al, o kadar!”.. Ama, bunu hangi hükümet yapıyor?.. Hepsiyapmış bunu!

Evet!

Hepsi yapmış! Demek ki sistem öyle gelmiş… Biri çıktıiçinden, “benim memurum işini bilir!” dedi. Şimdi bakıyorum, “herkes işinibiliyor” artık!.. Olur mu böyle şeyler! Yani bir Cumhurbaşkanı, “benim memurumişini bilir!” diye yol gösteriyor… Böyle! Şimdi, bugün yaşadığımız, 5 yıldır vebundan sonra da yaşayacaklarımız dahil olmak üzere… Hani, Arnavut deveye binmiş,durduramamış, vatandaşını bir başka Arnavut’u görmüş, “Gider isen El Basan’a,söyle babam Hasan’a, oğlun binmiş bir elâmete –deve-, gidiyor kıyamete!” diye…Bunun gibi: Kıyamete doğru gidiyoruz! Kıyamete doğru gidiyoruz! Daha doğanın vetoprağın ne olduğunun farkında değiliz. Ama, bu noktada Kemal Unakıtan’ıanarken bir haksızlık etmek istemiyorum: Bir vatandaşım da böyle “sözünün eri”çıktı! Yani, hiç beklemezsin böyle siyasîlerden; “sözünün eri olacak, söylediğiniyapacak!” Ama biri çıktı ve ona “hayranım” yani! “Babalar gibi satarım!” dedi,hakikaten vatanı, toprakları, arazileri, fabrikaları.

Gayettutarlı bir şekilde.

Milletin elindekileri hepsini satıyor adam!

Vegayet pişkince, göstere göstere satıyor!

Sözünün eri işte adam; “satarım!” dedi ya! Ama bu kişide zannedersem mâlî bakımdan suç işlenmiş de… Öyle değil mi?

Tabi,tabi!

Işte, artık son merciye kadar gelmiş, mâlî bakımdanda devleti soymuş, aldatmış falân diyorlar… Öyle diyorlar da, ben ne bileyim…Ben “bilmiyorum” ama, öyle yazıyorlar, öyle söylüyorlar… Şimdi ben suçlatıcıyerine geçmek istemiyorum ama, ben, bunu böyle okuyorum… Doğrudur-değildirbilmiyorum… Ben sekiz senedir televizyon izlemiyorum. Şimdi “Az sonra” diye birbölüm varmış. 18 dakika reklam sürüyormuş. Sonra da filmin sonunda kalan 2dakikayı reklamdan sonra veriyormuş.

2dakika bile değil, 10 saniye…

Neden? Reklamı sana dinlettirecek, aldıracak. Pekiama bir zorunluluk vermiş devletimiz. Televizyonlarda ve gazetelerde çevre içinyer yapmaları lazımmış. Yapıyorlar, sabaha karşı dörtte. Bu ayıp değil mi? Bugünah değil mi? Bu rezalet değil mi? Bu bir zorunluluk değil mi? Yaşaması içinreklama ihtiyacı vardır başka çaresi yok yaşayamaz. Dünyayı tüketmeden,kirletmeden basın yaşayamaz. Medya yaşayamaz, televizyonlar yaşayamaz.

Zatenişgal medyası diyoruz. Kültürümüzü işgal ediyor, zihinlerimizi işgal ediyor.

Kültürün gidiyor, dilin gidiyor, onla ilgilenmezler.Kültür ve dil giderse onlar da gidecek haberleri yok. Bugün Türkiye işgaledilmiştir, müstemleke olduk. Dilimiz gitti, kültürümüz gitti, müstemlekeolduk, ahlakımıza sataştılar.

Sorumlusuda medyadır.

Ekonomimiz gitti, her şey gitti artık. Dış ülkelerebağlı olduk. Avrupa’nın uyum yasası varmış. Uyum yasası için ne yapıyoruz?Ormanları özelleştirecekmişiz, uyum yasası suları özelleştirecekmiş…

Buuyum yasalarının altında yatan şeyler nedir?

BOP, BOP, BOP, BOP varmış da… Biz, mayın tarlalarını,efendim sonunda toplumun biraz tepkisi sonucu büyük bir yanlışa mani olunmuştur.Zaten Israil’in “mukaddes” toprakları orası.

Israilaldı bildiğim kadarıyla.

Aldı da alamadı. Alıyordu bir şey oldu alamadı.Toplum sahip çıktı. Galiba Silahlı Kuvvetler de biraz sahip çıktı. SilahlıKuvvetler “Biz bunu temizleyelim ama şu kadar para lazım” demişler. “Olmaz” demişler.Ama Silahlı Kuvvetler temizlese senin orada kazanacağın tarım alanı, iki senedeparan çıkacak. Sana kalacak.

Ihaleyide yabancı şirketlere veriyorlar.

Türk de değil yabancıya veriyorlar. Ama şimdi Türkde o para kaldı mı? Bana sen şimdi üç tane üst düzeyde şirket söyle. Enbüyüklerinden söyle. Ondan ortalara gel, aşağılara da gel. Acaba ecnebisermayeyle ortak olmayan kaç tane şirket kaldı? Hiç yok değil mi?

Işbirlikçileristilâcılara kapıyı içeriden açıyor…

Ee, bankaların satıldı mı? Satıldı.

Tümstratejik kurumların da satıldı.  Yer altı, yerüstü kaynaklar satıldı. Vesistemli yapılıyor.

Madenler satılıyor.

Ekonomidensorumlu Ingiliz vatandaşı Bakan Mehmet Şimşek’in “Tarım önemli değildir sizticarete bakın. ‘Geçimin onda dokuzu ticarettir’ buyurmuş Peygamber Efendimiz”sözüne haklı olarak tepki koymuştunuz siz. “Ekonomik kalkınmanın kökenindetoprak vardır” demiştiniz. Bu konuyu biraz daha açmanızı rica edeceğim. ZiraAllah Resûlü’yle, Islâm’la en ufak alakaları kalmamış, özelleştirme adı altındavatanın satılan toprağına, kaynaklarına önayak olarak ün yapmış toprak düşmanıbirisinin….. Bir de çok adi bir iftira var orada. Peygamber Efendimizin sözüvar; “Dünyanın son günü olduğunu bilsen bile ağaç dik”. Bunların Islâm’laalakaları yok ki zaten.

Bak şimdi, hani Türkiye’ye geldi Lester Brown üç günkonuğumuz oldu. Bu Lester Brown TEMA Vakfıyla, TÜBITAK’ın beraber “Dünyaekonomisinde sesiz kriz” … Sessiz!… Hiç haber vermeden; o neymiş o? Toprakerozyonuymuş. 6. sayfayı açıyoruz okuyoruz “Yüzyılımızın ortalarından buyana…” Sen sordun ya ‘Toprak nedir?” diye. Bırak ben anlatacağıma LesterBrown anlatsın. Ben ondan daha güzel anlatırım ama ziyanı yok. bizim söylediğimizibir ecnebi söylerse daha makbul olur biliyorsun ya. “Yüzyılımızın ortalarındanbu yana dünya gereksinimi ikinci kez katlanınca toprak üzerindeki baskılaröylesine yoğunlaşmıştır ki bugün dünya tarım alanlarının yaklaşık yarısı uzundönem verimliliklerini tüketecek bir hızla üst düzey toprağı yitirmektedir.Dünya ekonomisinin temelini tarım oluşturduğuna göre…” Aaa, dur bir dahaokuyacağım; “Dünya ekonomisinin temelini tarım oluşturduğuna göre bu üst düzeytoprak kaybına önlem alınmaz ise ekonomi tümden çökecektir.” Dünya çöküyor bak.“Dünya ekonomisinde sessiz kriz”. Şimdi, dünya ekonomisi çökmek üzeredir amadaha farkında değiliz biz bu işin. Hani biz biliyorduk ya, dünya ekonomisinintemeli sanayidir. Ama burada, bu sefer ben bir sır söyleyeceğim, ekonomininhammaddesinin yüzde 93,7’si topraktan gelir. Kalanı petrol ve madendir.

Zaten biz BD-İBDA olarak toprağa dayalı ekonomi…

Işte toprak olması budur. Şimdi, sen sormadın amabugünlerde gündemde olan bir şey var. Tarım gıda fiyatları… Gıda fiyatlarıartmaya devam edecektir… Bak dünya nasıl değişiyor. Çin geliyor, Hindistangeliyor. Burada bir şey var. New York Times yazarlarının biri tarafından yaşam şartlarısorulduğunda Çinli bir şoför “Genel olarak çok iyileşti” demişti. “Ayrıca haftada4-5 defa et yiyoruz, on yıl öncesine kadar et nedir bilemezdik”. Dünyadaki soyafasulyesi üretiminin yüzde 95’ini Çin ithal ediyor.

İhtiyacı da var. Amerika üretiyor şu anda.

Amerika ve Belçika üretiyor. Şimdi burada bir bölümvar. “Gıda Sorunu” diye bir bölüm var. Ama bak 1994’te yayınlanmış. Verilenkaynaklar 90’a değiniyor. Ve 94’teki duruma göre “Aklımızı başımıza getirelimyoksa bu şekilde toprakların güç kaybetmesiyle açlık, yoksulluk, çaresizlikgelecektir” diyor. 94’te söylenmiş bu şimdi 2008.

FAKIRDIKAMA AÇ DEĞILDIK!

Benim çocukluğum Yunan mezalimi ve katliamlarıdevrine denk gelir! Yunan zırhlıları bombardımana tutmuş ve Yunan askerleriyakmış gitmiş… Bombardıman sonrası camiye erkekleri doldurmuş, yakmış… Çok perişandık!..“Yangın” ama, yani taş taş üstünde bırakmamacasına!.. Ben 12 yaşında Istanbul’daokula gidinceye kadar, Yunan yangını ve Yunan zalimliği ile büyüdüm! Çokfakirdik, ama açımız yoktu! Bütün mesele bu! Köylü’nün parası yoktu. Ihtiyacıonun, gaz ve tuzdu… Işte pazara gelir, gaz ya da tuz alacak, artarsa, şekere–bizim bildiğimiz şeker değil, kristal olarak iplere dizilir parçalanırverilirdi; şekeri ben öyle tanımıştım… Yamalık alırdı köylü! Meselâ bir kitapsayfası büyüklüğünde bir yama alacak, kumaş alacak, bir veya iki yumurtaya yamaalırdı…

Mübadelesistemiyle…

Evet. Meselâ, çarığının altına bir yama alacak, birpiliç karşılığında alırdı… Para geçmiyor değil, yok ki geçsin! Çok fakirdik,ama açımız yoktu! Bütün mesele burada… Ben biraz mahallemizi anlatmakistiyorum, mahallemizi anlatayım sana biraz:

Dilediğinizşekilde röportajımızı şekillendirebilirsiniz; niyetim sizi konuşturmak sayınKaraca… Konuşmanızın tabiîliğine müdahale etmek istemem… Buyurunuz…

Ben az-çok varlıklı bir ailenin çocuğuydum. Avukat IsmailHakkı vardı, Süleyman Efendi vardı, onlar varlıklı kişilerdi. Tabiî esnaf davardı içimizde; fırını var, bakkalı var… Çocuklar yalınayak oynardı…Bize deayakkabı giydirmezlerdi, zira bütün çocuklar yalın ayak oynuyor diye… Yani bir“gösteri” yapılmazdı çocuklar arasında dahi…

Mahcûbiyetolmaması için…

Evet… Yani bu bir kültürdü! Bir bakkal amca vardı.Onu 2 veya 3 yaşımda varım-yokum öyle hatırlarım… Bakkal amca ölmüş!.. Komşuanne kalmış… Karısına da biz, “Komşu Anne” diyoruz. Bak, yani mahallenin komşularaverdiği değere bak: Çocuklara “komşu teyze” dedirtmeyen, “komşu abla”dedirtmeyen; yani “komşu anne” Ona verilen bilgi bu; “anam gibi benim!” Oynarızişte çocuklarla, birdir-bir, saklambaç, seksek oynarız bir şeyler yaparız…Uzaktan ses: “Hayrettiiin, Hayrettiiiin!”… Ben duymasam da duyan söylerdi vehemen giderdim anacığımın yanına; bilirim bana bir görev verecek, koşa koşagiderim… Rahmetli anacığım avuçlarımı açtırır, açarım ve bir havlu-bez koyar vebir de sıcak yemek; kapaklı, “kuşhâne” derdik ona. “Komşu anneye götür!” desekimse duymazken –ki, yanımda kimse yok, bahçenin dışında dahi duyabilecek kimseyok!- kulağıma eğilip sessizce ve tâne tâne “yavaşça yemeği komşu anneye götür”der… Bana bir kültür aşılıyor… “Hayrettin, sağına soluna bak, kimse görmesin”diyeceğine yavaşça kulağıma söylüyor, komşu anneye götür diyor. Şimdi ise bakfakirimiz vardı, acımız yoktu. “Uslu dur uslu dur. Uslu durursan kurabiye yapıcam”der anam. Biz varlıklı bir aileyiz az çok, ama hizmetçimiz yok. Bütün her şeyianam yapar. Ütüsüdür, çamaşırıdır, bulaşığıdır, işte yeniden çocuk doğmuştu kızkardeşim onun bezi var. Hepsini hepsini o yapar. Ve bizim fabrikamız vardı,“imalathâne” derdi, işçilere yemek verirdik evde anam kazanı kaynatır. Akşamdanninemle ben oturur, fasulyenin soyulduğunu falan, her şey akşamdan hazırlanır,anacım onu pişirir. Fabrikadan iki tane çırak gelir o vakit, yemekleri alır,imâlathâneye götürürlerdi. Fabrika denmezdi, “imâlathâne”… 60 işçi çalışırdı!..Hasırlar serilirdi o vakit, tahta bir şey konur, üzerine de bir sofra bezi,ortada bir tas, kepçe kepçe boşaltılır… Kimin nerede oturacağı belli değil.Babama “usta” derlerdi o vakitler, “patron” yok, “işveren” yok; Usta! Usta danerede yer bulursa orada sıkışır işçilerle beraberce yerdi; müstakil bir yeri yok…Yalnız herkes kaşıklarını kendileri getirirlerdi. Şimdi… Bu bir kültür değilmi?!. “Paylaşma Düzeni”… 

Bizimmillet olarak ahlâkımızın tarihten beri gelen…

Sınıf olarak kendini ayırmayan bir toplum… Meselâ,bizim evde fırın vardı… Fırın yakacağımız zaman bütün komşulara haber verirdik,ben ev ev dolaşırdım “fırın yakılacak” haberini verirdim ve Komşu Anneler degelirler fırında pişireceklerini pişirirlerdi… Bazen de anacığım kurabiyeler pişirirdive tepsisi bizim fırına sığmazdı. Mahalle fırınına götürürdüm. Daha doğrusugötürmeyi sevmezdim de almaya gitmeyi hep ben isterdim… Neden? Kurabiye için!Anam o yuvarlak yuvarlak kurabiyelerin olduğu tepsinin ortasında kurdela, tavşan,kelebek şeklinde çeşitli biçimlerde kurabiyeler yapar ve onları piştikten sonra–sanki onların tadı başka bir şeymiş gibi- alıp yemeyi ben isterdim… Giderken sıkısıkı tembih ederlerdi: “Fırının çıkağı almadan gelme! Çırak almadan gelme!”…Göz hakkı… Fırıncı istediğini alır. Ister alır, ister almaz. Ama

Oalmadan teslim alma diyor…

“Getirme!” diyor… Çırak gitmiş başka bir yere işe,orada o gelene kadar beklemem gerekiyor. Kuşu mu alacak, kelebek desenlikurabiyeyi mi alacak, karışamam! O da benim gibi çocuk, biraz daha büyükçe…Anlatırım sana! Sabaha kadar anlatırım!. Kültürümüz çok önemli…

Buyurun…

Kişinin hâlinden, durumundan mahalle de sorumluydu…Kız gelmiş 20 yaşına, kartlaşmış artık!

Bubütün herkesin sorunuydu…

Mahallenin sorunuydu! Onu evlendirecekler… “Şu ile şumünasip”, derlerdi, oğlan askerden gelmiş… Evvelâ oğlanın evine giderlerdi razıederlerdi. Kızın onuru vardır diye… Bakarlardı oğlan, biraz gönülsüz gibigörünse de razı… Sonra kız evine gider, onu da razı ederler ve evlendirirler…Hâllerivakitleri yoksa, çeyizini hazırlarlar, düğünlerini yaparlar… Böyle bir şeydi…Bu bir yaşam düzeni değil mi?!.

TOPRAK GİDİYOR!

Bahçeköy’de Orman Bakanlığı’nın fidanlığı vardı,oranın müdürü Erol bey ile tanıştım. Sonra dış ülkeye gittiğimde getirdiğimtohumları orada üretmeye başlandı. Ki, hâlâ oradaki üretimden fidanlar vardır burada…O, beni aldı 1974’de beni Orman Fakültesi ile tanıştırdı. Bilim adamlarıylabüyük bir onur, büyük bir imkân, büyük bir şans-fırsat ile onlarla bulundum,rahlelerine oturdum, ders aldım. Orada beni yetiştirdiler ve burayı kurarken deartık bir Arboretum hakkında Türkiye’de neler yapılabilir, artık fikirsahibiydim. Yurdu geziyordum ve evvelâ, “Türkiye’nin odunsu bitkileriyle başlayayım”dedim. Ve yaşayanlar ve yaşama imkânı olanları keşfetmek için bitki örneklerive tohum toplamak üzere Türkiye’yi gezdim. Buraya, Karaca Arboretum’a. Derkenerozyon ile tanışmam mı! Bakıyorum gittiğim yerdeki bıraktığım ağaçlar,bitkiler bir sonraki gidişimde yok! Kayıp gitmiş!.. Türkiye’yi gezerken su içtiğimçeşme vardı dağ başında, kuruduğunu gördüm! Bilim adamları, arkadaşlarımlageziyoruz. “Hadi, gidip çeşmenin başında domatesimizi, peynirimizi, karpuzumuzuyiyelim” Gidiyoruz, çeşme kurumuş!.. “Köy çeşmesinin orada yiyelim”… Iniyoruzköye, o da kurumuş!.. Erozyon ile bu şekilde tanıştım ben!.. Yalnız sularınakmadığı değil; bıraktığım toprakların, bitkilerin yerinde olmadığını gördüm!Derelerin berrakken bulanık akmaya başladıklarını gördüm bu seneler içinde.Anladım; toprak gidiyor!

Busüreç zarfında, toprağın yıpranışını, yok oluşunu bizzat müşahede ettiniz, şahitoldunuz.

Evet! Ondan sonra öğrendiklerimi –bilgi edindim ya-başladım, insanlara anlatmaya, orada burada konuşuyorum; tehlikeye dikkatçekiyorum… Ormancılar bana bu süreçte çok yardımcı oldular!.. Beni aldılar, yatırdılar,yedirdiler, gezdirdiler, öğrettiler, merakımı çözdüler, bilgilendirdiler. BenTürkiye’yi, ormancılardan da aldığım yardımlarla büyük bir kolaylıkla gezme fırsatıbuldum… 340.000 kilometredir ben Türkiye’yi geziyorum! Bitki örnekleri ve tohumaramak gayesiyle… Kendi başıma da gezdim, bilim adamlarıyla da gezdim, dışarıdangelen bilimsel gruplarla da gezdim. Sonra bu ilişki beni dış ülkelerde çevreyehizmet eden kurumlara üye oldum. Ulusal ve uluslararsı düzeyde bilgi edindim vegeliştirdim kendimi. Ve başladım bağırıp çağırmaya. En yüksek makamlarda sözümgeçmeye başladı. Bazı yerleri “tabiatı koruma alanı” ilân ettirebildim… O dabir tek, kabinenin, Bakanlar Kurulu’nun kararıyla oluyor… Ağaç kesimlerinidurdurabildim, engelleyebildim. Bu şekilde faaliyetlerim başladı. Derken, VehbiKoç… Sene 1984… Bir ağaçlandırma vakfı kurmak istiyor… Orman Fakültesi’ninhocalarını çağırmış. Hocalar da beni çağırdı, gittim. Onun niyeti “ağaçlandırmavakfı”. Ağaçlandırma başka bir şey, erozyon başka. Toprak yok olduktan sonra ağacınereye dikeceksin…Işte Kavak ekmek istiyor ağaçlandırma için; yani çok uzakbenim düşüncelerimden. Kavak zaten Türkiye’de yetişiyor ve ticareti yapılıyor…

Yanisizin önceliğiniz erozyon…

Evet. Ben dedim ki erozyon olursa olur; yanierozyonla mücadele olursa ben girerim, yoksa ben girmem. Uzun bir hikâye… Işte84’den 1992’ye geldik, Nihat Gökyiğit Vehbi Koç ile tanışıyor. Dedi ki “Vehbibey şöyle böyle benden bir yardım istiyor, ağaçlandırma vakfı kurmak istiyor.Sen de bu işin içindesin, beraber gidelim”. Dedim, “ben Vehbi beye zatensöyledim, yazılı da söyledim, birinci öncelik erozyon olmalı”… Derken gittik, şuoldu, bu oldu, kuruldu. Vakfı Nihat bey ile beraber kurduk…

SÖVDÜRME BENİ!

PekiIrak’taki Amerikan işgali hakkında, Tayyip’in özellikle bununla övünmesi hakkındane düşünüyorsunuz?

3 milyon insan öldü. Sövdürme beni şimdi! Bu soruyusorup da beni üzmeye ne hakkın var şimdi senin?

Sorumugeri alıyorum, yeterli bir cevap.

Toprak bitmedi daha. Efendim, dünya torakları güçkaybetmiş. Onun için fiyatlar artıyor. Bu 82’de söylendi bu. Özür dilerim 82kayıtları ile 84’te yazılıp söylendi. Bugün gıda ürünlerinin fiyatlarınınartacağı o gün itibarıyla söylendi. Nüfus artışıyla ve toprakların güçkaybetmesiyle… Ben toprağın canını aldım. “Ver” diyorum “Vermem” diyor. “Bensenden alırım” diyorum, al sana gübreyi basıyorum. Veriyor, bir de bakıyorumgübre yetmiyor. Daha veriyorum yetmiyor, daha veriyorum yetmiyor, dahaveriyorum yetmiyor. Ilaçlıyorum, suluyorum, sürüyorum, toprağı alt üstediyorum. En verimli toprağı alta geçiriyorum. Toprağın canını alıyorum sonrada “ver” diyorum. “Veremem artık” diyor. Bitti! Onun için gıda fiyatlarıartacak. Hem de çok artacak. Yüzde 300’e kadar gelecek. Bu sene gelmez 5 senesonra, 10 sene sonra gelecek.

Yediklerimiziçok arayacağız…

IMF başkanı söyledi, “Gıda kıtlığı için savaş çıkacakbu terörizmden daha beterdir” dediler. Çünkü, evet gıda için harpler çıkacaktır.Gıda hiçbir şeye benzemez. 1770’li yıllarda Amerika’da gıda kıtlığı oluyor. Düngömdüğünü çıkarıp yemiş. Gömdüğünü çıkarıp yemiş! Oğlunu, akrabasını, dedesini,kimi gömdüyse çıkarıp yemiş. Çocuğu var ölmek üzere. Bekliyorlar ölsünyiyecekler.

Bunlaryaşanmış şeyler…

Kitapta yazıyor, okuyun. Irlanda’da bir patateshastalığı. Gıdasız kaldılar. 300-400 sene evvel. Beyaz adam birbirini yedi,öldürdü. Kaçtılar birbirlerinden Irlanda’da. Nataşa olayını biliyor musun?Türkiye’ye Nataşalar geldi. Ruslar, Moldavyalılar, Ukraynalılar geldi buraya.Nataşa buraya niçin geldi? Çocuğu aç, kendi aç, anası, babası aç. Açlık hiçbir şeyebenzemez. Beyaz adam beyaz adamı yedi. Kaçanı tuttu, yakaladı yedi Irlanda’da.Bugünler yaşandı dünyada. O saygın kişiler, öğretmendir, kimyagerdir, bilimadamıdır, araştırmacıdır onlar. Ama biz onlara Nataşa dedik. Onlar o iş içingelmediler. Çünkü açtılar. Şimdi artık gelmiyorlar çünkü azalmış.

Çünküartık Rusya ayağa kalkmaya..

Ayağa kalkmaya başladı evet. Işte olay budur! Yani gıdabudur. Şimdi gelelim Japon’a. Japonların ana gıdası nedir bil bakalım?

Pirinç.

Evet bildin, pirinç, buğday ve mısır. Üç ürün enihtiyacım olan ürünler diyor adam. Şimdi, Japonlar kendi pirinçlerini,ihtiyaçlarını kendileri yetiştiremiyorlar.

HAYAT

Medyaumumiyetle sizin hayat tarzınızdan da bahsediyor. 20 yıldır aynı kırmızı hırkayıgiymeniz, ayakkabınızın delik oluşu, paltonuzun yamalı oluşu, pantolonunuzunpaçalarını ters düz edip yıllardır giymeniz ve senelerdir aynı gömleklerleidare etmeniz, özellikle on yıldır kendinize dair hiçbir harcama yapmadınız.

15 yıldır… Ama ekmek alıyorum kendime.

Şüphesizaç kalmıyorsunuz ben de ona geleceğim.

Gel bakayım kalk kalk. Bu pantolon biraz sıkı geldibana. Arkasına bir yama koydum.Işte, tüketerek, yok ederek değil, paylaşarakmutlu olacaksın.

Zatenmedyanın ilginç ve haber değeri olarak size bu yönde sorduğu sorulara verdiğinizmeşhur cevabınız; “Param var ama tüketmeye hakkım yok”. Gerekçeniz ise“Altüket-yok et” kültürüne olan tepkiniz.

Yaşamak benim hakkımdır. Aydın’ın da hakkı. Fatma’nında, Ali’nin de, Ayşe’nin de hakkı. Çiftçinin de hakkı, bakterinin de hakkı, kuşunda hakkı. Yaşamak için… Çünkü doğal bir denge var. Insanoğlunu çıkar, onun dışındakidengede öyle bir kurallar var ki hiç değişmez. Anayasa değişmiyor orada. Bütüncanlılar birbirine hayat vererek ve birbirinden yararlanarak yaşar.

AĞAÇLANDIRMA

Şimdi, 1992’de Rio konferansında çeşitli kararlar alınıyor.Bunların biri de “Ormanların bu şekilde idare edilmesi sistemin çökme

sine yol açıyor. Artık biz ormanı ağaç olarak değilbir ekosistem olarak bilmemiz lazım. Buna göre tedbirli olalım” diyorlar.Mesela bir doğal orman var bir de yapay ağaçlandırma var. meselâ sorayım birtahmin et: Avrupa’nın doğal ormanları ne kadar? Tüm Avrupa’nın… Kaç olabilir?Yemyeşil ormanlar…. Avrupa’nın ormanlarının yüzde kaçı doğaldır?

Yarısı?

Olabilir değil mi? Ama hayır! Yüzde 0,5! Avrupa’daorman yok.

Çokilginç.

Ağaçlandırma var. İşte biz de Türkiye’de ağaçlandırmayapıyoruz. Yangından sonra ağaçlandırıyoruz orayı. Bu doğal ekosisteminkendisini yenilemesine izin vermiyor. Ve Türkiye’de Orman Bakanlığı yok, AğaçlandırmaBakanlığı var.

KARACAARBORETUM

Şu gördüğün botanik bahçem, ki Arboretum diye anıyoruzbiz bunu… “Arbo”, Latince “ağaç” ve “tum” ile de Ağaç Evi anlamına geliyor…“Arboretum”larla Botanik Bahçeleri arasındaki fark şudur: Arboretumlar bulunduğumahallin, iklim şartları ve coğrafi durumuyla kayıtlıdır ve açıktadır. Ama,Botanik Bahçeleri’nde “sera”lar yapabilirsiniz.

Gayritabiî, yapay bir bahçe…

Tundra iklimini getirebilirsin, kara iklimigetirebilirsin…

Hertürlü iklim şartlarını gerçekleştirebilirsin…

Evet… Tropikal iklim getirebilirsin… Orada obireylerle ilime, bilime hizmet edersin… Hepsi oraya süs için gelmez…Arboretumlar, bulunduğu coğrafyaya ve iklim koşullarıyla hududludur. Aralarındakifark bu kadardır. Ikisi de “Botanik Bahçe”dir aşağı yukarı… Şimdi Arboretumfalan diyorum, diyorlar ki, “sen Türkçe’yi korumaya çalışan birisin, niçin“arboretum” diyorsun!”… Her yerde Arboretum diye anılır bu gibi bilimselfaaliyetler…

Herhâldebizim kısır dilimizde müstakil olarak onu ifâde edebilecek bir kelime-kavramyok…

Biz ona “Ağaç Evi” diyebiliriz…

Oda yeterince ifâde etmez…

Denk düşmüyor, bilimsel olarak onu ifâde etmiyor… Şimdi,meselâ “teyyare”ye “uçak” dedik tuttu. Ama, Arboretum, bir âletedevât değil ki…Bu bilimsel bir faaliyet… Ararsak buluruz Türkçe’de bir karşılığını. Ama, herbulunan şey, kendi bulduğun ülkeye, kendi bulduğun şehre hizmet etmez; bütündünyaya ve bütün insanlığa hizmet eder…

KaracaArboretum’da kaç çeşit ağaç var ve burayı yapmaktaki maksadınız neydi?

Şimdi, 7000’den fazla odunsu ağaç var ve hepsiberaber, yaklaşık olarak 13.500-14.000’i bulur. Çünkü her sene yenilerinigetirdiğimiz gibi, içinden ölenleri de oluyor.Meselâ, soğuğa dayanmıyor. Sıcakistiyor burada  o sıcaklık yok. Onun içinburanın şartlarına uyum sağlayabilen kalıyor, sağlayamayan ölüyor-kuruyor…Buradaki mevcudu da Türkiye’ye yaydım. Bilimsel bir veri ya bunlar.Üniversitelere, botanik bahçesi yapmak isteyenlere, kurumlara 170.000’den fazlabitki de verdik. Ama öyle kavak, çam falân değil; burada olanları verdik ki, ocoğrafyaya göre, oradaki iklim şartlarına göre yaşadı mı, yaşamadı mı?..Bilimsel bir faaliyet; nereye kadar tahammül edebildiği, ne şartlarda yaşayabildiğininbelgelenmesinde de yarar var…

Burada meselâ bazıları yaşamazsa üzülmeyiz biz,çünkü, onun bu iklimde ya şayamadığını tesbit etmiş oluruz. Bunun için de“Karaca Arboretum Magazin” diye bilimsel bir yayınımız var, orada da bunlarıyazarız. Dış ülkelerden de uzmanlar “Karaca Arboretum Magazin”e yazı yazarlar…

AMERİKANLAŞTIK

Bizim hayat tarzımız!.. Biz bunu dolu dolu yaşadıkve maalesef o kaybolup gidiyor… Dil ve kültür giderse, ahlâk giderse ulusgider! Biz Amerikanlaştık şimdi; istilâhalindeyiz… Kültürümüzden, dilimizden, işlerimizden, tabi ekonomimizden,efendim tüm kişiliğimizle bağımlı olduk! Eskiden Cumhuriyet kurulurkenmandayı kabul etmeyen Atatürk. Şimdi manda değil esir olduk artık! Efendim bizgençken onu –bağımsız olabilmeyi- hissettik, duyduk, yaşadık…

2BYasa Tasarısı hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? AKP’nin 2B’deki ısrarınınsebebi nedir?

2B Yasası’na biz, “vatan toprağı satılmaz!” diyoruz,bir… Ve 2B’daki “satma” yerine Ecri misil uygulasınlar diyoruz! Ecri misil,yani “kullanma bedeli”… Bunun Türkiye’de tarım alanları için de uygulaması var…

“Tarımalanları” demişken, dergimizin yazarlarından Sayın Necip Müftüoğlu’nun da mevzuettiği Cargill adlı sömürgeci şirketi de değerlendirmenizi isteyeceğim…

Ecri misil, meselâ bugün Istanbul’da var, neresiydio?

Sultanbeyliği.

Evet! Sultanbeyliği’nde git kiralara bak; o kirakadar ecri misil al! Kullanma bedeli olarak. Bir senede toplarsın o beklediğinparayı. Ama, onların derdi, boğazlarda yabancılara arazi vermek! Dertleri onlarınbaşka! Bana göre böyle, ben böyle alıyorum!

Şimdi, Sayın Erdoğan beni “kırdı”, “küstüm” ona, birvatandaş olarak beni “gücendirdi”; nasıl gücendirdi? Efendim ben Cargill’e karşıymışım!Eee?! Bana diyor ki, “sen de git Trakya’ya bak! Oralarla niye meşgul olmadın”diyor! “Aaa!”

“Görmemezliktengelsen ne olur” demek istiyor galiba?

15 yıldır bağırıyorum Trakya’yı, çağırıyorum,duyurmayı istiyorum… Şimdi açıcağım Kur’ân’ı Kerim’i açacağım, ve bir Âyetokuyacağım Sayın Erdoğan’aneyi okuyacağım biliyor musun; “görmüyor ve işitmiyorsabana ne!”… Açtı ya, Kur’ân’ı Kerim’den bir şeyler söyledi bize… Ben de aynı şekildeKur’ân’ı Kerim’den söylüyorum: “görmüyor ve işitmiyor”

Gerekde yok sanırım… Size Kur’ân’ı Kerim’i âlet ederek cevap vermeye çalışacağına,Cargill için 5 Kasım’da Bush’dan “kolaylık sağlansın!” yollu emir aldığıhaberini bilmeyen yok! Bunun hesabını versin…

Tamam ama, o da var ama, beni niye suçluyor şimdi?!.Ben Bush ile olan diyalogunu biliyorum ama, o orada beni azarlıyor! “Sen”diyor, “git Trakya’yla uğraş” diyor bana!

“Niyeuğraştırıyorsun bizi, işimizi görelim!” diyor aslında…

O başka, ben işin bu veçhesine girmedim, bunları sensöyledin…

İSTILÂCILAR GİDECEK!

Toprak,su, hava, tarım, hayvancılık, çevre, gıda, açlık, tüm bu hayatî başlıklarlailgili çözüm tekliflerinizi birkaç cümleyle özetleyecek olursanız…

Benim derdim toprak. Toprak olmazsa hayat yok,üzerinde bitki yok, tarım yok, iş yok. Ekonominin değil, hepimizin ihtiyaçlarınınen az yüzde 93’ü topraktan geliyor. Toprak yoksa hayat yok. Ve bugünTürkiye’nin başında olan en büyük dert erozyon ve çölleşmedir. Tarım alanlarınıngüç kaybetmesidir. Devletimizi ve toplumu bu mücadeleye katkıda bulunmak içinçağırıyorum. Gelin şu toprakları verimli yapalım. Biz bunları yaptık,gösterdik. 3 sene, 5 sene önce muhtaç olan köylü şimdi devlete vergi vermeye başladı.Şimdi o köylü toprak analizleriyle tarım yapıyor. Az gübreyle çok mahsül almasınıöğrendi. Gelin bunları Türkiye’ye yayalım. Ulusçu olmak kendi şahsimenfaatimizedir. Burada benim çıkarım var mı? Var! Benim çıkarım ve isteğim,huzurlu ve mutlu bir ülkenin vatandaşı olmak istiyorum. Hepimiz bunu hedef alalım.Bunu yapacağımıza yüzde yüz inanıyorum. Biz muhtaç olmayacağız. Dünya bizdenibret alacak. Dünya sulhunun temeli Anadolu’dan atılıyor. Bugün bütün istilacılar,ekonomide, kültürde kim olursa olsun geldikleri gibi gideceklerdir.

ÜRETİM

Buradabir sözünüz var “Bir alyans için 3 ton zehirli atık üreten bir kültür”… YaniBatı kültürü bu!.. Biz de Büyük Doğu insanları olarak Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nunsöylediği sizin sözünüzle hoş bir tevafuk eseri denk düşen- bir benzetmesigibi; “Bir kilogram gül yağı için, 3 ton gül yetiştiren, etrafa yayan, güzelleştiren”bir kültürün insanıyız. Üretim anlayışında da fark çok açık!

Şimdi sana bir sürpriz, Afyon’un bir köyü… Vehbiisimli bir köylüyle konuştum. Vehbi IMF’yi söylüyor. Dünya Ticaret Örgütü’ndenhaberi var. Dünya Bankası’ndan haberi var. Avrupa Topluluğu’nun bize tarım içinyapılan taleplerinden haberi var. Vehbi bir kitap al oku. Ben onu da çıkardım.“Bire Bir” programına. Vehbi’nin söylediği bir şey var. “Biz Avrupa ne derseyaparız” diyor. “Bizim gücümüz var buna” diyor ve Vehbi’nin bulunduğu köy veköylüler bir gül yağı kooperatifi kurmuşlar. Hiç aracı kullanmadan Avrupa’yaihracat yapıyorlar. Kendileri yapıyorlar, aracı koymuyorlar, direk kendileriyapıyor. Yine Vehbi’nin söylediğine göre yumurta kooperatifi kurmuşlar. Hiçaracı kullanmadan Avrupa’ya yumurta satıyorlar. Işte Türk bu!

(*)Temmuz2008 / Aylık Dergisi 46. Sayı

******

GİDEN TOPRAKTIR! (**)

TAKDİM: Hayrettin Karaca bu toprağın insanı…
Her geçen gün elimizden uçup gitmekte olan toprağımızın mustariblerinden…
Insanımızın neler yaşadığının farkına varması için sesi en gür çıkan gerçek vatanseverlerden… Anlatacağı çok şey vardı… 
Bütün enerjisini topraklarımızı muhafaza uğruna harcayan, mücadele heyecanını hep yüksek tutan ve insanımızı bu hususta hassas olmaya çağıran 83’lük delikanlı…
Harıl harıl çalıştığı mekânında bize konuşurken, zaman zaman kütüphanesinde bulunan, toprak meselesiyle alakâlı kitaplardan uzun sayfalar okuduk, tartıştık, ürperdik.
Çalışma mekânına girerken kapısına astığı giriş parolasında “Toprak, toprak, toprak” yazan adam…
Hem erozyonla, hem de emperyalizmle mücadele azmiyle çalışan sayın Karaca’nın yanından ayrılırken, ‘bol bol okuyun çocuklar, bol bol araştırın!’ diyordu… (Aylık)

GİDENTOPRAKTIR!

HayrettinBey, biz biliyoruz ki sizin ve vakfınızın birçok faaliyeti var. Sel, toprak,tarım politikaları ile ilgili… Bundan bir süre önce doğu Anadolu’da bazıfaaliyetleriniz olmuştu.

Şimdi efendim ben 48 saat kaldım Van’da, birkonferans verdim. Meraları gezdim ki, mera kalmamış hiç neredeyse sıfır meranadiren… Çobanlarla konuştum, bir muhtar var onunla da konuştum, bitmiş yanimera diye bir şey kalmamış. Mera kanunu var da, mera kanunu uygulamalarınabirkaç yerde Tarım Bakanlığı hakikaten riayet gösterdi. Ama esas o bayırlıyerlerdeki meralara daha bir şey yapmadı bu başka. Sonra “izin verirseniz dedimsayın milletvekili, his ve duygularımın sonucu olarak sataşmak istiyorum, izinverir misiniz” dedim. Tabi tabi dedi. Yakanıza yapışacaktım dedim,yapışabilirsin dedi. Milletvekilinin yakasına yapıştım, sarsmıyorum çekmiyorumyani, dedim “sayın Milletvekili ben size bu toprakları satın diye vekaletivermedim!” dedim. Bu açıdan, bunun hesabını sormak için dedim. Milletvekili hiçoralı olmuyor yani, bu kadar tepki göstermeme rağmen alınmıyor da diyemem tabibir şeyler anladı fakat bana karşı tepki göstermedi. Hoş görüsüne çok teşekkürederim, sonra hiçbir şey olmamış gibi başladı gene konuşmaya.

Bahsettiğinizmesele tüyler ürperten bir mesele.

Ama yani konuşma tarzım onu rahatsız etmedi, herhaldeo benim deli olduğumu biliyor bunu kimseden saklayamıyorum(gülüyor). Sonra öylebir hoşgörüsü var ki bunu takdir etmemek mümkün değil. Sonra arkadaşlardan biridedi ki “hani senin sataştığın milletvekili var ya, o Ak Partilidir ve bizimTEMA’ya çok büyük destek veriyor.” Ama bir de mahcup olmaz mıyım, girdim içeribir kez daha af dil edim. Yok, canım öyle bir şey yok siz haklısınız dedi, iştebu da Milletvekili yani böyle beni hoş görüyle karşılaması. Tabisöylediklerimin bir etkisi oldu muhakkak, görevini yapmadığı veya yapması lazımgelen veya yaptı da ben bilmiyorum belki. Bana bu kadar hoş görüyle bakaninsanın tabi aynı konuda herhalde bir fırsat, bir görev düştü ama benim sorumacevab istiyorum; nedir, bir şey unuttuk nedir, onu ben de bilmiyorum. BunuKaradeniz’de de unuttuk İstanbul’da unuttuk. Sen yardımcı ol bana yahu birdüşün bakalım, sen de bulabilirsin… Hiç yardımcı olmuyorsunuz yahu. Siz debilmiyorsunuz toprak, toprak TOPRAAAAK!.. Bakın çocuklar… Lester Brown 1987’dene demiş bakın. “Yüzyılımızın ortalarından bu yana, gıda ihtiyacının ikiyekatlanacağı anlaşılıyor. Dünya ekonomisinin temelini tarım oluşturduğuna göre.”diyor.

Çokdoğru…

Bakın biz onu endüstri olarak biliyoruz.

HayrettinBey, Necip Fazıl Kısakürek, “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinde, iktisadıntemelinde tarımın, toprağın olduğunu belirtiyor. Bunun yanında, ‘kağnıya damahkûm olarak hayat sürsek’ diyor, makineleşme ve sanayie karşı kendimakinemizi kendimiz, yani “makineyi yapan makine”yi üretene kadar dışabağımlılıktan koruyucu politikaları geliştirmemiz teklifinde bulunuyor, “tarımtemelli ekonomi”ye vurguda bulunuyor.

Çok güzel bir teklif. Ekonominin hammaddesini % 90’ışu topraktadır. Kalanı petrol ve madendir. Şimdi ise biz bunu bilmiyoruz.Toprağın geri gelmeyeceğini biliyoruz ancak bunun için bir ses çıkmıyor. Birsantimetre kalınlığında toprak, şartlara göre 200 ilâ 1000 yıl arasındaoluşuyor. Giden topraktır haberiniz olsun! Karadeniz’de çamur akıyor. Üç dönümtoprağı, humuslu toprağı, zengin toprağı alıp götürüyor. Geleceğimi götürüyorbir tek ne gazete yazdı, ne televizyon çıkarttı ne bilim adamları lafını etti,ne Orman Bakanı. Bakan gitti oraya ama gördü geldi. Çık bir yere bakalım sengit oraya! O derenin, nehrin çıktığı yer, git gör, çırılçıplak.

Birdaha yerine gelmez.

Mera bitmiş meyilli arazide mera bitmiş eee, toprak,toprak, giden topraktır! Hepsini geri getiremeyiz. Vefat edenler geri gelmezama ben şimdi otuz kişi büyütüyorum. Sayın Başbakanın, yine Doğu Anadolu’da birsel felaketi oldu, işte dereler-mereler köprüler yıkıldı 41 vatandaşım öldü.Toprakları, tarım alanlarını su bastı, mahsul bitti o sene açlık var yine.“Abartmayın” diyor bize, biz de abartmayacağız.

MeselaMarmara Bölgesi’ndeki selde tatil köyünü su bastı biliyorsunuz, tam bir kmötedeki ayçiçeği tarla sının toprağını sel olduğu gibi getirmiş o tatilköyündeki evlerin içine!..

Şimdi tabi sel bir felakettir, bugün hakikatenönlenebilir veya önlenemez insan gücü buna yeter veya yetemez onu bilemeyiz.Bakın, Amerika’da bir şey oldu onlar bile başa çıkamadı. Tsunami diyoruz; bubir doğal afettir, ne kaybettik, bugün öyle günler oluyor ki bir trafikkazasında 40 kişi birden ölüyor, İstanbul’da 30 kişi ölmüş, bir vatandaşınölmesinden rahatsızlık duyan yok, hiç. Ya hakikaten üzülürüm o ailenin çocuğunu,anasını, babasını kaybetmesinin ne demek olduğunu ben bilirim, ben! Ben ikiçocuğumu, ailelerini kaybettim bilirim bunu. Onun için dua ederiz duamızinşallah yerine varır Cenab-ı Allah sabır ihsan etsin! Düşünceyi vermiştir,doğruyu aramayı vermiştir Cenab-ı Allah. Bir gram humuslu toprakta eskiden altıyüz milyon bakteri var. Şimdi bir gramın da bir milyar olduğunu iddiaediyorlar. Kimi yerde yüz, kimi yerde bin toprak kayadan olur o dikenler varya, onlar kayadan toprak yapar bize. İşte içinde ne var bilemezsin. Dört yüzbin mikro organizma var. Şimdi bu değiştirilecek olan son imar yasasındanhaberiniz var mı? Türkiye’de tarım arazilerini ecnebilere satıyorlar! Dünyadailk oluyor bu! Bakın şimdi. 1970’de Nairobi’de çölleşme ve kuraklığa karşı bir“mücadele ve eylem plânı” var. Bu eylem plânının uygulamasında olumlu bir sonuçalınamamış. 1990 Rio Konferansı’nda bu hususta dünyadaki ülkelerin bu eylemplânında birlikte hareket etmelerine dair bir karar var. Sonra 95 Paris…Ankara’da Çevre ve Orman Bakanı bundan sorumlu oldu. Bir de her ülke kendieyleme plânını çıkarttı.

Kendişartlarına göre…

Tabi… Her iki senede bir bu ülkeler bir yerdetoplanıyorlar. TEMA Vakfı da Tarım Bakanlığı ile birlikte hareket etmekte.Dışişleri ve Tarım Bakanlığı ve Çevre Bakanlarının bu hususta birbirleriyleçekişmelerine bizzat şahit olduk. “Her sefer siz gittiniz” diyorlarbirbirlerine. Yine bir seferimizde bunlarla bizim arkadaşlar birliktegidiyorlar; yurt dışına katılımcı olarak. Bizim arkadaşların anlattığına görebunların içinde lisân bilen yok! Bilenler ama… Neyse kayıt yaptırıyorlar. Birşey çıkmıyor müzakerelerden, ancak bunu yapabiliyorlar.

MERALARINISLAHI YAPILMIYOR

Sankituristik gezi…

Bak şimdi, ben öyle demedim sen dedin. Yani orayayazacaksın beni suçlayacaklar.(gülüşmeler) Sonra her ülkenin bir eylem plânıvar. Türkiye getiremiyor. TEMA bir buçuk sayfa bir şey yazdı, onu verdiler.TEMA Vakfı’nın da bir girişimiyle bir “Çölleşmeyle ulusal eylem programı”yayınlandı. Hayrettin bunu okuyunca Orman Bakanı Osman Pepe, iddia etmiyorumama bunu onun okuduğuna dair bir kanaatim yok. Eğer okusaydı inanıyorum; bunuhemen yürürlüğe koyardı. Şimdi bu metin 17 bölümden ibarettir. “Kuzey Akdeniz’ine yapmak lazım” filân demişiz bak. “1977 eylem plânının eksiği var” diyor.İkinci bölümden okuyayım size: “Erozyonlamücadelede göze çarpan etkinliklerin azalması üzerinde durulmuş. Ne diyoraraziye ulaştınız ama diyor, insan faaliyetleri üzerinde durmadınız diyor.Neler bunlar, toprağın haddinden fazla ekilmesi, toprağın kaldırabileceğindenfazla hayvan yetiştirilmesi, bunların tahribiyle yanlış sulama gibi şeylerledoğrudan mücadele edilmemesi. Yani bunları meydana getiren sosyal ve ekonomikbaskıları artıran bir sonucu olarak da çölleşmenin kurbanları, çölleşmeninkaldırabildiğinden çok fazla seviyede bu çölleşmeyle mücadele eylem plânınınbaşarıya ulaşmamasının temel sebeblerindendir. Burada dar bir bakış açısıolduğunu artık herkes kabul etmelidir. Bu durumun sosyal ve ekonomik analizlerive uygulamanın ivmesi olarak kabul ederek çölleşmenin biyolojik ve fizikselyönlerinin incelemesine, bunların her ikisine de eşit ağırlık verecek düzeniseçmiş tir.” Anlaşmanın sorumluluklar bölümünden etkilenmiş taraflar;Türkiye de bulardan biri… Çölleşmenin nedenlerine inmeye ve çölleşmesürecinde yer alan sosyoekonomik faktörlere özen göstermeye söz vermişlerdir.Söz vermiş Türkiye! Mevcut bir mera yasası vardır. Bugün bir toprak korumayasası vardır. Düz arazilerin ıslahı… Mevcut rakamlara göre yüzde 7-8’iyapılmış. Tarım Bakanlığı buraların ıslahı ile ilgili görevli. Ama DoğuAnadolu’da hiç, bir karış dahi ıslah yapılmadı. Şimdi sosyo-ekonomik kalkınmayayönelik gerekenler yapılsa hiç aç, işsiz insan kalmaz. TEMA Vakfı bu kalkınmaprojelerinin içinde çok başarılı olduğu, kısmen başarılı olduğu işler var.Başarısız olduğu 4 proje var; sebebini sonra anlatırım. Eğer orada, meselâ,eski muhtarla yeni muhtarın karılarının arası açıksa, sen orada hiçbir şeyyapamazsın. O kadar basit! Şimdi aklımız başımıza geliyor. Evvela oraya bir sosyo-psikologgidiyor, oradaki durumu öğreniyoruz. Ondan sonra davranışlarımızı belirliyoruz.Biz bu projeleri bir örnek olarak yapıyoruz. Türkiye’nin bütün bölgelerindekişartlara göre yapılan, bilim adamlarının ve uzmanların desteğiyle. Şimdibazıları, meselâ Wilson deyince “ooo büyük adam!” filân diyor ya. Biz Ahmet,Mehmet, Ayşe, Fatma var deyince hiç aklına “büyük adam” demek gelmiyor.Japonlardan destek istedik, “Türkiye geri kalmış bir ülke, bize aldığımızdan üçmisli maaş verirseniz geliriz” diyor.

TEMAile çalışmak için mi?

Evet… Bizim de aklımız başımıza geldi.Uzmanlarıyla beraber bu işi pekâla başardık. Sonunda şu netice çıktı. Buhocalar, tatillerini bıraktılar. Projeleri bitinceye kadar uğraştılar. Gecegündüz çalışıp kendilerini bu işe adadılar. 180 kadar konuda danışmanı var bukurumun. Üstelik para da almıyorlar, üstelik teşekkür ediyorlar, böyle birhizmet fırsatını onlara verdiğimiz için. İşte Türk insanı bu, Batı’yla biziminsanımız arasındaki fark. Şimdi bizim öyle köylerimiz var ki, meselâ bazıköylüler yumurta kooperatifi kurmuşlar. Hiç aracısız ihracat yapıyorlar. Aracıyok. Aracı olmayınca tabi, büyük bir komisyon ortadan kalkıyorlar. Yağkooperatifi kurmuşlar, aracısız. Şimdi, biz muhtaç değiliz. Ama bunun yaygınhale gelmesi lazım. Şimdi IMF’nin bütün dünyada yaptığı işlere bakın. Bir tekyere faydası dokunmuş değildir. Köylünün tarımla uğraşmasını kaldırdı. ‘Tapunugetir paranı al’ dedi. Ama şu da var. Pırlanta gibi bir gençlik geliyor.Canavar gibi. İnanamazsın. Van’da bir ilkokula gittim; ikinci sınıf. Hepsikitap okuyor. Aynı okulda 5. Sınıfa gittim. Bilgi aldım. Olumlu bilgiler varama öğretmenden öğretmene fark var.

GDO’YAKARŞI KARARLI OLMALIYIZ

Birde “Genetiği değiştirilmiş tohumlar” hadisesi var hocam. GDO dedikleri…

Mecbur sun kullanmaya(!) Mecbursun! Emir “büyükyerden” geldi. Batı’da itiraz eden yerler var. Fransızlar almayız, istemiyoruz,yemeyiz demişler. Amerika alacaksın diyor. Alacaksın, almam derken peki diyorpeki. İkisi de Dünya Ticaret Örgütü’nün üyeleri. Örgütün şartları var. Amerikanasıl üretirken şart-mart dinlemedi, Fransa diyor ki, “ben Fransız mallarına %80’e kadar gümrük koyuyorum!” Amerika’da, ‘öyleyse ben de senin mallarınıalmıyorum’ deyince Fransa, peki dedi, bitti. GDO’ya karşı kararlı olmalıyız. ŞimdiAmerika’dan kurtuluş. Senin adın ne?

Cumali…

Cumali ile Hayrettin karar verse, Amerika’dankurtuluruz. Şimdi sana gençleri anlatıyorum. 60 km meraları gezdim, kalmamış.Bir vakıf var Van’da 7. Sınıflar oraya gelecekler. 5. ve 7. Sınıf öğrencisisoru soruyor: “Bugün dünyanın maruz kaldığı tehlike belli, ne dersiniz?” diyor.Biz, tereddüt içindeyiz, ne diyelim? Ben de ona, bu sorunun cevabında yasalarmı daha öncelikli gelir yoksa bilgi mi dedim. O da, “Biz arkadaşlarımızla bumevzuu tartıştık, bilginin daha önemli ve öncelikli olduğuna karar verdik, amaiki arkadaşımızı ikna edemedik, aksini söyledi” dedi. “Peki n’olacak?” dedim.Çocuklar da “zaten uzun zamandan beri biz bu meseleyi tartışıyoruz” dedi.Görüyor musunuz, “uzun zamandan beri…” çocuklar bunu konuşuyor. Gördün müTürkiye’yi? Yaaa. Benim bir şartım var, beni çağırdıkları zaman dört ilkokuliki köy ayarlamazlarsa gitmem. İlkokul ilkokul gezerim, köyleri gezerim; halkıniçinde olacaksın. Türkiye İstanbul değil. Ben İstanbul’da bir ilkokula gittim.Ben girişte bilgi derecelerini ölçüyorum. Gülmeden, eğlenmeden de olmaz. Dedimbilgi yarışması yapacağım. Bana soruyorlar bilemiyorum. Birisi bana, “size görededi dünyanın en önemli sorunu nedir?” Ben “bu kişiye göre değişir, peki sensöyle bakalım” dedim aynı sorunun cevabını, 11 yaşındaki çocuk bana dedi ki,“ilk önce, gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmalıyız”… Bunlargeliyor bunlar. Mektuplaşıyoruz bazılarıyla. Konya’da bir çocuk var, amanAllahım! Şimdi bu mera kanununu, toprak kanununu eylem plânını uygularsak. DoğuAnadolu’da Kürt Sorunu var ya. İddia ediyorum beş sene sonra “Kürt sorunu”kalmaz. Kimseyi kandıramazlar! Kürtçe konuşmak sorun değil. Bu, ABD veAvrupa’nın Türkiye’yi bölme sorunudur. Ben vatandaşımın ne hakkı varsa vereceğim.Hakkımız yok birbirimizde. Ticaret adamı oluyor, doğuda fabrikasını kuramıyor.İnsanımızın derdini çözersen, oraya Amerika giremez.

Tersteper.

Mesela, bu feodal sistemi çözmedikçe çok zor. Adamınyirmi tane köyü var. Bir köye gittik. Köylü ilgimizden memnun. Köyde bir ağavar. Ağa, köyün bağlı bulunduğu bir devlet kurumunda görevli. Tarım alanında.Çok teşekkür ediyor bize. Haaa, köylü de ağa da razı. Ama köy de bir kalkınmaistemiyor. İşte doğu Anadolu bu. Bugüne kadar medeniyetlerin yok oluş sebebinintemelinde toprağın gücünü kaybetme si var.

SUFAKİRİYİZ

Bununyanında su kaynaklan meselesi var.

Biz hiçbir zaman su zengini olamadık. Bizim kişibaşına 1700’dür, şimdi 1200. Su zengini olmamız içi 10.000 lt olması lazım.Madem su için sordunuz. Türkiye’nin ne kadar suyu, yağmuru var biliyor musunuz?Devlet Su İşleri yapmış bunu. 506 milyar m3’tü, 501m3’te mutabık bir genelbilgi. Tabi su kaynaklarımız 26 tane. Türkiye’de sulu tarım için 4.5 milyonhektarlık alanımız varken, 2.5 milyon hektar kullanıyoruz. 500 küsûr milyarın40 milyar m3’ünü kullanıyoruz.

Suvar, değerlendiremiyoruz.

Yapılanın karşılığını da alamıyoruz. Kanaletlertoprak doluyor. E hadi temizleyelim; yok devlet gelsin temizleyecek.

Hazırcılık…

Ama şimdi öğrendi çiftçi, kendi kendinin işini. Karyağmış doğuda üç metre. Islah etmişiz, oy büyümüş. Kar, ağacın gövdesindenerimeye başlar. Enerji var. Bütün doğu Anadolu meralıktır. 45.5 milyar tonmeramız var. Sel olmayacak, bunun için toprağı terbiye edeceksin. Karlareriyince sel olmayacak. Hızlı akamayacak. Eriyince toprak emecek. Yarısındanfazlası kar olarak var bizde, su. Ama karı ve suyu 275 milyar m3 olarakkaydediyoruz. Şimdi Doğu Anadolu’da 2.500 rakımda kar var, orada mera var.Merada da enerji var. Orada 3-5 metre kar var. O mera, kendi enerjisiyle dam1adam1a suyu toprağın dibine indirir. Teraslama yaparsan en son Haziran’ınortasına kadar sudan istifade edersin. Su akıp gitmez. 512 milyar ton suyumuzudoğal olarak indiriyoruz toprağın dibine. 40 milyar tonun yerine… Bu rakamıDSİ’den alıyorum. Öğrendiniz değil mi? Şimdi bunu doğrulamak için kaynakbulacaksınız. Yeraltı sularından. Örnek vereyim, Suudi Arabistan’ın yer altı sukaynakları bitiyor. Bize onun için geldiler. Biz kendimizi doyuramıyoruz, SuudiArabistan’ı doyuracağız! Amerika’da yer altı sularıyla tarım yapılıyor. O sularbitti kuru tarıma geçildi. Su yüzde 60 alıyorsa aynı arazide yüzde 30… 30milyon kuyusu var. Ömürleri 5 ila 30 sene kalanlar var. Nüfus bir yandanartıyor. Japonların parası var ama kıtlık oluyor pirinç yok. Pirinçle, etleürettiğimiz metanı biliyor muyduk? Hayvanın ürettiği metan?.. Karbondioksitinküresel ısınmaya etkisi 1 ise, metanın 25. Metan gazı 10 yıl kalıyor ama.Karbondioksit 60 yıl. Metan arkadan geliyor ama. Japon, tarıma yüzde 20’ye kadardestek veriyor. Patateslerin fiyatını düşürüyor. Şuradan okuyayım: ‘Üretim birkez düşüşe geçtiğinde süreci tersine çevirmeye çalışıyorlar. Ama süreci tersineçevirmenin güçlüğü Japonya’da görülebilir. Japonya’da dünya pazar fiyatının 4misli olan pirinç destek fiyatı bile üretimi artırmayı başaramadı.’ % 400destekle bile alamıyor. N’oluyor? Ben toprağım, sen Japon meselâ. Japon!.. Bensana ürün vermeye devam ediyorum, sen açgözlüsün. Daha fazla istiyorsun. İlaçverdin, ben yine verdim sana.

Kimyasalkullandın yine verdi…

Verdim, verdim 10 sene geçiyor, 1 kilo fazlaalamıyor. Başka kaynaklarda yüzde 600 bu destek. Şimdi ben Yalova’dakütüphanemde… Ek üretim. Bir Amerikalı yılda 112 kg et yer. Hindistanlı 16 kg,Çinli 26 kg yer. Domuz… Çin karar verdi üretimi iki misli yapacak, ama okadar domuzu beslemeye yetecek ürünü yok. Ama parası var. Hemen Amerika’daki,Brezilya’daki soya fasulyesinin tümünü alıyor. Amerika ile Brezilya anlaşıp birfiyat yapıyor. Alıp gidiyor, parası var. Çin 1998’den sonra müthiş bir düşüşteileride bunu da bulamayacak. 5 kg fazla yediğin vakit dünya metan gazıistilâsına maruz kalıyor. Bir yandan da açlık. Bilgiyi paylaşmalıyız. Bilgipaylaşıldıkça ürer.

(**) Kasım2009 / Aylık Dergisi 62. Sayı

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: