SATILMA, DEĞİŞİM VE İKTİDAR / Ali Osman Zor – 15 Ocak 2020

İlk yayın tarihi: 15 Ocak 2020

Başarılı bir şekilde iktidarı ele geçiren ve elde tutmaya devam eden herkes, bu başarısında sadece kendi becerisini görmez; çevre şartlarını ve dış faktörlerin de kendi lehine etkisi olduğunu gayet iyi bilir. Aynı şekilde tersi de mümkün…

“Yönetenler” ile “yönetilenler”in aynı ilke ve prensiplere göre yaşadığı toplumlarda, âdil olan bir iktidarın “yüz eskimesi”nden başka çevre şartlarına dair, çoğu zaman kaygı duymasını gerektirecek menfî bir durum ortaya çıkmaz. Çünkü siyasetin hedefi olan birlik ve beraberlik “Devlet” çatısı altında Adalet temelinde toplumun umumuna hâkim olacak şekilde sağlanmıştır. Böyle toplumlarda memnuniyetsizlikler esasa dair olmaktan ziyade, günlük uygulamalar üzerinden dile getirilir.

Siyasetin, yukarıda ifade ettiğimiz “birlik ve beraberlik” hedefine aykırı olarak bir zümrenin, bir kesimin veya belli bir elit sermaye grubunun çıkarlarına hizmet ettiği toplumlarda ise, durum çok farklı olacağı gibi, ortaya çıkacak gerilim ve çatışmanın da seviyesi yüksek olur.

Gerilim ve çatışma her zaman eş zamanlı olarak ortaya çıkmayabilir. Bir toplumda “idare edenler” ve “edilenler” arasında uzun yıllara yayılan bir gerilim var olabilir ama bu gerilim, çok uzun seneler sonra çatışmaya dönüşebilir, bazen de dönüşmeyebilir. Çünkü gerilim, ortaya konulan her bir uygulamanın doğrudan muhatabı ve etkileneni olarak toplumun bütün fertleri tarafından kaçınılmaz bir şekilde yaşanan bir olgu iken, çatışma ise, kendini güçlü hisseden iki tarafın da örgütlü olarak karşı karşıya geldikleri bir sosyal ilişki türüdür. Gerilimin istenmeden, gayrı iradî bir etkilenme sürecini ifâde etmesine mukâbil, çatışma plânlı, örgütlü, iradî bir faaliyettir.

Bundan dolayı “Kesin İnançlılar”ın yazarı Eric Hoffer meseleyi şöyle çerçevelemiş; “hoşnutsuzluk tek başına değişim isteği meydana getirmez. Hoşnutsuzluğa “güçlü hissetme” eşlik etmeli… (…) Hoşnutsuzluğun bizzat kendisi her zaman bir değişiklik isteği yaratmaz. Hoşnutsuzluğun muhalefet hâline gelebilmesi için, başka etkenlerin de mevcut olması gerekir. Bu etkenlerden birisi kendini güçlü hissetmektir.”

“Muhalefet” şuurlu olarak hoşnutsuz kitlelere kendilerini güçlü hissettirecek tutum ve tavırları sergilemekten geri duruyorsa -ki, bunun adı ilk akla gelen tabirle, korkaklık ve teslimiyettir-, korkaklığın yaygınlaşma eğilimi ve sirâyet hızından dolayı da kitleler / idare edilenler, mevcut durumdan hoşnut olmadıkları hâlde, düzen değişimi için gerekli olan cesareti sergileyemezler…

Altını çizdiğimiz bu husustan dolayı hoşnutsuz kitlelere “güç hissi” aşılayabilen lider ve kadrolar devrim hareketlerinin de önderliğine hak kazanırlar. Bu hususa bağlı olarak şunu da ifâde etmemiz gerekir ki; iktidarlar etrafında öbeklenmiş ve her türlü devlet imkân ve araçlarını kullanarak mevcut durumlarını korumak için “cesaret” sergileyenlerin “cesaret”leri, gerçek cesaret değildir. Onlar, korkaklıklarını gizlemek için taktıkları“ cesaret” maskesiyle, işleyişinden memnun oldukları bir düzenin değişebileceği endişesi içinde memnuniyetsiz kitleyi devamlı gererek “korku çemberi”nde tutabilme gayretlerini “cesaret” olarak pazarlamaktadırlar.

İmkân ve araçlara bağlı olarak ve mevcut durumun korunması hedefine yönelik sergilenen bu “cesaret”in, aslında yaşanılan panik ve korkunun, gerilim içinde yaşayan hoşnutsuzlar tarafından anlaşılmaması için sahnelenen orta oyunu olduğu memnuniyetsizlikle güçlü hissetmenin birleşmesine bağlı. Bu birleşmenin gerçekleşmemesi için iktidarlar meclis içi ve dışı “muhalefet”le her türlü işbirliği içine girerken, mevcut düzeni koruma ve kollama eyleminde de bu “muhalefet”le ortaktırlar.

Belli bir zümre veya kesimin temsilcisi olarak İktidarı elegeçiren, fakat “gizli ajanda”sında “Devlet benim!” mantığıyla hareket ettiğinden Devlet Partisi olma plânı taşıyan siyasî teşkilâtlar, neredeyse tarihin her döneminde toplumun birlik ve beraberlik bağlarını kopararak bölücülüğe ve bozgunculuğa hizmet etmişlerdir. İktidarlarının bir döneminde siyasetlerini nisbet içinde yürüttüklerini iddia ettikleri “idare edilenler”le ortak sahip oldukları değerlerden de vazgeçerek, böldükleri toplumu ahlâkî olarak da ifsad etmekten çekinmemişlerdir. Bu nokta, artık siyasetin araç olmaktan çıkıp, amaç olmaya evrildiği noktadır.

İktidarda kalabilmek adına her şeyin mübah sayıldığı ve her türlü haksızlığın “hak” görüldüğü bu aşamada İktidarın devamı için tutuculuğun, bağnazlığın, yobazlığın en üst seviyeye çıktığını görebiliriz.

Belli bir zümreyi temsilen iktidara gelen veya ele geçiren siyasî bir yapının çevre şartlarını pek değişmeden kendi lehine tutabilmesi çok önemlidir. “Devlet Partisi” anlayışına uygun partiye üye olanlar, yönetimin tüm katmanlarına yerleştirilirken, üye olmayanlar dışta bırakılır. Hatta “üye olmama”nın karşılığı olarak işinden gücünden edilir, yetmedi en aşağılık metodlarla itibarsızlaştırılır ki tüm iradesi kırılsın, bütün “güç” umutları tükensin. Bu işlem yapılırken tek kriter “partiye üye” olunup olunmadığıdır.

Stalin Rusyası’nda şahit olduğumuz bu uygulamanın benzerini, ülkemizde tek parti döneminde, daha ileri seviyesini ise son dönem iktidarlar boyunca yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz.

Kendi mensuplarını ve müttefiklik ilişkisi içerisinde iktidarını paylaştığı dostlarını yukarıdan aşağıya iktidarın her kademesine yerleştirip, devlet imkân ve araçlarını toplumun bir kesiminin eline vererek sosyal ve ekonomik hayatı bu anlayış üzerine dizayn etmeye çalışan siyasî bir teşkilât için bu aşamadan sonra mevcut durumun ve hâliyle başarısının devam etmesi, çevre şartlarının / dış faktörlerin değişmemesine sıkı sıkıya bağlıdır. En başta belli başlı becerileriyle çevre şartlarını lehine çevirerek başarıyı yakalayan bu siyasî yapı artık, iktidarının devamını sağlayabilmek için aynı çevre şartlarına / dış faktörlere mahkûm hâle gelmiştir.

İktidarının devamlılığını sağlamaya çalışan böyle bir siyasî yapı içinde ortaya çıkan merkez / çevre bağımlılığı, iktidarın, iktidarda kalabilmek adına yapmayı düşündüğü hamlelerde bir aşamadan sonra engelci olacaktır.

Peki, böyle bir aşamadan sonra iktidarlar neye yoğunlaşır ve neye hız verir?

İllâki önceden yaptığı ve alışkanlık hâline getirdiği birtakım tavır ve tutumların geliştirilmesi söz konusudur.

İç’te satın alma, rüşvet, değersizleştirme, her gün yeni bir skandala imza atma, Dış’ta ise güçlü olan aktörlerin suyuna giderek onlara uyum sağlama şeklinde bugüne kadar uygulanan veya uygulanmayan taktiklerle, yukarıda bahsetmeye çalıştığımız siyaset anlayışı, geldiği bu aşamadan sonra bu tarz içinde İktidarını devam ettirmeye çalışır.

“İktidar”, insanın düşünce faaliyetinin neticesinde teşekkül etmiş -teknik ifâdesiyle- “yapma varlık”. İktidar olgusunun bu “teknik” mânâsı, “siyaset”in insan için, insanın kullanacağı araç olduğunu da ifâde eder. “Soylu bir fikir”e nisbet içinde ve toplum karakterine (ahlâk) uygun teşekkül eden bir iktidar, temelleri üzerinde yükseldiği ahlâk anlayışına aykırı duygu ve düşünce alışkanlıklarını değiştirme hakkını kazanır. Siyasetin muhtevasından anlaşılan bu “hak” zannedildiği gibi zorlamaya tâbi değildir. Yeri burası olmadığından bu mevzuyu şimdilik derinlemesine ele almıyoruz.

Bizim için siyaset, “değişmez kanunlar”ın eşya ve hadisenin yeniliği ve değişebilirliğine nazaran zaman içinde yürütülerek, zamanın tecellî ettiği mekânda tatbiki işidir. İslâm ve O’na muhatab anlayış davası… Bu mânâ ve nisbet içinde siyaset, “tatbik edilmesi gereken”in tertip ve düzenlenmesi misyonunu içerirken, “tatbik edici”yi kazanma sürecinde de etkileme, inandırma ve dönüştürme görevini de yerine getirir. Şuur değişimi…

Siyasete mevzu olan –ki, her şey onun mevzuudur-, her dönüşme süreci “satın alma” ve “satılma” olarak müsbet ve menfî mânâları içinde barındırır şekilde “değer biçme”, “fiyatlandırma”, “değer üretme”, “değer kazanma” ve “değişme süreci”dir. En ulvîden ensüflîye kadar bu süreç çok geniş bir skala içinde değerlendirilebilir. “Yapma varlık” olarak iktidarlar, eğer toplumun karakterine uygun bir tatbikat içerisindelerse, toplumun değişim ve dönüşümünü gerçekleştirirken, iktidarın yapısında mevcut olup ve yine toplumun rızasına dayanan otorite vasfından istifade ederler. Aksi durumda ise, yani toplumun karakterine uymayan bir tatbikat içinde hareket ettiklerinde, topluma yansıyan ise yine iktidarın yapısında mevcut olan zulümdür.

Allah’ın rızası karşılığında canını O’na satarak –şehâdet!-, “güzel bir ticaret” yapana karşılık, Allah’ın Dini’ni nefsi için bir avuç dolara zalim iktidarlara satmak!.. Müsbet ve menfîsiyle iki “satın alma / dönüştürme” ve “satılma / dönüşme” misâli… Tüm mücadele bu iki insan tipi arasındadır: Canını Allah’a satanlar ve dünya malı karşılığında Allah’ın dinini satanlar…

Demek ki “iktidar”ın zatıyla iyi veya kötü olmayıp, üzerine inşâ edildiği fikir ve ahlâk sistemine ve sergilediği pratiğe nisbetle iyi veya kötü vasfı kazanması gibi tek başına “satın alma” veya “satılma” da önemli değil.

Aslolan, değişim ve dönüşümün “ne adına” gerçekleştiği ve hangi “hayat tarzı”ndan hangi “hayat tarzına doğru” geçildiğidir. Hangi duygu ve düşünce alışkanlıkları terk ediliyor ve yerine ne konuluyor! Hangi şuur süzgeci ve hangi kültür?.. Meseleleri buralarda tartışmak gerekiyor.

“Peşin fikir” hâlinde ifâde eldim ki; Allah’ ve Resûlü’ne imân ettiğini, Onların getirdiklerinin Hâk olduğuna inandığını söyleyip, diğer taraftan da Allah ve Resûlü hiç yokmuş gibi davranan insan aşağılıkların en aşağısı olarak dünyaya gelmiş en alçak mahlûktur! Allah ve Resûlü’nün ölçülerine bağlılık mânâsına değişmemek, satılmamaktır da! “Mehdî” arayanlar veya bekleyenler, ilkönce meselenin bu vechesine dikkat etmeliler ki, Mehdî’nin Yolu’nun “değişmemek-satılmamak” olduğunu da anlayabilsinler…

Bu “insan tipi”nin bir araya gelerek oluşturduğu topluluk veya teşkilâtlardan sadır olan ahlâksızlık, patlayan bir lağımdan şehirlere, mahallelere ve ailelere yayılan kötü bir koku gibidir. Bu “insan tipi”nin, bu ahlâksızlığı Allah’ı ve Resûlü’nü işlediği suça “ortak” ederek yayması ayrıca bir fecaat… Bir ahlâk sistemine göre siyaset anlayışı değil de, ahlâkı siyasete tâbi kılarak kendini ifâde eden anlayışa nisbetle ortaya çıkan iktidarlar işte bahsettiğimiz tersi dönmüş insan tipinin vücut verdiği iktidarlardır. Dünyadaki bir çok iktidarı bu sınıflama içine sokabiliriz.

İster fikir, ister kişi, isterse bir grup olsun fark etmez; bir şekilde satın alınabilen, fiyatı belirlenen bir şeye değer verilmez. Umumî mantık budur. Bir şeyin veya kişinin “değer” ifâde edebilmesi için onun fiyatlandırılamaması, yani satın alınamaması gerekir. Satın alınabilen hiçbir şeye “değer” atfedilemez. O şey hakkında “değeri nedir?” diye sormaktan ziyâde “ederinedir?” diye sorulur. Bu mânâda satın alabilme, aynı zamanda değersizleştirme işlemidir de. İktidarların hiçbir şeye değer vermemesinin sebebini de burada aramak lazım.

Bugüne kadar “değer” olarak ortaya konulanların bir çırpıda değersizleştirilmesi de aynı sebebe bağlı.

Günümüz iktidarları muhatab olduğu veya elinin değdiği ne varsa hemen fiyat biçip satın alabildiği için, hiçbir imân esasına, ilke ve prensibe ve hiç kimseye değer vermiyor. Satın alamadığı, yani fiyat biçemediği “değer”leri de aç bırakma, tecrit etme, yok sayma ve hattâ öldürmeye varan itibarsızlaştırma operasyonlarıyla değersizleştirmeye çalışıyor.

Değersizleştirmeye çalıştığı fikir, kişi ve zümrelerin bir daha isimleri anılmasın diye de “medya” denilen, kendisine bağlı irili ufaklı yasadışı örgüt yayın organları aracılığıyla tam da Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın tabirine denk gelen bir şekilde; üzerlerine tonlarca sükût külü döküyor.

Bugün “Medya” denilenbu Hâk ve halk düşmanı yapının iktidarlarla ilişkisi en ufak ayrıntısınakadar çözülmeden ve buna karşı da gerekli tavır geliştirilmeden “yerleşiktoplum düzeni” olmayı hedefleyen devrimci bir siyasetin örgütlenebilme ihtimâlini çok zayıf görüyoruz.

Bu genel ifâdelerden sonra insanımızı intihara ve cinnete sürükleyen mevcut düzenin, ülkenin üstüne karabasan gibi çöken İnşaat Çetesi ve ona bağlı, iktidarların “satın alma aracı” olarak da kullandığı Medya eliyle bugüne kadar nasıl yürütüldüğüne dair değerlendirmelerimize devam edeceğiz.

Ali Osman ZOR / ADIMLAR

İLKELER VE “TAKTİK”LER / Ali Osman ZOR

PAYANDA “MUHALEFET” – Ali Osman ZOR

İNSANLAR ÖLMEK İSTEMEZLERSE… / Ali Osman ZOR

KİTLELER “AMOK”LAŞIRKEN / Ali Osman ZOR

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et