LOZAN, FİLİSTİN, “KÜRDİSTAN”… AKP’NİN İLKESİZLİK İLKESİ, FİKİRSİZLİK FİKRİ – Kaya ATABERK
LOZAN, FİLİSTİN, “KÜRDİSTAN”…
AKP’NİN İLKESİZLİK İLKESİ, FİKİRSİZLİK FİKRİ
Kaya ATABERK
Siyasi hareket ilke, fikir, politika demek
Türkiye’de hangi kesimden olursa olsun siyasetle ilgilenen herkes AKP’nin ilkelerinin, politikalarının ve belirleyici fikirlerinin ne olduğu üzerine düşünmüştür. Eminiz, düşünenlerin hiçbiri de bu sorulara bir yanıt bulamamıştır.
AKP o kadar değişken, o kadar bir dediği bir dediğini tutmayan bir haldedir ki onun için bir tespitte bulunmaya çalışanlar, bir konuda bile sabit kalamadığını gördükçe şaşırırlar.
Normalde siyasi hareket demek her şeyden önce ilke, fikir, politika demektir. Bu durum siyasetin merkezinden dış kısımlarına doğru ilerledikçe daha bir keskinlik kazanır. Fakat daha ılımlı, esnek görünen merkez sağ ya da merkez sol hareketler açısından da bu kural değişmez. Siyaset merkezde de olsa siyasettir. Bazı ilkelerin kaydı altındadır. Belli politikaları sabittir. Bir fikir onu bir arada tutar.
Türkiye’yi 15 yıldır yöneten AKP açısındansa durum çok ama çok farklı…
Tamam… Öyle çok bir ideolojik derinlik filan zaten beklemiyoruz. Düzey ortada! Fakat yine de AKP’nin duruşu ne sorusunun karşılığını görmeye çalıştığımızda karşımıza çıkan şey kocaman bir “hiç”ten başka bir şey değil.
Lozan, hezimet mi zafer mi?
Son günlerde insanlar bir kez daha Lozan meselesinde hayretler içinde kalarak bu değişkenliğe şahit oldular. Geçen yıl hezimet ilan edilen Lozan Antlaşması, bu yıl bir anda tam zıddına dönüşmüş, zafer ilan edildi. Hem de aynı ağız tarafından…
İnsanlar doğal olarak bir sene içinde neyin değiştiğini sordular. Hatta bazıları, konuşma metnini hazırlayan danışmanın değiştiği yollu espriler yaptılar.
Evet, ne olmuştu da bir sene içinde bir fikir tamamen tersine dönüşmüştü?
İdeolojik bir dönüşüm mü yaşanmıştı?
Bir yıl boyunca konu hakkında kitap okuyup, “aslında öyle değil, böyleymiş” mi denilmişti?
Tabii ki hiçbiri…
O zaman öyle gerekmişti ve öyle söylenmişti, şimdi de böyle. O kadar.
İşin daha da ilginci bu kıvrılmaların bir özeleştiri havası filan da içermiyor olması. Bir fikir dün ne kadar şiddetle ve kendinden emin açıklanılıyorsa, bir süre sonra tam zıddı da aynı şiddetle önünüze konuluyor. O kadar ki siz kendinizden şüphe ediyorsunuz…
Gelgelelim mesele sadece Lozan’dan ibaret de değil.
Filistin-İsrail dönüşleri
İlk iktidar yıllarında İsrail en yakın müttefiklerinden biriydi. Artık İslamcılar antisemitizm hatta antisiyonizm yapmayacaklardı. İşte kendileri de bunun örneği ve garantisiydi.
İşbirliği ve “dostluk” o kadar ilerlemişti ki kimseye verilmeyen ödüller onlara verildi. Neler olup bittiğini herkes çok iyi hatırlar.
Bir süre sonra ne olduysa bir anda İsrail karşıtlığının şampiyonu kesildiler. Devir artık “Van minit” ve “Mavi Marmara” devriydi. Oynak yapı tam anlaşılamamıştı henüz. İnsanlar şaşırdılar. Bir kısım da gerçekten güvendi. İşte AKP güçlenene kadar kendini gizlemişti, şimdi de özüne dönerek gerçek bir İslamcı hareketin yapması gerekenleri yapıyor, Siyonizm’e karşı direniyordu! Ama çok fena yanıldılar.
Değil Filistin, Mavi Marmara gemisine bindirilip şehit olanlar dahi savunulmadı…
Birisi “bana mı sordular” dedi, bir başkası bu insanlar için “manyaklar” ifadesini bile kullandı.
Şimdi yine Filistin gündemde… İsrail yine Aksa’ya ve Filistin halkına saldırıyor. Buradan gelen bir ses yine İsrail’i kınıyor, “Savunmak imkân değil iman meselesidir” diyor…
Peki, yapılan ya da yapılacak olan ne? Şimdiden söyleyelim: hiç.
Hâlâ AKP’ye güvenen çıkar mı bilmem ama insanlık görevi olarak bir kere daha uyaralım. AKP bir şeyler yapacak, mücadele edecek, Filistin’i “imanla koruyacak” zanneden kaldıysa aklına Mavi Marmara’da şehit olanları getirsin, sonra karar versin.
Açılımdan, akillerden PKK’lı vatan hainlerine
Bir diğer temel dönüş zemini de PKK meselesi…
İktidara geldikleri ilk günden itibaren PKK’ya tavizler verdiler. İş “açılıma”, “Habur”a “çözüm sürecine”, “akil adamlara” kadar vardı.
Sonra ne oldu?
AKP ile PKK’nın aşk ilişkisi bir süre sonra savaşa dönüştü. Birlikte “çözüme” gittikleri PKK bir anda düşmanları oldu. Hatta o kadar PKK karşıtı oldular ki kendileri dışındaki herkesi PKK’lı olmakla suçlayacak noktalara geldiler (!)
AKP “açılım” dönemlerinde Kürtçü müydü? Ya da PKK’yla arasının bozulduğu dönemlerde Türk milliyetçisi mi olmuştu? Hangisiydi?
Cevap her zamanki gibidir: ikisi de değildi. İkisi de olmadı ve olmayacak da. O zaman işine gelen oydu, şimdi işine gelen bu. O zaman iktidarını PKK ve onun uzantısı partilerle birleşerek sürdürebiliyordu, şimdi MHP ile… Yoksa Kürt meselesi filan AKP’nin umurunda olmaz. Onu bir yana bırakırsak Türk milliyetçiliği hiçbir şekilde gündeminde olamaz. Belki tüm siyasi hayatlarının tek samimi (!) anı “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldıkları” andır.
Varsın birileri AKP’de millilik, hatta Türk milliyetçiliği arasın…
Bulacakları gene “hiçtir”.
Ya dış politika?
İşin önemli bir boyutu da tabii ki dış politika…
Aslına bakılırsa yine normal ülkelerin, normal dönemlerinde iç politikanın biraz daha esnek olması normal karşılanabilirken, dış politikanın daha az değişken olması beklenir. Hatta dış politikanın bir partinin politikası değil gerçekte o devletin politikası olduğunu söylemek daha doğrudur. Ülkeyi yöneten iktidarlar değişir ama ülkenin dış politikasının ana hatları aynı kalır. Türkiye’nin AKP’den önceki normal zamanlarında bizim için de bu kural geçerliydi. Son 15 senede ise iktidar aynı kalmakla beraber dış politika neredeyse her ay kökünden değişiyor.
Esat dost mudur düşman mı? IŞİD “öfkeli Sünni gençler” midir, terörist mi? Suudiler müttefik midir, hasım mı? PYD ortak “Süleyman Şah Türbesi operasyonu” düzenlenecek bir güç müdür, PKK uzantısı mı?
İran müttefik midir, Şii yayılmacısı mı?
Rusya uçağı düşürülecek kadar sert tavır alınması gereken bir tehdit midir, “Moskof” mudur, yoksa “bizi anlamayan NATO müttefiklerimize” karşı sığınılacak bir alternatif mi?
ABD, sağlam stratejik ortak, değişmez müttefik mi, ülkemizi kuşatan emperyalist güç mü?
Irak, Almanya, Çin, Katar, Mısır vs…
Her ülke için sorulacak sorulara karşılık AKP’nin vereceği birbirine taban tabana zıt cevaplar bulunabilir.
Bunun tek bir açıklaması var: ilkesizlik ilkesinin dış politikada da geçerli olması.
İlkesizlik ve fikirsizlik hem AKP’nin hem sömürgecinin işine geliyor
Peki, acaba ilkesizlik ve fikirsizlik bir zaaf mı?
Acaba bu duruşsuzluk güçsüzleştirici bir şey mi?
Bu sorunun cevabı kısa ve uzun vadeler için farklı.
Uzun vadede tabii ki kimse ne zaman ne diyeceği, ne yapacağı kestirilemeyen bir güçle ne dostluk kurar, ne destek olur. Bu seçmen açısından da geçerlidir, diğer ülkeler açısından da.
Fakat kısa vadede, durum tam tersi. Bu tip bir ilkesizlik ve fikirsizlik ortamı, AKP’ye çok geniş adam, dost, müttefik satma olanağı sunuyor. Bu da onun çıkarını ve bir şekilde var olmaya devam eden iktidarını sürdürmesini sağlıyor.
Aslında varlık nedeni sadece çıkar, talan, yağma olan bir gücün zaten böyle olması gerekir. Bize en zıt gelebilecek bir siyasetin bile ufacık bir ilkesi, fikri, duruşu, politikası olsa bu onun belli şeyleri yapmasına engel olurdu. Ama AKP’nin ilkesizliği çıkar ve iktidar için her şeyin ama her şeyin mubah olduğu, Makyavel’e rahmet okutacak bir zemin sağlıyor.
Bu işin önemli bir boyutu ama en önemli boyutu değil.
İlkesizliği ilke, fikirsizliği fikir edinmişlerin iktidarı, en çok sömürgecilerin işine geliyor.
ABD başta olmak üzere sömürgecilerin tümünün üzerinde anlaştığı ender konulardan biri Ortadoğu’da Türkiye’den de toprak kopararak bir “Büyük Kürdistan” kurulması. Hatta Büyük Ortadoğu Projesi dediklerinin “Büyük Kürdistan” olmadan sonuca ulaşmayacağı da açık…
Çıkar ve güç dışında gözleri hiçbir şey görmeyenlerin iktidarı bu plana PKK’dan, Barzani’den çok daha fazla hizmet etti. Hem içeride hem de dışarıda verdiği zararlarla…
Bu nedenle ilkesizlik ve fikirsizlik AKP’nin sadece temel özelliği değil, aynı zamanda varlık nedenidir de…
Ama nereye kadar?
Tabii ki kullanım süresi dolana kadar.
İKTİBAS: TÜRK SOLU
http://www.turksolu.com.tr/lozan-filistin-kurdistan-akpnin-ilkesizlik-ilkesi-fikirsizlik-fikri/