ESSELÂM 2 – Necip Fazıl KISAKÜREK

ESSELÂM 2 – Necip Fazıl KISAKÜREK

NUR

-5-

Yok bile yokken O vardı;

O bir nur… Ki mutlak saffet.

Âdem, Allah’a yalvardı;

O nur için beni affet!

Adem’in alnında bir nur;

Derken öbür Peygamberde.

Âyet ki, çıplak okunur;

Ne bir harf, ne zarf, ne perde.

Geçti bilmem kaç nesilden,

O nur, İlâhi dâhi dâire…

İbrahim’den, İsmail’den,

Vesaire vesaire…

O nur, o nur, elde sancak;

Aktarılır, nebi nebi.

Bir beklenen var ki, ancak,

Nurun ezelden sahibi…

Nur sırdır, ışık üstü sır;

Vurduğu eşya gölgesiz.

Onsuz insan kör ve sağır;

Ülkeler onsuz, ülkesiz.

Son Peygamber, son Peygamber!

İlk olunca sona geldi.

Nur, fezayı tutan çember,

Ondan gelip O’na geldi.

***********************************************

O SABAH

-6-

Kureyşin kapısında o sabah bir Yahudi:

«Soylu insanlar, dedi;

Var mı dünyaya gelen bir erkek çocuk sizde?

Gece, kabilenizde?»

«Bilmiyoruz!»… «Arayın, sırtında işaret var!»

Araştırıp buldular.

Yahudi, Nur-Çocuğa baktı: İlâhi nişan!

Homurdandı perişan:

«Peygamberlik İsrail Oğullarından gitti.

Olacak oldu, bitti!

Devlet sizin artık, Doğudan Batıya dek.

Devlet ki, yok ona denk!»

Aynı sabah, Medine…

Bir Yahudidir yine,

Bağıran, çığlık çığlık:

«Yandık, çöktük, yıkıldık!

Şafak vakti bu gece,

Gölgeler titresince,

Bir yıldız doğdu: Ahmed,

Bizim için kıyamet!»

***********************************************

SÜTNİNE

-7-

Halime, Halime, sevgi kucağı;

Çölde Beni Saad onun bucağı.

Taze annelerle geldi Mekke’ye,

Bir yavrucak bulup yetiştirmeye…

Bu iş, asillerde o zaman âdet;

Yavru, sütnineye çölde emanet…

Hepsi kısmetini aldı, gönlü hoş;

Bir Halime Hatun, kalan eli boş.

Dedi ki: «Besbelli benim kısmetim,

Şu herkesin arka döndüğü yetim…»

Anlatsın olanı tek tek Halime:

«Yavruyu şefkatle aldım elime,

Baktım mışıl mışıl uyuyor bebek,

Sarmış vücudunu bir yeşil ipek,

Üstüne bir beyaz sof dolamışlar,

Yavruyu misklerle kokulamışlar.

Öyle güzeldi ki, daldım yüzüne,

Girdim gündüzleyin, nur gündüzüne.

Elim, iradesiz, O’na uzanmış…

İşte, gülümsüyor yavru, uyanmış…

Gözlerinde göğü tutan bir ışık:

Gülüyor, göklerle kanı kaynaşık…

Feza süzülürken kirpiklerinden,

Öptüm, gözlerinin ara yerinden.

Meme verdim, sağı aldı, sol hayır!

Hep beraber yola çıktık dağ, bayır.»

***********************************************

BÂDİYE

-8-

Yağmurdan temizdir orada insan

Ve yağmur suyundan berrak bir lisân.

Sanki gökten yere serpilmis bir dil.

Yıldızlar basların üstünde kandil.

Öyle yakın ki, ay tutulur elle,

Ufuklar çizilmis gibi, pergelle…

Saffetin zemini, dümdüz bir çarşaf:

Orada her mevcut, açık, duru, sâf…

Çırçıplak vatanı mücerret fikrin;

Renk, ışık, mesafe, derin mi derin…

İste bâdiye!

Dalga dalga kum.

Baş verdi tohum,

O geldi diye.

Bitkindi merkep,

Sütsüzdü deve.

O geldi eve,

Canlandılar hep.

Bir garip seyran;

Bereket taşkın.

Rızk, başı aşkın;

Kabile hayran…

***********************************************

BAŞINDA BİR BULUT

-9-

Halimenin kızı Şeymâ;

Her ân O’na sahrada eş.

Üstlerinde dipsiz sema,

Baslarında kızgın güneş.

Yıllar geçmiş, O serpilmiş,

Oyunlarla yok ilgisi.

Tenhaları kucak bilmiş;

İzbe kırlar ve ikisi…

Kayboldular bir sıcak gün,

Halimeyi aldı merak.

Sahralarda koştu üzgün,

Kadıncağız, çırpınarak.

Göründüler, işte işte!

Geliyorlar mesut, mesut.

Bir garip hal, bu gelişte:

BaŞlarında bir ak bulut.

Şeymâ dedi: Gölgedeyiz;

Tepemizde bir çift kanat.

Dere, tepe, gezmedeyiz,

Sıcaklardan yana rahat.

Basında bir bulut… Sâhi!

Yürür, durur, gider, bekler.

Bulut değil, yâ ilâhî!

Tac tutuyor O’na gökler…

***********************************************

YARILAN GÖĞÜS

-10-

Bir gün de, Halimenin oğlu koştu çığlıklı:

«Anne, anne, gel, birkaç adam, garip kılıklı,

Süt kardeşimi alıp bir sırta çıkardılar;

Arka üstü, karnını boydan boya yardılar!»

Yavrunun, ağlayarak verdiği haber tamam!

O, kırda, bir derenin içindeyken üç adam

Bir anda çıkageldi, çıkmış gibi pusudan;

Küçükler bucak bucak kaçıştılar korkudan.

Birinin elinde, kar dolu bir altın leğen;

O’na ne bir şey soran, ne de bir laf söyleyen;

Yatırdılar, kestiler ve açtılar karnını.

Nur-Çocuk, oynatmadan göğe bakan alnını,

Acısız, seyrediyor onları gözucuyla…

Onlar ki, yücelmişler göklerin sorgucuyla,

Karnından çıkanları karda temizlediler.

Ve yerine koydular, meshedip gizlediler.

Biri göğsünü yardı; kalbini tel tel söktü;

İçinden birkaç damla uyuşuk kanı döktü.

Sonra nurdan bir mühür bastı nur yatağına,

Ve yerleştirdi sultan yüreği, otağına.

Okşayıp kaldırdılar, mübarek yavrucağı,

Açıla dursun, O’na sonsuzluğun kucağı…

Ürküttü Halimeyi harika üstü yetim;

Âmine’yi boyladı: Buyrun, yavrunuz teslim…

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: