VİDEO: SALİH MİRZABEYOĞLU VE RESİM SANATI ETRAFINDA SOHBET

VİDEO: SALİH MİRZABEYOĞLU VE RESİM SANATI ETRAFINDA SOHBET

Geçtiğimiz Pazar günü (24 Mart 2019) ADIMLAR Fikir-Kültür-Siyaset Platformu’nun Çağlayan’daki merkezinde “Ünsal Zor’un Şehâdeti Vesilesiyle” gerçekleştirilen programda, Ressam gönüldaşımız Aydın Alkan’ın “Ünsal Zor ve Kumandanı Salih Mirzabeyoğlu’na ithâfen” başlıklı retrospektif resim sergisi açılmıştı…

Yurtiçi ve yıurtdışından yoğun bir katılımla gerçekleşen programın başında, Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’nun 23 Temmuz 2014 tarihinde cezaevinden tahliyesi sonrası, 22 Ağustos 2014 Cuma günü sürpriz bir şekilde görüşme şansı elde eden gönüldaşlarımıza hitâben, “resim sanatı” çerçevesinde gerçekleştirdiği sohbetten 17 dakikalık bir bölüm sinevizyon eşliğinde yayınlanmıştı.

Programa katılma şansını bulamayan takipçilerimiz için, söz konusu sinevizyon gösterimini, metni ile beraber aynıyla paylaşıyoruz.

ADIMLAR

 

 

(Aydın Alkan’a hitâben)… Sen bir ara iştikaktan gidiyordun?

Aydın Alkan: Evet Efendim.

Ondan sonra, o incecik kalemlerle filân bir şeyler yapıyordun… O şey çok espriliydi onlar, yani şey olarak; iştikak…

Aydın Alkan: O tarzın devam etmesini istiyorsunuz?

Yo yoo, devam etmesini istiyorum da, şey tarzı işte, bizim şeyimiz yok, imkân… Hani insanlar böyle karikatürvârî tarzda… Yani illâ karikatür marikatür olması gerekmiyor…

Aydın Alkan: Tabi.

Senin özel bir şeyin var, özel bir buluşun var!.. Ben “mühendis ressam” diyordum, (gülerek, Telegramcılarla olan diyaloglarına atıf yapıyor) sen de diyormuşsun ki, “resimden anladığımı söylüyor” diyormuşsun (Anlaşılmıyor)…. Telegram’ı söylüyorum. Telegram anlatıyor!..

Aydın Alkan: Evet… Şu ân sıkıntı aynı yoğunlukta devam ediyor mu, Telegram? Merak ettiğim için…

Şu ânda… Şimdi o şey, Telegram, yani %80, %85, %90, hattâ bazen %95… Şimdi bu, koltuğun içinde (Anlaşılmıyor) ondan sonra sen onu istediğin zaman çekersin, istediğin zaman salarsın.

Aydın Alkan: Evet.

Şimdi, salması budur yani. Anlatabiliyor muyum? O mânâda böyle, hani şey “tesiri azaldı, çoğaldı”dan ziyâde, onun inisiyatifinde olan bir hâdise yani… Anlatabiliyor muyum?.. İstediği zaman çeker, istediği zaman bırakır… Akşam zaten hastaneye gidecektik Check-Up’a filan… Ondan sonra, kendim şeydeyim, sıkıntıdayım… Ondan sonra, bir de o, onun üzerine “hazır bulmuşum gereyim” dedi, sabaha kadar, biraz elektrik verdi biraz şey yaptı falân, işte yattık kalktık… Hiç konuşması bitmedi yani…

**

 

Şimdi, içerde (Anlaşılmıyor) filân hatırlıyorum ben… Böyle bazı şeyler vardır, çizgiyi böyle daha çok şey olur böyle. Çizgi…

Aydın Alkan: Avantajları var.

Kendine hâs bir dili vardır… Çok hoş şeyler geldi aklıma… Dedim “bunlar tam Aydınlık!” dedim… (Anlaşılmıyor) Çalışmalar (Anlaşılmıyor) yani bunlar şey tarzı tabi bir yerde de… (Anlaşılmıyor) arkadaşlara filân da söylüyorum (Anlaşılmıyor)… Şimdi orda herkes (Anlaşılmıyor)… En azından umumî olarak da tabiî rahatça söyleyebilirim. (Anlaşılmıyor) seninki başka, senin bir âşinalığın var.

Aydın Alkan: Tabi.

Yani şey aşinalığı, zaten mevzu da budur yani… Anlatabiliyor muyum?.. Yani arkadaşlar için yeni olan bir şey (Anlaşılmıyor). Anlatabiliyor muyum?..

Aydın Alkan: Geniş bir sahada (anlaşılmıyor)… O bizim için büyük bir avantaj olur.

O… Yani orda… Çünkü bu şey değil “sınıf geçme imtihânı” değil. Hani, şunda ne hatırlıyorsun, bunda ne hatırlıyorsun hikâyesi değil. Yani bir şey gördüğün zaman, o senin için bir takım tedâiler uyandırabilir.

Aydın Alkan: İmajlar…

Ondan sonra da, bir de senin için, yabancısı olduğun bir şey değil!..

Aydın Alkan: Evet…

Yahut senin üzerinde süksesi olacak bir şey değil. Önemli olan o!.. Şimdi onun gibi; sen ressamsın, gayet tabiî, (anlaşılmıyor), neticede herşey fikre dayanıyor. Ben meselâ çok hoş şeyler böyle yakalamama rağmen, orda tabiî o ânlık enstantane şeyler böyle, o şeyler kaçtı meselâ…

Aydın Alkan: Ben anlıyorum… Sürprizlere gebe bir sanat ya.

Hâh!..

Aydın Alkan: Gerçekten çok, çizginin şeyi var…

Hâh, tabiî!..

Aydın Alkan: Özür dilerim… Sizin kullandığınız bir cümle var ya; “en ulvî meselelerin bile, kolayca basite ircâ yolu vardır.”

Tabi, tabi!

Aydın Alkan: Çizgi o “basit”i öyle bir sağlıyor ki, öyle bir şey oluyor…

Tabi, tabi!

Aydın Alkan: Ben… Farkediyorum yani.

Şimdi meselâ onu ezbere söylüyorlar şimdi; “çizgi dili” falân diye… Meselâ o şey vardı?.. O, Cumhuriyet Gazetesi’nde…

Aydın Alkan: Tan Oral?

Yok, şey… Öldü… Neydi ya işte?

Aydın Alkan: İlhan?

Mehmet Tarakçı: Turhan?

Aydın Alkan: Turhan Selçuk?

Turhan Selçuk!

Aydın Alkan: Evet.

Şimdi, Turhan Selçuk’un meselâ ben seviyorum, çizgisi orijinaldir.

Aydın Alkan: Evet Efendim.

Ama, şey değildir.

Aydın Alkan: Muhtevâda…

Yerli değildir… Yerli de değildir.

Mehmet Tarakçı: “Abdülcambaz” tarzında çizdiği değil mi Efendim?

Hı?

Mehmet Tarakçı: “Abdülcambaz”?

Onları boşver… Onlar bayağı şeyler… (Anlaşılmıyor)

Aydın Alkan: Tarzı için…

Çizgisi böyle orijinaldir, fakat yerli değildir… Yerli değildir, birkaç tâne espri ile, hani göz önünden şey yapacak, şu… Şimdi o…

Aydın Alkan: Hâlbuki çizgiye yakışmıyor, kaba kaçıyor yani muhtevâ…

Hâ!.. Onun için hiç, bir şeyi, böyle fikre dokunan hiçbir şeyi çizememiştir meselâ. Anlatabiliyor muyum?.. Senin o şeylerin çok hoştu; böyle, o daktilodan film şeridi gibi birşeyler çıkıyor bilmem neler. Şey, rendeden falân… Onlar çok hoştu… Onlar, şimdi meselâ böyle grafik karikatür şeyde kullanılsaydı da, insanlara şeyleri de hatırlatabilen, yani iştikakları da hatırlatabilen, yani iştikakları da hatırlatabilen…

Aydın Alkan: Tabi.

Bak şimdi, iştikak seni hatırlatıyor, sen iştikakı hatırlatıyorsun meselâ. Anlatabiliyor muyum?

Aydın Alkan: Anladım Efendim!

O tip şeyler… Hâ, o tarzı bırakma!.. Onun dışında başka şeylerle oynarsın, oynarsın ayrı hikâye…

Aydın Alkan: Anladım Efendim!

Bir de senin çizgi tarzın… Zannediyorum şeydeydi o?.. Müjdelerin Müjdesi’ndeydi galiba?.. O bir tâne yelken…

Aydın Alkan: Evet… “Ağ atan”!

Hah!.. Çok basit bir çizgiyle, çok basit…

Mehmet Tarakçı: Ağ atan şey Telegram’daydı.

Aydın Alkan: Yok, yok. Müjdelerin Müjdesi’nde… Hem kurtarıyor boğulanı, hem de kelâm denizine atmış oluyor… Örümcek ağı gibi…

Tabi!.. Şimdi onun gibi, senin hoş bir resim şeyin var…

**

 

Aydın Alkan: Allah razı olsun!

Onun gibi, zaten (Anlaşılmıyor) farkındasın. Ben sık sık böyle ressamlardan filân misâl veririm. Çünkü şeydir o; çok hoşuma gider o, benim tabiî yapımda olan bir şeydir o. Bak şimdi, “beni, resimden daha çok resmi yapan adam ilgilendirir” dedim.

Aydın Alkan: Evet…

Şimdi tabiî o resim olmasa, o resmi yapan adamla da ilgilenmezsin, o ayrı mesele. Anlatabiliyor muyum?.. O ayrı mesele… Ben daha ziyâde işin o tarafıyla şeyim. Çünkü bu suret muret, bilmem ne, falân, filân hep sık sık anlatıyoruz ya hikâyeler…

Aydın Alkan: Sanatçı tavrından…

Anlatabiliyor muyum?.. Onu çok şey olarak, çizgi oyunlarıyla bilmem neleriyle gündemde tutmanız lâzım. Suret-muret hikâyelerini…

Aydın Alkan: Evet…

Şekil, suret, (Anlaşılmıyor) bilmem neler falân diyoruz ya?

Aydın Alkan: Evet.

Neyse… O şey, çizgi… Çizim tarzını beğeniyorum yani… Çok beğeniyorum!

**

 

Ondan sonra orda şey, “İbda”nın esprisi, bilmem neyi filân. Böyle çok kaba tarzda, böyle hani kaba sembolize etmek tarzında değil de…

Aydın Alkan: Anladım!

Anlatabiliyor muyum?.. Orda çok lâtif bir fikir doğdu. Dedim bu, dedim bu tam şeyin çizeceği bir şey dedim kendimce…

Aydın Alkan: Ben, B-Yedi eserinizi okuyunca, çok öyle şey denk geliyor. Sizin cümleleriniz davet edici oluyor.

Hah, hah!..

Aydın Alkan: O mânâda, sizin tarzınız da besleyici bir şey.

Hah!.. Yani o şeyde… Şeyi çok lâtif, çizgiyi çok lâtif şey yaptım…

Aydın Alkan: Yani, şekillendi bir nevî fikir?

Yani, şimdi tabiî o şekillenmesi başka şey, çizmek başka bir şey… Çizebilmek başka bir şey, o mânâda… Dedim bu, bunu dedim, o şey resmine çok benzettim ben. “Ağ atan”, ağ atıyordu şeyde… Kayıkta ağ atıyordu… Ben atıyordum! (Anlaşılmıyor) O (Anlaşılmıyor) bana benziyordu (Anlaşılmıyor) çok çok hoşuma gitti… (Anlaşılmıyor)

Aydın Alkan: Zaten, tabiî ki sizi kastederek çizdim Efendim!

Hâh!.. O şeyde, o tip hikâyelerde devam etmeni isterim.

Aydın Alkan: İnşallah!..

Şeye bakma… Sağa sola bakma!.. Hani şu geçer, bu geçerli değil gibi…

Aydın Alkan: Yo, yoo…

Herşeyin bir vakti saati vardır!

Aydın Alkan: Anladım Efendim!.. Çok teşekkür ederim alâkanız için!

**

 

Ama, ondan sonra tabiî, meselâ bizim kendi şeyimizde ne olmalı? Ama şuna da dikkat et; “ne olmalı?”, “nasıl olmalı?”yı nelerin içinden düşünerek söylüyoruz!.. İkincisi, bunlar da “nefy” ederken niye nefyettiğini, o nefyettiğinin içinde neler olduğunu… Anladın değil mi? Yani “nefy”, bir taraftan da “süzme”dir yani… Anlatabiliyor muyum?.. Şimdi meselâ lağımı süzersin de, ondan şifâya tahvil edecek bir şey bulursun!.. Anlatabiliyor muyum?.. Şimdi bunun gibi, yani nefyederken bilerek nefyetmek, alırken bilerek almak!

Aydın Alkan: Gerekirse gerekçelerini izâh etmek…

O anlamda, meselâ şey gibi… Bunlar olmasa zaten fikir yürümez. Meselâ şimdi, şurda nefis bir çıplak fotoğraf… Tek kelimeyle sanat eseri!.. Veyahut resim, fevkalâde bir resim… Şimdi “bu Şeriat’a uygun mu, değil mi?” zaten tartışılmaz!.. Ayrı mesele…

Aydın Alkan: Güzelliğin tek başına “kandırıcı” olması gibi…

Hâh!.. Şimdi meselâ bu tip şeyler!.. Anlatabiliyor muyum?

Aydın Alkan: Anladım Efendim!

Anladın mı; “doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur”

Aydın Alkan: Tabi, tabi, oraya geliyor…

Meselâ bu mesele, şimdi muhatabına bu şekilde girdiğin zaman başkadır, bir de bu şekilde… Şimdi bu şekilde olduğun zaman; hakikaten sanat gözüyle baktığın zaman meselâ, bu çok hoş bir şey yani… Anlatabiliyor muyum?

Aydın Alkan: Siz, “sanat ve imân” mevzuu etrafında da…

Şimdi meselâ o şekilde bakmadığın zaman, şey olarak, anlamayan veyahut anlamadığı için karşı çıkanı görüyorsun. Çıplaklar kampında yaşayan bir adamın, kendine mahsus bir ahlâkı olduğunu bil. “Ahlâksızlık ahlâkı” da olsa… Bu, kendilerine mahsus bir şey var, bunu bir bil… Bunun üzerine konuş!.. Hâdiseyi biliyorsun?

Aydın Alkan: Tabi, tabi…

Şimdi şöyle oluyor; köyden şalvarlı geliyordu, hiçbir bağışıklığı yok. Anlatabiliyor muyum? Şehirde iki senede “artist” olmak için Yeşilçam’da veyahut meşhur olmak için gazino masasında… Anlatabiliyor muyum?.. Şimdi hiç bağışıklığı yok!.. Çünkü buradan ezbere sövüyorsun!.. Üç gün sonra, onların arasında kaldığın zaman “pekalâ böyle de olunabiliyor” diyorsun.

Aydın Alkan: Evet… Çizgi, şahsiyet olmayınca.

Tabi!.. Yani “pekalâ böyle de olunabiliyor” diyorsun, kaynayıp gidiyorsun… Şimdi onun gibi, nefyederken de neyi nefyettiğini bil, ordakinin mevzuunu anlamaya çalış. Anlatabiliyor muyum?..

Aydın Alkan: Anladım Efendim!..

**

 

Bak, dikkatinizi çekti veya çekmedi bilmem, Üstad’ın meselâ şeyi; ben Üstad’a dedim ki “Poetika”sı için, dedim ki “o dedim, müstakil eser olacak bir şey…” dedim.

Aydın Alkan: Bahis.

Bahis dedim, bu şaşırdı böyle!.. Hiç alışkın olduğu şey değil… Şaşırdı… “Çok iyi görüyorsun!” dedi… Bak meselâ o, benim çok kullandığım bir şeydir… Şekil nedir, bilmem ne nedir?.. Ne demek istediğimi anladın, değil mi?..

Aydın Alkan: Evet Efendim!

Şimdi, işte “kütük”, “nakış”, “şekil” falân filân, hep bildiğimiz şeyler. Anlatabiliyor muyum?.. Hâlbuki ben “şekil”e ne kadar anlatmışımdır, dönmüşümdür, Üstad’a bağlamışımdır…

Aydın Alkan: Geçtiğimiz ay B-Yedi’de yine dört beş seri “şekil” üzerinde durdunuz… Ruh şekilleri…

Tabi!

Aydın Alkan: Fikrin mücessem hâle gelmesi.

Şimdi o meselâ, ne kadar öz, “usâre”dir yani o!.. Bir de başkasının şaşırttıran şu oldu; Üstad’ın orda kullandığı malzeme Orhan Veli’nin şairlerden parçalar hâlinde topladığı…

Aydın Alkan: Evet Efendim.

Şairlerden parçalar hâlinde topladığı bir şeyde yayınlandı… Herkes de şok oldu! Hani, “bu da onlar gibi”… Hayır, öyle değil!.. Bak ben, lügattaki kelimeler, bütün dünyadaki kitaplar neticede lügattaki şeylerden çıkıyor.

Aydın Alkan: Tabiî ki.

Ama, şimdi lügattan onları kitap hâlinde çıkaran adamla, “her şey lügattan çıkıyor” diye…

Aydın Alkan: Hüküm veren…

Anladın değil mi?.. Şimdi onun gibi, o, Üstad’ın elinde müthiş bir senteze döndü… Anlatabiliyor muyum?.. Şimdi o böyle dış yüzden benzetmek, dış yüzden tasvib etmek, dış yüzden karalamak, anlatabiliyor muyum? Olmak gibi, her şeyden evvel onun üzerinde tasarruf hakkın olduğunu gösterici bir fikir… E, bu da tabiî aramadan, sormadan, birşey düşünmeden, okumadan, değil mi?.. Bu türlü olmaz yani….

**

 

Onun için şeyde, güzel şeyler yapın. Güzel şeyler yapın… Ondan sonra bakmayı öğretin… Yani bakmayı öğretin eserinize veya herhangi bir esere bakmayı öğretin… Anlatabiliyor muyum?… Sen bir ara sanat yazıları yazıyordun…

Aydın Alkan: Yazmaya çalışıyorum Efendim.

Aynı şeyde devam et yani…

Aydın Alkan: İnşallah!…

Meselâ benim öyle “palavra” şeylerim var… Şimdi “palavra” diyorum, ben boyamayı seviyorum meselâ. Şimdi bak, o ayrı bir şeydir. Boyamadan kastım şu, -ben karakalemi daha çok şey yaparım da- boyamadan kastım şu; meselâ şimdi bu, ressam falân değil meselâ, değil mi. Oturmuş bir şeyler karalıyor. Ben ona baya bir şey yapıyormuş gibi bakıyorum. Çünkü yaptığından daha çok, bana, yaparken o… Şey…

Aydın Alkan: Eyleme, iş…

Ee, bişey demektir o… Eskilerin bir lâfı vardır, der ki; “mezura gidip gelmese de der, tezgâh çalışsın” der… Yani şey olmasa da mezura gitsin gelsin der… Anlatabiliyor muyum?… Meselâ ressam gözüyle ne dersin bilmem; böyle bazen güzel çizgiler çizdiğim oluyor yani… Şey olarak, kendi şeyimi söylüyorum…

Aydın Alkan: Sizin “yürüyen el”, zaten bu işin başıdır Efendim!.. O, çizgideki sürpriz… Ben, çok iyi anladığımı düşünüyorum… Zaten onla başlıyor.

Meselâ Dil ve Diyalektik’teki o geist-meist hikâyelerine binâen çalıştım meselâ…

Aydın Alkan: Evet…

Hani “ideali aramayla, toprağa bağlanma arasında kıvranan”…

Aydın Alkan: Yani o, Yalçın (Turgut Balaban) abiyle ilgili çizgilerde de sizin iziniz belli oluyor… Zaten o Gölgeler’de hikâye ediyorsunuz bir tânesini… Fikir üfleme mânâsına… Son “Adımlar” yapmıştım, dergi için. O, yürüyen bacaklar vardı; türlü yönlere gidiyor. Hatta çok o mânâda tevafuk oldu; bir arkadaşa söylemiştim. Mevzu olurken o şey dedi, “yahu Kumandan dedi, bir gün Metris’te gazete küpüründe ayaklar, bacaklar topluyordu” dedi… Ama ben de ondan bir hafta önce bu şeyin notunu almışım yani. “Böyle bir çizgi yapacağım” diye…

Hmm.

Aydın Alkan: İşte “türlü yöne giden ayaklar”… Sizin de gazete küpürlerinden faydalandığınızı tahmin ediyorum…

Tabi tabi…

Aydın Alkan: Meselâ, o Başyücelik Devleti’nde “kartal kafası” yaptım, onu da gazete küpürüydü meselâ. Şöyle bir reklam şeyiydi. Bir gözü gösteriyor, böyle kartal kafası oluyor…

Şimdi meselâ o şeyler, şeyde var… Meselâ ben, belki bu Telegram’daki zaaflarımdan biri de oldu o: Şimdi ben meselâ şeye bakarken öyle, çok çabuk şey kapıyorum, şekil kapıyorum… Gazetede veyahut şeye bakarken, yere bakarken çok çabuk şey kapıyorum. Tabi o Telegram, onları çok kullanıcı oluyor.

Aydın Alkan: İstismar ediyor…

Tabi o şeye dönüyor, (Anlaşılmıyor) Çünkü böyle bakıyorsun meselâ, bir tâne adam böyle bakarken o yaşlı oluyor, böyle bakarken genç oluyor, derken iki adam oluyor falân böyle. Şimdi o biraz mozaik şeylerine falân… Şimdi sen meselâ gördüğünü söylüyorsun, o benim dikkatimi çekmiyor meselâ. Ama “burada böyle bir şey var” diyorsun meselâ, onu şey yapamıyor, çizemiyor yani… Anlatabiliyor muyum?..

Aydın Alkan: Anladım…

Onun için de meselâ “gazete” diyorsun, şimdi gazetede o fotoğraflar, bilmem neler, meselâ sayısız şeyler var…

Aydın Alkan: İmajlar…

Hâh!.. Ne kadar hoş yakalanabilen şeyler var… Yakalanabilir olan…

Aydın Alkan: Ama işte Efendim, herkes görüyor da, sizin, yani külliyatın verdiği şeyde…

Tabi!

Aydın Alkan: Siz dediniz ya, zemin veriyorum ben size, imajlar…

Tabi!..

Aydın Alkan: Yani ancak bir İbdacının onu görüp oraya mâletmesi lâzım…

Tabi!.. Meselâ işte bu şeyleri yazarken, o “Ölüm Odası”ndaydı herhâlde?.. Böyle iki üç tâne çok çok hoş şeyler çıktı.

Aydın Alkan: Cümle…

Çok hoş şeyler çıktı ama, şeyi şey yapamadım yani… Şimdi dedim Aydın yanımda olsa (Anlaşılmıyor)…

Aydın Alkan: Ben denk geliyorum Efendim… Yani, B-Yedi’de öyle çok not aldığım şeyler oluyor… Çizgi… Mutabık… İnşallah Allah fırsat verirse çizeceğim Efendim…

İnşallah, İnşallah!… (…)

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: