5-7 OCAK 2000… BANDIRMA ZAFERİ!

Bir tarafta imân diğer tarafta küfür cephesi…

Küfür cephesinde, emperyalizmle işbirliği hâlinde İslâm’ı, Esseyyid Abdulhakîm Arvâsî Hazretleri’nin şahsında Kurtuluş Savaşı’nda ortaya konan tam bağımsızlık iradesini bu topraklardan kazımanın hesabını yapan dış mihrakların yerli uşakları 28 Şubatçıların güttüğü, mürted, münafık ve ahmakların ekseriyetini teşkil eden bir gürûh var. “Devlet biziz” diyorlar, “asker”, “polis” diyorlar. “Devlete, askere, polise el kalkmaz!” diyerek yaptıkları propagandalarla, imân cephesini dize getirmeye, tesirsiz kılmaya çalışıyorlar. Hem Allah’a savaş açmışlar, hem de bu milletin Allah’a olan inancına dayanan “kutsal devlet” anlayışından medet umarak, Allah’a açtıkları savaşta Allah adamlarının kendilerine cevap vermesine engel olmaya çalışıyorlar. Ama imân cephesi biliyor ki, imânsız ne devlet, ne asker ne de polis olur. Olursa da bizden olmaz…

İmân safları belli olduğuna göre, karşı saftakiler de “Mehmetçik” değil, kafirlerin boyunduruğuna girmiş hainler ve bahtsızlar sürüsü… Gerçek mehmetçikler, resmi devlet üniformalı olanlar değil, İbdacılar.

İşte iki saf karşı karşıya geliyor; bir tarafta “ben devletim diye” kibirlenen devleti işgâl etmiş Allahsız laik bir kalabalık, diğer tarafta, “biz müslümanız, Allah’tan başkasına da boyun eğmeyiz! Allah’a isyan edenlere tabi olmaz, savaş açanlara karşı da savaşırız!” diyen bir avuç İbdacı…

Emperyalizmin işbirlikçileri, 5 Ocak 2000 Çarşamba günü Bandırma Cezaevi’nde İbdacıların esir tıtulduğu koğuşlara saldırmaya başlıyor. Niyetler belli: Güya İslâmî jargonu kullanarak, istismar ederek tesirsiz kılamadıkları Allah adamlarını, zorla, döverek, söverek, işkence ederek, silahla yaralayarak ve hatta öldürerek bir kez daha esir alacaklar. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu‘nun, daha esir alınıp Metris Cezaevi‘ne getirildiği 1999 senesinin ilk günlerinde, “Dik durun, karşınızda leşler var!” diyerek ilân ettiği “Kurtuluş Yılı – 1999”, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin yüreğine bütün haşmetiyle çökmüş ve kara kara düşünmekteler: “Ya bu kukla devlet elimizden gider ve İbda devrim yaparsa? Devlet, Anadolu’nun gerçek sahiplerinin eline geçerse?”…

28 Şubat’çılara sunulan istihbarat raporlarında geçtiği şekliyle, “İslâmcıların silâhlı gücü İBDA-C’nin sadece İstanbul’da 700 bin militanı var!”… İşte, böyle bir güce hükmettiğini hesap ettikleri ve zararsız kılmak üzere esir aldıkları, zindana tıktıkları adam, İslâm ihtilâl ve inkılâbının Kumandan’ı Salih Mirzabeyoğlu, daha şubeden cezaevine adımını atar atmaz, “kökünüzü kazıyacağım!” diye karşı saldırıya geçmiş bulunuyor… Ve geçen süre içerisinde hadiseler de onu doğrulayarak gelişmeye devam ediyor.

Hangi hadiseler ve nasıl mı?

Meselâ, “Deprem olacak!” diyor, oluyor; hem de öyle bir kere de değil… “Olacak” diyor, sonra, “yine olacak” diyor, yine oluyor; bir oluyor, iki oluyor… Tam da verdiği gün ve saatte oluyor… Hem de, 28 Şubat’ın karargâh merkezini yerle bir ediyor ve o gün orada beraber karar almak üzere toplandıkları İsrail subayları da enkaz altında kalarak geberip gidiyor. İşte, böyle biri var karşılarında  ve “sizi devireceğim!” diyorsa, niye deviremesin? Süreç işliyor ve gerginlik her geçen gün artıyor. Gerginlik arttıkça da psikolojik üstünlüğü emperyalistler ve işbirlikçileri kaybediyor. Korkuları artıyor. “Yakında biri intihar eder!” diyor, bakanlardan biri kafasına sıkıyor… Daha neler, neler…

Bu devrim sürecini, İslâm ihtilâl ve inkılâbını durdurabilmek için Bandırma’ya saldırmalarından önceki ay (5 Aralık 1999) Metris’e saldırmışlar ve tarihlerindeki en büyük yenilgiyi tatmışlar… Bu yenilgiden sonra ne yapacaklarını bilmez olmuşlar, daha büyük saldırılar için hazırlık yapmaktalar. Psikolojik olarak moralleri ne kadar bozulmuş olursa olsun, bu toprakların gerçek sahiplerinden hile ve zor kullanarak gasp ettikleri devleti savaşmadan teslim edecek değiller ya? Metris‘e bir kere daha saldırmadan önce, Metris’in ve gözleri Metris’te olanların moralini bozmak, şevklerini kırmak, Metirs’e yapılacak bir dahaki saldırda Metris’e yardım olacak çıkışlara mani olabilmek, bir gözdağı vermek maksadıyla saldırıyorlar Bandırma‘ya.

Direniyor Bandırma!..

Emperyalizmin ateşli silâhlarına, gazlarına, bombalarına karşı “inançtan işlemez kurşun!” diyerek inançla, fikirle, ruhla direniyor. Manevî orduların yardımıyla direniyor.

Bandırma direndikçe emperyalizmin köpeklerinin kuduzluğu daha da artıyor ve daha şiddetli saldırıyorlar. Ellerinde her türlü ateşli silâh olan emperyalizmin yavrularına karşı çıplak elleriyle karşı koyuyor Bandırma kahramanları. Yaralananlar oluyor, şehid olanlar oluyor.

Hasan Meriç şehid oluyor!

(Bu arada, Bandırma gazilerimizden, aldığı kurşun yarasıyla yaralanıp hayatının sonuna kadar bu yaranın bıraktığı tesir neticesi bacağı aksayan İbrahim Taştan önceki sene vefat etmişti, Halil Kantarcı ise malûm, 15 Temmuz’da şehid oldu.)

Kumandan haber gönderiyor Bandırma’ya: Dirensinler!

Cuma’ya kadar direniyor Bandırma. Tam üç gün, topluluklarımızı dağıtmak isteyenlere karşı direniyor… Kan pahası, can pahası…

Üçüncü gün, yani Cuma günü. O gün aynı zamanda Metris Cezaevi‘nde İbdacıların görüş günü. Koğuş kapılarının açılmasıyla maltaya çıkan Metris’teki İbdacılar, Kumandan’ın emriyle isyan patlatıyor. Bandırma’daki saldırının durdurulması talebiyle isyan… Metris’te rehin kalan gardiyanlar oluyor ve bir de o gün adlî mahkûmlardan müvekkili ile görüşmek üzere cezaevine gelen bir avukat. O da tesadüfen orada bulunması mukabili mecburi olarak İbdacıların misafiri oluyor.

Rejim güçleriyle pazarlıklar artık bu saatten sonra Metris’te, Kumandan’ın riyasetinde yapılıyor.

Bandırma’daki kahramanların bu ândan itibaren kıllarına bile dokunulmayıp, üzerlerinin dahi aranmayacağı garantisi ile sevkleri üzerine varılan anlaşama. Nitekim öyle de oluyor. Sloganlar, marşlar, zafer şarkıları eşliğinde gerçekleşen sevk.

İslâm tarihine yazılan şanlı bir sayfa daha…

Allah şehidlerimizin himmetini, yardımını üzerimizden esirgemesin; şefaatlerine nail kılsın inşallah!

Bizlerin de şehidlik şuurunu daim kılsın ve ölüm o hâl üzere gelsin; şehidlik nasip etsin!

Güzel isimleri arasında “El Muntakîm – İntikam Alıcı” da olan Allah’tan, bütün mazlumların hesabını sormayı, hakkı yenmişlerin hakkını almayı, İslâm ihtilâl ve inkılâbını gerçekleştirmeyi, en başta Kumandanımızı şehid eden Telegramcılar ve onlara yol veren muktedirler olmak üzere, intikamını almaya bizleri vesile kılmasını diliyoruz:

YA MUNTAKÎM ALLAH, BİZİ İNTİKAMINA MEMUR ET!

Dikkat edilsin, bizim işimiz 28 Şubat’ın kahramanları ile… 28 Şubat’tan dolayı kendini mağdur ve mazlum hissedenler, mağdur ve mazlum edebiyatı yaparak şanlı davayı mağdur ve mazlum seviyesine indirgeyerek, acınma ve merhamet beklentisi altında aradan menfaat teminine, şahsî olarak nefsine kazanç sağlamaya kalkan pazarlamacı, sümüklü parsacılarla değil!

Aslanlar gibi savaştık, başımızda da Kumandan Mirzabeyoğlu vardı. Hazreti Ömer’in tabiriyle söylersek; gün oldu dövdük, gün oldu dayak yedik. Ve bundan dolayı da kendimiz hiçbir zaman ezik ve mağdur hissetmedik. Şimdi de gerçek mânâda izzet buluncaya kadar bu mücadele iradesini dillendirmeye devam ediyoruz, edeceğiz de.

Bu davaya savaşçı olarak girdik, savaşçı olarak yaşamayı ve savaşçı olarak ölmeyi nasip etsin Yüce Rabbim!

Kumandan Mirzabeyoğlu gibi, Ünsal gibi, Halil, Hasan, Sancar ve daha adını anamadığımız niceleri gibi.

A. Baki AYTEMİZ – ADIMLAR

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et