“BİR ADAM YARATMAK” ÜZERİNE: “ÖZ SANATKÂRI TANIYAN GÖLGE ARTİST”İN TRAJEDİSİ – Tuğrul ÇELİK

“BİR ADAM YARATMAK” ÜZERİNE: “ÖZ SANATKÂRI TANIYAN GÖLGE ARTİST”İN TRAJEDİSİ – Tuğrul ÇELİK

TAKDİM: Türk Solu gazetesinde İBDA Mimarı Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’nun kitapları etrafında değerlendirmeler yapan Tuğrul ÇELİK Bey’in Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl KISAKÜREK’in “Bir Adam Yaratmak” ve “Tohum” eserleri ile ilgili değerlendirmelerini ilginize sunmak istiyoruz.

“BİR ADAM YARATMAK” ÜZERİNE:
“ÖZ SANATKÂRI TANIYAN GÖLGE ARTİST”İN TRAJEDİSİ

[Bir ağabeyim, hediye olarak ve içinde “bir solukta okunması” notuyla yollamıştı bana “Bir Adam Yaratmak”ı. Elime geçeli epey oldu ama dediği gibi bir solukta okudum.]

 

“TOHUM” YEŞERDİ

Necip Fazıl Kısakürek’in “Bir Adam Yaratmak”ına bakarken evvela geri dönüp “Tohum”a bakmak gerekiyor. “Tohum”dan “Bir Adam Yaratmak”a uzanan bir yol var çünkü. Daha doğrusu bir sıçrama var.

“Tohum” Milli Mücadele yıllarında, Maraş’ta geçiyor. “Madde”ye “ruh”la karşı çıkılan, Batı hayranlığı karşısında “öz”ün ön planda olduğu eserde “tohum” aslında Anadolu’nun ta kendisi.

1935’te sahnelenen “Tohum”da, “Bir Adam Yaratmak”ın da başrol oyuncusu ve Necip Fazıl’la da dost olan Muhsin Ertuğrul var.

Nedendir bilmiyorum, “Tohum” beklenen ilgiyi görmemiş. Hatta ve hatta Necip Fazıl’a, başarılı tiyatrocu Muhsin Ertuğrul’u kastederek, “Yaktın adamı, yazık oldu Muhsin’e” bile denmiş eleştirmenlerce…

Bu tavır Necip Fazıl’ı ne kadar etkilemiştir bilmiyorum ama belki de bu olmasaydı “Bir Adam Yaratmak” da yazılmayacaktı kim bilir…

1935’ten iki üç yıl sonra “Bir Adam Yaratmak” sahnelenecek, “Tohum” yeşerecek ve büyük beğeni kazanacaktır…

OYUN İÇİNDE OYUN

Necip Fazıl, “Eserleri içinde en bağlı olduğu eseri” olarak bahsediyor “Bir Adam Yaratmak”tan. “Kendisinin içinde olduğu, kendisinin konuştuğu eser”…

Gerçekten de öyledir, çünkü “Bir Adam Yaratmak”ta oyun içinde oyun vardır. “Bir Adam Yaratmak” kendi içinde “Ölüm Korkusu”nu taşır.

Pek çok oyuncu vardır “Bir Adam Yaratmak”ta: Husrev, Ulviye Hanım, Selma, Mansur, Nevzat, Turgut…

Ama asıl oyuncular üç kişidir: “Bir Adam Yaratmak”ın başrol oyuncusu Husrev, Husrev’in yazdığı “Ölüm Korkusu”nun başrol oyuncusu Mansur…

Ve bir de elbette, eserinde kendini konuşturan Necip Fazıl’ın ta kendisi… Çünkü “Bir Adam Yaratmak”, Necip Fazıl’ın hayatından, şiirlerinden, fikirerinden, eserlerinden mürekkep bir “eser”.

İÇİNDEN “HAKİKAT SIZAN” OYUN

Gazeteci Turgut’un “Bu oyunun her tarafından hakikat sızıyor” şeklindeki Husrev’i sıkıştıran ifadesi; yaşam, ölüm ve kader meselesi üzerine örülü oyuna sürekliliğini veren ifade bana göre.

Oyun içinde oyun demiştim ya “Bir Adam Yaratmak” için, oyunun içindeki “Ölüm Korkusu”nun yazarı da büyük bir “ruh çilesi” çekmektedir. “Bir Adam Yaratmak” da bir anlamda bu “çile”nin anlatımı.

Bu çekilen “ruh çile”si içinde Husrev’e “yazdığını yaşayan adam” denmektedir. Oysa Husrev’in “mesele”si, oyunundaki gibi “ölüm korkusu” değildir. “Gerçek sanatkâr”ı bilmenin ve bunu en korkunç haliyle öğrenmiş olmanın “sıkıntısı” içinde kıvranmaktadır o.

Deliriyor muyum yoksa gözümden birtakım perdeler mi kalkıyor?” diye sormasının kerameti de buradadır.

Gözlerindeki perde kalkarken hem “kendini” bilmekte hem de etrafındaki “dost” bildiği Şeref ve Nevzat tiplerini iyice tanımaktadır.

“GÖLGE ARTİST ÖZ SANATKARI TANIDI”

Hüsrev, bir adam “yaratmıştır” eserinde.

Çünkü sanmıştır ki, orası, yani sanatı, onun kendi dünyası, “iradesinin bahçesi“dir.

Orada “oyuncaklarıyla oynayan bir çocuk gibi başıboş“tur…

Orada “kulluktan çıkıyor gibi“dir…

Oysa öyle değildir ve “özgürlük hakikatin esiridir“…

Adam “yaratmıştır” ama ona bir “suret” çizmeli, bir “kader” de yazmalıdır. İşte Husrev burada dönüp dolaşıp kendisiyle karşılaşınca düğüm çözülür:

Suratsız ve kadersiz adam şahlandı. Zincirini kırdı. Elimden kaçtı. Ben insanım. Beni arkamdan vurdu. Suratsız ve kadersiz adam benim suratımı takındı. Kalıbımı giyindi. Kaderimin içine yattı.

Husrev, gerçekten de denildiği gibi “yazdığını yaşamaktadır” artık.

Yaratıcı neymiş, yaratmaya çalışarak” öğrenmiştir.

Gölge artist, öz sanatkârı” tanımıştır.

Ölüm Korkusu” Husrev’in eseridir, ama Husrev’in kendisi de bir “eser“dir aslında.

Ben şimdi tanıyorum Allah’ı. İlminin, sanatının karşısında aklımı veriyorum” der. Çıldırmaktadır Husrev ve sonunda akıl hastanesinin yolunu tutar.

Deli olduğu için değil ama… “İlminin sanatının karşısında aklımı veriyorum” diyerek tanıyıp aklını verdiği için ve bir de Şeref ve Nevzat gibileriyle aynı “açık hava”da gezmemek için…

Tuğrul ÇELİK

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: