Kültür ve Medeniyet Davamız Etrafında (3): İRFAN
4-) İRFAN
İrfan; bilme, anlama, sezme. İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun işaretlediği şekli ile; ”birşeyin nerede aranacağını bilme ve ne aradığını bilme.”…
Bilme, hakikate giden yolun işaretleri. Hakikate kanatlanmayan bilgi, irfan yolundan mahrum. Hakikat yoksa ucunda, sahibini merkep derekesine indiren yüke dönüşür bilgi… Biz gönül yükümüzden kurtulunca, dünya bizim olacak zanneden gafiller olduk, gönül yükünü bırakıp dünyayı yüklendik. Evvelâ kendimize yabancılaştık, bizi “biz” yapan gönül yükümüzdü, derdimizdi. Dünya yükünü hafifleten, gönlümüzde olandı. Şimdi omuzlarımız narin, kaslarımız yorgun. Hakikatin peşinde olmadığımız gibi, hakikati peşimizden sürüklemek istiyoruz.
İrfan; girdiğimiz bütün karanlıklardan bizi aydınlığa ulaştıran ışık huzmesi. Mum ışığına denk olsun kâfi, güneşe çıkarır bütün çıkmazları. Uzun ve tehlikeli yolculuğumuzun yol azığı, çöl sıcağında heybemizde susuzluğumuza su. Ruh azığı… Bizim kültür meselemizin temelinde ruhumuzun susuzluğu vardır. Heybemizde su olmayınca ya seraba kapılıp gidiyoruz ya da eşkıyanın elinden zehir içiyoruz kana kana. Öyle ki heybemize almadığımız suya küfredercesine zehri benimsiyoruz.
”İçtimaî hayatımızda yıkılan bir çok şeylere mukabil pek az şeyin yapılabilmesi derin bir kültür buhranı yaratmıştır. Bu vaziyette milletçe bütün enerjimizi, içtimaî bünyeyi kuvvetlendirecek tedbirler etrafında toplamamız icap ediyor” diyen Mümtaz Turhan, içtimaî bir istiklâl savaşı verdiğimizi ekliyor. Yıktık ve yerine hiçbir şey koymadık, bünye hastalığını tedavi zanneder oldu, tedavi kabul etmez hâle gidiyor. Buhran; tarihin en karanlık tüneli. Tünelden çıkaracak bir mum ışığı var mı?
Arif; irfan elbisesi giymiş şahsiyet. Buhran zamanları bu milletin bünyesinde mum ışığını taşıyanlar. Haçlı seferlerini de gördük, Moğol istilâsını da… Hakikat bu mum ışığının ucunda, güneşe varana kadar. İçtimaî bünyeyi kuvvetlendirip enerjimizi buraya odaklamak yerine, sahte kahramanların sahte hedeflerine müptelâyız. ”Filozofların aydınlatmadığı toplumu, şarlatanlar aldatır.” diyor Concordet. Ariflerimiz nerede? Mevcut sistem, ariflere tek seçenek sunuyor; inzivâ…
Şarlatanların bolluğu nedendir? Karanlıkta yanacak bir mum ışığına tahammülleri yok. Hakikat korkutuyor, korkuyorlar. Arif; “halk” ile “hakikat” arasındaki kapıyı aralayan. Sistem bu kapıya zincir vurdu. Arifler münzevî… “Ariflerin sorumluluğu” ortada dururken, onlardan beklenen inzivâya çekilmek değildir elbet… Dünya, buhranına çözüm ararken biz Lokman Hekim’in heybesinden bize armağan şifâ otunu sandığa koyduk, öylece gömdük toprağa… Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bir şiirinde dediği gibi;
”Doğu der ki Batı’ya, güneşi fethetsen de,
Ruh gerçeği bendedir, madde yalanı sende.”
Biz işte bu en büyük gerçeği, bütün “gerçek”leri kendine bağlayan asıl gerçeği bırakıp yalanın peşinde, yalanın mecnunu olduk.
Bütün gayretimizi öz sistemimizin inşâsı ve insanımızın ihyâsı için sarf edeceğimiz zamanda sahte kahramanlar, Batı’nın, ”Kendi krizleriyle baş etme yöntemlerini evrenselleştirerek risklerini azaltmayı başarmakla birlikte, mücadele ettiği diğer uygarlıkları da kendi merkezinde dönüştürme girdabına” (Ali Öztürk / Kriz Sosyolojisi – Batı Merkezciliğinin Yapısal Sorunları ve Kriz) sokmak için gayretimizi o yöne sarf ettiler. Bütün enerjimiz batının krizine bağlandı, harcandı. Enerjimiz serbest piyasaya kurban edildi. Demokrasi zindanına tıkıldı.
Biz, eşsiz bir sistem teklifini kendi bünyemizde tatbik ederek dünyaya telkin etmeye uğraşmak yerine ”serbest piyasanın” ve ”küreselciliğin” doğurduğu krizlere “ortak” olduk. Batı adamının öz krizinde debelenip durduk. İçtimaî hayatımızın yıkılan biricik parçası olan irfanımızı tekrar tahkim etmek ve ayağa kaldırmak şöyle dursun, kalıntılarını dahi un ufak ettik. Bu içtimaî savaşın zafere çıkacak bütün cephelerini, mevzilerini terk ettik.
Bizim krizimiz “irfan krizi”. Ne ”nerede arayacağımızı”, ne de ”ne aradığımızı” biliyoruz! Ne aradığını dahi bilmeyen ellerden sanat eseri çıkabilir mi?.. Çözümü nerede arayacağını bilmeyen siyasetçiden, gerçek bir çözüm teklifi gelebilir mi?
Bütün sahalarda yitirdiğimiz şahsiyet; ARİF… Mimar betonda ne aradığını bilmiyor. Edebiyatçı ebedî edebin sırrından bîhaber, nerede arayacak bilmiyor! Yine Üstad’ın dediği gibi;
”Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi çelik-çomakmış.”
İçtimaî bünyemizde oluşan hasarları giderecek, karanlığa mum yakacak şahsiyetlerden yoksunuz. Her alanda çelik-çomak oynamaktan başka bir şey yaptığımız yok. Bu oyunu bozan bir teklif, rahatımızı, konforumuzu kaçıracak bir teklif görmek istemiyoruz. Fakat kaybettiğimiz hakikat bütün korkularımıza rağmen doğmak üzere. Bir önceki başlıkta beyan ettiğim gibi ”akılda, iktisatta, hukukta” ve her alanda ahlâk elbisesini giydirecek, irfanın yeniden merkezde olduğu sistem ile buhranımızı aşıp, dünyaya, çağa seslenebiliriz ancak. İrfanın ahlâk elbisesi giydirmediği iktisadın faiz bataklığından çıkıp rant çukuruna düşmesi elzemdir. İçtimaî bünyeyi sarsacak her türlü hastalığın var olması mukadderdir.