AYDIN ALKAN RETROSPEKTİF RESİM SERGİSİ ve KONUŞMASI
Ressam gönüldaş Aydın Alkan’ın geçmişten bu güne eserlerinden oluşan retrospektif resim sergisinin, geçtiğimiz Pazar günü (24 Mart 2019) düzenlenen “Ünsal ZOR’un Şehâdeti Vesilesiyle” başlıklı program sırasında açılışı yapıldı.
“ÜNSAL Zor ve Kumandan’ı Salih MİRZABEYOĞLU’na İthâfen” hazırlanan serginin açılışı, ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu Genel Başkanı Sayın Ali Osman ZOR tarafından gerçekleştirildi.
Açılış öncesinde Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 22 Ağustos 2014 tarihinde resim sanatı etrafında ressam gönüldaşımıza hitâben gerçekleştirdiği sohbetten bölümler sinevizyon eşliğinde katılımcılara izletildi.
Ardından Sayın Alkan’ın “resim sanatı etrafında” değerlendirmelerini konu alan konuşmasına geçildi…
Sergide, gönüldaşımızın Metris, Bandırma ve Bolu F Tipi Cezaevi’nde sergilediği eserler yanında, 12 Şubat 2014 tarihinde “Şehîd Nuray ZOR’a İthâfen” hazırlayıp sergilediği, fakat çoğunun 25 Mart 2015 tarihinde Ünsal ZOR’un şehâdetiyle sonuçlanan ADIMLAR Dergisi’ne düzenlenen bombalı saldırıda enkaz altında parçalandığı eserlerinin tıpkı basımı yanında, söz konusu saldırıdan kurtulan eserlerinin orijinalleri de yer almakta…
Sergide Alkan’ın Bolu F Tipi Cezaevi’nde bulunduğu sırada 2003 yılının Ramazan ayı içerisinde hazırladığı 21 eserden oluşan, o dönem A-6 / 16 hücresinde bulunan “Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na Özel” sergisinden parçalar da yer almakta… Söz konusu eserlerden Kumandan’ın “Elif” adlı eserinde yayımlananlar yanında, Büyük Muzdaribler 2. Cilt, Başyücelik Devleti, İBDA Diyalektiği, Müjdelerin Müjdesi ve Yaşamayı Deneme adlı eserlerinde yayımlanan çizimleri de izleyicilere sunulmakta.
Satışa sunulan resimler yanında, Ressam’ın, Kumandan’ın TELEGRAM suikastine uğradığı 4 Mayıs 2018 tarihinde, mevcut hâliyle bıraktığı “ÜÇ IŞIK” çalışmasıyla birlikte, suikast öncesinde hazırladığı 3 farklı eser daha yer almakta…
56 eserden oluşan sergi, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Telegram Suikastine maruz kaldığı 4 Mayıs’ın yıldönümü olan 4 Mayıs 2019 tarihine kadar açık duracaktır.
RESSAM AYDIN ALKAN’IN KONUŞMASI
Konuşmasını daha çok “teorik” plânda hazırladığını, fakat, yayınlanması öncesinde izlediği “Kumandan’ın sohbeti”ndeki bölümler vesilesiyle konuşacağını ifâde eden Alkan, şunu ifâde etti:
“Aslında hemen hepimizin fark edeceği gibi Kumandan, “resim sanatı” etrafında sohbet ederken, kendisine muhatap olan bütün bağlılarını ve hatta hayatını mevzuuna adamış bütün samimi sanatseverleri, ilim adamlarını, dava sahibi insanları ilgilendirecek çapta hayatî inceliklerden bahsetmekte…
Sohbetin yayınlanan kısmında olmasa da devamında geçen bir mesele olarak şu: “İnsandan çıkan her şeyin insanî bir tarafı vardır.”
Kabalığın, softalığın, hamlığın, yobazlığın tam karşısında duran ve istisnasız bütün insanlığı kuşatacak çaptaki bu genişlik karşısında, sadece “anlamayan veyahut anlamadığı için karşı çıkan” insan tipi durur ki, bunun din yobazı ve küfür yobazı hâlinde karşılıklı birbirini dileyen kutupları bir yana, -resim sanatı özelinde devam edelim- güya resim sanatı etrafında tartışanlar dahi işin bam teline geldikleri noktalarda meseleyi sonuna kadar götürmekten kaçınılıyor… Daha doğrusu “dır” ve “tır” hükmü verme kolaycılığına kaçılıyor.
Zira bir şey hakkında gerçekten sonuna kadar gidebilecek bir fikir disiplinine sahip olmaya yanaşılmıyor… Her mevzuda olduğu gibi, sanatta ve hususiyle resim sanatında bu böyle…”
YOBAZ VE RESİM
İslâm’ı nefsinde kokutan “Kaba Softa Ham Yobaz”ın Üstad’ın ifâdesiyle; “her sahada, asla anlayamadığı ve iç yüzünü göremediği tecelliler karşısında papağan gibi hep aynı reaksiyonları göstermesi”nin resim sanatının İslâm’a nisbetle yeri ve değerinin anlaşılmasının karşısında da en büyük engelci olduğunu işaret eden değerlendirmelerde bulunan Alkan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Resmin İslâm’da haram olması” genellemesi etrafında hüküm verenler ve “resmin her yönüyle helâl olduğu” etrafında süzgeçsiz değerlendirmeler yapanların umumiyetle “niçin haram” ve “ne bakımdan helâl” gibi temel problemlere kestirme yaklaşımlar sergilediklerini müşahade etmekteyiz.
Resme “külliyen haram!” hükmünü basan kişinin tersinden resmin müsbet tesirini doğrulayıcı tarafıyla, Batı sanatı karşısında yaşadığı kompleksle “her yönüyle helal” hükmünü verip Batılının “güzel”le ambalajlanmış küfür muhtevasına avlanan adamın başıboşluğuna şahit olmaktayız.”
Türk resim sanat anlayışının, Batı resmi ve ressamı karşısındaki durumuna da değinen Ressam, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun Doğu-Batı değerlendirmelerine atıfla şunları ifâde etti:
“Batılı ressamda olup da bu coğrafyanın nakkaşlarında kaybolan şey, gerçek bir varoluş çabasıdır her şeyden önce… Hayatını, sonuna kadar sanatına adamak. İnsandan çıkan her şeye dikkat kesilmek… Bulduğuyla yetinmeyip her şeyi kurcalamak. Çözümsüzlükle karşılaşınca kolayından sırt çevirmeyip, sonuna kadar bununla yüzleşmek, düşünce konforunu bozacak kriz durumlarından kaçmayıp, OLUŞ SIRRInı bulmak uğruna hayatını kendi kendisine zindan etmek…”
Konuşmasının bu noktasında “Bu tavrın en başta bir mü’min tavrı olduğunu ifâde etmeye gerek var mı?” sorusunu yönelten Alkan, yine Üstad Necip Fazıl’ın Yobaz hakkındaki “insandaki en büyük ilahi nimet olan, “ruh ve fikri”; “bekçi sopası”, “tulumbacı narası” ve “yurya çığlığı”yla boğmaya kalkışan; böylece inanışları kör ve havasız nefsaniyetine indiren insan kılıklı, “insan tersi” ifâdelerinin ilk elde kendisini gösterdiği ve fikirden nefret eden Yobaz açısından bedahet derecesinde reddedilen “nü-çıplak” resim etrafında yapılan “anlamadığını reddeden” tavrına temasla şu değerlendirmeleri yaptı:
“Ressamın ortaya koyduğu “çıplak-nü” resme bakarak kuru kuru sırıtan ve kestirmeden “haram” fetvası basıp susan adam “İslâm adına” bu hükmü verirken neyi gözden kaçırmakta veya gözlerden kaçırmaktadır?
“Küfrün kaynağını bilmeyen gerçek imânda olamaz” ölçüsünden haberdar olan, “mümin, kâfirin putta aradığını bilse mecazi imandan usanırdı” ürpertici hakikatini duyan bir insan, hele ki “İslâm’da olur olmaz yere ‘dır’ ve ‘tır’ yoktur” ihtarını bilen insan nasıl olur da kestirmeden bağıntılarla bir mevzuyu hâlletme kolaycılığına girebilir?”
Resim sanatına külliyen haram diyen yobaz tavrı bir yana, resmin mübah olduğu yerlerde değerlendirme yapanların, iş “nü-çıplak resim”e gelince beyan ettikleri fikirlerin gerekçelerinde “yobaz”a hak verdiklerine dikkat çeken Alkan, Müslüman olmayan Batılı sanatkârın “kadın” fikrini ve kalıbını resmetmesindeki tabiîliğe dikkat çekici şu değerlendirmeleri yaptı:
“Dün burada yaptığımız İstişare Toplantısı sonrası gece geç saatlerde devam eden sohbette “eşya konuşuyor” ifâdesi geçmişti… Herşey ve her varlık kendi varlığını-özünü yaratıldığı kalıp-şekil ve BÜTÜNLÜK içerisinde tezatsız olarak ortaya koyar ve “görünür”e çıkarken, kendisini bildirebilme sorumluluğu içinde olan insan, “var oluş” problemi ile birlikte bu bütünlüğü kavramaya memur…
Bütün sermayesi gözü, eli olan ve varoluş hummasını sanatında arayan Batılı bir ressamın, bütün yaratılmışlar içinde “kadın”ı başa almasından daha tabiî ne olabilir? Varlık karmaşası içerisinde varoluşunu yaşamak ve sukûna ermek isteyen bir Erkeğin, bunu kadında aramasından daha tabiî ne olabilir? Büsbütün nefsinin aktığı bir “fikir” ifâdesi olarak kadın…”
Bu noktada Üstad Necip Fazıl’ın vefâtından önce kaleme aldığı son şiirlerinden biri olan “Kadın” şiirini hatırlatan Alkan, söz konusu şiirin ilk ve son kıtalarını katılımcılara okudu:
Kalıp değil fikir…
Elmas sorguçlu fakir;
Açıkta sırrı bâkir;
Kadın…
(…)
Bir işaret, bir misâl;
Ayrılık remzi visâl…
Allah’a yol bir timsâl;
Kadın…
BÜYÜK RESSAMLARIN “ESER”DE ARADIĞI “HAKİKAT”
Alkan, sözlerine şöyle devam etti:
“Erkeğin nefsinin aktığı” ifâdesini kullanmış olsak da kastedilen şehvânî ve hayvanî nefs değil, bilakis “oluş” hâlindeki “ruh”tur… Mustarip Batılı ressamların varlığının tam karşılığı olarak aktığı kadın kalıbında aradığı şeyin sadece şehvet duygusu olduğu düşüncesiyle sırıtmaktansa, o kalıpta aradığı, fakat bir türlü bulamadığı, yine aradığı ve her defasında tekrar tekrar döndüğü bu biçim-kalıp-şekil-formun özünü yakalama çabasındaki ISRAR KEYFİYETİNİ ve o kalıpta muhasebe ettiği nefs-varlığı ve FİKİRi anlamak ve takdir etmek gerek…”
“İşin İslâm estetik plânındaki temel ölçülerine gelmeden “insan ve insanî olana dair” gerçekleştirilecek bu yaklaşım, en başta bir mevzuyu anlamak ve sanatçının hürriyetine yakınlık kurmak için gerekli” olduğunu ifâde eden Aydın Alkan, sözü, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Gölgeler” adlı romanı başta olmak üzere, bir çok eserinde atıf yaptığı Emile Zola’nın “Eser” adlı romanına getirerek şöyle devam etti:
“Zola’nın Eser Romanı’nı alalım ele… Eğer Ressam Claude’un kadında aradığı şey şehvet olsaydı, “canlı”sı dururken, çizdiği kadın tablosunun karşısında kendisini asar mıydı? Hiçbir nefsanî arzunun doyuramayacağı, “hakikat nedir?” temel problemi karşısında ürperen bir ressama, “gerçek” oluşuyla övünen Christine mi, yoksa ızdırabının mücessem ifâdesi olan eseri daha yakın gelir?
Üstad’ın POETİKA’sında Şair için ifâde ettiği hususu Ressam için tekrar edersek:
“Ressam, san’atının olanca “nasıl” ve “niçin”iyle şekil-biçim mevcelerini tasaaruf cehdine memur…”
Ve bunun istisnâsı yoktur…”
Resim Sanatı’nın muhtevâdan bağımsız olarak ressam için ifâ ettiği rol etrafında değerlendirmelerine devam eden Alkan, işin nihâyetine dair şu tesbiti yaptı:
“İnanan olsun olmasın Mutlak Hakikat arayıcısı olan Şair’in kelimelerle eğlediğini, görünür biçimler etrafında arayandır ressam… İnanma da, ister nefsi hesabına kendi iç aksiyonuna, ister aradığı ideal güzelliğe, isterse şu-bu estetik anlayışa ait olsun, gerçek mustarip ressam için şuurlu veya şuursuz arayışın muradı “Mutlak Hakikat Allah”tır… Ressam ister “çarmıhtaki İsa”yı, ister nü-çıplak Olympia’yi, ister bir çift ayakkabıyı tablolaştırsın, bir Müşahit sıfatıyla ruhunu kattığı ve kapıldığı ‘Eser’inde bulmak istediği, bulur sandığı Asıl ve Gerçek Müessir Olan’dır; Allah’tır… Gerçek sanatkâr vecdinin “sır ve güzellik yolundan” aktığı mecrâ…”
Konuşmasının sonunda resim sanatı etrafında yapılan genellemelerin sakatlığına da değinen Ressam, sözlerini şöyle tamamladı:
“Elbette her mevzu olduğu gibi, resim sanatı mevzuu da Kumandan’ın ihtar ettiği gibi “kestirmeden bağıntılarla” hâlledilemez!.. Bu çerçevede ne kadar kaçınsak da yine de kurtulamayacağımız bu “genelleme” hastalığından kaçıcı olmak maksadıyla sarfettiğimiz sözlerimizi bir “önsöz-giriş” mesabesinde kabul ediniz ve devamı hâlinde söylemek, yazmak ve resmetmek istediklerimizi bu seminerimizle tartınız.
Bu çerçevede Kumandan Mirzabeyoğlu’nun gerek 29 Kasım Konferansı’nda “resmin bir fonksiyon icrâ etmediği” ihtarı, “resim içerisinde Batı’da çıkan akımların burada bir karşılığının olmadığı”, “resmin kişi zevkleri hâlinde başıboş bir alan olmaktan önce, bir fikir mevzuu olması gerektiği” ve “ressamın eserine nasıl bakılması gerektiğini izâh zorunluluğu” gibi temel meseleler yanında; “Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur”, “resim redd kökündendir”, “suretler olmasa manalar ebediyen tecelliye gelmez” gibi temel terkibî hükümler çerçevesinde çalışmalarla inşallah tekrar karşınıza çıkmak ümidiyle, teşekkür ederim.”
SANAT VE SİYASET
Konuşmasının sonunda katkıda bulunmak isteyen veya sorusu olanlara söz veren konuşmacı, Şükrü Keskin gönüldaşın “Resim, Sanat ve siyaset arasında ne gibi bir ilgi var?” sorusunu şu şekilde cevaplandırdı:
Güzel’in peşinde olan, ‘güzel’e meftûn olan sanatçı, ressam varlığıyla politizedir, siyasîdir. Sanatıyla beraber siyasî bir kişiliği vardır. Mevcut siyasî düzeni düşünürsek, bu çirkin, kötü ve yanlış olan düzenin inşâsının kötü-çirkin-yanlış yönüyle “sanat” vasıtasıyla inşâ edildiğini göz önüne alırsanız, bundan asıl müteessir olan / olması gereken sanatçı, bu “karşı sanat” anlayışının tam karşısında durarak sanatının mücadelesini vermekle mükelleftir. Hattâ her tülü çirkinliğe yol verici bu “sanatın istismarı yoluyla” yürütülen mevcut Çirkin Düzen’in siyasî saldırıları karşısında, sanatçı, “güzelliğin diktatörlüğü”nü kurma mücadelesini, bunun Dünya Görüşü’nün hâkimiyetini sağlayıcı bir hedef içerisinde vermekle yükümlüdür.”
“Allah Resûlü’ne hakaret içeren karikatürcülerin “sanatçı” sayılıp sayılamayacağı?” şeklindeki soruya, önceki cevabına bağlı olarak karşılık veren Alkan, şunları ekledi:
“Batı’da umumî olarak Picasso’dan sonra Resim Sanatı’nın ve Ressam tavrının kaybolmaya yüz tuttuğu tartışılan bir hakikat… Öte yandan “eser”ine bakıp ressamı değerlendirebileceğimiz gibi, şahsiyetten yola çıkarak da eserini değerlendirebileceğimiz İBDA Külliyatında harikulâde bir şekilde ortaya konmuştur. Buradan yola çıkarak, siyasî-politik yönüyle kitlelerde karşılığını bulması açısından pek elverişli karikatür eserlerinde “dünya görüşü” muhtevasının görünürlüğü ile, “resim sanatı”nın herhangi bir dünya görüşünden bağımsız olarak değerlendirilebilecek MÜŞTEREK insanî tutumu bir ve aynı değil… Varoluşunu resim sanatında arayan ressamla, aynı şeyi çizginin basit fakat güçlü bir ifâde biçimi olan karikatür sanatında arayan arasında “âlet” rolü olarak pek bir fark olmasa gerek… Her ne kadar resim sanatındaki “derinlik”e bilinen mânâsıyla karikatürde pek rastlanmasa da… Ortaya konulan “eser”den yola çıkacak olursak, Allah Resûlü’ne hakaret içeren bir karikatürle –kastettiğiniz bu olmasa da- Eski büyük ressamların “nü-çıplak resim”lerini bir tutamayız. Konuşma boyunca bunun gerekçelerini ifâde etmeye çalıştım… Söz konusu “karikatüristler”, az önce bahsettiğim “karşı sanat” anlayışının birer icrâcısı, savaşçılarıydı. Ve Charlie Hebdo baskınını gerçekleştiren Sanatçılarımız tarafından hak ettiklerini buldular…
Biliyorsunuz, Kumandan Mirzabeyoğlu, Kuaşi kardeşler için de ifâde edebileceğimiz şekilde “kahramanlar” için “şair olduklarını bilmeyen şairler” der… Allah Resûlü, “öldürürken dahi güzel öldürünüz” buyuruyor ya; işte bu mânâda da söz konusu eylem tıpkı 11 Eylül 2001 taarruzu gibi ayrıca GÜZEL bir SANAT ESERİdir…”
*
İBDA Mimarı’nın ortaya koyduğu eserler bütününün ifâdesi olan İslâm’a Muhatap Anlayış davasının bütün sanat dallarında olduğu gibi, resim sanatında da karşılığının ortaya konulması davasını “insandan çıkan her şeyin insanî bir tarafı vardır” ölçüsü etrafında değerlendirmeye çalışan Aydın Alkan’ın konuşması sonrasında, serginin açılışı, Platform Genel Başkanı Sayın Ali Osman ZOR tarafından gerçekleştirildi.
ADIMLAR Dergisi
Üç Işık:
1- “Efendi Hazretleri”, 2- “Necip Fazıl Kısakürek”, 3- Çile Tâcı / Salih Mirzabeyoğlu