ASALET TİMSALİ GERÇEK BİR MÜCAHİT: CİHAT ÖZBOLAT
Adımlar sayfasında hissî kabul edilebilecek, dolayısıyla sübjektif düşünceler ifâde eden şeyler yazmaktan kaçınıyorum. Fakat yeni öğrendiğim bir gelişme üzerine, hissettiklerimi hesapsız kaleme almak istiyorum… Hâliyle “soğukkanlı bir makâle” bütünlüğü aramayın lütfen!
Cihat (Özbolat) ağabeyin, entübe bir şekilde 20 gündür hastahânede tedavi altında olduğunu henüz öğrendim!
Cihat ağabey, benim için olduğu kadar şehidimiz Halil Kantarcı için de aynı mânâyı ifâde eder. Halil’in doğan ilk çocuğuna Ali Cihat ismini vermesinin tek sebebi muhterem Babasının yanında, ona şehâdet yolunu açan Kurtuluş Yolu’nun asil temsilcisine duyduğu hayranlıktır; şüpheniz olmasın!
Cihat ağabeyin benim için ne ifâde ettiiğini nasıl anlatayım?
Şu ânda içinde bulunduğum hissiyattan bağımsız olarak söylüyorum. Ki, Ali Osman Zor ağabey başta, Cihat abinin mevzuunun geçtiği bir çok sohbette söyledim:
“Cihat ağabeyin üzerimdeki hakkı, ana-babamın hakkı gibi!”
Daha ileri gitmeyeceğim, zira kaba bakışlarca “hissî” ve “sübjektif” kabul edilebilir. Oysa bir insan için son derece objektif bir değer ifâde eden nitelemeler, diğerleri için hiçbirşey ifâde etmez… Ali Osman Zor’u başa alarak, hemen yanında Ünsal Zor ve Nuray Zor hakkında ifâde edebileceğim bakış açımı, Cihat ağabey hakkında da besledim!
Ölçü malûm: Bir peygambere ilâhlık, bir sahabîye peygamberlik, bir veliye sahâbîlik vasıfları yüklenmedikçe ne söylense azdır!
Yukarıda adını zikrettiğim büyüklerim başta, bazı gönüldaşlarım benim için bu mânâda -ve en azından burada- söze gelmez bir büyüklük ifâde eder.
İnsanlık tarihi boyunca iman veya küfür, örgütlü mücadele veren bütün yapılarda büyük fedakâlıklar gösteren şahsiyetler olmuştur. Bu isimler mensubu olunan davanın, ideallerin kahramanları.
Bir mümin içinse, insanlık tarihi boyunca ortaya konan verimler tecrit edile edile nihayet şu notkaya varılır:
Bir insanda doğruluk, iyilik, güzellik, zekâ, çalışkanlık, fedakâlık gibi, kahramanlık da yalnız İslâm / Allah ve Resûl Davası dairesi içinde söz konusu olabilir, hakikatini bulabilir.
Bu çerçevede en sade bir müminin Allah için öne atılarak “haksızlık karşısında susmama” davranışını cılız bir sesle dahi olsa dile getirmesi, küfür cephesinde bütün yönleriyle hakkı verilmiş “kahraman”lıktan üstün…
(Fakat bir mümin için burada teselli yoktur: Zira “kahramanlık”ın gelip-geçici bir ruh hâli olmayıp bütün bir “hayat tarzı” ifâde etmesi, Büyük Doğu-İBDA Külliyatında, onun “ahlâk”ına yapılan vurguyla kendisini göstermekte… “Kahramanlık ahlâkı”… Ve onun da bağlı olduğu prensip; Şehîdlik Şuuru.)
Peki ya Cihat ÖZBOLAT gibi, yalnız Allah rızası için hayatını zindanlarda geçiren?
“28 Şubat’ın mazlumları” edebiyatı etrafında süflileştirilmeye giden “zindan” ifâdesinin kanıksanmışlığıyla bakılmamalı: İBDA Akıncısı olarak en uzun zindan hayatını yaşayan! 23 seneden fazla!
23 sene, dile kolay!..
Fakat bu süreçte -özellikle Cihat ağabey!- öyle bir “zindan hayatı” yaşadı ki, bazı hususları burada konuşmaya, hatırlatmaya dil varmıyor!
Öyle haksızlıklara uğradı ki -üç genç olarak âlet edildiğimiz bu haksızlığı bir “çentik” de olsa hatırlatmalıyım- değil 23, 53 yıl zindanda kaldı dense azdır! Zira o 70 yıl zindanda kalıp “öf” demeyecek bir iradeye sahipken, zindan içinde zindan yaşadı, yaşatıldı!
Siz hiç Cihat ÖZBOLAT’ın gerçekte kim olduğunu duydunuz mu?!.
Ne badirelerden geçtiğini?
Neler yaptığını?
Kabul etmediği en ufak bir şeyi nefsi hesabına “haksızlık” kabul edip cazgırlıkla iş görenlere, mensupluk iddia ettiği hareket içinde meccanen dahil olduğu şeylerin cakasını satanlara nisbetle ne büyük bir asalet!..
İBDA Mücadelesine ömrünü vermiş… Bunu bilerek, isteyerek ve ısrarla yapmış… Mücadelenin gerçek mânâda taşıyıcısı olmuş…
Fakat Adımlar çevresi bir yana; onun-bunun, falânın-filânın yanında adı hatırlanmıyor, adı geçmiyor!
Bundan büyük haksızlık mı olur?!!
Oldu!
Zindan içinde zindana terkedilerek oldu!
Cihat ÖZBOLAT’ın yaşadıklarını, ona yaşatılanları anlatmak lafla mümkünse de, gerçek mânâda anlamak mümkün değil!.. Yaşayan o!.. Hem de tecrübe edilmedikçe, hayâl yoluyla kavranamayacak bir şiddetle yaşadı…
Onun gibi fedakâr bir genç Akıncıya!
Fedakârlığın derecesi, sahip olunup da elden çıkarılan imkân ve şartlara göre değişir… Bir garibin imkansızlıklar içerisindeyken tercih yapıp, yeni imkânsızlıklara göğüs germesi ile; maddî zenginliği, elindeki imkânları büyük olanın, mevcut hâline sırt dönerek imkânsızlıklara kendisini mahkûm etmesi bir olmaz elbette…
Bir mânâda alelacele yazarken bahse değmez tip ve zümreleri mevzu etmeden geçmek istiyorum fakat, Cihat ÖZBOLAT imajı beni buna zorluyor!
Düşünün!
Çalakalem yazıyorum ama, siz çalakalem okumayın!
Düşünün:
Bir tarafta Cihat ÖZBOLAT gibi bir MÜCAHİT, sahip olduğu zenginliklere ve imkânlara sırt çevirerek ömrünü Allah yolunda yokluk, çile ve imkânsızlıklara adıyor; diğer tarafta bu “saf karizma”yı istismar eden kişi ve zümreler, onun üzerinden “karizma” elde ederek maddi imkân ve zenginliklere kanat açıyor!
Sözü uzatmıyım…
*
Adımlar’ın 2014 Şubat ayındaki kuruluş sürecinde, Yozgat’taki gönüldaşların yanındaydım. Ali Osman ağabeyden ADIM Dergisi’nin (İlk ismimiz “Adım”dı, daha sonra Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından büyük bir lütufla markamız “ADIMLAR” olarak değiştirildi) çıkacağı haberini alınca, İstanbul’da gerçekleşen istişare toplantısına katılamamış ve Bâkî ağabeye, uygun görürse toplantıda okuması için “düşünceler”imi ifâde eden bir yazı yollamıştım. Sonrasında sitemizde yayınlanan, 2014’ün Şubat ayında yazdığım yazının “Cazibe Merkezi” arabaşlıklı bölümü paylaşıyorum:
90-99 dönemi içerisinde İBDA ile tanıştım. Bir devir içerisinde 4-5 nesil doğurabilen Şehidlik Şuurunun parıldadığı ve onlarcasının “ölüp de ölmediği” tarihi bir süreç. Ve kendi adıma az çok içinde olduğum bir süreç. O sürecin 3. neslindenim diyebilirim. İBDA ile tanıştığım yıl 1995! Düşünün, hareketin hızı öyle bir deverana kavuşmuş ki, daha beş yıl gibi kısa bir sürede 3. neslini doğurmuş.
Uzatmıyım, İBDAcı olduğum dönem ile ilgili gözlemlerimi nakledeyim:
Hep, Ali Osman ağabeyin “sizin nesliniz muhasebesini yapmıyor!” ihtarı üzerindeyim. Anlamaya, anladığımı zannettiğimi anlatmaya çalışacağım.
Herhâlde doğru bir takım neticelere ulaşabilmek, sebeblerin neler olduğunu doğru yerde ve doğru ândan kavramakla mümkün. Tabiî bir de dosdoğru bir muhakeme tarzıyla! Bu çerçevede bizim ardımızca bir nesil oluşturmamamızın sebebini, bizde eksik olan, fakat bizden önceki nesilde olup da, bizim neslimizi öylece avlayan özelliklerde aramalı değil miyim?..
Kendi maceram, aynı çevrede 3-4 gönüldaş birlikte olduğumuz ve yine hep beraber İBDAcı olmamıza yol veren ortak bir maceranın basit bir yönü. Ve zannederim ki, bu 3-4 kişi olarak biz, aynı çekim kanunu etrafında İBDA’ya tutulmuştuk. Şöyle bir sahne:
– “Bak, şu karşıdan gelen var ya! İBDAcı!”
– “Hangisi?!”
– “Şu atkısını boğazına dolamış olan! Cezaevinden yeni çıkmış!”
İşte bütün duygularımızla efsanesinin hayâlini kurduğumuz İBDAcılardan ilkini, Cihat Özbolat ağabeyi görüşüm böyle oldu. İBDA hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadan, haklarında İslamcı gençlik içinde dolaşan efsanelerle “sempatizan”ı oluverdiğimiz HAREKETİN bir ferdi… Düşünün; bırakın bir İBDAcı ile konuşmayı, İBDA hakkında konuşan, onların cesaretini kendine yontup pazarlayan herhangi bir İslamcıyı-sempatizanı dahi “yürüyen bir şehid” olarak görürdük!
Bu 3-4 candan arkadaş içinde Cihat ağabeyle buluşan ve “gizli gizli toplantılar yapan” kadroya gıpta ile bakıp, en yakın arkadaşlarımı dahi kıskanırken, nihayet aralarına katılıvermiştim.
Bizi tavlayan neydi?!.
İBDA’nın benzersiz hareketinin doğurduğu hava?! Nefis bir romantizm?! Daha gencecik İbdacı ağabeylerin üzerine sinmiş koku?! Cesaret?! Küfre karşı delice atılganlık?! O cezbeden, yalvartan ketumluk?! Ve edalarında tüten Eylemci Ruhiyatı?! Bir ideal uğruna, hem de Allah için her ân ölebilecek bir ruh muydu?!
Öyleydi kuşkusuz!
90’lar boyunca İBDA’cıların eylemleri ve duruşları düşman çatlattığı, İslâmcılar içinde ise haset doğurduğu nisbette gençliği hayran bırakıyordu.
Çünkü uyuz-korkak “İslâmcı” sürüsüne kıyasla, küfür yobazı karşısında kuyruğu bir tek onlar dik tutuyordu: “Devlet, top, asker, polis sizin! Ama sokak, mahalle, şehir, Müslüman Anadolu bizim!”
Değil eylem yapmak, o zaman İBDA’cıların caddede yürüyüşleri dahi, gençliği kendilerine hayran bırakmak için yeter sebebti.
Ve biz de onlara, bizim hemen önümüzdeki o kuşağa ayak uydurmaya çalıştık. Cihat ağabey sohbetlerimizde ne kadar İBDA Külliyatını okusa da, “ideolojik eğitim”den bahsetse de, bizi asıl cezbeden şeyin fikirden ziyade, hareketin doğurduğu ivmenin cazibesi olduğunu bugünden bakarak görebiliyorum. O ivmeyi İbdacıların damarlarına zerkeden Fikir, bizim için henüz sarih değildi… Ya da şöyle söyliyim; Fikir öylesine tabiî, insanî, erkeksi, dinamik bir tesir uyandırıyordu ki onu şahsında taşıyanda, ilk başta, mümkün değil –en azından kendi adıma- farkedemezdiniz.
Bir davanın “şahsiyetler” vesilesiyle ve gençlik eliyle taşınması ilkesi böylece yaşanıyordu.
*
Hâliyle Cihat ağabey, aralarında Halil Kantarcı gibi şehidler veren bir kadronun, bir neslin büyüğüdür.
Cihat ağabey, İBDA’nın, dolayısıyla İslâm Davasının gerçek kahramanlarındandır!
Allah’tan, onu davamıza ve İslâm Milleti’ne bağışlamasını diliyoruz!
Eş-Şafî İsmi yüzü-suyu hürmetine!
Sizler de duâlarınızı eksik etmeyiniz!
Aydın Alkan – Adımlar