AV. GÜVEN YILMAZ “İSYAN” DAVASINI DEĞERLENDİRDİ: 25 OCAK 2000 ‘İSYAN’ DEĞİL, BİR OPERASYONDUR!
Sayın Salih MİRZABEYOĞLU’nun avukatlarından Av. Güven YILMAZ ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Henüz iki gün önce (4 Nisan 2016) İstanbul Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yürüttüğü “yeniden yargılama” kapsamında 25 Ocak 2000 tarihli “Noel Baba” Operasyonu Davasından İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu başta olmak üzere, aralarında ADIMLAR Platformu Genel Başkanı Ali Osman Zor’un da bulunduğu bir çok gönüldaşımıza cezalar verildi.
Gerek Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun 2 Mart 2016’da beraat kararıyla neticelenen ana davasında, gerekse söz konusu 25 Ocak Saldırısı ile ilgili yürütülen yargılamalarda bir hukukçu sıfatıyla, istikrarlı bir şekilde yıllardır mücâdele veren Av. Güven Yılmaz’ın sorularımıza verdiği cevapları iki bölüm hâlinde dikkatlerinize sunuyoruz.
ADIMLAR Fikir, Kültür, Siyaset
Röportaj – 1. Bölüm
AV. GÜVEN YILMAZ: 25 OCAK 2000 ‘İSYAN’ DEĞİL, BİR OPERASYONDUR
ADIMLAR: 25 Ocak 2000 tarihli “Noel Baba” Davası hakkında görülen “yeniden yargılama” kararı kapsamında İstanbul Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi önceki yargılamada verilen cezaların infazını içeren bir karar verdi. Siz, İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu başta olmak üzere birçok gönüldaşımızın vekili sıfatıyla sürecin içerisindeydiniz. Okuyucularımız için “yeniden yargılama” başvurusundan başlayarak, duruşmalar sırasında yaşananları bir hukukçu sıfatıyla değerlendirir misiniz?
Av. Güven YILMAZ: 25 Ocak 2000 tarihinde devletin o zamanki güçleri(!) tarafından Metris Cezaevi’nde bulunan İBDA/C sanıklarının bulunduğu koğuşlara NOEL BABA operasyonu adı altında başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere pek çok insanı öldürmeye yönelik bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırı sonucu Sencer Kartal isimli tutuklu sanık şehit oldu ve pek çok sanık da yaralandı. Hatta “asker sözü”ne güvenen Salih Mirzabeyoğlu da maskeli elemanlar tarafından oluşturulan ölüm koridorunda hurdahaş edildi ve bu vaziyette hakim karşısına çıkartıldı. O günkü gazetelerden ve TV görüntülerden manzarayı hatırlarsınız.
İşte bu saldırıya rağmen dönemin savcıları tarafından, ortada bir operasyon yokmuş da sanki tutukluların isyanı varmış gibi sanıklar hakkında davalar açıldı ve Bakırköy 3.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2000/285 esas sayılı dosyası ile görülen dava sonunda başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere pek çok sanık hakkında cezaevi idaresine karşı ayaklanma ve yangın çıkarma suçlarından toplam 40’ar ay hapis cezası verildi.
2013 Temmuz aylarında ilk önce bu davanın sanıklarından Sinami Orhan tarafından ve akabinde bir kısım sanıklar adına tarafımızca yapılan Yeniden Yargılama talebi mahkemece kabul edildi ve duruşma açılmasına karar verildi.
Bu aşamadan sonra Mahkemece bu tensip zabtında belirtilen kararlar doğrultusunda hareket edilmesi, duruşma açılarak deliller toplanması ve tanık dinlenmesi gerekirken, aksine hareketle savcının yeniden yargılama talebinin reddine dair mütalaası üzerine usul ve yasaya aykırı hareket edilerek ve ek karar adı altında “yeniden yargılama talebinin reddine ve infazın devamına” karar verildi. Ancak Üst Mahkemeye yapılan itirazımız kabulü edilerek yeniden yargılama safhasına geçilerek deliller toplanmaya başladı.
Aslında Yeniden Yargılama öncesi yapılan yargılamanın her aşamasında yaptığımız savunmalar, yeniden yargılama aşamasında gerek dinlenen tanıkların beyanları ve gerekse haber dökümleri ile birbir tesbit ve ispat edilmiş oldu.
Meselâ Yeniden Yargılama öncesi verilen karardan önce 05.04.2010 tarihli Mahkeme dosyası içinde de bulunan savunmamızda özetle şunları ifâde etmişiz:
Bununla birlikte gerek iddianemede gerekse esas hakkında verilen mütalaada “tahmin” denilen bir kavramdan bahsedilmektedir ki, bu bir niyet okumadır Hukuk tahminler ve niyet okumalar üzerine ve olması ihtimal şeyler üzerine bina edilemez. Dolayısıyla 25.01.2000 tarihinde meydana gelen olayın ismini doğru koymak gerekmektedir. Bu olayın adı cezaevinde bulunan sanıklar tarafından çıkartılan bir isyan değil tam tersine devlet tarafından yapılan bir “operasyon”dur. Ve hatta basına da yansıdığı şekliyle “NOEL BABA” operasyonudur. Operasyona bu ad verilmesi aslında manidardır. Çünkü operasyon yapılacak sanıklar, genel olarak “Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkarak Şeriat Esaslarına dayalı bir devlet kurmak için İBDA/C isimli örgüt kurmak ve üyesi olmak” suçlaması ile cezaevine konmuştur. Laik temel üzerine bina edildiğini iddia eden ve işine geldiğinde nüfusumuzun %99’u müslüman bir ülkeyiz diyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkilileri Hıristiyanlığın sembolü olan “NOEL BABA”yı belirtilen suç nedeniyle cezaevinde bulunan sanıklara karşı yapılan bu operasyona isim olarak seçmişlerdir.
Aslında bu ismi seçmiş olmaları bir bakıma olayın isyan değil operasyon olduğunun bir delilidir de. Bilindiği üzere Noel Baba’nın en büyük özelliği mekanlara kapıdan ve pencereden değil bacadan girmesidir. Ve bu operasyon 05.12.1999 olaylarından beri bir nevi bu günün intikamını almak amacıyla planlanmıştır. Ve bunun için özellikle eğitilmiş ekipler oluşturularak 25.01.2000 sabahı saat 04.00 de hiç bir uyarı yapılmadan çatıdan içeriye doğru girilmek suretiyle saldırı yapılmıştır. Bu saldırı içerde bulunanları öldürmeye varacak şekilde kurşun yağmuruna ve gaz bombasına maruz bırakacak şekilde başlamıştır. Bu saldırı sonucu sanıkların yaptıkları sadece hayatlarını kurtarmaya yönelik gayret ve çabalardır.
İddianamede geçen cezaevinde bulunan tabanca ile ilk ateş eden sanıklardı şeklinde belirtilen husus bu operasyonu masum göstermeye yönelik bilinen numaradır. “Önce adamı vur, sonra eline bir silah ver ve duvara ateş et.”
İnsanlar içerde canlarını kurtarmanın derdinde iken cezaevini ateşe verdikleri ve hatta ateşe LPG tüpü attıkları iddiası da gerçek dışıdır. Zaten kapana kısılmış ve bir yandan gaz bombası bir yandan kurşun yağmuru altında olan insanlar bunlar yetmiyormuş gibi kendilerini daha zor duruma sokacak şekilde içerde yangın çıkarmaları ve hatta LPG tüpünü patlatarak kendilerini yok etmeye çalışmaları sonucunu doğuracak iddialar hayatın olağan akışına da terstir.
Bu yanlış temellendirme sonunda sanıkların kendilerini korumaya çalışmaları, atılan gaz bombalarını suya atmaları, mendillerle ve pet şişeleri keserek gazın etkisinden kurtulma çabaları vesaireyi bir isyan hareketi gibi sunmaya çalışmak da yerinde değildir.
Yine dikkat edilmesi gereken bir yön de 25.01.200 tarihinden yaklaşık 1,5 ay önce 05.12.1999 tarihinde yapılan operasyon neticesinde sanıkların bulunduğu koğuşlardaki tüm malzemeler ele geçirilmiştir. Bugünden sonra alınan sıkı tedbirlere rağmen 25.01.2000 tarihinde içeride kerpeten, pense, testere, hatta 3 teneke tiner bulundu iddiaları da komik kaçmaktadır.
İddianamede dikkate değer diğer bir husus da Okan İşgör isimli şahsın isim zikredilerek ve diğer sanıklardan ayrıştırılarak adeta koruma altına alınmasıdır. Ki olayların bu şahsın ifadesine dayandırılarak değerlendirilmesi ve davanın bu şahsın ifadesi üzerine temellendirilmiş olması karşısında pazarlık sonucu adalet (!) dağıtma çabası ne kadar hukukîdir(!)
Görüleceği üzere yeniden yargılama öncesinde yaptığımız savunmalarda dikkat çekici 3 husus vardır.
Bunlardan birincisi ortada cezaevi idaresine karşı yapılmış bir ayaklanma değil, devlet tarafından yapılmış planlı bir operasyonun varlığıdır.
Yeniden yargılama aşamasında yapılan CD dökümünün 11. sayfasında tesbit edilen “İL JANDARMA KOMUTANI’nın (HALİL İBRAHİM TÜYSÜZ’ÜN AÇIKLAMASI) “Dün gece saat 01.00’de başlatılan operasyon bugün saat16.00’da sona ermiştir.” şeklindeki beyanı tek başına ortada bir isyan olmadığını, aksine devlet güçleri tarafından bir operasyon planlanarak bunun gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Keza CD’nin izlenmesi ile de operasyon hazırlıklarının gece 01.00 de tamamlandığı ve aynı gece 04.00 sularında koğuşların bulunduğu çatılardan içeri girilmeye çalışıldığı ve böylece ortada cezaevi idaresine karşı bir isyan olmadığı aksine, koğuşlara devlet güçleri tarafından NOEL BABA ismiyle planlı ve tasarlanmış bir operasyon yapıldığı, çatıyı hilti ile delmek suretiyle içeri girildiği anlaşılmaktadır.
Yine Okan İşgör’ün, 23.03.2015 günü Mahkeme huzurunda verdiği ifadesinde,
“…… benim bildiğim kadarıyla içeriye bir operasyon yapılacaktı. Ancak operasyonun biraz öne çekileceğini ben olaydan bir kaç saat önce öğrenebildim. Yanlış hatırlamıyorsam 25 Ocak sabahı saat 04:00 – 05:00 gibi içeriye asker girdik, anons yapılmıştı, ben içeriye nasıl gireceklerini biliyordum, planlarda görülmeyen bir banyo vardı oraya girdim. Ondan sonra içeriye müdahale yapıldı…
…. Müdahale anında çatı delinmişti. Hiltilerle indiler içeriye gaz bombası bırakılmıştı, ancak saat 9 – 10’a kadar kimse içeri girmemişti sadece ateş açılmıştı yaralananlar olmuştu…..
…ben çıkıncaya kadar herhangi bir silah alet bulunmamıştır…
……25 Ocak da benim gördüğüm kadarıyla herhangi bir yangın çıkarmaya yönelik eylem yapılmadı, jandarmalar tarafından atılan gaz bombalarından birşeyler tutuştu ise onu bilemem, 5 Aralık’ta da böyle birşey olmadı…
..hükümlülere yönelik bu tip araştırmalar yapmak zaten görevimdi, onlar dışardan bize saldırmazlar şeklinde beyanda bulundular, böyle birşey beklemiyorlardı…
Şeklindeki beyanları ile de sanıkların kendilerine karşı bir operasyon yapılacağına dahi inanmadıkları, dolayısıyla değil bir isyana kalkışmak yapılması muhtemel bir saldırıya karşı dahi hazırlık yapmadıkları çok net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Savunmalarımızda belirttiğimiz ikinci husus yangının sanıklar tarafından çıkartılmadığı aksine güvenlik güçlerinin açtığı ateş, lav vb. nedenlerle yangın çıktığıdır.
Yine Okan İşgör’ün yukarıda da belirttiğimiz “… 25 Ocak da benim gördüğü kadarıyla herhangi bir yangın çıkarmaya yönelik eylem yapılmadı, jandarmalar tarafından atılan gaz bombalarından birşeyler tutuştu ise onu bilemem. 5 Aralık’ta da böyle birşey olmadı…” şeklindeki beyanları ile savunmalarımız teyid edilmiş bulunmaktadır.
Savunmalarımızda belirttiğimiz üçüncü husus ise olayın olduğu 25.01.2000 tarihinde sanık olarak bildiğimiz ve o günkü şartlarda ne için devlet erki tarafından kayırıldığını tam olarak anlayamadığımız ama bugün devletin görevlisi olarak cezaevine konulduğunu öğrendiğimiz Okan İşgör hakkındaki beyanlarımızdır:
” İddianamede dikkate değer diğer bir husus da Okan İşgör isimli şahsın isim zikredilerek ve diğer sanıklardan ayrıştırılarak adeta koruma altına alınmasıdır. Ki olayların bu şahsın ifadesine dayandırılarak değerlendirilmesi ve davanın bu şahsın ifadesi üzerine temellendirilmiş olması karşısında pazarlık sonucu adalet (!) dağıtma çabası ne kadar hukukîdir(!)”
Şeklinde beyanlarımız ile davanın Okan İşgör üzerinden yapılan bir kurgudan ibaret olduğuna ilişkin endişelerimizde, bugün devletin görevlisi olarak cezaevinde bulunduğunu bizzat kendisi söyleyen Okan İşgör’ün beyanları ile haklı olduğumuz ortaya çıkmıştır.
Okan İşgör, Yeniden Yargılama kapsamında mahkeme huzurunda kendisine sorulan soru üzerine “Benim şu anda mahkeme huzurunda bildirdiğim hususlar doğrudur. Ben konumum gereği o tarihte, o şekilde beyanda bulundum. Bana çeşitli saldırılar yapılmıştır. Hepsi faili meçhul kalmıştır. Ben bildiklerimi bugün itibariyle mahkemenize anlattım. Benim elimden alınan dosya basına sızmasaydı ben bu kadar da konuşmazdım” şeklindeki beyanları ile Okan İşgör’ün beyanlarına dayanak yapılan bu davadaki sanıklar hakkındaki tüm iddialar yine Okan İşgör’ün bugünkü beyanları ile çökmüş bulunmaktadır.
Keza diğer tanıklardan gazeteci Murat Alan’ın beyanları da tüm savunmalarımızı ve hatta Okan İşgör’ün beyanlarını teyid eder mahiyettedir.
(Devam edecek…)
Röportaj: Aydın KALKAN / ADIMLAR Dergisi
Yarın: “1998 YILINDAKİ HUKUKSUZLUK, 2016’DA TEKERRÜR EDİYOR”