BİNLERCE YILLIK SAPKINLIK
Binlerce yıl önce yaşananların Mutlak Kayıt’ından:
“Firavun: ‘Size izin vermeden ona imân ettiniz ha? Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz; and olsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!’ dedi.” (Tâhâ / 71)
Ve binlerce yıl sonra, bugün:
Özhaseki: Tayyip Bey izin verirse Yavaş’la televizyonda tartışmak isterim… (https://sptnkne.ws/kRPw)
Özhaseki’nin bu beyanı, sadece kendisi gibi Belediye Başkanlığı adayları için değil, iktidarı teşkil eden Genel Başkan Yardımcılarından, Beştepe’ye biat etmiş en ufak bürokratına kadar içerisinde bulundukları ruh hâlinin –“imân sarhoşluğu”nun– bir ifâdesi…
“Siyaset üstü”, “ikinci Peygamber”, “desteklersen bütün günahların affolur”, “Allah’ın bütün vasıflarını üstünde toplayan lider” gibi söylemlerle kendisine biat edenlerin taçlandırdığı bu “imân” biçimi, Beştepe tarafından reddedilmediği gibi, taltif edilerek kabul görmüş, takdir edilmiştir…
İnananlar razı, inanılan razı; dolayısıyla bize söz düşmez diyeceğim ama, aradaki binlerce yıllık farka ve çok daha önemlisi Allah Kelâmıyla reddedilmiş bir anlayışa, üstelik “İslâm çevresi”nde neredeyse birebir benzerliklerle rastlamanın İlâhî ihtar ve mucizesine şahidlik edip, reddedebilmeyi nasib eden Allah’a şükretmenin bir gereği olarak hatırlatmalıyım…
Firavun’a inananları tarafından “mutlak”lık izafe edilmesi ile, bugün Beştepe için söylenenler arasında ne fark var?..
Özhaseki’nin ifâdelerinden buraya gelmem boşa değil; tabiî ki partilerde, teşkilâtlarda, örgütlerde ve şirketlerde lidere bağlı olarak hareket edilir, bunda ters bir şey yok… Burada mesele, bir parti adına aday olup söz söyleme hakkına talip olan adamın, rakibiyle konuşmak-tartışmak için dahi izin istenmesidir…
İşin aslı, “izin isteme” ve “izin lutfetme” sistemi, binlerce yıl önce Mısır’da yaşandığı gibi, bu “inanç”ı tartışmaya açacak, kitlelerde şüphe uyandıracak en ufak bir “falso”dan duyulan korkunun düzenidir…
HAYÂLKIRIKLIĞI MUKADDER
Vallâ, Erdoğan’ın işi zor… Herkes, her mesele için izin istemekte kendisinden…
Fakat Özhaseki’nin “dileyiş”indeki hararetten de görünen o ki, bunu isteyen bizzat kendisi!.. Bırakın binlerce belediye başkan adayını, iç politika, dış politika, ekonomi, adalet, tarım, ticaret, su, elektrik, doğalgaz, patates, domates ve saireye kadar, ilgili mevzu etrafında parti sözcüsünden en alttaki bürokratına kadar kim varsa konuşmak için “izin” istemekte… Kendisinden izin dilenen de “lutfedici” olmaktan memnun…
Aslolan kendini ve ideallerini-hedeflerini kitlelere bildirmektir… Çıkarsın bir televizyon kanalına konuşursun rakibinle… Partisi adına rakip gördüğü diğer bir parti temsilcisi karşısında kendince Hakkın, doğrunun, güzelin, adaletin tecellisi veya savunmasını yapmak için bir fâniden izin alma gereği duyuluyorsa burada bir sakatlık var… Erdoğan 17 yıldır böyle bir inisiyatif tanımadı… Partisinde hakikati bir zerre dile getirene gösterdiği muamele malûm… Yine 17 yıldır yapılan televizyon programları da malûm; 3 yandaş gazeteci, önceden hazırlanmış çanak sorular, program boyunca “dış güçler”, “bekâ”, “hainler”, “vatan”, “bayrak”, “ezan” gibi kutsalları istismar…
Menfaate dayanan birlik ve beraberliklerin ömrü de menfaatle sınırlıdır. Sihirbazlar, imân etmeyip Firavun’u desteklemeye devam etselerdi, Firavun’un katında makbûl kişiler olacak, belki nimetler içinde yüzeceklerdi. Ancak, kalbleri imâna açılıp kendilerine hidayet verilince, bâki olan ebedî nimeti; fâni, yani geçici olan rahatlığa tercih ettiler ve Firavun’un tehditlerine karşı:
“Bize gelen apaçık mûcizelere ve bizi yaratana, seni tercih edemeyiz. Dolayısıyla sen, yapacağını yap! Sen, ancak bu dünyada hükmünü geçirebilirsin! dediler.” (Tâhâ, 72)
Kısaca; sabahleyin kâfir bir hüviyetle Hz. Musâ’nın karşısında müsabakaya çıkan sihirbazlar, kısa bir müddet sonra kolları ve bacakları çapraz kesilerek, hepsi de birer mü’min olarak şehîd olma şerefiyle Cenâb-ı Hakk’a kavuştular.
Aklıma muktedirin dünyevî cezalarından çekinip hakkı söyleyemeyen siyasîler ve din adamları geliyor da “Yarabbi!” diyorum; “dünyevî korku ve menfaat uğruna ayaklarımızı kaydırma!”…
Firavunlaşanlara da, ona İlâhî vasıflar atfedenlere de, buna ses çıkarmayanlara da, tıpkı Firavunun yaşadığı gibi bir “hayâlkırıklığı”nı bu dünyada da yaşat!
Hüseyin Göktürk TURAN