AKP VE MÜTEAHHİTLERİ VATANDAŞIN DÖVİZİNE Mİ ÇÖKECEK? – Ali ÖZSOY
Türkiye rekor büyümüş (!)
AKP’nin ekonomi rakamları seçim sandıklarından çıkan sonuçlara benziyor. Vatandaş “Hayır”a mühürleri basıp duruyor ama gece TV’nin karşısına bir geçiyor mühür falan hak getire. Yine Reis kazanmış.
Ekonomide de geçen hafta çok müjdeli bir haber verdi AKP. Türkiye ekonomisi büyüme rekoru kırmış, dünya çapında ikinci olmuş. Tam %7.4 oranında büyüme sağlanmış. Ekonomi gaza basmış.
Ancak küçük, küçücük bir sorun var. Ekonomi %7,4 oranında büyümekle birlikte vatandaş yine de yoksullaşmış. Kişi başına yıllık gelir 10 bin 807 dolardan 10 bin 597 dolara düşmüş!
Haydaaa! Bu nasıl oluyor? Yani ekonomi büyüyorsa vatandaş ve ülke nasıl dolar bazında yoksullaşıyor? Şimdi şöyle. Basit bir açıklama yapalım. Büyüme oranı TL üzerinden hesaplanıyor. Türkiye ekonomisi lira bazında %19 büyümüş. Bundan enflasyonu çıkarıyoruz. Yani TL üzerinden fiyat endeksindeki artışı. Kalan oran Türkiye’nin büyüme oranını veriyor. Ama tabii dolar TL karşısında fırlayıp gittiği için bu dolar bazında Türkiye’nin küçülmesinin önünde engel olmuyor.
Yani iktidarın Türkiye için %7,4 büyüme oranı ilan ettiği 2017’de aslında dolar bazında ekonomimiz 863 milyar dolardan 851 milyar dolara düşmüş oldu. Hem de bu TÜİK’in yeni hokkabazlığı, yeni hesaplama yöntemiyle ulaştığı kendi sonucu. Daha önce yazdık. TÜİK AKP döneminde tam üç kere hesaplama yöntemini değiştirdi. Ne hikmetse her seferinde ekonominin küçüldüğü, krize girdiği dönemlerde oldu bu “düzeltmeler.”
Ve son düzeltmeyle 9.000 doların altında düşen kişi başına milli gelir bir şekilde 10 bin 800 küsur dolara çıkarılmıştı. Şimdi oradan yine düşmeye devam ediyoruz.
Yani dolar bazında yoksullaşıyoruz. Ekonomimiz küçülüyor. Hem de aralıksız 5 yıldır. Ama hayır! Algı operasyonu yapmayın. Sizi gidi algıcılar sizi! Büyüyoruz lan! Sen kimsin ya! Reis öyle diyor ya, ne diyorsak o!
Enflasyon rakamı
Büyüme rakamları hesaplanırken TÜİK tarafından yapılan önemli bir uyanıklığı da mutlaka not etmeliyiz. Bilindiği gibi Türkiye’de TÜİK’in enflasyon hesabına kimse güvenmiyor. TL’nin dolar ve euro karşısında %33 oranında değer kaybettiği 2016 yılında bile enflasyon güya %8,53’tü.
2017 yılında ise enflasyon %11,92 olarak hesaplandı. Böylelikle ilk kez TÜİK bile Türkiye’de çift basamaklı enflasyon olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Yine de bu hesaba çok fazla itiraz var.
Neden seçim sonuçlarıyla oynar gibi rakamlarla oynuyorlar. Enflasyondaki hile burada çok önemli. Eğer enflasyonu düşük gösterirseniz hem Türkiye’de güya fiyat istikrarı olduğunu ispat ederseniz hem de büyüme oranını yüksek gösterirsiniz. Örnek; 2017 yılında lira bazında %19’luk bir parasal büyüme varsa, enflasyonu da TÜİK’inki gibi %12 hesaplarsanız o zaman ekonomik büyüme (enflasyon etkisi dikkate çıkarıldığında) %7 gibi yüksek bir oran çıkar. Ama TÜİK’in her ay kafasına göre değiştirdiği ürün sepetlerini değil de vatandaşın gerçekten hayati tüketim ürünlerini, sanayinin ve diğer sektörlerin en önemli girdi ve gider kalemlerini içeren bir sepetle enflasyon hesaplansa sonucun %12’den çok daha fazla çıkacağı kesin.
Bu konuda Davutoğlucu Karar gazetesinden İbrahim Kahveci’nin tespitini örnek olarak verelim. TÜİK bu sene ulaşım masraflarındaki artışı hesaplarken, paralı yollar ve köprüler kaleminde nedense (!) Avrasya Tüneli, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Osmangazi Köprüsü’nü yok saymış. İşte böyle ufak tefek çakallıklarla TÜİK hem enflasyon oranını birkaç puan düşük hesaplıyor hem de enflasyondan arındırılmış büyüme oranını yüksek gösteriyor.
Ama ne çare?! 2013’ten itibaren Türkiye ABD doları bazında sürekli küçülüyor. Enflasyon da her yıl artıyor. Dünyada kendi klasmanında bu denli olumsuz göstergeleri olan tek ülke Türkiye.
Türkiye borç batağında
Tüm istatistik oyunları “seçmen kandırmak” için değil. Çünkü o işi artık çoktan geçtik. Seçim gecesi YSK’ya bir iki karar aldırıp hallediyorlar.
İstatistik sahtekârlığının iki amacı var:
1. Yurtiçinde memur, işçi ve diğer ücretlilerin maaşlarının artışını sahte enflasyon oranına göre saptamak ve düşük tutmak.
2. Yurtdışındaki finans çevrelerinden kaynak bulmak için ekonomik göstergeleri makyajlamak.
Birinci amaçlarını gerçekleştiriyorlar. Çünkü OHAL var. Normalde ücretliler gerçek enflasyonun altında kalan ücret artışını hemen anlar. Pazar torbası dolmayınca, ay sonu kira denkleşmeyince TÜİK’in palavralarının çok bir önemi kalmaz. Bu durumda grevler ve iş hayatında huzursuzluklar başlar. Beyaz yakalı ve kalifiye ise ve eğer başka fırsatları varsa işten ayrılır başka işe başlar. Ama Türkiye’de fiilen grev yasağı var. Zaten tüm sendikalar sinmiş durumda.
Muazzam oranda da işsizlik var. İstihdam arttı deniyor. En az 4 milyon yasadışı göçmenin olduğu yer de artar tabii. Ama işsizlik oranı açıklanırken bunlar işgücüne dahil edilmiyor. Türk insanı kendi vatanında ya köle ya işsiz aşsız… Kısacası seçimle iktidar değiştirme ve grev yolu kapalı olduğu sürece –diktatörlüğün basit tanımlarından biri- iktidar istediği gibi enflasyon açıklamaya ve ona göre yandaş de işverenleriyle birlikte ücret dayatmaya devam edebilir.
Bizden maaşlı, ücretli vatandaşa küçük bir tüyo. Son beş yılda lira düzeyindeki ücretinizin dolar bazında ne kadar düştüğünü hesaplayın, bir de şunu da unutmayın. Son beş yılda ABD Doları TL’ye karşı artmış olmakla birlikte tüm dünyada değer kaybetti. İşte halkın soyulması ve yoksullaşmasının size yansıdığı oranı bulursunuz.
İstatistik sahtekârlığında ikinci amaca gelirsek… Burada AKP çaresiz aslında. Yurtdışından kaynak yani borç bulmak zorunda olan haramzade bir çark var. Batı’dan kredi alırken ise ödediğiniz bir faiz var. Bu faizi finans merkezleri hesaplarken sizin enflasyon, büyüme oranınız, cari açığınız, bütçe açığınız ve borç stokunuza bakıyor. TÜİK aklı sıra işsizliği ve enflasyonu düşük (ve yine de çift haneli), büyüme oranını yüksek hesaplıyor. Ama bu makyaj yetmiyor. Çünkü cari açığınız, bütçe açığınız ortada. Borç stoku derseniz zaten adamlara borçluyuz. Onu en iyi onlar biliyor.
Ve böylelikle dünyanın en yüksek faizli borcunu Türkiye buluyor. AKP’liler “ey Batı bizi çökertemezsin” diye bağırıyor ama 2017 yılında İngiltere, Hollanda, Almanya ve ABD tüm vanaları açıp Türkiye’ye borç akıttı. Böyle faizle verirler tabii. Böylelikle 2016 yılında 405 milyar dolar dış borç stoku 2017 yılında 439 milyar doları aştı. AKP iktidara geldiğinde 2002’de bu sade 130 milyar dolardı. Böylelikle AKP ilk kez dış borç stokunu toplam GSMH’nin %50’sine dayadı.
Asıl faizci Mehmet Şimşek değil Tayyip Erdoğan
Geçen hafta çok önemli bir gelişme Türkiye ekonomisinin bir anda çöküşe ne kadar yakın olduğunu gösterdi. AKP iktidarı “rekor büyüdük” goygoyları yaparken ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek çok farklı bir açıklama yaptı. İnşaat sektörünün tehlike yaratmaya başladığını, ekonomik göstergelerin kötüye gittiğini, Türkiye’nin bir krize hazır olması gerektiğini söyledi.
Tayyip Erdoğan hemen yanıt verdi. Merkez Bankası ve Mehmet Şimşek’i arkasından iş çevirmekle ve faizleri düşürmeyerek ekonomik büyümeyi baltalamakla suçladı. Mehmet Şimşek’in istifa edeceği dedikodusu, İbrahim Kalın’ın bu iddiayı yalanlamaması ve Mehmet Şimşek’in istifa etmediğini açıklarken, edebileceğini ima etmesi bir günlük bir kaos yarattı. ABD Doları hemen 3,9’dan 4 TL’ye fırladı. Şu anda da 4,1 TL seviyesine çıktı.
Mesele ne? Faiz mi? Faizi Merkez Bankası belirlemiyor ki. Dış kaynak dedikleri Batılı finans kapital merkezleri belirliyor. Türkiye’de paşa paşa borç bulmak için bu faizi kabul ediyor. Merkez Bankası’nın faizi düşük tutmasının “tek yararı” AKP’li yandaş müteahhitlerin kamu bankalarından aldıkları (çoğu aslında batak olan) krediler için düşük faiz ödemeleri. MB’nin sözde düşük faiz politikası Türkiye’nin geri kalanına bu doların fırlaması, diğer tüm sektörlerin çok daha yüksek faizle borçlanması ve vatandaşın artık AKP sayesinde (!) ithal edilen buğday, fasulye, nohut, et dahil tüm temel tüketim malzemelerine fırlayan dolar ile daha çok para ödemesi olarak yansıyor.
Yoksa en büyük faizci AKP. Tüm Türkiye ekonomisi faiz ve borç batağında… Bir ülkenin faizciliğini faizin oranı değil borcun ve krediye bağımlılığın oranı belirler. Reisin faiz çıkışları İslamcılığından falan hiç değil. Bir tek yandaş inşaatçılar batmasın, sektör çökmesin, bir tek benim yandaşların düşük faizin tadını çıkarsın diye geri kalan tüm sektörler ve vatandaşlar 430 milyar dolar borcun altına en yüksek faizle giriyor.
Dövizlere el mi konacak?
Dikta geniş bir sermaye bloğuna dayanmıyor. 16 yılda oluşturulan yandaş, talancı ve üretici olmayan sermaye oligarşisi çok köksüz ve güçsüz. Güvensizlik içindeki AKP bu yüzden tüm Türkiye’yi batırma pahasına bu oligarşiyi ayakta tutmaya, şişirmeye çalışıyor. Ancak artık bu çark kendi kendini parçalıyor ve balon patlıyor.
Üç önemli gelişme. Biri yandaş bloğa dahil olan ancak 2002 yılı öncesinin güçlü sermaye grubu Ülker’in borç yapılandırması isteyip, ortaklık adı altında yurtdışına kaçması… İkincisi ise yandaş bloka dahil olmak için Garanti Bankası’nı yandaşların batık kredi çöplüğüne çeviren Doğuş Holding’in 6 milyar dolar miktarında borç yapılandırması istemesi ve hisse devrine gitmesi yani yine yurtdışına kaçma çabası… Üçüncüsü ise sapına kandar yandaş olan meşhur Cengiz Holding’in 3. Havaavalanı’nı bitiremeyeceği için iki yıllık kira ertelemesi yani devletten 10 milyar liralık hibe (!) talep etmesi.
Mehmet Şimşek o açıklamaları yapmasa sorunlar ortadan kalmış mı olacaktı? 2016 yılında cari açık (ithalatın ihracattan fazlası) 32,6 milyar dolarken 2017’de 47,1 milyar dolara çıktı. 2016 yılında bütçe açığı 29,3 milyar lira iken 47,4 milyar lira oldu. Türkiye belki de uzun süredir ilk kez hem cari açığın hem bütçe açığının aynı anda arttığı bir yıl yaşadı. Cari açık ithalat patlayınca artar. Bu ise en azından ithattan vergi gelirlerini arttırdığı için bütçe açığını düşürür. Bu dışa bağımlı ekonomimizin değişmez tahterevallisidir. 2017’de AKP ikisini de fırlatmayı başardı. Çünkü seçim politikası adı altında bütçeden yandaşlara muazzam paralar aktardılar.
Tüm gelişmeler ABD Doları’nın 2018 yılı bitmeden 5 TL’yi aşacağı, enflasyonun %20’leri zorlayacağı ve 2018 yılının sıfıra yakın büyümeyle kapanacağı yönünde. Ama önümüzde seçim var. Böyle bir kriz ve çöküş seçimden önce reis için felaket olur. Tek bir çare var.
Günah keçisi Mehmet Şimşek olabilir. Ancak bunun için doların 10 TL’lere fırlamaması için serbest döviz kuru sistemi terk edilmeli. Döviz alım satımı AKP iznine bırakılmalı. Vatandaşın döviz mevduatlarına da “kamu bankalarında altın fonu oluşturmak” adı altında el konmalı. Bu sayede bütçeyi sağlam tutup son ve nihai seçimi kurtarmayı planlıyorlar. Bunlar şimdiden tartışılmaya başlandı. Sermaye kaçışları hatta Aydın Doğan’ın da ne var ne yok satıp salması bundan.
Kapalı ekonomi ancak milli ekonomi varsa mümkün olabilir. AKP ise millinin tam tersi, gayrimilli bile olamayacak kadar talancı bir ekonomi yarattı. Türkiye’yi tamamen sattı. Şimdi en son şeker fabrikaları kaldı. Bu yüzden döviz rejimindeki değişiklik AKP’nin “Önlenemez Çöküşü”nü engellemez sadece Türkiye’yi daha şiddetli ve fırtınalı uçurumlara sürükler. AKP’nin ekonomi politikası artık çok büyük bir milli güvenlik sorunudur.
iktibas: http://www.turksolu.com.tr/akp-ve-muteahhitleri-vatandasin-dovizine-mi-cokecek/