“DİN PEZEVENGİ” – BÖLGESEL GÜÇ – DECCAL – DÜNYA GÜCÜ

“DİN PEZEVENGİ” – BÖLGESEL GÜÇ – DECCAL – DÜNYA GÜCÜ

Kırgızistan’da 2,5 yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra, Bişkek’te yakalanarak Türkiye’ye iade edilen ve Metris Cezaevi’ne konulan Sayın Ali Osman ZOR’un, 8 Kasım 2011 tarihinde Metris’te kaleme aldığı yazısıdır.

ADIMLAR Plâtformu Genel Başkanı sayın Ali Osman ZOR’un “Ali EMİRERİ” müstearıyla kaleme aldığı makâlesini, müstear ismiyle tekrar yayınlıyoruz.

ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset Plâtformu

 

“DİN PEZEVENGİ” – BÖLGESEL GÜÇ – DECCAL – DÜNYA GÜCÜ

Ali EMİRERİ

Mukadder bir oluş hâlinde Türkiye’nin başını çektiği bir ittifakla, İsrail’in yer aldığı bir gücün savaşması kaçınılmaz. Altını çizdiğimiz bu hususu bugün iki ülke arasında yaşanan gerginliğe bakarak söylemiyoruz. Her inanış ve görüş siyaset üretirken ve geliştirirken, inandığı ve iman ettiği esaslar üzerinden yürür. Bu husus aynıyla bizim için de geçerlidir.

Biz son tahlilde “neticesi belli olan” bir mücadele içinde yer almaktayız. Allah’ın “vaadi” başta olmak üzere bizim iman ettiğimiz inanışın -İslâm ve ideolojinin-İBDA- bütün kaynakları, küfür ile girilen mücadelede Müslümanların galip çıkacağını çok açık bir şekilde söylemektedir. Hâliyle bizim yürüttüğümüz –yürütmemiz gereken- siyaset “taarruz dili”nin belirlediği “galibiyet” hedeflidir.

Fakat bahsini ettiğimiz kaynaklarda hemen dikkatimizi çeken bir “problem” var ki, oda şu;

Allah Kelâmı’ndan başlayarak mensubu olduğumuz ideolojiye kadar hangi kaynağa el atarsanız atın, “galibiyet”in bedavadan, oturduğun yerde gelmeyeceği bilakis “galibiyeti” elde etmek için altına girilmesi gereken yükün çok ağır olduğu ve bunun için de çok kahramanlık gerektiği kayıtlıdır. Yukarıda problem kelimesini “nefsin problemi” şeklinde anladığınıza eminim.

Bundan dolayıdır ki küfür ile girilen mücadelede kahramanlık ahlâkı ile bu yükün altına girmeye çalışanlar haricinde, ne kadar kişinin öldüğü/kaldığı o kadar da önemli değildir. Dava yükünü sırtlamaya çalışanlar ise, Allah’dan “şehitlik şuuru” isteyip, onun zevkiyle iş yapanlar…

Kaynaklar üzerinden devam edersek ;

İman ettiğimiz bu kaynaklar, istikbâldeki hadiseleri haber verirken bazılarını en ince ayrıntısına kadar da anlatmıştır. Bu kaynaklardan şu ân için mahrum olduğumuzdan dolayı “şurada şu denilmiş, burada bu” diye kesin kayıt tutamamakla birlikte, mânâ olarak zihnimizde yer edenlerin bu yazıyı toparlayacağı kanaatindeyiz.

Toplu hâlde hadiseler anlatılırken, birçok yerde, hadiselerin bir kısmını çok az insanın anlayacağını -meselâ Hz İsa ve Hz Mehdi hakkındaki rivayetlerde bu husus geçer- belli bir dönemden sonra anlayanların sayısının artacağı ifâde edilmiştir.

“Mehdi, insanların ‘Mehdi filan yokmuş’ diye ümitlerini kestikleri bir zamanda zuhur eder”. Zannedersem bu rivayeti duymayan, konuyla alâkalı çok az insan vardır. Bu rivayette bahsedilen “ümitlerini kesmeye başlayan insanlar”, “kahramanlık” yoluna girmeye çalışanlar mı, yoksa “ölüp/kaldığı” çok önemli olmayanlar mı? tartışmasına özel olarak şimdi girmeyi çok da lüzumlu görmüyoruz. Ancak kendi adımıza şunu söyleyebiliriz ki, bu illetten -ümitsizlik- herkes derece derece pay sahibi olabilir.

Tersinden meseleye baktığımızda ise, bu “ümitsizliğin” ümidi besleyen ve beslemesi gereken en önemli sebep olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Anlaşılabilir anlaşılmasına da demek ki imana yol verir bir şekilde şuur hâlinde yaşamadıktan sonra sadece “bilmek” kafi gelmiyor, gelmeyecek.

Yaşadığımız zaman diliminde bir “ümitsizlik” ortamının mevcudiyeti kesin olduğuna göre küfrün bu ortamı kendi lehine kullanmaması da düşünülemez.

“MEHDİ’DEN HEMEN ÖNCE SÜFYAN ÇIKACAK”

Bazı büyükler, meselâ Said-i Nursî Hazretleri, Mehdi’den hemen önce çıkacak şahsa “ din pezevengi ” demişlerdir. Yine bazı büyükler “Süfyan”a atfedilen özellikleri “Deccal”e de atfetmişler. “Deccal”e atfedilenleri de “Süfyan”a… İkisi arasında bu gidiş-gelişlerden anlıyoruz ki, arada bir işbirliği söz konusu… Çünkü aynı rivayetlerde “Süfyan” veya “din pezevengi” diye anlatılan gurubun “Müslüman” görünümlü ve Müslümanların içinden, “Deccal” in ise doğrudan küfür tarafından çıkacağı haber verilmiştir. Ayrıca çok açık bir şekilde yine bu rivayetlerde “fıkıhçılar” başta olmak üzere, Müslüman görünümlü birçok hain ve münafığın “Mehdi”yi yalanlarken, Müslümanların kahhar ekseriyetinin -meselâ yüzde 90-95’inin ise “Süfyan”a veya “din pezevengi”ne inanacakları ifâde edilmiştir. Aradaki işbirliğinden dolayı bu “Müslümanlar”ın “Süfyan” üzerinden “Deccal”e ve onun düzenine yamanacakları da aşikâr. En azından belli bir dönem Müslümanların çoğunluk olarak “Mehdi”yi bekledikleri bir zaman diliminde “Süfyan”ın veya “din pezevengi”nin çıkacağı rivayetlerden anlaşılıyor.

Demek ki ne varsa “ümit” ve “ümitsizlik”te var. Bakış açısını ve hadiseleri değerlendirirken serdedilen fikirlere, bu fikirlerin sahiplerinin yaşadıkları hislere galip olan temel unsur ümit veya ümitsizlik…

Müslümanlar “kafa ve gönül” olarak “Deccal” düzenine bağlanma sürecine sokulacaklarından, “kafir” olduğu aşikâr olan “Deccal”e ve onun kadrosuna sadece sözle karşı çıkmak yetmeyecek. Feraset gözüyle “din pezevengi” tanınıp “Deccal”e karşı çıkışın ona karşı çıkmakla mümkün olacağı şuurlaştırılacak. Çünkü burada söz konusu olan, dayatılan “hayat tarzları”nın hangisinin Müslümanlar tarafından kabul göreceğidir. Bu noktadan meseleye baktığımızda, mücadele, başlangıçta baş gözüyle görünür hiçbir gücü olmayan, sadece, ama sadece Allah’ın güç ve kuvvetine iman etmiş “Mehdiyet Makamı”nın “hayat tarzı” olarak kitlelere teklif ettiği “fazilet”e dayalı “acı reçete” ile “hazza” dayalı ve nefsin her türlü isteğine açık “hayvanlaşma” arasındadır. Dolayısıyla kitleleri kandırabilen ve baş gözüyle de çok net görülebilen “Deccal Komitesi”nin bu gücünün sunduğu hayat tarzı ve düzenin içinde imanı andırır birçok hususun olması da gayet tabiîdir.

“Deccal”in ordularının “barış, özgürlük” diye saldıracakları da gelen rivayetler arasında yer almakta. Müslümanları kandırarak kendi safına çeken “Deccal”in ordusunda Müslümanların da olacağını ve onun “yerin dibine batan” ordusunda bu Müslümanların öleceğini Allah’ın Resûlü haber verdikleri zaman sahabe soruyor;

“Onların akıbeti ne olacak Yâ Rasûlallah?”

Allah Resûlü cevaben, “Onların hesabını Allah görecek” buyuruyor.

Bahsettiğimiz kaynaklarda bu rivayetlere herkes çok kısa bir çalışma neticesinde ulaşabilir. Hem de geniş metinler hâlinde.

Süfyan” hakkında gelen başka bir rivayette ise, mânâ olarak şöyle söylenmekte; “Bir dönem Mehdi’nin davetini kabul edecek ve O’na bağlı olduğunu bildirecek, fakat daha sonra “çevresinin” de etkisi ile bundan vazgeçerek Mehdi’ye ihanet edecek. Bunun üzerine Hz. Mehdi, onun “MÜRTED” olduğunu ilân edecek.

Mürted kısaca; İslâm’dan dönerek, İslâm aleyhine çalışana denir.

Haber verilen “Süfyan” veya “din pezevengi”, “müslüman görünümlü” olup, Müslüman kitlenin kahhar ekseriyetini kandıracağına göre, bu hükmün -verildiği zaman itibariyle- herkes tarafından kabul edilmeyeceği, anlaşılmayacağı hele hele aklına her esenin de bu hükmü veremeyeceği besbelli. O zaman bu hükmü, sahibini ve bu hükme muhatap olanı birlikte değerlendirdiğimizde, alelâde bir durumla değil de “İman”a taalluk eden meseleler gibi önemi haiz bir meseleyle karşı karşıya olduğumuzu anlarız.

Ayrıca bu hüküm, hükmü verenin “hüküm verme makamında -hâkim ve hakîm-” olduğunun da delili niteliğindedir.

Rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki, “din pezevengi” ve çetesi meydana çıktığında, O’na ve O’nun işbirliği yaptığı “Deccal Komitesi”ne karşı yürütülmek istenen siyaset, kesinlikle bu “hüküm” başa alınarak üretilmeli ve geliştirilmeli. Hele hele kitlenin “kafa ve gönlü”nün O’na -Süfyan’a- kaymasına sebep olacak tutuk, kendine güvensiz ve savunmada olduğunu gösterir “siyasi dil”, donmanın, çözülmenin ve çürümenin habercisi olacağından uzak durulmalı ve kesinlikle kullanılmamalı. Tabii, “din pezevengi”nin çıkacağı zamandan bahsediyoruz.

Peki nasıl olur da “din pezevengi” de denilen bu şahıs Müslümanların yüzde doksanını kandırarak, onları birden bire “Deccal Komitesi”nin dinini/düzenini kabul etme yoluna sokabilecek?

Yukarıda da izah ettiğimiz üzereSüfyanî” denilen bu şahıs müslümanların kurtarıcı olarak Mehdi’yi bekledikleri bir zaman diliminde ortaya çıkacak. Bu şahsa “Süfyani” denmesinin sebebinin “Ebu Süfyan”ın çocuklarından olmasından dolayı olduğunu yine nakledilen rivayetlerden biliyoruz.

Demek ki bu kişi “Deccal Komitesi”nin zulmünün çok bariz olduğu bir zamanda ve zulme karşıymış gibi gözüken “kahraman” hüviyeti ile kendini gösterecek. O’nun zulme karşıymış gibi gözüken bu tavrından dolayı da kitleler kafalarındaki “kurtarıcı imajını” O’na atfedecekler.

“Pezevenk” Farsça bir kelime olup tedaisi zengin bir kelime…(Farsça Pejavend: Kapıda bekleyen adam… Açık kapı politikaları?) ticari bir işletmenin müdürü, ticaret yapan, tüccar gibi mânâları da var…

Din pezevengi” tabirini de dinin ticaretini yapan, dini kullanarak müessesesini çalıştıran bir nevi “tüccar” diye okuyabiliriz. O zaman bahsi geçen bu şahsın da kitlelerin kafalarındaki “kurtarıcı” ve “din” İMAJINI kullanan mahir bir “ahmak avcısı” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Diğer taraftan şu önemli hususun altını çizmemiz gerekir;

Bu mevzu ile alâkalı gelen rivayetlerde, Mehdi, Deccal ve Süfyan’ın ZAHİREN alametleri ve yapacakları anlatılırken birbirlerine benzerlikleri dikkat çekici bir husustur. Bizce kafaları karıştıracak, zihinleri ve gönülleri “Deccal Komitesi”nin dayattığı hayat tarzına meylettirecek, “Süfyani”yi kurtarıcı olarak algılatacak bir durumdur bu. Bu şahıs gittiği her yerde her yaptığı işte ve her konuşmasında “Deccal Komitesi”nin teşkil ettiği düzeni anlatacak ve Müslümanlardan bu düzene uymalarını isteyecek ama insanlar O’nun söyledikleri ve yaptıklarını kafalarındaki bu kurtarıcı imajına göre değerlendirecekler. Bundan dolayı O’na inanmaları mümkün olacak. Mehdi’nin beklendiği bir zaman diliminde anlayışsız kof “din âlimi” denilen bir güruh önderliğinde bu şahsa “Mehdi” denmesi de mümkün.

Bazı din büyükleri tarafından “din pezevengi” de denilen bu şahsın kitleler tarafından büyük çoğunlukla kabul edilecek olması bize gösteriyor ki, çıktığı dönemdeki ŞARTLAR geçmiş dönemlerden daha farklı olacak. Şartların bu farklılığından dolayı O’na inananların sayısının fazla olması mümkün.

“Objektif şartların” doğru tahlilinin yapılamaması, her zaman her dönem şartlara teslim olmayı beraberinde getirmiştir. Demek ki, bahsi geçen şahsın çıktığı/çıkacağı dönemde de böyle bir durum söz konusu olabilir.

“Deccal” ve “Süfyani” denilen bu şahıslarla ilgili rivayetler incelendiğinde “iki şahıs” ve “tek bir sistem”den bahsedildiği hemen fark ediliyor.

“Deccal Komitesi”nin dünya çapında bir etkiye sahip olduğu söylenirken “din pezevengi”nin etkisi ise İslâm Coğrafyasında ve Müslümanlar üzerinde olarak anlatılmakta. Bu mânâda Deccal Komitesine “dünya gücü” dersek, Süfyani Çetesine de Bölgesel Güç demek herhâlde yanlış olmaz. Mevcut “hayat tarzı”nı ve düzeni Müslümanların yaşadığı bölgeye dayatan “Bölgesel Güç”…

Yine bugüne kadar gelen rivayetlere baktığımızda görüyoruz ki son tahlilde her iki oluşumun da hedefi Mehdi’yi ortadan kaldırmak. Çünkü özellikle Müslümanların yaşadıkları bölgelerde hedeflerine giden yolda tek engel olarak “Mehdi”yi görmekteler… Bu hakikatler ışığında anlaşılan başka bir husus ise özellikle “din pezevengi” denilen kişinin “Mehdi”yi şahıs olarak tanıdığıdır.

Yavaş yavaş açığa çıktı ki, aslında bu “Süfyani” denilen şahıs Deccal Komitesi tarafından arkadan desteklenenSahte Mehdi” olup, misyonu da “Gerçek Mehdi”nin önünü kesmek… “Süfyan Çetesi” bugünün tabiri ile “bölgesel güç” rolünü oynayacağından, zaman zaman “Deccal Komitesi”ne rağmen hareket ediyormuş gibi gözükmesi de gayet normal… Ama bu “bağımsız” gibi gözüken hareketler kesinlikle Deccal Komitesi’nin kurduğu düzeninin yürümesi niyetiyle yapılan “stratejik” hamlelerde sözkonusu değil… Meselâ Deccal’in ordularını Bağdat’a gönderdiği zaman, yine rivayetlerden anladığımıza göre yanı başındaki yardımcısı “din pezevengi” denilen bu şahsın ta kendisi… Bununla birlikte şu rivayet;

“O gün Şam’ın en ZALİM’lerine dahi küfür etmeyin, çünkü onların içinde Hz. Mehdi’nin askerleri var.”

Hz Mehdi’nin askerlerinin doğuda, özelikle Afganistan bölgesinde de mevcut olduğuna dair, yukarıdakine benzer rivayetlerin olduğunu hatırlatalım.

Bu rivayetleri inceleme fırsatı bulacakların Mısır’la ilgili de çok ilginç bilgilere ulaşacaklarını da haber verelim. Kıyamet alâmetleri ile ilgili bahsi geçen rivayetlerden öğreniyoruz ki, Allah Resûlü “Deccal Fitnesi”ni ümmetinin karşılaşacağı en büyük fitne olarak bildirmiştir. Deccal’in zamanından ve yapacaklarından bahsettiği esnada sahabenin o gün ne yapmak gerektiği hususunda sorması üzerine, Allah’ın Resûlü, iki hareketin yapılmasını buyuruyor;

“Oturanlar ayağa kalksın, ayakta duranlar otursun.”

“Evinizden dışarı çıkmayın.”

Tekrar hatırlatmakta fayda var. Arzu eden herkes bu rivayetleri kaynaklarıyla birlikte kolayca temin edebilir. Bu rivayetlerin toplu olduğu kaynaklardan biri İbn-i Hacer-i Mekkî Hazretleri’nin konuyla ilgili eseridir. Deccal’le ilgili bir diğer rivayet ise;

“Onun Cenneti Cehennem, Cehennemi ise Cennettir.” buyrulmakta…

Son olarak “Dabbetül Arz” hakkında gelen bir rivayet var ki kaydetmekte fayda var;

“Dabbetül Arz, namaz kılan kişinin arkasından yaklaşarak, onun mümin mi, yoksa kâfir mi olduğunu damgalayacak.” Kâfirin kâfir olduğu zaten belli. Bahsettiğimiz ŞARTLAR da, Müslüman görünümlü kâfirlerin daha büyük tehlike olacağına dair ihtar…

Ali EMİRERİ

8 – 11 – 2011

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et