DELİ ADAM VE ÇÖKÜŞÜN ZAFERE KATKISI

Ayhan SÖNMEZ

Sosyal zorunluluğu disiplinli ve itaatkâr bir şekilde karşılayan, yüzünde aptal bir gülümsemeyle, elinde kredi kartları ve akıllı telefon uygulamasıyla, yeni kölelik zinciri olan, biletleri ve rezervasyonları gösteren, yiyip içen, arkadaşlarına danışan modern insan hayatının bağımlılık zaman çizelgeleri, her şeyi bilmek, dijital olarak tatmin olmak. Mutlu olduğuna, “eğlendiğine”, bu ne anlama geliyorsa ikna olmuştur. Her şeyden önce özgürce seçim yaptığına inanıyor.

Zamanın başka bir güncel senaryosuna geçelim. Şehrin kalabalık bir semtinde, farklı sosyal sınıfların bir arada yaşadığı, genellikle kalabalık bir meydan. Rahatsız eden çöl sıcakları değil, onu hissettiren hava durumu tahminleri. Turuncu alarm, kırmızı belki, cep telefonunun çaresizlik çığlığı, şiddetli yağmurlar geliyor. Yağmur yağmıyor ama insanlar zaten içeride. Körü körüne inandığımız öngörü gücü, muhtemelen her zaman yaşadığımız fırtınalara benzer bir yaz fırtınası korkusuyla bizi dört duvar arasına çekilmeye ikna ediyor. “İklim değişikliği”, yeni moda zamanların yeni terörü ve aniden taşkınları keşfettik. İnsanın doğa tanrıçasıyla ebedi mücadelesi ve Doğa’nın her zaman zaferi, çünkü onu yeterince aceleye getirdik ve kızdırdık! Kanepeye kilitlenmiş, manyak medyanın inanılmaz (!) bir doğrulukla duyurduğu gibi herhangi bir felâket zamanını bekliyor. Bir kez daha kendi kararını verdiğinden içtenlikle emindir ve davranışının neredeyse evrensel olarak kabul edilmesini “seçiminin” doğruluğunun en iyi delili olarak görür.

Bir limana doğru birkaç kilometre daha ilerlersek, eski tatilcilerden oluşan büyük bir kalabalığın geri döndüğünü, iskelelere, tren istasyonlarına, havalimanlarına ve otogarlara saldırdığını görüyoruz. Birçoğu, aileleri ve bagajlarıyla birlikte vasıtalara binmek için ilk sıraya girdikten sonra, nihayet bindiği o vasıtadan da inerek, artık çevre yolunu, otoyolu vb. takip ederek hak ettiği ödüle kadar disiplinli bir ordu gibi ilerleyerek eve dönüyor; birkaç hafta önce gururlu bir güvenle ve aynı kalabalıkla indiği tatil beldelerinden. Zavallı adam; burada yorgunluk ve rahatsızlığın ortasında birkaç günlük tatilini unutarak ceplerini, daha doğrusu dijital ceplerini boşalttı. Ancak hiçbir şey onu, kitle tatillerini kitlesel mekânlarda, kitlelerin ortasında tüketme yönündeki kutsal “hakkından” vazgeçmeye ikna edemedi. En iyi bilinen dağ tatil lokasyonlarındaki davranışları, en son kabul edilen ve yeni kutsal din olan bilim tarafından yukarıdan aşağıya indirilen kurallara ve öngörülere eleştirisiz sadakatle itaati, uyumu anlatan sosyoloji ders kitaplarına artık örnek diye doldurulabilir. Teknik, propaganda… Ancak her sayfada birkaç ortak gözleme indirgenebilir: Kitle insanının uysal, itaatkâr, aptalca mutlu bir kitleye indirgenmesi… Kibirli hak sahibinin zorlayıcı bir tüketiciye indirgenmesi ve çoğunluk düşüncesinin şaşırtıcı şekilde yokluğu.

Her şeye sahip olan iktidarın, her modaya bağımlı, her şeye inanabilen, her şeyi yapabilen plastik bir kitle olan özne olarak tüketiciye istediğini yapması son derece kolaydır. İletişime dair güç, tekrarlanan baskı ve taklit yoluyla, egemen sınıfın arzuladığı fikir, davranış ve hayat tarzlarını benimsediklerine bir anda ikna eder. Modern insan, ataları kadar ve onlardan çok daha fazla sosyal bir varlıktır ve ilerleme mitine inanmıştır: “Dünden daha fazlası, yarından daha azı”. Karanlık geçmişi unutup bugüne dönmek, hafızayı, karşılaştırmaları, yargıları ortadan kaldırmak daha iyidir. Yeni gerçek yukarıdan aşağıya iniyor ama her taraftan sarıyor, nüfûz ediyor, akıyor gibi görünüyor. Bu, bizi toplu, uysal sürüler, kendimizden başka efendimiz olmadığından emin, istekli hizmetkârlar haline getirenlerin yüce, incelikli becerisidir. Çoğunluğun özgüvenini kırdığımızı biliyoruz, kendimizin farkında, özgür, düşünceli olduğumuzdan eminiz. Bilinçsiz deli atalarının uğruna savaştığı temel özgürlüğünü de içeren her türlü yasağın “yeni kurallarını” şikâyet etmeden kabul ediyor. Elitlerin kararlaştırdığı ve en itaatkâr organları olan polis ve ordu tarafından inanılmaz bir fanatizm ve keyifle korunan yasaklar. Hepsi günümüzün efendilerinin diktatörlüğü altında. En üzücü olan şey, medya alanındaki karşıt tarafların yüzleşmelerine rağmen çoğunluğun hiçbir şeyi umursamaması: Önemli olan tatiller, tüketim ve acil ilgi.

Sorun ne düşündüğünüz değil, ne düşünmediğinizdir. Bilmediği şeyler hakkında konuşmayı seven, sosyal ağlarda takipçi arayışı içinde sohbet eden (beğen, beğen, katıl vb.) bir manyak için mantıktan nefret etmek kadar yabancı bir şey olamaz. Ayrımcılık… Ne de olsa ayrımcılık, bu kelime kendisine söylendi ve o da buna inandı. Postmodernizmin temel günâhlarından biri olan “ayrımcılık”… Baş aşağı dünya, tarifi gereği uygarlık ve ilerlemedir; kutsallıktan arınma çağında kutsallık havasıyla gizlenmiş klişelerdir. Medeniyet ve ilerleme, giderek daha fazla özgürlükten yoksun hâle geliyor; bu ilke, sınırsız olarak kişinin istediğini yapma evrensel hakkıyla sınırlıdır. Özgürlüğü parça parça yok ediyorlar. Örneğin AB tarafından teşvik edilen dikkatli bir sansür kontrolü. Sonuçta Avrupa bizden bunu istiyor. Web sitelerine, medyaya, bu vekillerin hoş karşılamadığı düşüncelere içerik ve özel mali katkıları engelleyerek. Bunu “özgür” basında duydunuz, sizi aptallar, tatilciler kuyrukta, yurttaşlar haklarınızla gurur duyuyor mu? Elbette hayır, olsa olsa klasik sözleriyle bunun yalana ve nefrete karşı faydalı bir panzehir olduğuna dair güvence verdiler. Öyle söyleniyor ki, ustanın sesine itaat eden kalabalık başını sallıyor, bilgi kısa süreli belleğe giriyor, bir sonraki yalanı bekliyor. Değeri göz ardı ediliyor ve ahmakça, gülünç bir inançla başkalarının sloganlarını benimseyip kendi sloganları haline getiriliyor.

Elitlerin ilerici davulu şimdiden yeni seferin tamtamını çalıyor. Tüm fikirlerin dolaşıma girmesi mümkün değildir; yalnızca gökkuşağı çıkartması olanlar… Diğerleri yasaklandı, sansürlendi, yanlış veya nefret söylemi olarak sınıflandırıldı. Çember kapanıyor. Siz farklı düşünenler, düşünmekte ısrar edenler, artık hatalı bile değilsiniz, çünkü sizler şeytansınız, en kötü duygularla hareket ediyorsunuz. Kötülerin elinden alınacak konuşma, vatandaşlık, emek ve özgürlük… Dünya “iyi”ye aittir. Üreten, tüketen, hak iddia eden ve sonra patronun parmak şıklatmasıyla sessizce ölen… Çünkü maalesef Batı düşüncesinden geriye kalan budur. Yakında yapay zekâ yayıldıkça durum daha da kötüleşecek. Makine ile insan arasındaki fark o kadar büyük olacak ki, düşünmek ve itiraz etmek teknolojinin günâhı haline gelecek. Verileri, eşyaları, insanları, kendimizi düşünmeden tüketeceğiz ve sonunda kendi benzersizliğimizden nefret edeceğiz ve bunu sefil olarak değerlendireceğiz: Artık insan olmayan kompulsif heteroseksüel tüketiciler… Sadece varlıklar!

Düştüğümüz tuzak, mücadelenin ifade özgürlüğü ile sansür arasında olduğunu düşünmektir. Düşmanımız kampanyalarını ifade özgürlüğü bahanesiyle yürüttü. Özgürlüğün savunucusu olduğunu iddia ediyordu ama bunu “normal” bir toplumun eski normlarını, tabularını, öz savunma mekanizmalarını yıkmak için yaptı, çünkü tüm devletlerin ve toplumların zorunlu olarak kuralları, sınırları, yasakları vardır. Sonunun geldiği bir çağda yaşıyoruz, kaybetmekte olduğumuz savaş, birbiriyle bağdaşmayan birçok değer arasındaki ölümcül meydan okumadır. Geçmişte okullarda din öğretilebiliyordu ama pornografi öğretilmiyordu. Bugün pornografi, cinsiyet teorisi, genter-queer cinsellik okullarda öğretilebiliyor ve özgürce doğanın olmadığına inandırılabiliyor, ama sosyal bir yapı, teknik ve sahte bir şey. Bu ifade özgürlüğünün genişletilmesi mi, kısıtlanması mı? İkisi de değil, sadece toplumu yönetenlerin ideolojisine göre rol modellerinin değişmesidir. Kurallardan, süreçlerin ve kurumların imkânsız tarafsızlığını savunmaktan, liberal tuzağa düşmekten endişeleniyorduk. Ama her tarafta kaybettik ve kuralları tek kişi belirliyor. Totalitarizme dönüşmeye hazır, “haklar” kılığına girmiş yeni ahlâkî otoriterlik.

Diktatörlüğün kabuğuna bürünmüş bir demokrasi biçimimiz var: “Demokratik Totalitarizm”… Karşılığında basit bir fiyat listesi üzerinden basit bir tıklamayla ve ücret karşılığında kişiler arası evlilikler yapabilir, rahmi kiralayabilir, anne rahminde öldürebilir, kendimize, hastalara, yoksullara, depresyona girenlere zulmedebilir, şiddet ve bayağılığı gözlemleyebilir ve uygulayabiliriz. Üstelik para, ruhu, kanı ve ahlâkı ezmiştir. Onurun, ailenin, haysiyetin, İlâh’ın, ülkenin, sosyal adaletin yerini “haklar” almıştır. Genelde kaybettik çünkü düşman bizden önce, düşünecek hiçbir şeyi olmayanlar için ifade özgürlüğünün hiçbir şey ifade etmediğini anlamıştı. Büyük Birader onunla ilgilendiğinden sürünün artık otlamasına bile gerek yok. Bir bütün olarak temel dürtü ve ihtiyaçlardan memnun olan bir insanın özgür düşünceye ve konuşmaya ihtiyacı yoktur. Evcilleştirilmiş çoğunluğa çobanın sürüyü iyi beslediğini ve sadece onu belli bir fiyata sattığı ima edebilir. Tabii mezbahada daha iyi fiyatla. Özgür düşünceler, çaresiz patlamalar, anlamayan ve uyum sağlamayanların baş belasıdır. Bir şeyin veya birisinin sürüyü uyandıracağı yanılsaması… Eğer büyük kitleler, çoğunluğun iktidarı, devlet propagandasının iddia ettiği gibi şeffaf, fert ve toplum açısından sağlam olsaydı, bir çobanın sürüsü için ihtiyaç duyduğu köpekler kadar polis olurdu. Ancak işler farklıdır, çünkü gri koyunların arasında kurtlar, yani özgürlüğün ne olduğunu unutmamış varlıklar gizlenir. Ve bu kurtlar sadece kendi başlarına güçlü olmakla kalmıyor, aynı zamanda kötü bir günde niteliklerini kitlelere yayma ve sürünün kurda dönüşme tehlikesi de var. Bu güçlülerin kâbusu.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et