KATİL AMERİKA’NIN GÜCÜ SİLÂHI DEĞİL, İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ, MÜNAFIKLAR
Alâaddin Bâki AYTEMİZ
Ukrayna Savaşı’na kadar ABD aylık yaklaşık farklı iddialara göre 8 bin 14 bin 155 mm top mermisi üretiyordu.
An itibariyle ise bu rakam 28 bine kadar yükseltildi. 2024 başlarında 57 bin planlanıyordu ancak yetersiz bütçe ve yeni tesisler olmayınca bu hedef 36 bine düşürüldü.
2026’ya kadar aylık 100 bin mermiye ulaşabilmeyi planlıyorlar.
Rusya ise savaş öncesi aylık 1.7 milyon adet üretiyordu. 2022 yılı sonlarında bu oran 2 katına çıktı. Şu an ise aylık 4 milyon adet 152 mm topçu mühimmatı üretiliyor. 2024’te 5 milyon adede çıkılması planlanıyor.
Rusya günlük 70 80 bin adet topçu mühimmatı ateşliyor ve sıklıkla da 100 bin mermimin üstüne çıkılıyor.
Böyle devasa bir üretim savaşta geri adım atacak, dondurulmuş savaşı kabul edecek bir ülke adımı değil aksine Sovyet tipi devasa yıkıcı bir taarruz gücüne dair hazırlığın işaretleridir.
Sadece topçu mühimmat üretimi değil genel olarak tüm askeri ekipman ve cephane üretimi devasa bir hızla artıyor.
Uzun menzilli stratejik saldırı füzeleri de yakın hava destek için gereken hassas güdümlü füze ve bomba üretimi de artmaya devam ediyor.
ABD’ye göre Rusya 2022 yılında en az 11 milyon 152 mm topçu mühimmatı ateşledi ki bu oran İngiltere’nin rüzgar türbinlerinde kullandığı bakır miktarının yüzde 10’u ediyor.
Son yıllarda dünyada bakır üretiminde düşüş var fiyatlarda artış var.
ABD 50 adet maden türünün yeniden silahlanma için gerekli olduğunu belirledi.
12 maden türünde ABD’nin tamamen dışa bağımlı olduğu ortaya çıktı.
31 farklı madende de yüzde 50’den fazla bağımlılık olduğu tespit edildi.
1980’lerden itibaren kaderine terk edilip hizmet sektörü, finans ve ticaret karşısında yok edilen ABD ağır sanayisi, gelişmiş silah ve teknoloji üretiminde maden temininde dışa bağımlılık ve havacılık firmaları merkezli askeri sanayi kompleksinin diğer tüm sektörleri baskılaması ve savunma bütçesinden aslan payını alması ile birlikte ABD askeri sanayisi genel olarak dirilmekte güçlük çekiyor hatta rakipleri karşısında gerilemeyi de sürdürüyor.
Öyle ki ABD’nin akla gelebilecek her türlü mühimmatı için gerekli patlayıcılar Tennessee eyaletindeki sadece bir fabrikada üretiliyor.
Katı yakıtlı roket motorları için gereken amonyum perklorat ise Utah’taki bir fabrikada üretiliyor.
Şaka gibi gelebilir ancak ABD’nin devasa askeri gücüne gereken mühimmatı sadece 9 fabrika sağlıyor ve çoğunda çalışma şartları 60’lı yıllardan kalma ve geliştirilmelerine dair hiçbir planlama yok.
Patlayıcı fabrikasının büyütülmesi planlanıyor ancak belirtilen tarih 2030 sonrasında çıkarılacak bir bütçeyle inşasına başlanması planlanıyor.
Rusya ve Çin askeri üretimde ucuzluğu ve kaliteyi arttırırken ABD bürokrasi ve askeri sanayi kompleksinin pençesinde kalıp ciddi hiçbir adım atmıyor.
Olası büyük savaşı öne süreceği ufak devletlerin rakiplerini durdurması ve ABD’nin bölgeye yetiştiğinde yorulacak rakipleri karşısında hükmen galip gelmesine bağlıyor.
Enformasyon Kanalının ortaya koyduğu ümit ve heyecan verici bu tablo üzerine şu değerlendirmeyi yapabiliriz ki, Amerika ve dolayısıyla NATO içi kof bir deve dönüşmüş durumda. İçi kof olması şöyle ki, normal bir gücü elbette var ama dev gibi gözükse de dev gücünde değil. Bilakis, dev görüntüsü, normal bir güç karşısında kendi normal gücünü verimli kullanmasına da mani. Dolayısıyla “dev” görüntüsünün içi kof. Nitekim Rusya karşısında Ukrayna’yı daha fazla destekleyemiyorlar. Depolarında mühimmat bitti ve sadece Amerika değil, bütün Batı birleşse, yine de tek başına Rusya’nın üretim kapasitesinin yanına bile yaklaşmak ne, gölgesinden bile kurtulamıyor. Ruslar çok daha ileri teknolojik silâh ve cephaneler geliştirdi. Süpersonik füzeler, nükleer yakıtlı, havada senelerce dolaşabilecek seyir füzeleri vs. Amerika’nın elinde ise modası geçmekte olan bir silâh sistemi var ki, o da büyük oranda bakım ve onarıma muhtaç. Aç gözlü kapitalizm, liberal ekonomi, Amerika’nın sonu oluyor. Kapitalistler, millî menfaate değil, şahsî menfaate bakıyor. Çok büyük yolsuzluklar almış başını gitmiş. Savaş, Amerikan sisteminin ne kadar çürümüş ve kokuşmuş olduğunu her geçen gün daha net ortaya çıkarmakta.
Minnacık Gazze’nin dünyaya kafa tutabilmesindeki sır burada. Onlar NATO’cu katiller ve işbirlikçileri gibi kokuşmuş değiller. Onlar, bir silâh yapar, bir şey geliştirirken, “acaba ben buradan ne avanta elde ederim!” diye düşünmüyor. Her şey düşmanı yenmek üzerine odaklı. Ebu Süfyan karakteri, düşmanı yenmeyi değil, öncelikle kervanını düşünerek kaçmayı tercih ederken, gerçek insan soyu, kervanı basmayı değil, düşmanla karşılaşmayı tercih etti, ediyor. Bakarsan da nasıl da atıp tutuyorlardı kendi aralarında? Şöyle yaparız, böyle yaparız diye…
Münafıklar bu soydan adamlardır ki düşmandan kaçmak için ellerinden geleni yaparlar. Onlar kendilerince çok büyük mücadele ettiklerini vehmettirir ama iş gerçek bir çatışmaya katılmaya gelince, ya çişleri gelir, ya da çok daha büyük işleri vardır. Bunlara inananlar da ya diğer münafıklar veya münafıklaşma yolundaki ahmaklardır. Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşelidir ya, ahmaklar da iyi niyetlerini bunların sahteliğini söyleyenlere değil de bunlar için kullanarak kullanışlı aparatlara dönüşürler.
Bizdeki münafıklaşma sürecindeki ahmaklar bir de kendilerine Üstad’ın örnek alıyor gibi yapıyorlar. Üstad şunu demiş, bunu demiş. Ya sen Üstad mısın? Üstad onu deme şartlarına haizdi ve dedi, sen o denileni tekrarlama değil, denileni olması gerekensin. Ahmaklıkları Üstad’ı taklit ediyoruz zannedişlerinde de bir kez daha zahir oluyor.
Düşman şu kadar zayıfken, küçücük Gazze devleri alaşağı ederken, ellerindeki onca imkâna rağmen düşmana karşı duramayanların, düşmana karşıyız diye atarlanmalarına, yalanına, arsızlığına kim inanır? Arsızca yalan söylüyor münafık ki, gerçek yüzü ortaya çıkmasın.
Bütün plân, Anadolu’nun şahlanmasına mani olmak. Anadolu’yu şahlandıracak gerçek liderliğin ortaya çıkmasına mani olmak. Zira malûm, bu millet büyük oynayanlarla büyük oynayacağını ispat etmiştir. Millet bunu ispat ettiğine göre, büyük oynayacağını göstermesi gereken lider denilen şahıslardır. Büyük oynanmıyorsa, liderlikte problem var demektir, millette değil. Ama liderliğin küçüklüğünü saklayabilmek için sahte bir kutuplaşma ile işleri idare etmeye çalıştılar, çalışıyorlar. Neymiş, bu giderse öbürü gelirmiş de, başka çare mi varmış?
Çare her zaman var, çare biziz, sizsiniz. Biz ve siz, yani bizler, kendimizi adam olarak görmezsek, çareyi başkalarında ararsak, bu kapandan kurtulamayız. Samimiyet, pazarlıksızlık… İşi yapamadığını görenin, “ben yapamıyorum, yapabilen gelsin” demesi gerekmez mi? Gerçek imân bunu gerektirir; “bu emanetin madem sahibi ben değilim, sahibine devredeyim!” demeyi gerektirir. Münafık ise menfaatini, koltuğunu düşünür; emanete ne olduğunu veya olacağını değil. O menfaati elinden gitmesin diye çırpınır, arsız ve yüzsüzce yalanlar söyler, palavralar sıkar, kendi kendine atarlanır, eser, kükrer ama sahici bir hamle yapmaz, yapamaz. Ne zaman ki, şartlar kendini artık mecbur bırakır ve kaçamayacak hâle gelir, Keşanlı Ali hesabı, işte ancak o zaman mecburiyetten veya zaten netice ortaya çıktığından artık risk kalmayacak noktada harekete geçer.
Bunlar münafıkları enselemenin pratik hâlleridir. Ama usta bir oyuncu, kendini her zaman kamufle edebilir. Dolayısıyla İbda bizlere münafıkları enselemek için pratikten önce fikre bakmamız gerektiğini söyler. Liderliğin oyunculukla icra edilecek bir iş olmaktan öte fikrî bir kapasite işi olduğunu, bu kapasiteye sahip olmayanların, fikri kendilerine maledemeyeceklerinden, fikir karşısında taklit ve ezbercilikleriyle kendilerini ele vereceklerini ikâz etmiştir. Bir insan kendi kapasitesi ve imkânları ile, kendi çapında bir mücadelede yer alabilir ve kendinde olmayanı vehmettirmeyip, haddini bildiği ölçüde mücadelede faydalı da olabilir. Ama kendinde olmayan şeyleri vehmeden ve vehmettiren, layık olmadığı liderliği isteyen yüzsüz ve sahtekâr adam, nefsine maledemediği fikre aşina görünmek adına haliyle fikre dair ezberlerini olur olmaz kullanır ve çoğu yerde tuttursa da öyle yerlerde saçmalar ki bu da kendini ele vermesine yol açar. Tabi bunu anlayabilmek ve görebilmek için de fikre aşinalığın devam ediyor olması gerekir. Bir zamanların eski Büyük Doğu’cuları gibi, fikir karşısındaki hâlin, ezbercilikten öteye geçmesi ve devamlı bir yenilik içinde olunması gerekir. O yenilenme olmazsa da insan kendini farketmeden bu tuzaklara düşebilir. Hem de yenilendiğini, bu işlerden anladığını zannederek. Münafığı tanıyamayan, ahmaklaşan, münafıklaşan bir seyir içinde demektir. Ondan dolayı da münafıkları göklere çıkarırken, münafıkları işaret edene düşman kesilir. Mücadele tarihi bunlarla doludur. Bir zamanlar em önde görünenlerin, bir zaman sonra nasıl elenip gittikleri ile… Ve hâlâ kendilerini mücadelenin içinde zannederek… Münafıkların etrafında halkalanarak… Eski kaçkınların etrafında halkalandıkları münafıkların etrafına toplanan sözde kaçkın olmayanlar, nasıl oldu da ibişlerle aynı saflara düştünüz? Hem de münafıklara destek olmayı imânın şartı addedip, o desteği vermeyenleri küfürle itham etmeye kadar. Burada fikir filan yok, apaçık ki nefsani bir kudurganlık var, hem de hak sûretinde. Nefsanî kudurganlığın en şedidi, hak sûretinde tecellî edenidir zaten.
Dışımızdaki düşman bir fiskelik. Ama içimizdekini aşabilene. Fert olarak nefsini, toplum olarak da münafıkları aşabilene. Bunları aşarak emanetler ehillerine teslim edildiğinde dışımızdaki düşman bir şey değil. O düşman varlığını ve cinayetlerini devam ettirebiliyorsa, kendi adam olamamışlığımıza, eksik ve yanlışı nerede yaptığımıza bakacağız ve hakikatin hatırı dostun hatırından üstündür ilkesince de yolu tıkayan münafık ve ahmakları en ağır şekilde eleştirip teşhir etmekten geri durmayacağız. Nefsimizin, ümmetin ve tüm insanlığın kurtuluşu bunda… Fikir bunun için… Ahlâk için… Ahlâk yoksa, fikir ve mücadele de yok demektir. Sahte kutuplaşmalar değil, işte gerçek düşman ortada…
Her şerde bir hayr vardır ya, süreç, sahte ile gerçeğini ayrıştırarak işlemeye devam ediyor.