GERÇEK KRALI TAKLİTLERİNDEN AYIRMAK

Ayhan SÖNMEZ

Rus filozof, ilâhiyatçı ve siyaset bilimci Aleksandr Dugin; Türkiye’de ve Batılı haber kaynaklarında, ona, “Putin’in Danışmanı”, “Putin’in Beyni” veya “Putin’in Rasputin’i” deniyor; ancak Dugin’in şimdiye kadar Rusya Devlet Başkanı ile tanıştığına ve Putin’in Dugin’i okuyup onun hakkında bir fikir edindiğine dair hiçbir delil yok. Bununla birlikte, Dugin’in hassaten “çok kutuplu dünya” kavramının Rus siyasî ve askerî teşkilâtına geniş ölçüde sızdığı, perde arkasındaki rolü ve etkisinin Rusya dışındaki ülkelerde de, meselâ Hindistan, Türkiye ve İran’da ve ayrıca Avrupa ve Amerika’daki anti-liberal çevrelerde büyüdüğü aşikâr.

Dugin’in yazılarının çoğu Rusça ve ben bunu okuyamıyorum. Onu yalnızca Türkçe’ye çevrilmiş makalelerinden okudum ve hepsini bile değil, rastgeldiğim yalnızca bir kısmını… Bu sebeple, onun fikrî projesini anlamamda büyük boşluklar var, ancak (bir elitin parçası olduğumu iddia etmeden) birçok kez onu, dünya görüşünün cazibesine kapılmama yetecek kadar okudum ve gördüm ki, özellikle ülkemin siyasî ve kültürel sefaletine bakıp, takdir edilememesi veya Perinçek gibi kaba saba derinliksiz heriflerin ağzına sakız olmasının hayal kırıklığını hissettim.

Dugin’e çok değer veriyor ve saygı duyuyorum. Benim için o, manevî kısır ve çorak dünyanın sayılı fikircilerinden biri… Dünyanın sürüklendiği böylesine korkunç bir aktif çözülme süreci yaşamasına dair onun ilgi uyandıran aktif içgörüsüne, varsa bile çok azı denk gelebilir…

Dugin, “büyük sıfırlama”nın, içtimaî cinsiyet politikasından sonra, transhümanizmin daha fazla ön plâna çıkacağı konusunda uyarıyor; çünkü insan aynı zamanda kolektif bir kimliktir, bu da onun üstesinden gelinmesi, bu hususiyetinin ortadan kaldırılması ve yok edilmesi gerektiği anlamına gelir. Tıpkı “ferd”in “dindar yahut ateist”, “erkek yahut kadın” olmayı seçebilmesi gibi, kısa bir süre sonra bu seçim, “insan yahut değil”e kadar genişleyecektir. Büyük Sıfırlama, gaddardır; kimsenin yoluna çıkmasını istemez; “insanın ilgili özüne” olan inanç ilerlemeyi engeller.

İşte bu, “büyük sıfırlama” denilen İğrenç Güç ve onun transhümanist siyaseti, Şeytanî güçler için kanal olmaya izin veriyor. Dugin de bu gerçeği yaşıyor. Sathî görünüşlerinin perdesinin ötesini ve içinden görüyor. Bize (insana) saldıranın “et ve kan” değil, metafizik, kötülüğün ruhanî güçlerinin pratiği olduğunu anlıyor.

En acımasız ve kanlı olanlar da dahil olmak üzere insanlar arasındaki savaşlar, ilâhlık taslayanların, titanların, devlerin, elementlerin, iblislerin ve meleklerin savaşlarına benzetilmekten başka bir şey değildirler. Ve bunlar da, zihinde, zihnin en kâmil “nous” alanında ortaya çıkan, daha çetin ve daha derin savaşlara işaret eden rakamlardan başka bir şey değildirler.

Onun “Dördüncü Siyaset Teorisi” kavramını, siyaset felsefesinin faraziyelerini yeniden şekillendirmeye yönelik cesur ve mübtedi bir teşebbüs olarak görüyorum. Bu şemada liberalizm birinci siyaset teorisi, ikincisi komünizm ve üçüncüsü faşizmdir. Liberalizm ferdî özerklik etrafında, Komünizm sınıf etrafında ve Faşizm ırk etrafında toplanmıştır. “Dasein” ise buna karşın dördüncü siyaset teorisinin odak noktası, yâni Heidegger’in Dasein veya “Varlık” kavramı…

İlk bakışta, bu, Aydınlanma’dan bu yana siyaset teorisi olarak kabul edilen, kökleri materyalizme dayanan bir dizi kuru soyutlamadan çok daha çekici, daha bütüncül ve ruhî olarak daha uyumlu… Bununla birlikte, tüm niteliklerine rağmen, Dugin, ne zaman çok kutuplu dünyadan bahsetse, mihver ve merkez olarak tasvir ettiği Rusya. Bu belki bir Rus fikir adamı için yeterince doğaldır, ancak Dugin’in ideal dünyasının, iddia ettiği kadar çok kutuplu olup olmadığı sorusunu gündeme getirir. Daha ziyade, Amerikan hegemonyasını, belki farklı bir şekilde ifade edilse de, aynı derecede Rus gücüyle değiştirmek için iyi düşünülmüş bir proje değil mi?

Dugin, yeni dünyayı, artık yayılmaya başlayan düzensizlik etrafında inşa edilebilirmiş gibi, genellikle anarşi ve kaosu teşvik ediyor gibi görünmektedir.

Osiris ve Horus’un çağları arasında özel bir dönem vardır, “ekinoksların fırtınası”. Bu, kaosun, anarşinin, devrimin, savaşların ve felaketlerin zafer çağıdır. Bu peyderpey gelen korku dalgaları, eski düzenin kalıntılarını temizlemek ve yeni düzene yer açmak için gereklidir. Ona göre, “ekinoks fırtınası”, yeni bir dünyaya hasret duyanlar tarafından kutlanması, hızlandırılması ve kullanılması gereken müsbet bir andır. Bu nedenle, doğrusuna, eğri büğrüsüne bakmadan, siyasetteki tüm “yıkıcı” eğilimleri desteklemek eğilimindedir. Bunlar, komünizm, nazizm, anarşizm ve aşırı kurtuluş milliyetçiliği…

Bu, Dugin’in yaptığı bir kategori hatasıdır. Kaostan düzen doğmaz. Düzen, aşağıdan yükselmez, bize yukarıdan, “Mutlak Fikir”den ve onun beden almış hâli olarak İbda’dan verilir. Fakat “kaos” habercidir.

Bir noktada alarm zilleri çalıyor ve ara sıra sert ve ara sıra mızmız bir üslûp, Dugin’in yazılarının kontrolünü ele geçirdiğinde, bunları görmezden gelmek zorlaşıyor. Kırılgan ve tiz bir şey gizlice içeri girer. Kötü çeviriye ve bir ölçüde orijinal abartıya izin verilse bile, “Proletaryanın Tapınak Şövalyeleri” gibi pasajlar, Kutsal Ruh’tan ziyade bir öfke ve içerleme gibi görünüyor: Er veya geç o (Proleter) başını kaldırıp son darbesini indirecek. Bilgisayarın ölümcül donuk göz yuvasına dayalı bir levyeyle, bir bankanın parlayan penceresinde, bir gözetmenin çarpık suratında. Proleter uyanacak. İsyancı. Cinayet… Melek Trompetlerinin sesidir. Onlar, Tatar demircileri, bir kez daha proleter devrimlerin hasretini çekiyorlar.

Açıkçası burada ne intikamcılara ne de kurbanlarına merhamet yok. Merhamet yok, çünkü Cennet asla fırtına tarafından ele geçirilmez. William Blake’in kehanet kitaplarına göre, insan (düşmüş haliyle) yabancılaşmış, soyutlanmış Logos’un tiranı olarak, Urizen’e karşı devrim yapan bir asi…

Urizen (*), bu yüzden hâlâ onun baskısı altında yatıyor. Bu, Zamanın Kara Çarkı’nın değiştirilemez hükmüdür. Titanlar, Asuralar, Jötunlar, tüm sonsuzluk boyunca savaşarak, ölüp yeniden hayata dönerek, Cenneti kuşatırlar, fedakârlıklar yaparlar ve onu kazanmak için çabalarlar ama asla oraya giremezler. Işık Şehri’ne asla gelemezler çünkü gelir gelmez özledikleri şehir bir anda Hades Şehri olur. Titanların, Asuraların, Jötunların dokunduğu her şey, gölgeler diyarına, aynı tanıdık hapishanenin demir duvarlarına dönüşür; çünkü onların doğası budur. Bencillik Cennete giremez; ancak kendi karakteristik Cehennemini inşa edebilir.

Nihayetinde, en azından benim için, Dugin’in felsefesinin götürdüğü yer burasıdır; yâni bir çıkmaza…

Aşkın bir ses olduğunu düşündüğüm şey, Platon’un mağarasındaki başka bir yankıya dönüştü. Aleksandr Dugin’in sınıfında bir fikir adamı çok fazla umut ve potansiyel içeriyor, Bağlum’a kadar gelmiş olsa da fikirleri yenilebilir ve yutulabilir meyve olgunluğuna erişmiş değil… Ama nasip, erişebilir de!.. (Dugin’in Bağlum’da Esseyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri’ni ziyareti üzerine Kumandan Mirzabeyoğlu’nun, “canlısı burada” diyerek kendisini işaretleyip aranan adresi göstermesini bir kez daha vurgulayalım…)

Kime başvuracağız?.. İçine sürüklendiğimiz medeniyet çukurundan bizi kim çıkarabilir?.. Onu nasıl tanıyacağız?.. Meselelerimizi bir sahtekâr veya sahte bir mesih üzerine devretmediğimizden nasıl emin olabiliriz?.. İşte böyle zamanlarda, bir kış göğünde şimşek gibi çakıyor zihnimde. O bir mihenk taşıdır. O, yapı ustalarının göz-ardı taştır; temel taşı’dır.

Onun iyi olup olmadığını tartmamıza ve düşünmemize gerek yok. O parıldayan ve şeffaf bir şekilde iyidir ve bu iyilikte bizi güven ve umutla dolduran bir güç ve canlılıktır. O, globalist canavarın zulüm ve işkencelerine teslim olmamış ve halka seslenen ve halk figürü haline gelen hâliyle, ruhumuzu yenileyecek olandır. Bundan gayri takip etmeye değmez.

*Urizen: Hazreti İsa Mesih’ in doğumuna işaret olan yıldız.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: