SİZE ÖLÜM YOK MU? SİZE HESAP YOK MU?

SİZE ÖLÜM YOK MU? SİZE HESAP YOK MU?

.

SİZE ÖLÜM YOK MU?

SİZE HESAP YOK MU?

EMEL ZOR

Saliha, bugün yine, o “tarifi imkânsız” diye tarif edilmeye çalışılan duygular içerisinde buldu kendisini. Yüreğinde, heyecanlanan insanın, sesinin titremesine hiç de benzemeyen garip bir titreme vardı. Hüzünlü bir sanat müziği, veya ağıtı andıran bir türkü dinleme isteği uyandı içinde. Hatta günlük rutin işlerini yaparken kendi kendine, hiç düşünmeden çıkagelen bir iki şarkı ya da türküyü başından, sonundan, ortasından -hiç fark etmez- mırıldandı.

Kendisini geçmişe götüren, böyle hisler içerisinde olmasına sebep olan şeyin tek başına bir ehemmiyeti yoktu oysa. Ama “insanın halet-i ruhiyesi ne garip” diye düşündü. Zaman zaman bile-isteye hissetmek için çabaladığınız fakat bir türlü yakalayamadığınız hâli, ehemmiyet vermediğiniz bir kişi veya olay vesilesiyle yaşamak, insan ruhunda nasıl da garip tesirlere sebep olabiliyor.

Eski defterleri açtı; hem gerçek hem mecazî mânâda… Bundan 20 hatta 30 sene önce yazdıklarına tek tek baktı. Neler yaşadıkları, neler hissettikleri, o dönem kimlerle birlikte oldukları, bu kişilerle arasındaki ilişkileri gözlerinin önünde yeniden canlandı. Ne çok şey yaşadığını, 48 yıllık ömre hiç de azımsanmayacak tecrübeler sığdırdığını gördü. Acılar, ızdıraplar, yalnızlıklar, hayal kırıklıkları neticesinde aldığı kararların ve tedbirlerin taa o zamana dayanmasına ve bunları hâlâ uyguluyor olmasına şaşırdı.       

Hayatının başlangıç diyebileceğimiz gençliğe ilk adımını atmaya başladığı yıllarında “arayış” ,ama aşk da dahil her türlü arayış varken, ilk sükutu hayalle birlikte, o dönem yaşadığı ağır hüzün duygusunun bütün yaşamı boyunca hiç değişmeyen tek duygu olduğunu gördü. Ne garip bir duyguydu bu “hüzün” duygusu… Kulağa ne hoş gelen bir kelimeydi. Hele hazan mevsiminde hüzün bambaşkaydı. Lise çağlarında “Sessiz Dost” diye isimlendirdiği, kendisinden habersiz sevgiliyi, köşe başında buluvereceğini ümid ederken; yere düşmekten korkarcasına ürkek,  telaşsız, coşkudan son derece uzak, bir o kadar da olabildiğince dingin ve huzurlu yağan karla birlikte yaşanan hüzün ise, hiç de yabana atılacak cinsten değildi doğrusu.

Sonra hep var olan bu hüzün duygusuyla birlikte acılar vardı, bir de çaresizlikler… “Her dönemde farklı farklı sebeplerden dolayı yaşanan acı ve çaresizlik, amiyane tabirle “kıytırık” bir sebebe bile bağlı olsa, insan ruhuna tesiri bakımından, ehemmiyeti hep aynı oluyor sanırım” diye düşündü Saliha.

Sonra ilerleyen sayfalarda en yakın arkadaşının, gerçek yüzünü gördüğü o günü ve o anı yaşadı tekrar. O, samimi bir dostluk yaşadığını sanırken, arkadaşının nasıl ikiyüzlü bir yılan olduğu gerçeğini… Yaşadıklarının bir yalandan ibaret olduğunu… Hayatında ilk kez dostluğa vurulan darbeyi ve bu darbeyle“ihanet”i tadışını… İhaneti tatmak, ihanetle tanışmak yüreğinde kötülük barındırmayan insanlar için ne şok edici bir durumdur. Asla kabullenemezsiniz ve hep aynı soruyu sorup durursunuz: “NEDEN?”

Bu kabullenemeyiş aslında yaşadığınız olayla da alakalı değildir. Şöyle bir düşündüğünüzde, karşı taraf adına, bu “NEDEN”e dair pek çok cevap bulabilirsiniz pekâla. Sizin asıl hazmedemeyiş sebebiniz ise, bu cevapların yetersiz kalmasından çok “DEĞER Mİ?” sorusudur.

 Beşer, gayet tabiidir ki şaşar. Ama bu şaşmanın derecesi hasetliğe varan bir durum, karalamaya ve iftiraya kadar giden hezeyan hâlini almaya başladığında ve asıl önemlisi hak ve adalet duygusunu yitirecek kadar ivme kazandığında, insan kendisine “DUR!” demek mecburiyetindedir. Aynaya bakar gibi, kendisinde ne kadar menfî taraf varsa hepsini tek tek tespit ettikten sonra, bu vasıfları, kendisi gibi asla olamayacağını bildiği kişiye atfetmek insan olmakla çelişir ve maalesef artık“beşer şaşar” ifadesinde yerini bulamaz olur.

İşte ruhunda bu duyguları, Allah’ın lütfu keremiyle kıyısından köşesinden hiç mi hiç hissetmemiş insan için bu durum kabul edilemezin de ötesinde tam bir “HÜSRAN”dır. Bir zamanlar dost olduğu kişiye artık kızmak dahi gelmez içinden. Yalnızca ACIR ve ÜZÜLÜR. Düştüğü durumun farkına varamayan eski dostu “vefâ”dan bîhaber olsa da, kendisi bilir ki; “vefâ duygusu imandandır” ve eski dostunun cinayetten beter ihaneti karşısında yaşadığı şiddetli hüzünden içi titrer, sükût eder ve yalnızca Allah’a sığınır. Böyle zamanlarda hiç olmadığı kadar “yalnızlık” hissi yaşar. Bu yalnızlık hissinin “yalnız kalmayla” uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Etrafında onlarca dostu bulunsa da o, bu hissi yaşamaya devam eder. Tevekküldür ona bu hissi yaşatan. “YALNIZCA ALLAH VAR GERİSİ YALAN!!!”  Ve; “,O’ndan mahrum olan neye mâliktir; O’na mâlik olansa neden mahrumdur???”

O, düşünür; daima düşünür. “İnsan” demeye layık Yüce insanın dediği gibi: “Neticede dünyaya birbirimizin gözünü oymaya gelmedik.”

 Saliha bu duyguyu ilerleyen zamanlarda yıkım etkisi  gibi olmamakla beraber birçok defa tadacaktır ve her seferinde hayalinde yapmak istediği tek şey eline bir davul alıp, mecnunvârÎ: “ÖLÜM DE VAAAARRR!!!”diye bağırmak olacaktır…

Gerçi, “ÖLÜM DE VAR” dedikten sonra gerisi hikâye ama, Saliha yaşadıklarını ve hissettiklerini okumaya devam eder. Okudukça görür, hatırlar ve yeniden ama hep yeniden, sanki ilk defa farkına varıyormuşcasına anlar ki, onca acı ve ızdıraba rağmen aslında O, hep mutludur. “Hint fakiri” vasıflandırılışına maruz kalsalar da, Saliha ve dostları hayatlarını Üstad’ın;  “Keşke bir muzdaripler okulu olsa” sözünü zevken idrak noktasında “acıdan beslenmenin” zevkine vara vara yaşarlar. Onlarca hatta belki de kim bilebilir yüzlerce insanla aynı anda ve aynı hiss-i müştereklik içinde yaşarlar yalnızlıklarını, çaresizliklerini,  yetersizliklerini, olamayış kaygılarını…Ve aynı hiss-i müştereklikle, onca engele rağmen, hep beraber ve giderek artarak, küllerinden doğarlar her seferinde…  Dimdik ayağa kalkarlar ve atarlar ADIMLARINI…

 

 

 

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: