AHMED ARVASİ’NİN İBDACI TAVIR DERGİSİYLE YAPTIĞI RÖPORTAJ (1987)
AHMED ARVASÎ’NİN
İBDA’CI TAVIR DERGİSİYLE YAPTIĞI RÖPORTAJ
(1987)
Yayına Hazırlayan: Gökhan YAMANGÜL
Geçtiğimiz sene yayınlamış olduğumuz bu röportajın o günkü takdimi:
TAKDİM
Esseyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin yeğenlerinden olan ve Üstad Necip Fazıl’ın muradı doğrultusunda o dönemin Ülkücü gençliğinde henüz hissiyat hâlinde bulunan İslâm inancını şuurlu ve adı konulmuş bir ideale dönüştürmek için senelerce mücadele eden ve eser üreten Ahmed Arvasî Hocamız’ın bugün 29. vefat yıldönümü.
Türk-İslâm Ülküsü adlı üç ciltlik ünlü eserinde milliyetçiliği İslâm fırınında pişiren ve din temelli bir yorum getiren, Türk Milliyetçilerine Türk Milletini değerli kılacak biricik vazifenin Allah ve Resûlü’nün nizâmını yeryüzüne hâkim kılma mücadelesi olduğunu telkin eden Arvasî Hoca’nın ayrıca “Kendini Arayan İnsan”, “İnsan ve İnsan Ötesi” ile “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” gibi Ehl-i Sünnet çizgisindeki bütün Müslümanlara yol gösterici ve hepsini kucaklayıcı kitapları da vardır.
Ömrü boyunca Türk’ün düşmanlarıyla İslâm’ın düşmanlarının aynı kaynaktan geldiğini ve İslâm’ı da Ehl-i Sünnet hassasiyetiyle anlamaya ve anlatmaya çalışan bu değerli insanın, son senelerde, başta Ülkücülük iddiasında bulunan kesimlerin bir kısmı tarafından “yokmuş” gibi “unutturulmaya” çalışıldığını esefle görmekteyiz. ADIMLAR olarak hocamızın üstündeki bu suskunluğu kırmak için onun belli başlı yazılarını zaman zaman paylaşmayı düşündüğümüz gibi yazarlarımız ve takipçilerimizden de ona dair çalışmalar beklediğimizin bilinmesini isteriz.
Ahmed Arvasî’ye yönelik suskunluğun arkasında, Türk’ü İslâm’ın, İslâm’ı da Türk’ün dışına itmek niyetinin olduğunu fark etmiyor değiliz. İslâmsız bir milliyetçiliğe ve Türk karşıtı bir İslâmcılığa prim vermeyen ADIMLAR çizgisi, Ahmed Arvasî Hoca’ya da hak ettiği ilgiyi göstermeye çabalayacaktır, inşallah.
Hocamız sağlığında dönemin İbdacı dergilerine iki kapsamlı röportaj vermiştir. Bunlardan ilki 1987 senesinde Tavır dergisine olup, aşağıda okuyacaksınız. Diğeri de 1988 sonbaharında Karar dergisi için Adımlar Platformu Genel Başkanı Ali Osman Zor ile Ali Hışıroğlu tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu ikincisi aynı zamanda Ahmed Arvasî Hoca’nın ömrünün son röportajı olup, kısa süre sonra vefat edecektir. İlerleyen günlerde Sayın Ali Osman Zor’un gerçekleştirdiği bu röportajı da yayınlamak niyetindeyiz.
1988’in 31 Aralık günü, her defasında olduğu gibi abdestini alıp daktilosunun başına geçen hocamız, son yazısını tamamlayamadan vazifesi başında vefat etmiştir. Onu rahmetle anarken, okuyucularımızdan ruhuna bir Fatiha beklediğimizi hatırlatır, dönemin İbdacı dergisi Tavır’a verdiği röportajı da olduğu gibi takdim ederiz.
Gökhan YAMANGÜL – 31 Aralık 2017
RÖPORTAJ
Soru: Çok genel bir yaklaşımla sorarsak; objektifinizi Türkiye manzarası üzerine çevirdiğinizde neler müşahade ediyorsunuz?
A. ARVASÎ: İnsanın hayata hangi gözle bakacağı biraz mizaç meselesi olduğu gibi, biraz da gerçekler karşısında tavır alışını temin eden birçok faktöre bağlıdır.
Bugün, “Türkiye’nin hâli çok güzel, mükemmelen 21. yüzyıla doğru en iyi adımlarla gidiyor” diyenler de var. “Türkiye batıyor, mahvoluyor” diyen çevreler de var. Tabiî bu, aynı zamanda bir iktidar muhalefet meselesi…
Şimdi ben, üzülerek söyleyeyim ki, (objektif bir tespit olduğunu zannettiğim için söylüyorum) İslâm âlemiyle beraber Türkiye üç asırdır çok perişandır! 18. 19. 20. asırlar, Avrupa için ne kadar bir zaferler çağı ise Türk ve İslâm ülkeleri için bir mağlubiyetler, sömürülmeler asrı olmuştur.
İslâm dünyasını ayakta tutan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, sömürgeleşmiş bir İslâm dünyası ortaya çıkmıştır. Afganistan’dan, Mısır’dan, Çin’den, Rusya’dan Afrika ülkelerine kadar yarı sömürge, tam sömürge hâlinde yaşayan bir Müslüman ülkeler manzarası. İşte Türkiye’nin hâli de malûmunuz… Hangi yollardan, hangi yıkımlardan geçti…
Artık bugün, Türkiye ve İslâm dünyası, kendini çok çeşitli renklerle tezahür ettiren emperyalist güçlerin boyunduruğundan kurtarmaya çalışmaktadır. Fakat görünen odur ki, bu boyunduruk çok şiddetli vurulmuştur. Hâsılı ben, İslâm dünyasının ve Türkiye’nin üç asırdan beridir yenik, mahzun, zelil ve perişan olduğuna inanıyorum.
Soru: Çizdiğiniz bu üç asırlık perişan tablo içinde kurtuluş hareketleri yok muydu? Veya varsa hangi seyirdeydi?
A. ARVASÎ: Elbette, herkesin kendine göre bir kurtarıcısı ve kurtuluş fikri vardı. Fakat bu umumiyetle dışarıdan ithâller şeklinde cereyan etmiştir. İslâm âlemi, kendisine İslâm âlemi dışında kurtarıcı fikirler, güçler aramıştır.
Bizde ise bu arayışlar, “Alman usûlü mü, yoksa Amerikan mandacılığı mı vs. daha iyi” şeklinde tezahür etmiştir. Ve hâlâ da kurtuluş reçeteleri dışarıda aranmaktadır. Bugün “aydın” dedikleri çevrede, bir tanesi dahi kendi kültürünün kaynaklarına inmemiştir. Bizim hocalarımız vardı; Almanya’da kalmış Almancı olmuş, Fransa’da okumuş, Freud’cu olmuş, Amerika’da yetişmiş, William James’ci olmuş… Sonra gelmişler bize sosyoloji, psikoloji anlatıyorlar. Katiyen biz değiliz. Tarihimizi dahi başkalarına yazdırmaya kalkmışlar. Mimaride, musikide aynı şekilde dışarıda arayışlar… Tabiî bu yalnız Türkiye’de olmamıştır. Bütün İslâm âleminde kurulan örgütler, şunlar-bunlar hepsi yabancı kökenli olmuştur.
Soru: Peki, şimdiki durum nedir?
A. ARVASÎ: Bu hâlin de bir tepki doğuracağı muhakkaktı. Hareketi kendinde arama gayretleri baş göstermesi gerekiyordu. Bu normaldi…
Bakın bizde, Tanzimat-Meşrutiyet döneminde Müslüman kitle müdafaada, aydın umumiyetle, yabancı kültürler adına taarruzdadır. Mustafa Reşit’ler, Ali Paşa’lar, Mithat Paşa’lar, İttihat Terakki, Jön Türk hareketi hep bize karşı taarruz halindedir. Müslüman kitlenin hareketi ise hep reaksiyoner hareketlerdir. Aksiyon yabancı güçlerde ve onların elemanlarında olmuştur. Haddizatında bu reaksiyoner tavır bir gericiliktir de… Bunu söylemekten korkmamak lâzım… Devamlı pasif konumda kalmak, bilmeden karşı çıkmak, sonuçta bütün empoze edilen şeyleri kabule götürmüştür. Şapkasıyla, kanunuyla, musikisiyle topyekûn gelip yerleşmişlerdir.
Hani, “alınız tekniği ile, ilmini batının” filân diyor ya Akif… Ama olmuyor işte. Adam geldiği zaman tam geliyor. “Sana tank vereceğim, silah vereceğim” demiyor sadece. “Bunları vereceğim ama şunları şunları da sen yapacaksın” şartını getiriyor.
Yani ortaya bir alternatif konulmamış. Devamlı statüko savunulmuştur.
Soru: Efendim, şimdiki durumu sormuştum…
A. ARVASÎ: Tamam oraya geliyorum. Kendini arama safhası ayrı bir safhadır. Bu, kendi özüne dönme hareketi, hammaddesi kendimiz olan bir medeniyet kurma çabasıdır.
İmparatorluğun taşlarından bir Selimiye çıkacağını ispat ettiği içindir ki, Mimar Sinan büyüktür!
Şimdi yeni yeni, reaksiyoner hareketler kendini işlemekte ve aksiyon hâline dönüşmektedir. Çağa yeni mesajlar vermenin arefesindeyiz. Reaksiyoner hareket bugün Türkiye’de ve dünyada aksiyoncu bir hâle geçecek ümidini vermek üzeredir. Fakat hemen belirteyim, henüz bu ümidi vermedi. Hatta bu hareketlerin birçoğu yanlış temele oturtulmuş, İslâm’ı saptırma tehlikesi ve gafleti içindedir. Bunlar içinde, “kaynak”tan yapalım iddiasıyla Sahabeye dil uzatacak kadar ileri gidenler olduğu gibi İslâm’ı sosyalist vagona takma gayretinde olanlar da vardır. Nurettin Topçu’yu bilirsiniz. Aynı şekilde H. Hatemi’de de aynı renkten çizgiler görüyorum. Biz bütün bu hareketler karşısında diyoruz ki, bizzat Kur’an-ı Kerim’e ve onun gösterdiği kaynaklara göre hareket edeceğiz. Bu da Ehl-i Sünnet Vel Cemaat yoludur. Sünnet ve cemaat ehlinin ışığıyla meselelere yaklaşmak gerekir. Bakın bu konuda Necip Fazıl Bey’in getirdiği çözümler çok sağlamdır. Ben bugün gençlere, onun eserlerindeki anlayışı tavsiye ederim. Bizim mütefekkirimiz, edibimiz, şairimiz, sanatkârımız Necip Fazıl’dır.
Soru: Peki efendim, O’nun “vasıta sistem” olarak nitelendirdiği “Büyük Doğu İdeolocyası”nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
A. ARVASÎ: “Büyük Doğu”yu çok severim ve ondan çok istifade ettiğimi belirtmek isterim. Ve hakikaten Necip Fazıl, bizim fikir babamızdır. Büyük Doğu mektebi de davaya giden yoldur. Büyük Doğu davanın adı değildir, davanın adı İslâm’dır. O, bizi DAVAYA götüren merhalelerden biridir. Kök olarak Büyük Doğu mektebinden yetişmişizdir. Büyük Doğu’nun da davasının ne olduğunu bilerek Büyük Doğu’cu olmak gerekir. Ve ben, bu konuda Necip Fazıl’ı tavizsiz bir üstat olarak bilirim. Fikirlerinin bugünkü Türk gençliğine büyük tesiri olacağına inanıyorum.
Ben kendi adıma söyleyeyim, Büyük Doğu’nun davasının ne olduğunu bilerek Büyük Doğu’cuyum.
İslâm âleminin 20. yüzyılda yetiştirdiği ender dâhilerden biri Necip Fazıl’dır. Hatta diyebilirim ki, Türkiye’nin tek Nobel adayı O’dur… Ama hiçbir zaman alamayacak olan da yine O’dur.
-Teşekkür ederim.
TAVIR DERGİSİ, 2. Dönem, Mayıs 1987, Sayı: 2, s. 11,12